"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Maide (Gökten sofra inmesi) hadisesi

İmam-ı Begavi Mealim-üt-tenzil isimli tefsirinde, Selman-ı Farisi hazretlerinden rivayet ederek özetle şöyle bildirmektedir: Havariler, gökten bir sofra inmesi için, Îsadan dua etmesini istediler. Îsa onlara; hakiki iman sahibi iseler, Allahtan korkmalarını ve böyle şeyler istememelerini bildirdi. “Siz Allahın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? Onun gökten bir sofra indirmeye kadir olduğu hususunda tereddüdünüz olduğundan mı böyle bir şey istemeye cesaret ediyorsunuz?” diyerek, bu isteklerinin münasip olmadığını anlattı. Daha evvel kendilerine mucize gösterdiğini, artık Allahtan korkmalarını, fazla ileri gidip haddi aşmamalarını emretti. Havariler; “Biz o maideden (sofradan) yemeyi, kalbimizin mutmain olmasını, senin bize söylediklerinin doğru olduğunu yakinen bilmek istiyoruz. Maksadımız, Allahın lütfuna nail olmak, buna kavuşmakla imanımızın kuvvet bulmasını temin etmektir. Yoksa bozuk bir maksadımız yoktur” dediler. Böylece havariler, bunu istemekteki maksatlarının, Hak tealanın kudretinde tereddüt ve daha önce gördükleri mucizelere kanaatsizlik olmadığını bildirdiler. Gerçekten maksatları; açlıklarını gidermek, sofranın indiğini bizzat görerek kalben mutmain olup imanlarını kuvvetlendirmek; bir de bizzat gözleriyle gördüklerini orada bulunmayanlara anlatmaktı.

Böylece istek ve niyetlerinde samimi oldukları anlaşılınca, Îsa gusledip iki rekat namaz kıldı. Üzerinde eski bir elbise vardı. Ayakta durdu ve ellerini bağlayarak, başını önüne eğdi. Çok ağlıyordu. Allahın lütfuna güvenerek dua edip yalvardı. Hak tealadan, kendilerine bir maide (sofra) indirmesini, sofranın kendisinin peygamberliğine bir ayet, mucize olmasını, o günün, kendileri ve daha sonra gelenler için bayram, neşe ve sevinç günü olmasını niyaz etti. Niyazında Hak tealanın, rızık verenlerin en hayırlısı olduğunu beyan etti.

Maide; üzerinde yemek bulunan sofradır. Maide bizim için bayram olsun demek, maidenin indiği günü bayram kabul edelim demektir. Bayram insanlara, neşe ve sürur verecek bir gün olduğundan ıyd denilmiştir. Maidenin inmesi neşe ve sürur bahşedeceğinden, Îsa , maidenin indiği günün, o zamanda bulunanlara ve daha sonra geleceklere bir bayram olmasını, duasına ilave etmiştir.

Havariler, maide istemekten maksatlarını beyan ederlerken, önce dünyevi olan yemek yemeyi, daha sonra ise uhrevi olan imanlarının kuvvet bulmasını zikretmişlerdi. Îsa ise münacatında, önce uhrevi olan kısmı zikretmiş, daha sonra; “Bizi hayırlı rızıklarla rızıklandır. Şüphesiz sen, rızık verenlerin en hayırlısısın” diyerek dünyevi olan kısmı söylemiştir. Böylece ahiret işini önce zikretmenin münasip olduğuna işaret etmiştir. Îsanın bu münacatı üzerine Allah buyurdu ki: “Ya Îsa! Ben istenilen maideyi istenilen şekilde semadan indirmeye mutlak kadirim, elbette indiririm. Lakin maide geldikten sonra nimete nankörlük ve küfreden olursa, böylelerine alemde hiç bir kimsenin görmediği azabı ederim.”

Bundan sonra, insanların gözleri önünde, duman gibi hafif iki bulut arasından kırmızı bir sofra indi. Îsa ağlıyor, bir taraftan da; “Ey Allahım! Beni şükredenlerden eyle. Ya Rabbi! Onu rahmet kıl! Ceza ve azab kılma” diye yalvarıyordu.

