Hızır ın Musa ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması, Kuran-ı kerimde Kehf suresinde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Bu görüşme, Musa ın İsrailoğullarını Mısırdan çıkardıktan ve Firavunun kavmi ile birlikte Kızıldenizde helak edilmesinden çok sonra vuku bulmuştur. Musa , İsrailoğullarına gayet beliğ, tesirli bir vaz ve nasihat yapmıştı. Bunu dinleyenler; “Yeryüzünde senden daha alim bir kimse bilir misin? Böyle bir kimse var mı?” dediler. Musa ın; “Böyle bir kimse bilmiyorum.” diye cevap vermesi üzerine, Allah ona şöyle vahy buyurdu: “İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri vardır. O senden daha alimdir.” İşaret buyrulan bu zat, Hızır idi.
Bu hususta bir rivayet daha vardır: Musa , Allaha dua edip; “Ya Rabbi! Kulların arasında hangisi sana daha sevimlidir, hangi kulunu daha çok seversin?” diye niyazda bulundu. Allah; “Beni daima zikreden ve unutmayandır” buyurdu. (Zikir; Allahı unutmamak ve her işte Onun emrine uymak demektir.) “Hangi kulun hüküm vermekte daha isabetlidir?” deyince; “Doğru hüküm verip, nefsinin arzularına uymayan kulum” buyurdu. “Ya Rabbi! En alim kulun hangisidir?” diye niyaz edince; “İlmi, insanlarca çok istenendir. Onun bir sözü benim hidayetime, meni de benim menime delalet eder” buyurdu. “Ya Rabbi! Yeryüzünde benden daha alim birisi var mı?” deyince; “Evet” buyurdu. “O kimdir, ya Rabbi?” dedi. “Hızırdır” buyurdu. “Onu nerede bulurum?” dedi. “Sahilde, balığın suya daldığı kayanın yanında” buyurdu. Böylece balığı, ona işaret ve delil eyledi. Bunun üzerine Musa , Yuşa ı da yanına alarak emredildiği gibi zenbil içine tuzlu bir balık koydu ve birlikte yola çıktılar. Musa, Hızır ı buluncaya kadar yol yürümeye azmetti. Böylece yola çıkıp, epey bir müddet yürüdüler. Yuşa a; “Balığın canlanıp, denize gittiği yerde bana haber ver” dedi. Nihayet iki denizin birleştiği yerde bir kayanın yanına varınca, dinlenmek üzere konakladılar. Bu sırada zenbil içindeki tuzlanmış ölü balık, canlanıp zenbilden sıyrılarak denize aktı ve bir yol tutup gitti. O anda Musa uyuyordu. Yuşa da rivayete göre abdest alıyordu. Abdest suyundan zenbil içindeki tuzlu balığın üzerine damlamış, balık da canlanarak denize gitmişti. Yuşa bu hadiseye hayret edip, Musa a anlatmayı düşündü. Fakat unuttu. Konakladıkları bu yerde, bir müddet uyuduktan sonra gecenin sonuna doğru yola çıkıp, bir gün bir gece ve bir kuşluk vaktine kadar yürüdüler. Kuşluk vakti Musa hizmetinde bulunan Yuşa a; “Kuşluk yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan yorgunluk duymaya başladık” dedi.
