Her peygamber gibi Süleyman da adaletle hükmeder, Allahın kendisine ihsan ettiği nimetlere şükreder, mal ve mevkiye gururlanmaz, tevazu gösterir, Allahın dinini yaymak için cihad ederdi.
Süleyman mal ve mülk sahibi bir hükümdar idi. İnşa ettirdiği ticaret gemileri ile Kızıldeniz ve Umman denizinde ticaret yaptırdı. Zenginliği, günden güne arttı. Sarayını yeni ve güzel eşyalarla süsledi. Dünyada, gelmiş geçmiş hiç bir hükümdarın kavuşamadığı kudret ve ihtişama, mal ve mülke sahip oldu, Bütün dünyaya hükmederdi. İnsanlar, kuşlar, hayvanlar, cinler ve rüzgar emrine verildi. Hepsi ona itaat ederdi. Fakat o, bütün bu ihtişam ve kudretine, sahip olduğu mal ve mülküne rağmen, kul olduğunu hiç bir zaman unutmazdı. Rabbine ibadetten hiç geri durmadı. Fakir ve miskinlerle oturup kalkardı. Tevazuyu asla terk etmedi. Zaten o, kavuştuğu her şeyi Rabbine itaatte kullanmak için istemiş, ayet-i kerimede bildirildiği gibi mealen; “Benden sonra kimseye nasib etmeyeceğin bir mülkü bana ihsan eyle.” diye dua etmiş, Allah da, onun dilediğini vermişti. Tefsir alimlerinin bildirdiklerine göre, onun bu isteği, mal ve şöhret sevdası için değil, Allahın dinini yaymak, insanlara peygamberliğini kabul ettirebilmek için idi. Yani ona verilen ve başka hiç bir kimseye verilmeyen hükümdarlık, bir mucize idi. Zaten, dünya malına hırslı ve tamahkar olmak, şöhret sevdası için mal ve mevki istemek, sıradan bir müslüman için uygun değilken, niçin bir peygamberin arzusu olsun. Nitekim Resulallah bu hususta şöyle buyurmuştur:
“İki aç kurt, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan; mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur.”
“İnsana zarar olarak, din ve dünya işlerinden parmakla gösterilmesi yetişir.” Yani, insanın din veya dünya işlerinde şöhret sahibi olması, dinine ve dünyasına çok zarar verir.
Mevki ve şöhret sahibi olmak arzusu, insanlarda üç şeyden kaynaklanır: Birinci sebep, nefsin arzularına kavuşmaktır. Nefs, arzularının, haram yollardan elde edilmesini ister.
İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zalimlerden kurtarmak ve müsteab olan mesela, sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak için yahut mubah olan işleri yapmak için, mesela iyi yemek, iyi giyinmek, iyi evlerde oturmak ve çoluk-çocuk sahibi olup, rahat ve mesud yaşamak veya mazlumları zalimlerden kurtarmak için yahut ibadetlerine mani olacak şeylerden kurtulmak ve İslam dinine ve müslümanlara hizmet için mevki sahibi olmak istenir. Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riya ve hakkı batıl ile karıştırmak gibi, İslamiyetin yasak ettiği şeyleri yapmaz, vacibleri, sünnetleri terk etmezse, böyle bir kimsenin mevki sahibi olması caizdir, hatta müsteabdır. Çünkü caiz ve lazım olan şeylere kavuşturucu sebepleri, vasıtaları yapmak da, caiz ve lazım olur. Allah, Kuran-ı kerimde, iyi insanların nasıl olacağını bildirirken, bunların, müslümanlara imam olmak istediklerini de bildirmektedir. Süleyman ; (Ya Rabbi!) Benden sonra kimseye nasib etmeyeceğin bir mülkü bana ihsan eyle!” diyerek, melik ve emir olmak istemiştir. Önceki dinlerden bildirilen ve red edilmeyen haberler, bizim dinimizde de muteberdir. hadiste; “Hak ve adalet üzere bir gün hakimlik yapmağı, bir sene devamlı gaza etmekten daha çok severim” buyruldu. Bir hadiste; “Bir saat adalet ile idarecilik yapmak, altmış sene nafile ibadet yapmaktan daha iyidir” buyruldu. Riya ve hakkı batıl ile karıştırarak mevki sahibi olmak caiz değildir. İyi niyet ile olsa da böyledir. Çünkü haramları ve mekruhları iyi niyet ile de yapmak caiz olmaz. Hatta, bazı haramların iyi niyet ile yapılması daha büyük günah olur. Niyetin iyi olması, taat ve ibadetlerde faydalıdır. Mubah hatta farz olan bir amel, niyete göre günah olabilir. Günah işleyenin; “Sen kalbime bak! Kalbim temizdir. Allah kalbe bakar” sözü, yanlış, hatta zararlıdır.
