"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ashabı kehf

Din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terkedip, hicret eden, Tarsustaki mağarada medfun bulunan yedi kişi ve Kıtmir adındaki köpekleridir. İsimleri; Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayyuştur. Kıssaları, Kuran-ı kerimde Kehf suresinde, bir ibret ve uyanıp kendine gelme vesilesi olarak zikredilmiştir.

Kehf suresinin sebeb-i nüzulü ile ilgili olarak, İbn-i İshaktan şöyle rivayet edildi: Mekkeli müşrikler, Medine yahudilerine adam gönderip, Resulallah efendimizi imtihan için malumat istediler. Medine yahudileri onlara; Eshab-ı Kehfi, yeryüzünün doğusuna ve batısına gidip fetheden Zülkarneyni ve ruhun mahiyetini sormalarını tavsiye ettiler. Sonra da; “Eğer bu üç şeyden haber verirse, peygamberdir. Ona uyun. Yok cevap veremezse, yalancının biridir, istediğinizi yapın” dediler. Yahudilerden bu bilgileri öğrenen Mekkeli müşrikler, Resulallah efendimize gelerek, bu soruları sordular. Allah Resulüne, Kehf suresini inzal buyurdu. Müslümanlar da böylece Eshab-ı Kehf hakkındaki bilgilere sahip oldular.

Eshab-ı Kehf denilen imanlı gençler, Efsus (yani Tarsus) şehri ahalisinden idiler. Bunlardan altısı sarayda vazifeli, hükümdara yakın kimselerdi. Hükümdar o tarihte Roma imparatorlarından Dimityanus veya Dokyanus olup; rezil, zalim bir kimse idi. Putlara tapardı. Sonra tanrılığını ilan etti. Putperestliği kabul etmeyen az sayıdaki müminleri köşe bucak aratır, yakalananları parçalatıp, şehrin kapılarına astırırdı. Saraydaki bu imanlı gençler, yapılan zulümden nefret duyarlar, çaresizlik içinde bir araya gelerek Allaha yalvarır, dua ve istiğfar ederlerdi. Bir gece Dokyanusun adamlarından biri, durumlarını fark edip yanlarına geldi ve ne yaptıklarını sordu. Onlar; “Eşi ve benzeri olmayan Rabbimize ibadet ediyoruz. Sen de gel, Rabbimize iman et. Böylece seadet-i ebediyyeye kavuş” dediler. O da; “Baba ve dedelerimizi puthanede gördüm. Onların yolundan ayrılamam. Sonra siz hükümdarın emrine karşı geliyorsunuz” dedi ve iman etmedi. Ayrıca gördüklerini hükümdara haber verdi. Kafir olan baba ve dedelerini taklit ederek, küfürde ısrar etti.

Zalim Dokyanus, ihbar üzerine, o gençleri huzuruna çağırıp tehdit etti. Onlar da iman yolunda sebat gösterip, şirki, putperestliği kabul etmediler ve ona; “Bizim Rabbimiz semavatın (göklerin) ve erdin (yerin) Rabbidir. Ondan başkasına tapmayız. Zira Ondan başka ibadete layık kimse yoktur. Ey Dokyanus! Allaha yemin ederiz ki, senin putperestlik teklifini kabul ederek, Allahtan başkasına itikad edersek bu takdirde, muhakkak haddi aşıp, doğruluktan uzak, akıl dışı pek ziyade zulüm ve cahilce bir iş yapmış oluruz” dediler. Dokyanus, onların rütbelerini söktü. Kavimlerinin işaretini taşıyan kıyafetlerini çıkarmalarını emretti. Sonra da; “Siz gençsiniz, üç gün mühlet veriyorum. Kurtulmayı mı yoksa ölmeyi mi tercih ediyorsunuz?” deyip, başka bir şehre gitti.

