Hazret-i Meryem onbeş yaşına ulaştığında, Yusuf-i Neccar isminde biriyle nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden, Allah, Meryeme babasız olarak bir çocuk vereceğini müjdelemişti.
Rivayete göre, Meryem, Beyt-ül-Makdiste kendisi için Zekeriyya tarafından tahsis edilen odada bulunur, ihtiyaç halinde dışarı giderdi veya ibadetini orada yapar, sair zamanlarda Zekeriyya ın hanımının yanında bulunurdu. Bu hususta rivayetler muhteliftir. Böyle bir vesile ile, evinin veya Beyt-ül-Makdisin doğusunda bir yerde bulunurken veya güneşlenirken, yanına Cebrail geldi. Her azası tam, düzgün bir genç insan şeklinde idi. Asli şeklinde değil de böyle bir insan şeklinde gelmesi, Meryemin onu asli şekliyle görmeye tahammül edemiyeceği içindir.
Hazret-i Meryem, birden karşısında böyle birini görünce, kemal-i edebinden ve iffetinin çokluğundan pek fazla endişelendi, kalbine ürperti geldi. Bulunduğu yer tenha idi. Buna rağmen perde de çekmişti. Böyle iken oraya genç bir kimsenin gelmesi onu telaşa düşürmüştü. Hemen; “Ben senin bana bir zarar vermenden, kullarını böyle zararlardan korumaya kadir ve her nimet ve ihsanın sahibi olan Allaha sığınırım. Benim yanımdan çekil. Eğer Allahın azabından korkar, günah işlemekten sakınırsan, herhangi bir fenalık yapmazsın. Yanımdan git ve bana taarruz etme” dedi.
Genç bir delikanlı suretinde gelen Cebrail , ona, kendinin melek olduğunu ve endişelenmemesini bildirip; “Ben senin, benden kendisine sığındığın Hak teala hazretlerinin bir elçisiyim. Yani ben insan değilim. Allah tarafından gönderilen bir haberci meleğim. Senin temiz bir oğlan doğuracağını müjdelemek için gönderildim” dedi. Meryem , onun vazifeli bir melek olduğunu anlayınca, biraz rahatladı. Fakat endişesi de gittikçe arttı. Sonra; “Benim hiç çocuğum olur mu? Ben evli değilim. İffetsiz bir kimse de değilim ki, başkasından hamile kalmış olayım. Bana hiç bir erkek dokunmadı. Bir erkek ile bir araya gelmedim. Günah da işlemedim. O halde benim nasıl çocuğum olur ki?” dedi.
Cebrail ona; “Evet iş dediğin gibidir. Sen evli değilsin. Şeri hududun dışına taşarak bir iffetsizlik de yapmadın. Fakat Hak teala sana, babasız bir çocuk ihsan edecek. Böyle yapmak Ona pek kolaydır. Zira O, her dilediğini yapmaya kadirdir” dedi.
Hazret-i Meryem, Allahın, bir çocuğu babasız olarak halketmeye kadir olduğunu elbette bilir ve tasdik ederdi. “Benim nasıl çocuğum olur ki…” diye sorup, kendi durumunu izah etmesi, buna inanmamasından değil, bu işin nasıl olacağını anlamak istemesindendir.
Daha sonra, Cebrail bu işin takdir edildiğini, tamam olduğunu; çocuğun, babasız olarak Allahın (Kün=Ol) emriyle yaratılacağını ve isminin Meryem oğlu Mesih Îsa olduğunu bildirdi. Ayrıca çocuğun, Allah katında mertebe ve derecesinin pek yüksek, makbul bir kul olduğunu söyleyerek, onun sıradan bir çocuk olmadığını insanlara hak ve hakikati bildireceğini de haber verdi.
Mesih; meshedilmiş, meshedilen demektir. Îsa a niçin Mesih dendiği hususunda tefsir alimlerinden muhtelif rivayetler gelmiş olup, bunlardan bazıları şöyledir:
1- Her türlü pisliklerden uzak, günahlardan temizlenmiş olduğu için ona bu isim verilmiştir.
2- Hangi hastaya dokunsa, Allahın izni ile hasta iyi olurdu. Bunun için Mesih denilmiştir.
3- Îsa yeryüzünde çok seyahat ederdi. Buna işaretle Mesih denilmiştir.
4- Mesih, İbrani dilinde Mübarek manasınadır. Îsanın şerefinin ve faziletinin üstünlüğünü bildirmek için, bu manaya işaretle Mesih denilmiştir.
Ayrıca kıyametin büyük alametlerinden olan Deccale de Mesih denir ki, onun -haşa- yukarıdaki faziletlerle hiç bir ilgisi yoktur. Ona, Mesih denmesinin sebebi gözünün birinin silik olmasıdır.
Cebrail ın genç bir insan şeklinde Meryeme gelerek, onu bir oğul ile müjdelemesi ve bu esnada aralarında geçen konuşmalar hususunda, al-i İmran suresinin 45-47. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Melaike (Cebrail ) dedi ki: Ey Meryem! Allah, kendinden bir kelimeyi (“Ol” emri ile yaratılacak bir çocuğu) sana müjdeliyor ki, o çocuğun ismi, Meryem oğlu Mesih Îsadır. Dünyada da ahirette de vecih (şerefi yüksek, kadri yüce) dir. (Denildi ki, dünyada vecih olması, peygamberliği; ahirette vecih olması ise şefaatidir.) ve o mukarreb (yani Hak teala indinde yüksek derecelere sahip) olanlardandır. O beşikte iken (süt emerken) de, yetişkin iken de insanlarla konuşacaktır. O salihlerden (bütün emirlere uyan ve bütün yasaklardan kaçınan, içini ve dışını Hak tealanın emirlerine uyduran iyi kimselerden) dir.