Bu sırada ilk konakladıkları iki denizin birleştiği mıntıkadan bir hayli uzaklaşmışlardı. Oraya kadar da hiç yorulmamış, geçip gittikten sonra yorgunluk duymaya başlamışlardı. Musa yiyeceği isteyince, Yuşa , balığın daha önce konakladıkları yerde denize gittiğini hatırladı. Bunu daha önce söylemek istediği halde, unutmuştu. Bu unutmasına şaşarak; (Biz taşın dibinde dinlendiğimiz zaman tuzlu balık denize gitti. Bunu size haber vermeyi unuttum) dedi. Hadiseyi şöyle anlattı: (İstirahat için yattığınızda, ben abdest alıyordum. Abdest suyumdan sıçrayan damlalar, balığın üzerine düşünce, balık canlanıp, zenbilden sıçradı ve denize akıp gitti. Denize gittiği yer kendine göre bir yol oldu. Bu hadiseyi size haber vermeyi unuttum.) dedi. Yuşa bu hadiseyi Musa a anlatınca; “Ya Yuşa ! İşte senin gördüğün garib hadise bizim aradığımız şeydir. Yolculuğumuzun sebebi de bu hadisenin vuku bulduğu yere ulaşmaktır. Çünkü aradığımız zatı, Hızırı orada bulacağız” buyurdu. Büyük bir sevinç içinde geri döndüler. İzlerine baka baka, dinlenmek için ilk oturdukları ve tuzlu balığın canlanıp denize gittiği yere vardılar. Yanında dinlendikleri kayaya yaklaştıklarında, hırkasına bürünmüş halde mübarek bir zatın oturduğunu gördüler. Bu zat Hızır idi. Böylece, Musa ona kavuşmuş oldu. Bir rivayete göre de, oraya vardıklarında, Hızır deniz üzerine yeşil bir seccade sermiş namaz kılıyordu.
Musa ona yaklaşıp selam verince, selamına cevap verip; “Burada selam veren bulunur mu? Sen kimsin?” dedi. “Ben Musayım” deyince, “Beni İsrailin Musası mı?” dedi. “Evet” cevabını verdi. El-Îsabe adlı eserde ise bu husus şöyle rivayet edilmiştir: Musa Hızır ile buluşunca; “Esselamü aleyke ya Hızır” dedi. O da; “Ve aleykesselam ya Musa” dedi. Bunun üzerine; “Benim Musa olduğumu nasıl bildin? Sana kim haber verdi?” diye sorunca, Hızır ; “Beni sana gösteren, seni de bana haber verdi” (yani Allah bildirdi) cevabını verdi.
Bu tanışmadan sonra, Musa , Hızır a asıl maksadı anlatmak üzere; “Allahın ihsan edip, bildirdiği ilimden öğretmen için sana tabi olayım mı?” diye sordu. Hızır da; “Ya Musa! Bende, Allahın ihsan edip verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Allahın da sana verdiği öyle bir ilim var ki, ben de onu bilemem (sen benimle sabredemezsin)” buyurdu. Musa ; “Beni inşaallah sabırlı bulursun. Senin hiç bir işine müdahale etmem” dedi. Hızır ona; “Ben sana hikmetini ve sebebini izah edinceye kadar, yaptığım işler hakkında sual sormaman şartıyla, benimle beraber olabilirsin” dedi. Musa , oraya kadar beraber geldikleri Yuşa ı İsrailoğullarının yanına gönderdi.
Hızır , Musa ile sahil boyunca bir müddet yürüdüler. Giderlerken bir geminin geçmekte olduğunu gördüler. Gemicilere, kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemiciler Hızır ı tanıyıp, onları ücretsiz olarak gemiye bindirdi. Bu sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır , bu kuşu göstererek; “Ya Musa, benim ve senin ilmin, Allahın ilmi yanında, şu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile değildir” dedi.
Bindikleri gemi bir müddet yol aldıktan sonra, Hızır , bir aletle gemiye hasar vermeye başladı. Suya temas eden tahtalarından birini söktü. Musa , bu durumu görünce müdahale edip; “Sen ne yapıyorsun, bizi ücretsiz gemiye bindirdiler; sen ise gemiyi delip, içindekileri batırmak istiyorsun?” dedi. Hızır ; “Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi?” diyerek ayrılmak istedi. Musa ; “Dalgınlığımdan dolayı beni muaheze edip de bana güçlük çıkarma” deyince; Hızır , yapılan bu ilk muhalefetin dalgınlık ile olması sebebiyle, Musa dan ayrılmadı ve yolculuğa devam ettiler.