Sofra indiğinde orada bulunan herkes sanki hayretten donakalmıştı. Bereketli sofranın güzel kokusu hazır olanların üzerine misk ve amber gibi yayılıverdi. Sonra Îsa abdestini tazeleyip namaz kıldı. Ümmeti hakkında, bu nimetlere şükretmemeleri halinde çok büyük cezaya uğrayacaklarını düşünerek endişeleniyor ve bu sebeple ağlayıp, sızlıyordu. Daha sonra; “Bismillah hayr-ur-razıkin” yani rızık verenlerin en hayırlısı olan Allahın ismi ile diyerek sofranın üstünde bulunan örtüyü kaldırdı. Örtü kaldırılınca, sofranın üzerinde, kendi yağıyla kızarmış ve kebap olmuş bir balık gördüler. Balığın üstünde pul, içinde kılçık yoktu. Baş tarafında tuz ve kuyruk kısmında ise bir kase içinde sirke ve etrafında çeşit çeşit sebze (yeşillik) bulunuyordu. Ayrıca sofrada ayrı ayrı konmuş beş adet ekmek (çörek) vardı. Ekmeklerden birinin üzerinde zeytin, ikincisinde bal, üçüncüsünde yağ, dördüncüsünde peynir ve beşincinin üzerinde de kurumuş et (pastırma) vardı.

Havarilerin reisi olan Şemun, Îsaya “Ya Ruhallah! Bu yemek dünya mı yoksa ahiret yiyeceklerinden midir?” diye sual etti. Bunun üzerine Îsa ; “Hiç birinden değil. Allahın, kudretiyle şimdi yarattığı yemektir. Yeyin ve Allahın nimetlerine şükredin” buyurdu.

Havariler; “Ey Allahın peygamberi! Bu mucize içinde bir mucize daha gösterir misiniz?” deyince; Îsa; “Ey balık! Kainatın Rabbinin izni ile diril!” buyurdu. Sofradaki balık o anda canlandı. Üzerinde pullar peyda oldu ve hareket etti. Havariler endişeye kapıldılar. Îsa onların, mucize üzerine mucize istemelerini hoş karşılamadı. Sonra; “Korkarım ki, azab olunursunuz” dedi. Ardından da; “Ey balık! Hak tealanın izni ile eski haline dön” buyurdu. Balık hemen eski kızarmış halini aldı.

Orada bulunanlar, Îsaya; “Ya Ruhallah! önce siz yeyin” dediler. O ise; “Hayır kim istediyse onlar yesin” buyurdu. Havarilerde bir korku meydana geldi. Îsa fakir, hasta, cüzzamlı, abraş ve sakatları çağırıp; “Allahın ihsan ettiği bu rızıktan yeyin! Sizin için afiyet, başkaları için beladır” buyurdu. Bunlardan erkek ve kadın binüçyüz kişi yedi. Hepsi doydu. Bereketinden, herkes yeyip doyduğu halde balık olduğu gibi kalmış, sofrada bir eksilme olmamıştı. İnsanların gözleri önünde bu bereket sofrası tekrar göğe çekildi. Sofranın bereketiyle hastalar şifa bulup, fakirler zengin oldu. Üstelik; bunlar ömürleri boyunca hastalık ve yoksulluk da görmediler. Sofradan yemeyenler bu hali görünce üzülüp, pişman oldular.

Sofranın inmesinin keyfiyeti, nasıl olduğu hususunda şöyle bir rivayet de zikredilmiştir: Îsa havarilerine, otuz gün oruç tutmalarını emretmişti. Onlar sözünü tutup orucu tamamladıklarında, Îsa dan, gökten üzerlerine bir sofra indirilmesini, ondan yemelerini, oruçlarının Allah tarafından kabul edilip, istediklerini kabul buyurduğuna dair kalblerinde itminan ve rahatlık hasıl olmasını, orucu bitirip yedikleri günün; bu vesile ile onlara bir bayram, zengin ve fakirleri, evvelleri ve ahirleri için yeterli olmasını rica ettiler. Îsa böyle bir istekte bulundukları için onlara nasihat eyledi ve şükrünü yerine getiremeyeceklerinden, şartlarını gözetemeyeceklerinden korktuğunu söyledi ve onları bundan men etmeye çalıştı.

Onlar bu isteklerinden vaz geçmeyince, seccadesi üzerinde durdu. Onlar da arkasında saf oldular. Îsa başını önüne eğdi ve gözyaşlarını iplik iplik akıtmaya, Allaha isteklerini kabul buyurması için yalvarıp, yakarmaya başladı. O daha duasını bitirmemişken, bütün insanların gözü önünde Allahın kudretiyle gökten sofra indi. Sofrayı iki sarıklı kimse taşıyor, ağır ağır insanlara yaklaşıyordu. Yaklaştıkça, Îsa , Rabbine dua edip, bunun rahmet olmasını, azab olmamasını, bereket ve selamet olmasını diliyor, böyle dua ediyordu. Sofra yaklaştı, yaklaştı, nihayet Îsa ın önüne gelip durdu. Sofra bir örtü ile örtülü idi. Îsa kalkıp; “Bismillahi hayr-ur-razıkin” yani rızık verenlerin en hayırlısı olan Allahın adıyla deyip, örtüyü kaldırdı. Bir de ne görsünler, üzerinde yedi balık ve yedi pide var. Ayrıca sirke, nar ve başka meyveler de vardı diyenler de olmuştur. Balıklar ve pideler taze pişmiş, kızarmış olup, cidden çok hoş kokuyorlardı. Allah onlara; “Ol” demiş ve hemen oluvermişlerdi.

