Bir gün rüyasında bir kimse; “Ey Abdülmuttalib! Kalk Tayyibeyi kaz!” diyerek kayboldu. Ertesi gün; “Kalk, Berreyi kaz!” dedi. Üçüncü gün de aynı kimse; “Kalk, Mednuneyi kaz!” emrini verdi. Rüyanın arkası kesilmiyordu. Dördüncü gün ise yine o kimse; “Ey Abdülmuttalib! Kalk, zemzem kuyusunu kaz!” deyince, Abdülmuttalib; “Zemzem nedir? Kuyu nerededir?” diye sordu. O zat da; “Zemzem bir sudur ki, hiç eksilmez ve dibine erişilmez. Dünyanın dört bucağından gelen hacılara kifayet eder. Cebrail ın kanadıyla vurduğu yerden çıkmıştır. Allahın, İsmail için yarattığı sudur. Susuzları kandırır. Açları doyurur. Hastalara şifa olur. Yerini bildireyim. Kurban kestikleri zaman artıklarını bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelir. Gagasıyla yeri eşer. Karganın eştiği yerde, bir de karınca yuvası görürsün, işte orası zemzemin yeridir” dedi.
Abdülmuttalib, sabahleyin yanına oğlu Harisi alarak Kabeye gitti ve heyecanla beklemeye başladı. Bir ara rüyada söylenildiği şekilde kırmızı gagalı karga gelip, oradaki bir çukura kondu ve gagası ile yere vurmaya başladı. Altından karınca yuvası çıktı. Abdülmuttalib ile oğlu Haris, derhal orayı kazmaya başladılar. Bir müddet kazdıktan sonra kuyunun ağzı göründü. Abdülmuttalib, bunu görünce; “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirmeye başladı. Başından beri, kuyunun kazılmasını dikkatle takip eden Kureyşliler, ona dönerek; “Ey Abdülmuttalib! Bu, babamız İsmailin kuyusudur. Onda bizim de hakkımız vardır. Bizi bu işe ortak etmelisin!” dediler. Abdülmuttalib ise, derhal karşı çıktı ve “Hayır! Bu iş, sadece bana ihsan edilmiş bir vazifedir” diye cevap verdi. Bunun üzerine Kureyşliler; “Sen yalnızsın. Tek oğlundan başka kimsen de yok. Bu şekilde bize karşı koyman mümkün değil!” dediler. O zaman içi burkuldu. Çünkü kendisini kimsesizlikle ayıplıyorlardı. Ellerini semaya kaldırarak; “Ya Rabbi! Bana on çocuk ihsan eyle. Eğer bu duamı kabul buyurursan, içlerinden birini Kabede kurban edeceğim” diye yalvardı.
Abdülmuttalib, kazı işinin tehlikeli bir hal aldığını, neticede şiddetli çarpışmaların olabileceğini düşündü. Sonunda kazmayı bırakarak anlaşma yoluna gitti. İşin bir hakem tarafından halledilmesini istedi. Sonunda, Şamda oturan bir kahinin buna çare bulacağına karar verdiler. Kureyşin ileri gelenlerinden bir grup ile yola çıkıldı. Yolda susuzluktan ve sıcaktan ziyadesiyle bunalan kervan, hareket edemez oldu. Artık bir damla suya can atacak hale gelmişlerdi. Tek arzularının bu olmasına rağmen, kavurucu çölün ortasında su bulmak imkansızdı. Herkesin ümidini kestiği bir anda, Abdülmuttalib onlara; “Geliniz, geliniz! Toplanınız! Hem size, hem de hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!” diye bağırdı. Muhammed ın mübarek nurunu alnında taşıyan Abdülmuttalib, su ararken, devesinin ayağı büyük bir taşa takılmış ve taş yerinden oynayınca altından su çıkmıştı. Herkes koşarak geldi, kana kana su içerek yeniden hayat buldu. Abdülmuttalibin bu büyüklüğü karşısında mahcup olan Kureyşliler; “Ey Abdülmuttalib! Artık sana diyecek bir sözümüz kalmadı. Zemzem kuyusunu kazmaya en layık olan sensin. Bu hususta seninle bir daha münakaşa etmeyeceğiz. Artık hakeme gitmeye de lüzum kalmadı, geri dönüyoruz” dediler ve Mekkenin yolunu tuttular. Abdülmuttalib, alnında parlayan nurun hürmetine, zemzem kuyusunu kazıp suyu çıkarma şerefine kavuştu.
Ya Resulallah, Ya Hayr-al-beşer müştakınam.
Kim sepüpdür mucizatın alem-i esrara su.