Hazin tefsirinde bildirildiğine göre; Eshab-ı Kehf bu hak sözleri, zalim Dokyanusa sarayda, hazır olan bir topluluk içinde söylediler. Çünkü Dokyanus bunları, oradaki topluluk içinde putperestliğe çağırmıştı. Onlar da saray erkanı içinde, büyük bir vakarla; “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Öyle fani olan şeyler nasıl yaratıcı olabilir?” dediler. “Dokyanusu yaratan da bizim Rabbimizdir” deyip, teklifini reddederek kavmi içinde onu rezil rüsva ettiler. Böylece Eshab-ı Kehf, Dokyanusa karşı hak sözü söylemeye cesaretle, Allahtan başka bir mabuda ibadet etmeyeceklerini bildirdiler. Bunun yanında, putperestlerin imanlarının bir delile dayanmadığını ve bozuk inanışla Allaha iftira ettiklerini de açıklayıp, onların herkesten daha zalim olduklarını söylemekten çekinmediler. Bu iman ve cesaretleri, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir;

“(Ey Habibim! Şimdi biz) sana o (Eshab-ı Kehfin) haberini (ibretli kıssasını) hakla, doğrulukla anlatalım. O yiğitler, Rablerine (Allaha) iman ettiler. Biz onların hidayet (iman ve basiretlerini) ve sebatlarını arttırdık.

“Şu bizim kavmimiz, Ondan (Allahtan) başka ilah edindiler. Bunların üzerine bari açık bir burhan (delil) getirselerdi ya! Artık Allaha karşı yalan yere iftira edenlerden daha zalim kimdir? dedikleri zaman, onların kalblerini (sabır ve sebat ile tamamen Hakka) bağlamıştık. (Kehf suresi: 13-15)

Dokyanus, onların eski günlerine dönmeleri için kendilerine belirli bir süre tayin etmişti. Bu da Allahın onlara bir lütfuydu. Çünkü, bu bekleme esnasında istişare ederek, hicret imkanını elde ettiler. Dinlerini korumak için fitneden uzaklaştılar. İnsanlar arasında fitne çıktığı zaman, kulun, dinini korumak için hicret etmesi meşru bir durumdur. Onların her biri, babalarının evinden bir miktar azık aldı. Bir kısmını tasadduk ederek, şehre yakın bir dağ cihetine doğru yola çıktılar. Yolda giderken, bir çobana rast geldiler. Çoban onlara yiyecek ikram etti. Sohbet esnasında, onların halini anlayıp iman etti ve onlara katıldı. Beraberce yola koyuldular. Çobanın köpeği de bunlara tabi olup, arkalarından takip etti. Mani olmak için bir hayli uğraştılar fakat geri çeviremediler. Zira ses çıkarıp, yerlerini haber vereceğinden çekiniyorlardı.

Nihayet Allah, bu köpeği dile getirip; “Benden korkmayın. Ben, Allahın ve sizin dostunuzum. Siz uykuda iken gözcülük ve bekçilik yaparım” dedi. Böylece sayıları sekiz oldu. Dağa yaklaştıklarında, çoban bunlara; “Ben bu dağda bir mağara biliyorum. Orada gizlenmek mümkündür” dedi. Söz birliği ile o mağaraya girdiler ve cenab-ı Hakka yalvarıp; “Ya Rabbi! Bize senin katından rahmet, (yani rızık, mağfiret, düşmandan emniyet) ver!” dediler. Büyükleri olan Yemliha, arkadaşlarına; “Madem ki, siz onlardan ve Allahtan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizde kolaylık göstersin. O, düşmanlardan dininizi muhafaza için sizi korur ve lazım gelen şeyleri de, onlardan istifade edebilmeniz için sizlere ihsan eder. Maddi ve manevi hayatınız emniyette olur. Biz kavmimiz putperest olduklarından, imanımızı korumak için aralarından hicret ettik. Şimdi mağarayı mesken edinip, burada Allaha ibadet edelim. Rabbimiz iki cihanda rahmetini bize saçar, din ve dünya işlerimizi kolaylaştırır” dedi. Hepsi yorgun ve halsizdi. Bunun üzerine biraz uzandılar. Hakkın emriyle yavaş yavaş hepsi uyuyakaldılar.