Bindikleri gemi karşı sahile varınca, inip yürüdüler. Yolda oynamakta olan bir grup çocuğa rastladılar. Hızır , o çocuklardan birini tutup, öldürüverdi. Musa dayanamayıp; “Tertemiz bir cana kıydın. Hiç günahı yok iken onu öldürdün” dedi. Hızır ; “Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi?” dedi. Bunun üzerine Musa ; “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme. O zaman benim sana bir diyeceğim yoktur” diyerek arkadaşlığa devam etmek istedi. Hızır bir müddet daha beraber olmayı kabul etti. Yolculuklarına devam ettiler. Sonra yolları bir beldeye düştü. O memleketin ahalisinden yiyecek bir şeyler istediler. Fakat onlar hiç bir şey vermediler ve misafir etmek de istemediler Sonra o beldede dolaşmaya başladılar. Bu sırada, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır eliyle (işaret ederek veya tutarak) duvarı doğrultuverdi. Yıkılmasına mani olup sağlamlaştırdı. Musa , kendilerini misafir etmeyen bu belde halkına böyle bir yardımın yapılmasına sabredemeyip; “Eğer isteseydin, bu duvarı doğrultmana karşılık, onlardan bir ücret alırdın. Biz de ihtiyacımızı gidermiş olurduk” dedi. Bunun üzerine Hızır , Musa a; “İşte bu sualin artık ayrılmamızı gerektiren bir sebeptir. Şimdi sabretmeye dayanamadığın şeylerin hikmetini sana açıklayacağım” dedi. Bu hadiselerin hikmetlerini açıkladı ve ayrıldılar. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, bu hadisenin, Musa ın üçüncü suali sormasına kadar olan kısmını anlattıktan sonra; “Allah Musaya rahmet etsin. Ne olurdu, sabretseydi de aralarında geçecek hadiseler (Allah tarafından) bize bildirilseydi.” buyurmuştur.
Hızır , Musa dan ayrılırken, bu hadiselerin hikmetini şöyle anlatmıştır: “Bindiğimiz gemiyi delip yaralamamın sebebi şudur: O gemi, geçimlerini denizden temin eden on fakir kardeşe aittir. Karşı sahilde ise, sağlam olan gemilere el koyarak, zorla alan zalim bir hükümdar vardır. Onun, sağlam değildir diye el koymaması için gemiyi yaraladım. İşte gemiyi kusurlu hale getirişimin sebebi budur. Böylece, o zalim hükümdarın onu gasbetmesine mani oldum.”
İkinci hadiseyi de şöyle açıkladı; “Öldürdüğüm çocuğa gelince; onun anası ve babası halis birer müslümandı. Eğer, o çocuğu öldürmeseydim, ana ve babasının küfre düşmesine sebep olacaktı.” Rivayete göre, Hızır ın öldürdüğü çocuk; buluğ çağına ermiş, yol kesen azgın ve taşkın bir kafir idi. Annesinin ve babasının da küfre düşmesine sebep olmak üzere idi. Diğer bir rivayete göre de, bu çocuk kafir tabiatlı bir çocuk idi. Annesinin ve babasının küfre düşmesine sebep olma tehlikesi vardı. Öldürülmesi, bu bakımdan, hem ebeveyni hem de çocuk için hayırlı olmuştu.
Hızır , çocuğu öldürmesinin hikmetini, anlatmaya devamla şöyle buyurmuştur: “O çocuğu öldürmekle biz istedik ki, mümin olan anne ve babası küfre düşmekten kurtulsun. Allah, onlara bedel olarak, temiz ve salih bir evlat versin.” Rivayet edilmiştir ki, Hızır ın öldürdüğü çocuğun anne ve babasına, Allah hayırlı bir kız çocuğu vermiştir. Bu kız, bir peygamber annesi olmuş ve o peygamber vasıtasıyla bir ümmet hidayete ermiştir. Hızır , üçüncü hadisenin hikmetini de şöyle açıklamıştır: “Yıkılmak üzere iken doğrulttuğum duvara gelince; o duvar, salih bir babanın iki yetim çocuğuna aitti. Altında bir define vardı. Eğer duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp define ortaya çıkar, çocuklarda henüz küçük oldukları için, mallarına sahip olamaz, define başkalarının eline geçerdi. Çocuklar büyüyünce defineye sahip olabilsinler düşüncesiyle duvarı düzelttim. Bütün bunlar, her ikimiz için Rabbimizden bir rahmet idi. İşle senin sabredemediğin hadiselerin hikmeti bunlardır.” Sonra ayrıldılar. Hızır ile Musa ın buluşup görüşmeleri ve vuku bulan bu hadiseler Kuran-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde zikredilmiştir. Bu hadise Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmiştir:
“Bir vakit Musa , hizmetinde bulunan gencine (Yuşa a) şöyle demişti: “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar (Hızır a kavuşmak için) gideceğim. Yahut (maksadıma kavuşmak için) uzun zaman (senelerce veya 80 sene) gideceğim.”
Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere varınca (tuzlanmış olarak getirdikleri ve canlanınca Hızır ı bulmuş olacakları) balığı unuttular. (Allahın vadi ve izni ile) balık (canlanmış ve) denizde uzun bir yarığa doğru yolunu tutmuştu.
İki deniz kavşağını geçtikleri zaman Musa , gencine (Yuşa a) dedi ki: “Yemeğimizi getir, gerçekten biz (istirahat ettiğimiz sahradan sonraki) bu yolculuğumuzdan yorgun düştük.”
(Yuşa ) Musaya şöyle dedi: “Gördün mü (Hatırladın mı)? Kayada eğlendiğimiz (dinlendiğimiz) zaman ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı muhakkak bana şeytan unutturdu. (Yani unutmama sebep oldu. “Beydavi tefsirinde buyruldu ki: “Unutmayı şeytana nispet etmesi, nefsini aşağılamak içindir. Yoksa unutmayı yaratan Allahdır). O balık tuhaf bir şekilde denizdeki yolunu tutup gitti.”
Musa ; “İşte bu (balığı kaybetmemiz) aradığımız şeydir. (Zira bu balık aradığımız kimseyi bulacağımıza bir delil idi.)” dedi. Hemen izlerini takib ederek (balığın denize indiği) sahraya geri geldiler.
Orada kendi indimizden bir rahmet (vahy ve nübüvvet veya uzun ömür) verdiğimiz ve ona ledünni ilimi (ilm-i batını) öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızırı) buldular.
Musa ona (Hızır a); “Sana öğretilen hayr ve rüşd ilminden, bana öğretmen şartı ile sana tabi olayım mı?” dedi.
O (Hızır ) da; “Doğrunu sen benimle (yanımda) sabretmeye asta muktedir olamazsın, ilminin ihata etmediği şeye nasıl sabredebilirsin?” dedi.
(Musa 😉 “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmeyeceğim.” dedi.
O (Hızır ), dedi ki: “O halde bana tabi olacaksan, (münker zannettiğin bir iş gördüğün zaman onu) sana anlatıncaya kadar bana hiç bir şeyden sual etme.”
Böylece kalkıp gittiler. Nihayet gemiye bindikleri zaman (Hızır ) gemiyi (bir balta ile) deldi. Musa ona şöyle dedi: “Ehlini (geminin içindekileri) boğmak için mi onu deldin? Doğrusu çok büyük bir iş yaptın.”
(Hızır 😉 “Sen benimle asla sabredemezsin demedim mi? dedi.
Musa dedi ki: “Beni unuttuğum şeyle muaheze etme ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma.”
Yine gittiler. Nihayet bir oğlana rastladıkları vakit, (Hızır ) bunu öldürüverdi. (Musa ) dedi ki: Tertemiz bir kimseyi, bir can karşılığı olmaksızın (kısas olmaksızın) öldürdün ha! Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın.”
Hızır dedi ki: “Sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana.”
Musa şöyle dedi; “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Doğrusu tarafımdan (yapılacak) olan son özrü nihayete ulaştırdın. (Bundan sonra muhalefet edersem benim arkadaşlığımı terk etmekte mazursun.)”
Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına vardılar. Onlardan yemek istediler. Köy halkı kendilerini misafir etmek istemedi. Derken yıkılmak üzere bir duvar buldular. (Hızır ) onu hemen doğrultuverdi. (Musa ona) dedi ki: İsteseydin bu işine karşı onlardan bir ücret alırdın.”