Mevki sahibi olmağı istemenin sebeplerinden üçüncüsü, nefsini eğlendirmektir. Nefsi, maldan olduğu gibi, mevkiden de lezzet almaktadır. Arada İslamiyete uymayan işler bulunmazsa; nefsi, lezzet aldığı şeye kavuşturmak haram olmaz. Fakat, takvanın ve himmetin az olduğunu gösterir.
Mevki sahibi olmanın bu üçüncü sebebi, haram değil ise de, iyi olmadığı için, ilacını bilmek ve yapmak lazımdır. Önce mevkiin geçici olduğunu, zararlarını ve tehlikelerini düşünmelidir. Şöhretten ve hürmet toplayarak kibirli olmaktan kurtulmak için, İslamiyette mubah ve caiz olan, halkın rağbet etmediği işleri yapmalıdır. Mevki ve mal İslamiyete uygun şekilde kullanıldığı müddetçe faydalıdır. Onlardan, insanların hakları verilmeli, Allaha karşı olan şükür de ihmal edilmemelidir. Yoksa hepsi ahirette sıkıntı kaynağı olacaktır. Ebu Zerden şöyle rivayet edildi: Resulallah efendimiz Kabe-i muazzamanın gölgesinde iken, huzurlarına vardım. Resulallah şöyle buyurdu: “Onlar zarardadırlar.” Bunun üzerine ben; “Onlar kimdir ya Resulallah?” diye sordum; “Onlar malları çok olup, şöyle şöyle diyenlerdir. Allaha yemin ederim ki, bir kimsenin zekatını vermediği deve, sığır ve davarlar; kıyamet günü, dünyada olduklarından daha büyük ve daha semiz olarak gelecekler, ona boynuzlarıyla vuracaklar, ayaklarıyla ona basacaklar, bu şekilde biri gidip diğeri gelecek, bu durum, insanlar arasında hüküm verilinceye kadar böyle devam edecek” buyurdular.
Enes bin Malik Resulallah efendimizin “Allah her çobandan, gözetmesini istediği şeyi muhafaza mı etti, yoksa zayi mi etti diye soracaktır. Hatta, kişiden, çoluk-çocuğunu da soracaktır” buyurduğunu rivayet etmiştir.
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etti. Resulallah buyurdu ki: “Süleymana verilen (o kadar geniş) mülk, onda, huşudan başka bir şeyi arttırmadı. Rabbine olan huşuundan dolayı gözünü semaya bile kaldırmıyordu.” Malları yüzünden hesaba çekileceklere, çeşitli bahaneler bulmaya çalıştıkları o günde, Süleyman örnek gösterilecektir. O, hükümdarlığının ve dünya nimetlerine kavuşmuş olmanın içinde, Allahtan bir an gafil olmamıştır.
Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Seyr etdi heva üzre derler taht-ı Süleyman,
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.
Tutalım kim serbeser sultan-ı alemsin bugün,
Ey Figanı menzilin ahır turab üstündedir.