Allah, Eshab-ı Kehfin kendi aralarındaki bu konuşmalarını, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirmektedir:

“(Birbirlerine şöyle demişlerdi:) Madem ki siz, onlardan ve Allahtan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (çekilip) sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizde size bir fayda (kolaylık) hazırlasın.” (Kehf suresi: 16)

“O zaman, o genç yiğitler mağaraya sığınmış (lar) dı da; Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet (dinde hidayet, günahlarımızı da mağfiret et ve helal rızık), düşmandan emniyet ver ve işimizden (dinimizi muhafaza için kafirlerden ayrılıp, mağaraya iltica ettiğimizden dolayı) bizim için bir muvaffakiyet hazırla. (O sayede rüşt ve hidayete ermiş; böylece çok sevaba kavuşmuş olalım.) (Kehf suresi: 10)

Onlar mağaraya girdiklerinde, Allahın rahmet ve lütfunu dileyerek böyle dediler. Ahmed ibni Hanbelin Müsnedinde, Büsr ibni Ebi Ertad, Resulallahın şöyle dua ettiğini bildirdi: “Ya Rabbi! Bütün işlerimizde akıbetimizi hayırlı (iyi) kıl. Bizi dünyada rüsvay olmaktan ve ahirette azabdan koru!”

Eshab-ı Kehfin mağaraya geldikten sonra uykuya varmaları, Kehf suresi 11. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirilmektedir: “Bunun üzerine biz, nice yıllar mağarada onların kulaklarına (harici şeyleri işitmelerine mani perde) vurduk (nice yıllar tam bir sükun içinde uyuttuk).”

Dokyanus, Efsusa gelip, onları sordu. Kaçtıklarını bildirdiler. Bunun üzerine babalarını getirtti. Onları bulmaları için zorladı. Babaları; “Bizim malımızı alıp, dağa doğru gittiler” dediler. Dokyanus, adamları ile gidip o mağarayı buldu. Burada ölsünler diye, mağaranın ağzını iyice kapattırdı. O zaman Dokyanusun yakınlarından iki mümin, gençlerin isimlerini ve hallerini iki kurşun levhaya yazıp, mağaranın duvarına koydular. Bu mağara, Betahlus Dağının güney taralında idi. Güneş, doğarken ve batarken oraya vurduğundan, rutubet olmazdı. Eshab-ı Kehf uyurken gözleri açık idi. Allah meleklerle, onları sağ ve sol taraflarına döndürürdü. Köpekleri, dirseklerini kapının eşiğine uzatmıştı. Ölü değillerdi. Nefes alırlar, saçları tırnakları uzardı.

Allah kemal-i kudreti ile cesed ve elbiselerini değiştirmedi. Eshab-ı Kehf, üçyüzdokuz sene o mağarada uyuyup kaldılar. Allah kendilerini muhafaza etti.

Eshab-ı Kehfin uykularının keyfiyyeti hakkında Kuran-ı kerimde mealen buyruldu ki: “(Onların gözleri açık olmakla) sen onları uyanık zannedersin. Halbuki onlar uykudadır. Biz onları (meleklerle) sağına ve soluna döndürürüz (ki uzun zaman geçmekle bedenleri çürümesin). Onların köpekleri dirseklerini kapının eşiğine uzatmıştı (yaymıştı). Eğer sen onlara bakarak hallerini görseydin, (korkudan) geri dönüp kaçardın. Kalbin onların korkusuyla dolardı (zira gözleri açık ve kılları, tırnakları uzamış ve yerleri karanlık ve korkulu idi).” (Kehf suresi: 18)

İbn-i Cüreyc dedi ki: “Köpek, kapıda onları bekliyordu. Bu, onun yaratılışı ve tabiatı gereğidir. O, mağara kapısı önünde, kendilerini bekliyormuş gibi duruyordu. Kıtmir adındaki bu hayvanın, Cennete gireceği tefsirlerde bildirilmektedir.

Güneşin doğarken ve batarken mağaraya vurduğu da mealen şöyle bildirilmektedir: “(Onlara baksaydın) görürdün ki, güneş doğduğu zaman, mağaranın sağ tarafına yönelir; battığı vakitte onların sol yanını kesip giderdi. Kendileri ise oranın (mağaranın) geniş bir yerinde idiler. İşte bu, (Eshab-ı Kehfin hal ve şanı, onların mağaraya girişi yahut kıssalarını haber verişin) Allahın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, o, doğru yola erdirilmiştir; kimi de şaşırtırsa, artık onun için hiç bir zaman felaha götürücü bir mürşid bulamazsın.” (Kehf suresi: 17)

Eshab-ı Kehfin uykularının müddeti de mealen şöyle bildirilmektedir; “Onlar mağaralarında üçyüz sene eğleştiler. (Buna) dokuz (yıl) daha kattılar.” (Kehf suresi: 25)