Sofra, gün aşırı inmeye başladı. Tıpkı Salih ın devesinin sütünü gün aşırı içtikleri gibi. Sofranın gökten inmesi kesilmeyip, kırk gün devam etti. Yalnız kuşluk vakitlerinde ve gün aşırı olarak indi. Erkek-kadın, fakir-zengin, küçük-büyük, köle-hür kim varsa hepsi toplanıp yediler. Kuşluk vaktinde inen, öğleyin göke çekilen sofranın bu halini insanlar seyrederlerdi. Hatta göke doğru yükselirken gölgesi yere düşerdi.

Bundan sonra; “Soframı ve rızkımı fakirlere ve hastalara mahsus kıldım. Sağlamlar ve zenginler yemesin” diye vahiy geldi. Bu hal bazı kimselere pek ağır geldi. Görünüş itibariyle zengin ve sağlam, fakat kalbi bozuk ve hasta olanlar; bu ilahi ihsanı hafife alarak ileri geri konuşmaya başladılar. Üstelik; “Siz bu sofrayı gerçekten hak nesne mi zannedersiniz?” diyerek alay ettiler. Neticede böyle yaramaz söz söyleyenlerin hepsi bir gece içinde domuz suretine dönüştüler. Otuz veya üçyüzotuz kişi olduğu bildirilen bu kişiler, böylece Hak tealanın bildirdiği azaba uğradılar.

İnsanlar bunları görüp korktular ve Îsaya sığındılar. Domuz halini almış olanlar da Îsayı gördükleri zaman derman dilerler, etrafında dolaşarak bunu ifade edici hareketler yaparlardı. Îsa bunlardan her birine ismi ile hitab ettiği zaman, başlarıyla işaret edip, ağlarlar, fakat konuşamazlar ve bir şey söyleyemezlerdi. Neticede bunlar üç gün sonra helak olup gittiler. Leşlerini bile hiç kimse görmedi.

Bu sofrada bulunan yiyeceklerin neler olduğu, kimlerin nasıl yedikleri, sofranın ebadı, kaç gün indiği ve sofrada bulunan nimetlere nankörlük edip alaya ve hafife almakla domuz şekline girenlerin adedi hakkında İslam alimlerinden başka rivayetler de gelmiştir.

Maide hadisesi Kuran-ı kerimde bildirilmiş olup, Maide suresinin 112-115. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Hani bir vakit, havariler; “Ey Meryem oğlu Îsa! (Allaha dua etsen, duana icabet edip) Rabbin bize gökten (içinde taam, yemek bulunan) sofra gönderir mi? demişlerdi de o; Eğer siz mümin iseniz (Allahın kudretine ve benim peygamberliğime hakikaten inanmış kimseler iseniz) bu gibi şeyleri istemekten sakının demişti. Havariler de şöyle söylemişlerdi: (Gerçi Hak tealanın kudretinin tam olduğunda şüphemiz yoktur.) Lakin, isteriz ki, ondan (o bildirdiğimiz şekilde gelecek olan sofradaki yemeklerden bereketlenmek için) yiyelim. (Onun kudretinin kamil olduğunu böyle gözümüzle görerek) kalblerimiz mutmain otsun. Senin bize hakikaten doğru söylediğini bilelim (ve sen sıdk ile Hak tealadan ne istersen onu vereceğini bilmiş olalım.) Böylece bu mucizelere, yakinen görerek şahidlik edenlerden olalım.

Bunun üzerine Meryem oğlu Îsa şöyle yalvardı: “Ya ilahi! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, onun inme vakti (günü) bizim hem evvelimiz, hem de sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden (kudretinin kemaline ve benim peygamberliğimin hak olduğuna) bir ayet (bir mucize) olsun. Bizi hayırlı rızıkla rızıklandır. (Bize o sofrayı gönder ve ona şükretmeyi de nasib ve kolay eyle.) Çünkü sen rızık verenlerin en hayırlısısın. (Rızkın yaratıcısı ve hiç bir niyet, karşılık istemeden karşılıksız olarak herkesin rızkını vericisin.)”

