"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Süleyman ve hüdhüd kuşu

Rivayete göre. Süleyman , Beyt-ül-Makdisin (Mescid-i Aksanın) inşasını bitirince, Mekke-i mükerremeye gitmeye karar verdi. Hazırlığını yaptı. Rüzgar, cinler, insanlar, kuşlar ve diğer vahşi hayvanlardan meydana gelen ordusu ile birlikte yola çıktı. Mekke-i mükerremeye varıp, bir müddet orada ikamet etti. Orada, kavminin ileri gelenlerine; “Buradan bir peygamber çıkacaktır. Hak hususunda, Onun yanında herkes birdir. Allahın emrini yerine getirmek hususunda, kınayanın kınamasına asla kıymet vermez” dedi. Yanında bulunanlar ona; “O hangi din üzeredir?” dediler. Süleyman da; “O hanif dini yani İslam dini üzeredir. Ona yetişip de iman edenlere ne mutlu! Burada olanlar, olmayanlara; Onun, peygamberlerin efendisi ve son peygamber olduğunu ulaştırsınlar” buyurdu. Süleyman , kurbanlar kesip ibadetler yaptıktan sonra, bir sabah vakti, Mekke-i mükerremeden ayrılarak Yemen tarafına gitti. Birkaç saatte Sanaya vardı. Gördüğü güzel bir araziye inerek namaz kılmak ve bir şeyler yemek istedi. Süleyman iniş ile meşgul iken, hüdhüd, daha yükseklere çıkıp, etrafı seyretmeye, meşguliyetinin bitmesine yakın yanında olmaya karar verdi. Hüdhüd etrafa bakınırken, Belkısın güzel bahçelerinden birini gördü. Hoşuna gidip, oraya indi. Burada, başka bir hüdhüd ile karşılaştı. Karşılaştığı hüdhüd ona; “Nereden gelip, nereye gidiyorsun?” dedi. Hüdhüd ona; “Padişahımız, Süleyman bin Davudla Şam tarafından geldik. O; insanların, cinlerin, şeytanların, kuşların ve diğer vahşi hayvanların sultanıdır” dedi. “Senin padişahına büyük bir mülk verilmiş. Fakat bu Yemen diyarının melikesi Belkıs da, ondan aşağı değildir. Çünkü onun emrinde, pek çok kumandan, her kumandana bağlı pek çok asker vardır. İstersen sana onun mülk ve saltanatını göstereyim” dedi.

İbn-i Abbasın bildirdiğine göre, hüdhüd nerede su olduğunu bilir ve Süleyman a su bulurdu. Suyun yakınlığını ve uzaklığını bilirdi. Suyun bulunduğu yeri gagalar, cinler gelir, orayı kazıp, su çıkarırlardı.

İbn-i Abbasa; “Hüdhüd (Çavuş kuşu), böyle bir haslete sahip olduğu halde, bir çocuk tuzak kurup, üzerini azıcık bir toprakla örtünce, toprağın altındaki tuzağı görmez. Gelir üstüne basar. Tuzağa yakalanır. Halbuki o, toprağın altındaki suyu görmektedir” denildi. İbn-i Abbas ; “Kaza ve kaderin vakti gelince göz görmez olur, akıl baştan gider” cevabını verdi.

Süleyman ın hüdhüdü, Yemenli hüdhüde; “Namaz vaktinde Süleyman ın suya ihtiyacı olup beni aramasından korkuyorum” dedi. Yemenli hüdhüd; “Fakat, Belkısın memleketini Süleyman a haber verirsen, o bundan memnun kalır” dedi. Süleyman ın hüdhüdü, onunla beraber Belkısın mülkünü görmek için gitti. Süleyman ın ordusu ile beraber indiği yer, susuz bir yerdi. Su ihtiyacı üzerine, insan ve cinlerden orada su bulunup bulunmadığını araştırdı. Onlar da bilemediklerini söylediler. Süleyman , adı geçen hüdhüdü sordu. Çünkü o hüdhüdlerin reisi idi. Ona, oralarda su bulunup bulunmadığını soracaktı. Fakat onu ortalıkta göremedi. Sonra kuşları tanıyan, akbaba (veya kerkenez kuşunu) çağırdı. Ona, hüdhüdün nerede olduğunu sordu. O da bilmediğini söyledi. Süleyman , hüdhüdün orada bulunmadığını anladı. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “(Süleyman hüdhüdü görmek için) kuşları araştırdı. (Onu kuşlar arasında göremeyince;) Bana ne oluyor ki; (kuşların arasında) hüdhüdü görmüyorum? (Acaba ne oldu?) Yoksa gayıplardan mı oldu? dedi. (Neml suresi: 20)

Ruh-ul-Beyan tefsirinde, Tevilat-ı Necmiyye isimli eserden naklen şöyle bildirilmektedir: Bu ayet-i kerime; sultanlara, memleketleri hususunda uyanık ve dikkatli olmalarına, halkın işlerini iyi yürütmelerine, tebasından en büyük mertebede olanların durumlarını araştırdığı gibi, en küçüklerinin de hallerini sorup öğrenmesine, büyük-küçük hepsinin varlığından ve yokluğundan haberdar olması icab ettiğine işaret etmektedir. Nitekim Süleyman , kuşların en küçüklerinden olan hüdhüdün durumunu araştırmış, onun izinsiz azıcık ortadan kaybolması kendisine gizli kalmamıştır.

Süleyman , tebaasına son derece şefkatli idi. Bu sebeple kusuru kendi şahsına nispet ederek; “Bana ne oluyor ki, hüdhüdü görmüyorum” dedi. Bununla tebaasının faydasını gözetmek ve onları terbiye etmek istedi. Bunun için; “Hüdhüde ne oluyor ki, onu (kuşlar arasında) görmedim?” demedi.