“De ki: Allah ne kadar eğlendiklerini daha iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı (nı bilmek) Ona mahsustur. O, ne güzel görendir. Ne güzel işitendir. (Bütün) bunların (yer ve gök ehlinin) Ondan başka hiç bir yardımcısı yoktur. O, hiç bir (kimseyi, hiç bir şeyi) hükmüne ortak da yapmaz.” (Kehf suresi; 26)

Hazret-i Ali buyurdu ki: “Ehl-i kitap indinde Eshab-ı Kehf, mağarada, şemsi yıl hesabıyla üçyüzyıl kalmışlardır. Cenab-ı Hak bu seneyi kameri olarak beyan buyurdu. Aralarındaki farklılık, her yüz yılda üç senedir. Bu suretle şemsi üçyüz sene, kameri üçyüzdokuz seneye denktir.”

Cenab-ı Hak. Eshab-ı Kehf ve Rakimin üçyüzdokuz sene uykuda kalmalarının o kadar şaşılacak bir şey olmadığını da şöyle beyan buyurdu:

“(Ey Habibim!) Sen, bizim ayetlerimiz içinde (yalnız) Kehf ve Rakim eshabının ibrete şayan olduklarını mı sandın?” (Kehf suresi: 9)

Yani; onların bu hali, öldükten sonra dirilmenin olduğunu ispat edecek açık bir alamettir. Fakat, göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün bir biri ardınca getirilişi, güneşin ve ayın emre müsahhar kılınışı, ayrıca buna benzer Allahın kudretine delalet eden muazzam hadiseler daha büyük olup, bunların yanında Eshab-ı Kehf hadisesi, o kadar garip görülmemelidir. Eshab-ı Kehfin hallerinden daha şaşılacak haller bile Allahı aciz bırakamaz. Allah her dilediğini yapmağa muktedirdir. Nitekim İbn-i Cüreyc; Mücahid rivayetiyle bu ayet-i kerime hakkında buyurdu ki: “Bizim ayetlerimizden bundan çok daha şaşılacak olanları vardır.” Avfi, İbn-i Abbasdan naklen bu ayet-i kerimeye şöyle mana verdiğini bildirdi: “Sana verdiğim bilgi, sünnet ve kitap, mağara ve kitabe ehlinin durumlarından çok daha mühimdir.” Muhammed bin İshak ise; “Kullarıma karşı gösterdiğim hüccetler, mağara ve kitabe ehlinin durumundan çok daha şaşırtıcıdır” buyurdu.

ayet-i kerimede beyan buyrulan “Kehf; dağda bulunan geniş mağara demektir. Îmanlı gençler buraya sığındıklarından, bunlara Eshab-ı Kehf dendi. Rakim kelimesi hakkında buyruldu ki: Said bin Cübeyr ; Eshab-ı Kehfin isim ve kıssalarının üzerine yazılıp, mağara kapısına asıldığı kurşun veya taştan bir levhadır buyurdu. Bu hususta başka rivayetler de vardır.

Resulallah zamanındaki müslümanlar ile ehli kitabın, Eshab-ı Kehf hakkındaki ihtilaflarını, Allah Kuran-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır: “(Resulallah zamanındaki ehli kitaptan bazıları, yahudiler veya necran hristiyanlarından Yakubiyye taifesinden biri; “(Sayıları) Üçtür, dördüncüleri köpekleridir diyecekler, (nasara ise;) “Beştir, altıncıları köpekleridir” diyecekler ve gayb için zanda bulunacaklar. “Yedidir, sekizincileri kelbleridir” diyecekler (bunlar müminlerdir). Şöyle ki; Rabbim onların sayısını daha iyi bilendir. Onları (insanların) birazından başkası bilemez. O halde bunlar hakkında zahiri bir münakaşadan (sana indirilen Kuran-ı kerimde olandan) gayrı ile mücadele etme. Bunlara dair içlerinden hiç bir kimseden fetva da isteme.” (Kehf suresi: 22)

İbn-i Abbas , bu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken, Eshab-ı Kehfin yedi zat olduğunu bildirdi.