(Hazret-i Îsanın bu duası üzerine) Allah buyurdu ki: “Şüphesiz ki ben o sofrayı size elbette indiririm. Fakat ondan sonra içinizden kim nankörlük ederse, (küfre dönerse) muhakkak ki, ben ona, öyle bir azabla azab ederim ki, zamanlarında, alemde hiç kimseye öyle azab etmem.”

Tefsir-i Hazinde bu ayet-i kerimelerin tefsirinde bildiriliyor ki: Havarilerin bu sözleri mecazdır. Buradaki mana zahire göre değildir. Havarilerin, Hak tealanın kudreti hakkında şüphe ettiklerini düşünmek, sözlerinden böyle mana çıkarmak doğru değildir. Onların bu sözleri, bir kimsenin, arkadaşına; Benimle beraber kalkabilir misin? demesi gibidir. Halbuki, bu kimse, bunu söylerken arkadaşının kalkmaya gücünün yettiğini, hemen kalkabileceğini bilmektedir. Yani arkadaşına böyle söylemekle; Benimle beraber kalkman sana kolay olur mu? Sence bir mahzuru var mı? demek istemektedir. Havarilerin sözlerinde de böyle mana vardır. Çünkü havariler, Allaha, Onun kudretinin kemaline ve her şeye kadir olduğuna inanıyor, tasdik ediyor ve bunu itiraf ediyorlardı. Bu şekilde bir talebde bulunmaları, inanmamaları sebebiyle değil, bizzat görerek bilmek ve böylece kalblerindeki itminanın artması için idi.

Nitekim İbrahim ın; “Ya Rabbi! ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster.” demesi de böyledir. İbrahim , Allahın ölüleri dirilttiğini, buna mutlak kadir olduğunu elbette biliyordu. O, bizzat görerek anlamak ve bilmek istedi. Zira, duyularak, öğrenilerek, başkalarının bildirmesi ile öğrenilen bilgilere şek ve şüphe karışabildiği halde; görerek,müşahede ederek elde edilen bilgiye şek ve şüphenin karışması ihtimali yoktur. Bu sebeple; “Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster” dedi. Aynı sebepten dolayı havariler de; “Kalblerimiz mutmain olsun” dediler. Şüphesiz ki bu büyük mucizeyi görmek kalbdeki itminanı elbette arttırır. Onlar da bunun için böyle söylediler.

Onların böyle bir mucize talebinde bulunmalarına karşı, Îsa ; “Eğer mümin iseniz Allahtan korkun!” dedi. Burada iki husus vardır.

1- Îsa, havarilere; “Mucizeyi tayin ederek istemekte Allahtan korkun” buyurdu. Bunda kendi arzu ve isteğine göre hareket etmek düşüncesi olabileceğini haber verdi. Rabbi hakkında, kuldan böyle bir şeyin meydana gelmesi ise büyük cüret ve cürüm yani suçtur.

Ayrıca, daha bir çok mucizeler görülmüş iken, tekrar bir mucize daha taleb etmek, üstelik bu mucizeyi kendileri tayin etmek de büyük bir cürümdür.

2- Îsa ; “Eğer mümin iseniz Allahtan korkun!” demekle, onlara, isteklerinin meydana gelmesine vesile olması için takvayı emretti.

Nitekim Talak suresi, 2. ayet-i kerimesinin sonunda; “…Kim ki, Allahtan korkup, yasak ettiklerinden sakınırsa, Allah ona dünya ve ahiret mihnet ve sıkıntılarından bir çıkış yeri, kurtuluş ihsan eder ve ona hatırına hayaline gelmeyen, hiç ummadığı yerden rızık ihsan eder…” buyruldu. Bazı alimler bu hususta şöyle söylemişlerdir: Îsa : “Eğer mümin iseniz Allahdan korkun!” demekle; “Eğer Allahın sofra indirmeye kadir olduğuna inanıyorsanız, Allahtan korkunuz. Bu takvanız (korkunuz) matlubunuzun, maksadınızın husulüne, meydana gelmesine vesile olsun” demek istemiştir.

İbn-i Ebi Hatim ve İbn-i Ceririn (rahmetullahi aleyhima) senetleri ile Ammar bin Yasirden, onun da Resulallahtan bildirdiği bir hadiste; “Sofra gökten inerdi, üzerinde ekmek ve et bulunurdu. Yiyenlere, hıyanet etmemeleri, alıp saklamamaları ve ertesi gün için ayırmamaları emir olundu. Onlar dinlemeyip, hıyanet ettiler, aldılar, sakladılar. Bunun üzerine maymun ve domuz haline döndürüldüler” buyruldu.