"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Muhasara

Müşrikler, İslamın kalblere nüfuzunu ve yayılmasını önlemek için durmadan çabalıyorlardı. Buna rağmen, her geçen gün müslümanlar biraz daha çoğalıyordu. Müslümanlara yapılan işkence ve zulümler, onları yollarından döndürmüyor, aksine birbirlerine daha çok sarılmalarına, kenetlenmelerine sebeb oluyordu. Hiç birisi dininden dönmüyor, Resulallah efendimizin uğrunda canlarını feda etmekten çekinmiyorlardı. Bunu işiten Mekke dışındaki kabilelerin merakları artıyor ve İslamın ışıkları daha uzak yerlere ulaşıyordu. Müşrikler, Habeşistana gönderdikleri kimselerin isteklerine kavuşamadıklarını, hatta Necaşi Eshamenin müslüman olduğunu ve müslümanları koruyup onlara güzel muamelede bulunduğunu öğrenince, çılgına döndüler. Bunların acısını fazlasıyla çıkarmak, İslamın kökünü kurutmak için toplanarak, şu müthiş kararı aldılar: “Her nerede olursa olsun, her nerede görülürse görülsün, Muhammed mutlaka öldürülecektir!…” Kafirler bunun için yemin üstüne yeminler ettiler.

Müşriklerin bu kararını öğrenen Ebu Talib, çok üzüldü. Ciğerparesi, mübarek yeğeninin hayatı hakkında endişeye düştü. Kabilesini toplayıp onlara, Kainatın sultanını Kureyşli müşriklere karşı korumaları için, emir verdi. Haşimoğulları akrabalık gayretiyle bu emri yerine getirmek üzere birleştiler. Bunun için de Peygamber efendimizi ve Ona inanan bütün Eshabını Mekkenin kuzey tarafında, Beytullaha üç km. kadar uzaklıktaki tepe üzerinde bulunan Şıb-ı Ebu Talibe yani Ebu Talib mahallesine davet ettiler. Resulallah efendimiz, Eshabını toplayarak, Şıbda ikamet etmeye başladı. Haşimoğullarından sadece Ebu Leheb, Peygamber efendimizi korumak kararına karşı çıktı, Şıba gitmedi. O da dahil olmak üzere müşrikler birleşip, Peygamberimizi öldürmek için fırsat kollamaya başladılar.

Müşrikler, Peygamber efendimizin ve Eshabının, Ebu Talib mahallesinde toplandıklarını görünce, tekrar bir araya geldiler. Sonra şu kararı aldılar:

“Muhammed öldürülmek üzere Kureyşlilere teslim edilinceye kadar; Haşimoğullarından kız alınmayacak!… Onlara kız verilmeyecek!… Onlara hiç bir şey satılmayacak!… Onlardan hiç bir şey satın alınmayacak!… Onlarla bir araya gelinip konuşulmayacak, görüşülmeyecek!… Onların evlerine, mahallelerine girilmeyecek!… Onlardan gelecek bir barışma isteği asla kabul edilmeyecek!.. Hiç bir zaman onlara acınmayacak!…” Mansur bin İkrime ismindeki müşrikin bir kağıda yazdığı bu kararı mühürlediler. Herkesin görüp uyması için Kabe-i muazzamanın duvarına astılar.

Bu haber sevgili Peygamberimize gelince, çok üzüldüler ve dua buyurdular. Duası derhal kabul olunup, Mansur bedbahtının elleri bir anda kurudu. Müşrikler şaşkına döndüler ve; “Bakınız! Haşimoğullarına yaptığımız zulmün karşılığında Mansurun elleri kuruyup, musibete uğradı” dediler. Akılları başlarına gelecek yerde daha da azgınlaştılar. Şıba giden yol başlarına bekçiler diktiler. Oraya yiyecek ve giyecek sokulmasına mani oldular. Mekkeye gelen satıcıların Şıba girmemesini, mallarını oraya götürmemelerini, gerekirse yüksek fiyatla kendilerinin alacağını söylediler. Böylece Şıbda bulunanları açlıktan öldüreceklerini veya Haşimoğullarının pişman olup Peygamber efendimizi kendilerine teslim edeceklerini sandılar. Bu hal her sene Kabenin ziyaret mevsimine kadar devam ederdi. Geleneklere göre bu mevsimde kan dökülmezdi. Bu sebeple Haşimoğulları serbestçe Mekkeye giderler, alışveriş yaparak bir senelik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlardı. Onlardan birisi bir tüccarın yanına mal almaya gelse, müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu Leheb ve Ebu Cehl gibi müşrikler hemen yetişip tüccarlara; “Ey tüccarlar! Muhammedin Eshabına karşı fiyatlarınızı çok yükseltiniz. Öyle ki, pahalı olmasından dolayı kimse bir şey satın alamasın! Bundan dolayı mallarınız satılmayıp, elinizde kalırsa biz hepsini almaya hazırız” derlerdi. Onlar da mallarına yüksek fiyat söyler, müslümanlar alamadan geri dönerlerdi…