Hazin ve Kadı Beydavinin (rahmetullahi aleyhim) bildirdiğine göre; “Eshab-ı Kehfin sayısı üçtür, dördüncüleri kelpleridir” diyenler; Necran hristiyanları ve Îsa ın uluhiyetine itikad eden Yakubiyye fırkasından biri ve onun tabileridir. “Onların sayısı beştir, altıncısı kelpleridir” diyenler; hristiyanlardan, Nasturiyye fırkasından akıb adında birisi ve onun tabileridir. Müslümanlar da; “Yedidir, sekizincisi kelbleridir” dediler. Bu konuşmalar, Resulallahın huzur-ı şeriflerinde olmuştu. Üç-beş diyenlerin sözlerinin doğru olmadığına işaret için, Allah; “Gaibe taş atarlar” buyurdu. Onların sayısı yedi diyenlerin sözlerinin doğru olduğuna da; “Onların adedini az kimse bilir” buyurarak işaret etti.

Fahreddin-i Razi bildirdi ki: “Hazret-i Alinin rivayetine göre, Eshab-ı Kehfin adedi yedidir. Bunların altısı hükümdarın yakınlarından olup, onun sağında ve solunda bulunurlardı. Sağındakiler; Yemliha, Mekselina ve Mislina idi. Bunlara Eshab-ı Yemin denmiştir. Hükümdarın solunda bulunanlar ise; Mernuş, Debernuş ve Şazenuştur. Bunlara da Eshab-ı Yesar denmiştir. Dokyanus, önemli işlerinde bunlarla istişare ederdi. Yani bunlar, hükümdarın müşavere heyetinden idiler.

Bunlar, Dokyanusu imana davet ettiklerinde, o kabul etmeyince, zulmünden korktuklarından imanlarını korumak için, hicrete mecbur oldular. Eshab-ı Kehfin yedincileri Kefeştetayyuş ismindeki çobandır. Sekizincisi ise çobanın kelbidir. Onun ismi de Kıtmir idi.”

Cenab-ı Hak, Eshab-ı Kehfin mağarada uyku halinde ne kadar kaldıklarını, yahudi ve nasara ve başkalarının doğru olarak bilemeyeceklerini beyan ederek, onların haberini doğru ve vakaya uygun olarak açık ve geniş olarak Habibine bildirdi.

“Sonra da onları uyandırdık. İki zümreden hangisi bekledikleri gayeyi daha iyi (zabt ve) hesap edicidir, ayırt edelim diye.” (Kehf suresi: 12)

Cenab-ı Hak, bu uzun uykudan sonra Eshab-ı Kehfi uyandırdı. Onlar henüz yattıkları günde bulunduklarını sandılar. İçlerinden biri (Mekselina), arkadaşlarına; “Ne kadar zaman yatıp uydunuz?” dedi. Zira onlar güneş doğarken mağaraya girmişlerdi. Uyandıkları zaman güneş batmak üzere olduğundan, cevabında; “Bir gün veya günün bir miktarını uyuduk” dediler. Sonra saç, sakal ve tırnaklarına bakıp birbirlerine; “Ne kadar uyuduğumuzu Rabbimiz bilir” dediler. Mekselina daha sonra; “Biriniz şu parayı alıp, Efsusa (Tarsus şehrine) gitsin, baksın. Hangi yiyecek helal ve temiz ise, ondan satın alıp getirsin. Yiyecek almaya giden, burada kalanları şehirdekilere haber vermesin. Eğer Dokyanusa tabi olan ahali, sizi bulurlarsa recm ederler (taşla öldürürler). Yahutta zorla kendi bozuk dinlerine döndürürler. Onların dinine girince, artık sizin için sonsuz olarak kurtuluş yoktur” dedi. Bunların en olgun ve akıllıları olan Yemliha, bu vasiyetleri kabul ile yola çıktı. Şehre vardığında, durumu çok değişmiş gördü. Pazar, çarşı, mahalle ve insanların şekil ve renkleri değişmişti. Böylece o, bambaşka bir alem gördü ve hayretler içinde kaldı.