Hüdhüdün orada bulunmadığı kesin olarak ortaya çıkınca, Süleyman gadablandı ve tehdit ederek mealen; “(Tüyünü yolup, güneşin hararetinde bırakmak, yahut çiftinden ayırmak, yahut yanında ona zıt bir kuş bulundurmak, yahut karıncalı bir yere koyup onu karıncalara yedirmek, yahut onu akranlarına hizmetçi yapmak veya huzurumdan kovmak suretiyle) ona şiddetli bir azab yapacağım” buyurdu. (Neml suresi: 21)

Ruh-ul-Beyanda, bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyrulmaktadır: Hüdhüde yapılan bu tehdit, onu terbiye etmek için azab ile yapılmış bir korkutmadır. Hüdhüd, mükellef bir varlık değildir. Mükellef olmayanların terbiyesi dört ayaklı hayvanların terbiyesi gibidir.

Yine Ruh-ul-Beyan tefsirinde, Tevilat-ı Necmiyyeden naklen şöyle bildirildi: ayet-i kerime, Süleyman zamanında kuşların ve Süleyman a itaatle emrolunmuş olan insanların ve cinlerin kendi hallerine münasip bir teklifle mükellef olduklarını, Süleyman ın bir mucizesi olarak emir ve nehyleri kabulde kuşların da insanlar gibi olduğunu göstermektedir.

Ayet-i kerimenin devamında bildirildiği gibi, Süleyman sözlerine mealen şunları da ilave etti: “Yahud onu mutlaka (boğazından) keseceğim. Yahut bana (kayıp olmasına mazeret olacak) açık ve kati bir delil getirir.” (Neml suresi: 21)

Süleyman hüdhüd hakkında bu tehdidi yaptıktan sonra, kuşların efendisi olan Ukab isimli kuşu çağırdı. Hüdhüdü derhal bulup getirmesini emretti. O kuş, hemen havalandı. Her tarafı gayet iyi görüyordu. Etrafa bakınırken, hüdhüdün Yemen tarafından gelmekte olduğunu gördü. Nitekim Kuran-ı kerimde mealen; “Derken (hüdhüd) çok eğlenmeyip döndü” buyruldu. (Neml suresi: 22)

Hüdhüdün ortadan kaybolması her ne kadar şiddetli azaba uğratmasına sebep ise de, kaçmasını telafiye çalışması ve gittiği yerden süratle dönmesi de onun hakkında hayır ve saadet alametlerindendir. Süleyman ın hüdhüdü aramakla vazifelendirdiği kuş, ona doğru öterek seslendi. Hüdhüd, kötü bir haber olduğunu anladı. Yaklaşınca o kuş hüdhüde; “Allahın peygamberi Süleyman sana pek şiddetli azab edeceğine, yahut seni boğazlatacağına yemin etti” dedi. Bunu duyan hüdhüd, Süleyman a doğru uçtu. Süleyman ın bulunduğu yere varınca, onu akbabalar ve diğer kuşlar karşıladı. Ona; “Yazık sana! Bugün nerede idin?” diyerek, Allahın peygamberi Süleyman dan bahsedip, onun hakkında yaptığı tehdidi tekrarladılar. Bunun üzerine hüdhüd; “Süleyman ın istisna tuttuğu bir sözü olmadı mı?” diye, sordu. Onlar da; “Evet istisnası oldu. “Yahud bana (mazeretini beyan eden) açık, kati bir delil getirir” buyurdu” dediler. Hüdhüd; “Öyleyse, kurtuldum” dedi. Ukab, hüdhüdü, Süleyman ın huzuruna çıkardı. Süleyman , kürsisinde oturuyordu. Ukab; “Hüdhüdü getirdim, ya Nebiyyallah” dedi. Hüdhüd, Süleyman a yaklaşıp, tevazu ve hürmetini arzetti. Süleyman , Ona; “Nerede idin? Sana şiddetli azab edeceğim” buyurdu. Bunun üzerine hüdhüd, ayet-i kerimede bildirildiği gibi mealen; “Ey Allahın Nebisi!) Ben, senin bilmediğin bir şeye vakıf oldum. (Senin ve ordunun varmadığı yere vardım.) Sebe şehrinden sana çok doğru (ve mühim) bir haber getirdim dedi. (Neml suresi: 42)

Hüdhüdün, Süleyman ın bilmediği bir şeyi bilmesi, onun peygamberliğinin şanına bir şey getirmez. Çünkü Hüdhüdün bildiği şey, nübüvvetle (peygamberlikle) alakalı değildi. Bu bilgi, sırf his uzvuna bağlı olup, onu bilmekte ve görmekte, akıl sahibi olanlar, ile akıl sahibi olmayanların müşterek oldukları bir bilgidir.

Sonra bu ayet-i kerime, peygamberlerin de gaybı bilmediklerini, ancak, mucize olarak, Allah kendilerine bildirdiği takdirde, haberdar olabildiklerini göstermektedir.

Yine Hüdhüdün, Süleyman a; “Ben, senin bilmediğin bir şeye vakıf oldum” demesi, edebe uygun değil ise de, peşinden faydalı bir şey bildirmesi, önceki sözünün yükünü hafifletti. Büyükler, böyle edebe uygun olmayan hareket ve sözlere faydalı bir husus ile beraber söyleyince, sabır ve tahammül gösterirler. Nitekim hüdhüd, bu sözünün hemen peşinden, ayet-i kerimede bildirildiği gibi mealen; “Sebe (şehrin) den sana kati bir haber ile geldim” dedi. Tefsir alimlerinin bildirdiğine göre, ayet-i kerimede; doğruluğunda asla şüphe olmayan haberleri sultana, amire bildirmenin lazım olduğuna işaret vardır.