Bu yolda sevgili Peygamberimiz, Hatice validemiz, Ebu Bekr-i Sıddık bütün mallarını harcadılar, çocukların açlıktan göklere çıkan feryadlarını dindirmeye çalıştılar. Elde avuçta olanlar bitince otları, ağaç yapraklarını yiyerek rızıklarını temine çalıştılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için, kurumuş deri parçalarını ıslatıp ateşte pişirerek yedirdiler. Başta Peygamber efendimiz ve diğer Eshab-ı kiram efendilerimiz açlıktan mübarek karınlarına taş bağladılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için anneler bir deri bir kemik kalmışlardı. Müşriklerden biri acıyıp da gizlice bir şey getirseydi, onu döverler çok hakaret ederlerdi. Velhasıl geliş-gidiş kesilmiş ve zor duruma düşmüşlerdi.

Müşrikler, yaptıkları bu şiddetli zulüm ile Haşim oğullarının yola gelip, Ebu Talibin, Peygamber efendimizi kendilerine teslim etmesini bekleyip durdular. Ebu Talib mahallesindeki müslümanlar ise onların bu düşüncelerinin tam tersine Peygamber efendimizi koruyor ve ona zarar gelmemesi için her tedbire başvuruyorlardı. Ebu Talib, olabilecek bir su-i kastı önlemek için, Resulallah efendimizin yattığı yere nöbetle muhafızlar koyuyor veya kendi evinde yatmasını sağlıyordu. Peygamber efendimiz ise hiç çekinmeden, Allahın emrini yerine getirmek, İslamiyeti yaymak için bir saniyesini boşa harcamıyor, insanları dine davet ederek onların Cehennemden kurtulmalarına sebep olmak için uğraşıyor, bu yolda, sabırla nasihatine devam ediyordu. Onu yalanlayan Kureyşli müşriklerin de, açlığın ne demek olduğunu anlamaları için, bir gün Resulallah efendimiz; “Ey Allahım! Şunlara da, Yusufun zamanındaki yedi kıtlık yılı gibi yedi kıtlık azabı vererek bana yardım eyle” diyerek dua buyurdular. Bundan sonraki günlerde, gökyüzünden bir damla yağmur yağmadı. Toprak susuzluktan kavruldu. Yerde yeşil bir nebata rastlanmaz oldu. Kureyşli müşrikler neye uğradıklarını şaşırdılar. Açlıktan ölmüş hayvan leşlerini, kokmuş köpek derilerini yiyerek ölümden kurtulmaya çalıştılar. Onların da çocukları açlıktan feryad u figan etmeye başladı. Pek çoğu açlıktan öldü. Açlıktan, gökyüzüne baktıklarında her tarafı duman kaplamış gibi görürlerdi. Akılları başlarına gelip, yaptıkları zulmün büyüklüğünü anlar gibi oldular. İçlerinden Ebu Süfyanı, Peygamber efendimizin huzur-ı şeriflerine gönderdiler. Ebu Süfyan gelip; “Ey Muhammed! Sen, kendinin alemlere rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun. Allaha inanmayı, akrabalık haklarına dikkat etmeyi bize emrediyorsun. Halbuki kavmin, kuraklıktan ve açlıktan kırılıp ölmektedir. Bu felaketin üzerimizden kaldırılması için Rabbine bir dua ediver; Allah, senin yaptığın duayı kabul eder. Eğer böyle bir duada bulunursan, cümlemiz iman edeceğiz!…” diyerek yemin etti.

Böylece yaptıkları zulüm ve işkenceleri bir kenara bırakarak, sıkıntıya düşmüşler ve Resulallah efendimize yalvarmaya başlamışlardı. Peygamber efendimiz, yaptıklarını yüzlerine vurmamış, “Îman edeceğiz” sözleri üzerine de mübarek ellerini kaldırarak cenab-ı Hakka dua eylemişti. Allah, Habibinın duasını hemen kabul edip, Mekke üzerine bol bol yağmur göndermiş, topraklar suya kanmış ve bitkiler yeşermeye başlamıştı. Müşrikler kuraklık ve kıtlıktan kurtulmalarına rağmen, verdikleri sözü unutarak küfürde ısrar ettiler…

Allah, bunlara cevap olmak üzere indirdiği ayeti kerimelerde mealen; “Bilakis onlar, (Kuran-ı kerim ve tekrar dirilme hususunda) şüphe içinde olup (seninle) istihza, alay ederler. O halde (Ey Habibim!) Semanın ap-açık bir duman getireceği günü gözetle. O duman, bütün insanları saracak; “Bu, pek yaman bir azab! Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır ki biz iman edelim” diyecekler. Onlar için düşünüp ibret almak nerede? Kendilerine hakikatleri açıklayan bir peygamber geldiği halde, yine Ondan yüz çevirdiler. Ona; “Öğretilmiştir, mecnundur” dediler. Biz bu azabı (duman veya açlığı) biraz (veya az bir zaman) açıp kaldırırız. Fakat siz yine küfür ve şirkinize dönücülersiniz. Çok büyük bir şiddet ve satvetle (kendilerini) çarpacağımız gün (Bedr günü), muhakkak ki biz, (onlardan) intikam alıcılarız.