Eshab-ı Kehfin uykudan kalkmaları, uyku müddeti hakkındaki konuşmaları ve içlerinden birini şehre göndermeleri, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir:

“Biz onları (uyuttuğumuz gibi, kemal-i kudretimizle cesed ve elbiseleri bu uzun zamanda değişmeksizin) uyandırdık ki, hallerini bilsinler. “Birbirleriyle soruşup hallerini ve Allahın kendilerine ne yaptığını öğrensinler de, cenab-ı Hakkın kemal-i kudretine olan yakinleri artsın. Öldükten sonra dirilmenin ne olduğu numunesini görsünler, Allahın kendilerine olan nimetlerine şükretsinler diye.) Onlardan birisi (Mekselina) dedi ki: Ne kadar zaman (yatıp) eğleştiniz? (Zira onların mağaraya girmeleri güneş doğarken idi. Uyanmaları guruba yakın olmakla, cevapta bazıları;) “Bir gün, yahut günden bir miktar uykuda kaldık” dediler. (Tekrar; kıllarına ve tırnaklarına bakıp yine) birbirlerine; Ne kadar eğlendiğimizi Rabbimiz daha iyi bilendir. Şimdi siz birinizi bu gümüş para ile şehre (Tarsusa) gönderin de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse (daha helal, daha güzel, daha bol; daha ucuz ise) ondan size bir rızık getirsin. Çok nazik hareket etsin. Sizi hiç bir kimseye sakın hissettirmesin dediler.” (Kehf suresi: 19)

Fahreddin-i Razi ; Bunların elindeki para, madrub (basılı) olup, üzerinde Dokyanusun ismi yazılı idi buyurdu. Bu ayet-i kerimede insanın; rızkı için çalışması, yiyeceğin helal ve temizini ve aldanmayıp ucuzunu arayıp alması, insanlarla muamelede adab-ı muaşerete (görgü kurallarına) dikkat etmesi, fitne zamanında düşmandan kendisini saklamaya çalışması gerektiğine dair işaretlerin olduğu bildirilmektedir.

“Çünkü onlar size galebe ederlerse, sizi ya taşla öldürürler, yahut sizi (zorla) kendi dinlerine döndürürler. Bu takdirde ise ebedi felah bulamazsınız.” (Kehf suresi: 20)

Fahreddin-i Razi ve Kadı Beydavinin (rahmetullahi aleyhim) bildirdiklerine göre; Bunlar uykudan uyanınca, şehre gidip yiyecek getirecek kimsenin (Yemlihanın), elbise değiştirerek, halini kimseye bildirmeden gidip gelmesini uygun gördüler.

Nihayet ekmekçi dükkanına girip, o parayı yani Dokyanus zamanında, onun adına basılan sikkeyi (parayı) ekmekçiye verince, bunun bir hazine bulduğunu sandı ve elden ele göstererek zaptiyeye vardı. Yemlihayı tutup; “Bulduğun hazineyi ver” diye tehdit ettiler. Yemliha; “Ben hazine bulmadım. Dünkü gün bu altını evden aldım. Bugün çarşıya getirdim” dedi. Babasının ismini sordular. Söyledi. “Burada o isimde kimse yoktur” deyip; “Yalan söylüyorsun” diye çıkıştılar. Çok daraldı. “Beni Dokyanusa götürün, o benim işimi bilir.” dedi. Bu sözünü de alaya alıp; “Dokyanus öleli üçyüz seneye yakındır. Sen bize hikaye mi anlatıyorsun?” dediler. Yemliha, nihayet çaresiz kalıp, dünkü gün kaçıp mağaraya girdiklerini söyledi. “Bundan başka bir şey bilmiyorum” dedi.

Hadise hükumete aksetti. O zamanki hükümdar Teodüs (Tendrus) isminde salih bir zat idi. Vaktinin insanlarının çoğu, öldükten sonra dirilmeyi inkar ederlerdi. Hükümdar onlara bu hususta ne kadar nasihat etse fayda vermezdi. Bir gün; “Ya Rabbi! Bu kavme ahiret gününe, haşrın ve neşrin meydana geleceğine şehadet edecek bir harikulade hal göster” diye dua ve niyazda bulundu. O zaman da Yemlihayı huzuruna getirdiler. Yemliha başından geçenleri anlatınca; padişah, oğlu, eşrafı ve yakın adamları ile birlikte mağaraya yollandılar. Yemliha varıp, arkadaşlarına haber verdi. Hükümdar ve yakınları, asırlardan beri mağarada yatıp kalmış gençleri gördüler. İsim ve halleri üzerine yazılan taşı getirip okudular. Dinlerini, imanlarını korumak için hicret etmiş, her şeylerini geride bırakmış bu gençlerin halleri açıkça anlaşıldı. Hükümdar, duasının kabul edildiğini anlayıp, cenab-ı Hakka şükretti. Eshab-ı Kehfe selam verip cevap aldı. Böylece onların dinlerini kayırmaları, kafir ve zalim bir hükümdardan kaçarken, tam üçyüz yıl sonra salih ve dindar olan bir başka hükümdarın ayaklarına kadar gelmesine ve görünürde bile pek yüksek dereceye kavuşmalarına sebep oldu. Hükümdar hepsinin boynuna sarılıp veda ederken, Eshab-ı Kehf, tekrar eskisi gibi uykuya vardılar. Girdikleri mağara içinde medfun kaldılar. (Bir rivayette Eshab-ı Kehfin ruhları kabzolundu ve cesetleri halkın gözünden kayboldu.) Halk onların yanından dışarı çıkınca, kendilerini bir korku ve çekingenlik kapladı. Artık kimse onların yanına giremedi. Sonra mağaranın ağzında bir mescid inşa edildi. Böylece orası, halk için ziyaretgah oldu.