(Melek böyle söyleyince, Hazret-i) Meryem; “Ey Rabbim! Bana hiç bir insan dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. (Bunun üzerine Allah ona Cebrail vasıtasıyla, onun lisanıyla) buyurdu ki: “Evet öyledir. Sana bir kimse dokunmamıştır. Fakat Allah neyi dilerse yaratır. Bir şeyi dileyince ona sadece “Ol” der. O da hemen oluverir.”
Allah eşyayı, mahlukları bilinen zahiri sebepler ve maddelerle, tedricen, safha safha yaratmaya kadir olduğu gibi, bu sebepler hiç olmadan, bir defada ve bir anda yaratmaya da elbette kadirdir.
Yine bu hususta Meryem suresinin 16-21. ayet-i kerimelerinde de mealen buyruldu ki: “Kuran-ı kerimde Meryem kıssasını da zikret. Hani o, ailesinden ayrılıp şark tarafında, (evinin veya Beyt-ül-Makdisin doğu tarafında) bir yere çekilmişti. (Bir rivayette hayzdan temizlenip gusül etmeğe gitmişti. Burası çok tenha bir yer ise de, tesettüre, örtünmeye pek çok riayet ettiğinden) onların kendini görmemesi için ayrıca bir de perde edinmişti. Perde ile örtünmüş, perde çekmiş idi. Derken biz ona ruhumuzu (Cebrail ı) gönderdik de, o, Meryeme, hilkati tam, her azası düzgün, yakışıklı bir genç suretinde göründü. (Meryem bu tanımadığı yabancıyı görünce, melek olduğunu bilemediği için, kemal-i iffetinden dolayı pek telaşlanarak): “Ben senden, rahman olan Allaha sığınırım. Eğer mümin ve mütteki isen, fenalıktan hakkıyla sakınan bir insan isen bana taarruz etme. Bana yaklaşma ve yanımdan çekil (yani senden, Allahtan korkman ümid olunur. Senin Allahtan korkman ise, benim Ona sığınmamla mümkün olur. Bu sebeple senden Allaha sığınırım.)” dedi.
(Tefsir alimleri Cebrail a ruh buyrulması hususunda muhtelif sebepler bildirmişlerdir. Bazıları; “Hak tealanın, onu sevdiğini, ondan razı ve kendine yakın kullarından olduğunu beyan içindir. Nitekim bir kimsenin sevdiğine “ruhum” demesi adet olmuştur dediler. Cebrail da ona) dedi ki: Gerçekten ben senin, kendisine sığındığın Rabbin teala tarafından, Onun emriyle gelen haberciyim ki, sana, bütün fenalıklardan temiz, hayırlı olmasıyla medholunan, bir oğlan vermeye (vesile olmaya) geldim. (Meryem , gelenin hakiki bir insan değil, bu surette görünen bir melek olduğunu, ondan kendisine bir zarar gelmeyeceğini anlayıp, bununla beraber, bunun nasıl olacağını merak ederek;) “Benim nasıl bir oğlum olabilir ki, bana hiç bir beşer (nikahı ile) dokunmamış, yaklaşmamıştır. Ben zinakar, iffetsiz ve facire biri de değilim dedi.
(Cebrail ) dedi ki: “(Ya Meryem!) Evet hal dediğin gibidir. Lakin, Rabbin teala hazretleri, buyurdu ki; O (zahiri sebepleri bulunmadan bir çocuk halketmek, yaratmak) bana pek kolaydır. Biz onu kudretimize bir alamet ve insanlardan onun dinine tabi olanlara onu bir rahmet kılarız. Bu ezelde hükmolunmuş, takdir edilmiş bir iştir. Bu hükümde bir değişiklik, bozulma olmaz.”
Yukarıda da bildirildiği gibi Meryem, adem dan o zamana kadar hiç olmamış bir durumla, yani babasız çocuk meydana gelmesi durumuyla karşılaştığı için ziyadesiyle hayrete düşmüştü. Kendinin evli ve iffetsiz biri olmadığını bildirip, nasıl çocuğum olabilir ki diye sual etmesi, babasız olarak bir çocuk meydana gelemeyeceğinden değildi. Zahiri sebepleri olmadan, Allahın sadece “Ol” emri ile dilediğini her an var etmeye mutlak kadir olduğunu elbette biliyordu. Suali, böyle bir şeyin nasıl olacağını anlamak içindi. Gerçi adem , Allahın kudretiyle annesiz ve babasız meydana gelmişti. Ondan sonra, Havva, ademin sol kaburga kemiğinden yaratılmıştı. Yani adem , anasız ve babasız olarak topraktan halkolunduğu, yaratıldığı gibi, hazreti Havva da ondan annesiz olarak yaratıldı. Fakat ondan sonra insanın çoğalmasına hep anne ile babanın bir araya gelmesi sebep kılındığından, bu adetin aksine bir durum görünüşte mümkün değildi. ademden bu kadar zaman geçtikten sonra yeniden böyle bir halin zuhur etmesi, elbette herkesin hayret ve dikkatini çekecekti. İşte Meryemin hayret ve endişesi de bu noktadan kaynaklanıyordu. alemde kimseye nasib olmamış bu ilahi lütuf, onu ziyadesiyle heyecanlandırıyordu. Bu iş ve bu işin neticesi nasıl olacaktı? Sonra insanların tavrı ne olacaktı? Meryem ne gibi iftiralara uğrayacak, bu hususta ne sıkıntılar çekecekti? İnsanlara ne diyecek, bu hali nasıl kabul ettirecekti? İnanacaklar mıydı?