Celalim hakkı için, muhakkak ki biz, bunlardan (Kureyş kavminden) evvel, Firavun kavmini de (mühlet ve çok mal vermekle) imtihan etmiştik. Kendilerine, tarafımızdan şerefli bir peygamber geldi (ki Musa dır). O, onlara şöyle dedi: “Allahın kullarını (Beni İsraili) bana verin. (Onları benimle gönderin. Yakalarını serbest bırakın, kendilerine azab etmeyin.) Muhakkak ki ben, Allah tarafından size vahiyle gönderilmiş emin bir peygamberim. Allaha karşı tekebbür etmeyin. Zira ben, size davamın doğru olduğunu açıklayan delil ile, açık mucize ile geldim. Biliniz ki, ben, beni taşlamanızdan, öldürmenizden, benim ve sizin Rabbiniz olan Allaha sığınıyorum ki, O beni muhafaza eder. Eğer beni tasdik ve iman etmezseniz, beni kendi halime bırakınız. (Ben hayrınızdan geçtim. Şerriniz bari dokunmasın.” Onlar iman etmedikleri, kendisini yalanladıkları gibi, bilakis bir takım eza ve cefaya başlayınca) Musa Allaha dua edip; “Ya Rabbi! Bunlar küfür üzere ısrar eden bir kavimdir” dedi. Allah Musaya vahyedip, buyurdu ki; “Kullarım (Beni İsrail) ile gece (Mısırdan) çıkıp git! Firavun ve avanesi sizin çıktığınızı haber aldıklarında ardınızdan gelirler (onlar mutlaka sizi takib edeceklerdir.) Kavminle denizi geçtikten sonra, onu olduğu gibi bırak (asanı tekrar vurup, açılmış olan yolları kapatma. Açık bırak). Zira, Firavun ve askeri o yollara girip garkolacaklar, boğulacaklardır.” (Duhan suresi: 9-24)

Müşrikler; “Îman edeceğiz” sözlerinden dönüp yine zulme başladılar. Allah, bir gün Peygamber efendimize vahiy ile; “Kabede asılı bulunan sahifeye bir ağaç kurdunu (güvesini) musallat ettiğini ve güvenin Allahın isminden başka bütün yazıları yediğini bildirdi. Peygamber efendimiz de Ebu Talibe; “Ey Amca! Benim Rabbim olan Allah Kureyşilerin sahifesine ağaç kurdunu musallat etti. Allahın isminden başka onda belirtilen zulüm, akraba ile ilişiği kesme, bühtan… gibi şeylerden hiç birini bırakmadı, hepsini yok etti” buyurdu. Ebu Talib; “Bunu sana Rabbin mi haber verdi?” diye sorunca. Peygamber efendimiz; “Evet” buyurdular. O zaman Ebu Talib; “Ben şehadet ederim ki, sen ancak doğru söylersin” dedi. Hemen giyinip Kabeye gitti. Müşriklerin ileri gelenleri orada oturuyorlardı. Ebu Talibin geldiğini görünce; “Her halde Muhammedi bize teslim etmek üzere geliyor!..” dediler. Ebu Talib, yanlarına varınca; “Ey Kureyş topluluğu! El-Emin olup hiç bir zaman yalan söylememiş olan kardeşimin oğlu, yazmış olduğunuz sahifedeki Allahın isminden başka bütün yazıları bir ağaç kurdunun yediğini haber verdi. Haydi aleyhimizde yazdığınız kağıdı getirin de görelim!.. Eğer bu söz doğru ise, yemin ederim ki, hepimiz ölünceye kadar Onu korumaya devam edeceğiz. Artık siz de bu zulüm ve kötü davranışınızdan vaz geçiniz…” dedi. Müşrikler heyecanla Kabenin duvarından sahifeyi indirip getirdiler. Ebu Talib; “Okuyunuz!” deyince, işlerinden biri okumak için sahifeyi açtığında. “Bismike Allahümme”den gayri bütün yazıların silinmiş olduğunu gördü. Müşrikler ne diyeceklerini ve ne yapacaklarını şaşırdılar. Hatta bazılarının vazgeçmesi üzerine, üç senedir devam eden unutulmaz acıları bırakarak, gönüllerde derin yaralar açan bu şiddetli muhasarayı kaldırdılar. Fakat düşmanlıklarından bir türlü vazgeçmediler, üstelik daha da sertlik gösterdiler. İslamiyetin yayılmasına mani olmak için bütün yolları denediler. Bütün bu gayretlerine rağmen İslamiyet süratle yayılıyor; sevgili peygamberimiz Muhammed , cahiliye devrinin zulmetinden bunalan insanları kurtarmaya çalışıyor ve hakiki saadete kavuşturuyordu. Bu saadete kavuşanlar, kavuştukları büyük nimete şükrediyorlar, müşriklerin hakaretleri ve işkenceleri karşısında asla yılmıyorlardı. Muhammed ın mucizelerini ve müslümanların dinlerindeki sebatını gören nice gönüller İslam nuru ile aydınlanıyordu.