Kuran-ı kerimde bu husus, mealen şöyle bildirilmektedir: “Böylece (kullarımızı ve müminleri) onların hallerine muttali kıldık ki, Allahın, (tekrar dirilteceğine dair olan) vadinin şüphesiz bir hak olduğunu, kıyametin vukuunda da hiç bir şüphe bulunmadığını bilmiş olsunlar. O sırada onlar, bunların işini aralarında nizalaşıyorlardı. (Kimi; Yalnız ruhlar dirilecek, kimi; Hayır, ruhlar cesetlerle birlikte dirilecek diyordu.) Bunun üzerine; Onların etrafına bir bina yapın (onları gizlesin) dediler. (Bunu diyen kafirlerdi.) Rableri onları daha iyi bilendir. Onların işine galip (ve vakıf) olanlar (Eshab-ı Kehfin halini daha iyi takdir eden müminler) ise; “Mutlaka yanlarında bir mescid edineceğiz” dediler (ve namaz kılmak üzere o mağaranın kapısı önüne mescid yaptılar). (Kehf suresi: 21)

Zamanla mağara ağzının önündeki mabedin enkazı üzerine, Osmanlı padişahları zamanında yapılan bir mescid, ikinci Abdülhamid Han tarafından yeniden inşa olunarak tek minareli bir cami haline getirildi. Sonra cami yanına bir ilave yapılıp, hususi bir imam tayin edildi. Kurban bayramlarında bu zat, İstanbula gelerek, ikinci Abdülhamid Hanın sarayındaki muayedesine (bayramlaşmaya) iştirak eder, senelik tahsisat ve ihsanını alırdı. Resulallah zamanında, Ebu Bekir ve Ali kerameten oraya gitmişlerdir. Eshab-ı Kehf yine uykudan uyanmışlar, görüşmüşler, Resulallaha iman ettiklerini bildirmişler, selam yollamışlar, dua istemişlerdir. Mehdi zamanında tekrar uyanacak, yanına gidip, askeri olacaklar ve ona yardım edeceklerdir.

hadiste buyruldu ki: “Eshab-ı Kehf, (hazret-i) Mehdinin yardımcıları olacaktır ve Îsa bunun zamanında gökten inecektir. Îsa , Deccal ile harb ederken, Mehdi onunla beraber olacaktır. Bunun hükümdarlığı zamanında, her zamankinin aksine ve hesapların tersine olarak, Ramazan-ı şerifin 14. günü güneş ve birinci gecesinde ay tutulacaktır.”

Mevlana Muhammed Osman Sahib , Fevaid-i Osmaniye kitabında bildirdi ki: Tarlaya bereket gelmesi için, mahsulün uşrunu vermeli, sonra Eshab-ı Kehfin isimlerini dört kağıda yazıp, ayrı ayrı sarıp, tarlanın ayak basmayan dört köşesine defnetmelidir. Sabah ve yatsı namazlarından sonra büyük alimlerin isimlerini, sonra Fatiha-i şerifeyi okuyarak ruhlarına gönderip, onları vesile ederek yapılan duanın kabul olduğu tecrübe edilmiştir. Ruh-ul-Beyanda diyor ki: Eshab-ı Kehfin isimleri yazılı kağıdı evinde, üstünde bulundurmak da kaza ve beladan korur, bereket verir.

İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Ahmed Faruki Serhendi , Eshab-ı Kehfin imanlarını korumak için yaptıkları hicretin, Allah katında çok kıymetli olduğunu, Mektubat isimli kıymetli kitabının 44. mektubunda şöyle bildirmektedir: “Dünyanın bugünkü halinde, Onun sünnet-i seniyyesine (yani İslamiyete) uymakla şereflendirilenler ne kadar bahtiyardır. Onun dinine inanan, Ona ümmet olanın az bir iyiliğine kat kat sevap verilir. Eshab-ı Kehf (yani Tarsustaki mağarada bulunan yedi kişi rahmetullahi aleyhim ecmain) bir güzel iş yapmakla, yüksek derecelere kavuştu. Bu işleri de, din düşmanları her tarafı kapladığı vakit, kalplerindeki imanı korumak için, başka bir yere hicret etmeleri idi. Bugün, Ona iman edip, az bir ibadet yapmak, sanki düşman saldırıp, her tarafı kapladığı zamanda, askerin az bir hareketinin çok kıymetli olmasına benzer. Sulh zamanında, askerin bundan kat kat fazla çalışması böyle kıymetli olamaz.”

85. mektubunda da şöyle buyurmaktadır: Allah, sizi, beğendiği işleri yapmağa kavuştursun! İnsana önce itikadını, imanını düzeltmek lazımdır. Bundan sonra, salih, yarar işleri yapmak gerekir. İbadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allaha en çok yaklaştıran yarar şey, namazdır. Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam; “Namaz dinin direğidir. Namaz kılan kimse, dinini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dinini yıkar” buyurdu. Namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler yapmaktan korunmuş olur. Ankebut suresinin 45. ayetinde mealen; “Doğru kılınan namaz, insanı fahşadan ve münkerden muhakkak uzaklaştırır” buyruldu. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır. Büyüklerimiz; “Bir şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır” buyurdu. Sonsuz ihsan sahibi olan Rabbimiz, görünüşü hakikat olarak kabul edebilir. (Böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. Bu sözü din düşmanları çıkarmıştır. Böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. Bu inceliği iyi anlamalıdır.)

Namazları cemaat ile ve huşu ve hudu ile kılmalıdır. Çünkü, insanı dünyada ve ahirette felaketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. Allah, Müminun suresinin başında mealen; “Müminler mutlaka kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşu ile kılanlardır” buyurdu. Tehlike; korku bulunan yerde yapılan ibadetin kıymeti kat kat daha çok olur. Düşman saldırdığı zaman, askerin ufak bir iş görmesi, pek çok kıymetli olur. Gençlerin ibadet etmeleri de, bunun için daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin kötü isteklerini kırmakta ve ibadet etmek istememesine karşı gelmektedirler. Eshab-ı Kehf, bir hicret yaparak din düşmanları arasından çıktıkları için şerefli oldular. Peygamberimiz aleyhi ve ala alihissalevatü vettehiyyat bir hadiste; “Fitnenin, fesadın çoğaldığı zamanda ibadet etmek, hicret ederek benim yanıma gelmek gibidir” buyurdu. Görülüyor ki, din düşmanlarının güçlük çıkarması, ibadetlerin şerefini arttırmakta, sevabı kat kat çoğaltmaktadır. Zarar yapmak istemeleri, müslümanlar için faydalı olmaktadır. Daha ne yazayım? Oğlumuz Şeyh Behaeddin, Allahadamları ile görüşmekten sıkılıyor. Zenginlerle, dünyaya düşkün olanlarla bulunmak istiyor. Onlarla düşüp kalkmanın, insanı felakete götüreceğini, anlayamıyor. Onların yağlı, tatlı yemeklerinin, zehir gibi, gönlü öldüreceğini, ahlakı bozacağını düşünemiyor. aman, aman kötü arkadaşlardan kaçınız! İnsanın dinine, imanına saldıran, tatlı dilli, güler yüzlü korkunç düşmanlara aldanmamak için, çok uyanık olunuz. hadiste; “Mal ve mevki sahihlerine, malı için, makamı için alçalan kimsenin dininin üçte ikisi gider” buyruldu. Mal için, mevki kazanmak için, İslam düşmanlarına eğilenlere, dinlerinden, ibadetlerinden vaz geçenlere yazıklar olsun! Sonsuz nimetleri, saadetleri, birkaç günlük eğlence için elden kaçırıyorlar.