(Hızır ) şöyle dedi: “İşte bu itiraz, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin tevilini haber vereyim:
Gemiye gelince; gemi denizde iş yapan bir takım yoksulların idi. Ben o gemiyi kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) arkalarında (yani döndüklerinde veya sahile çıktıklarında) sağlam her gemiyi zorla alan bir hükümdar vardı.
Oğlana gelince; onun ebeveyni mümin kimseler idi. Bunun için oğlanın onları azgınlık ve küfre düşürmesinden endişe ettik. İstedik ki, onların Rabbi bu oğlanın yerine, kendilerine daha hayırlı ve müttekisini ve kendilerine merhamette ondan daha yakınını versin.
Duvara gelince; bu duvar, şehirde iki yetim oğlanın idi. Duvarın altında, bu oğlanlar için saklı bir define vardı. Babaları da salih bir kimse idi. Onun için Rabbin diledi ki, ikisi de rüştlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir merhamet idi. Ben bunları kendi görüşümle yapmadım. (Allahın emriyle yaptım.) İşte senin sabredemediğin şeylerin tevili budur.” (Kehf suresi: 60-82)
Tefsir alimlerinin, bu ayeti kerimelerin tefsirinde beyan ettikleri hususlardan bir kısmı şöyledir: “… Ona ledünni ilimi öğrettiğimiz…” buyrularak işaret edilen ilim ise; kimsenin bilemeyeceği, ancak Allahın bildirdiklerinin bilebileceği bazı gayblara dair ilimdir. Allah tarafından ihsan edilen bu ledünni ilim, çalışmak ve gayretle elde edilmez. İhsan edilen kimselere mahsustur. Umuma şamil değildir. Peygamberlere verilen ilimler ve vahyedilen şeyler ise umuma şamildir. Yani peygamberler bunları gönderildikleri kavimlere tebliğ etmekle, bildirmekle vazifelidirler. Bu bakımdan, peygamberlerin ilmi, ilm-i ledünniden üstündür. Buna rağmen, Musa ın Hızır ile buluşup ilm-i ledünniden bir miktar öğrenmek istemesinde, ilim için çalışmaya bir teşvik vardır. Bunda daha başka hikmetler de bulunmaktadır. Bu bakımdan Hızır ın ledünni ilimi bilmesi, Ülül-azm bir peygamber olan Musa dan üstün olduğunu göstermez. Hızır ın zahiren tuhaf görülen bu işleri, Allahın bildirmesi ve emri ile, bir hikmete binaen yapılmıştır, yanlış değildir ve mesuliyeti de yoktur.
Netice itibariyle Musa , Allahın bildirdiği hükümleri insanlara tebliğ etmekle; Hızır da Allahın kendisine bildirdiği, yapmasını emrettiği işleri yapmakla vazifeli idi. Bu işler, Hızır ın Musa dan üstün olduğunu göstermez. Musa ın onunla buluşup görüşmek istemesi, onda bulunan ledünni ilime aşina olmak içindi. Nitekim, buluştuklarında Hızır ona şöyle demiştir: “Ya Musa! Sana ilim olarak Tevrat, meşgale olarak da Beni İsrail yeter.” Yine, Sahih-i Buharide zikredilen bir hadiste şöyle dediği bildirilmiştir: “…Ya Musa! Bende, Allahın kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de, Allahın sana verdiği öyle bir ilim vardır ki, onu da ben bilemem…”
Musa ın; “Sana öğretilen hayr ve rüşd ilminden, bana öğretmen şartı ile sana tabi olayım mı?” demesi, yüksek bir tevazu ve edeb göstermesi sebebiyledir. Hızır ın ise, ona; “Doğrusu sen benimle sabretmeye asla muktedir olamazsın, ilminin ihata etmediği şeye nasıl sabredebilirsin?” demesinin sebebi; kendisinin, ihsan edilmiş olan-ilm-i ledünniye göre iş yapmakta olduğunu, bunun ise zahiren Musa a bildirilen dine uymadığına işaret için idi. Çünkü, kendi yaptığı işler görünüşte münkerata yani yapılması yasak edilen işlere benziyordu. Peygamberlerin ise böyle işler karşısında sabretmeleri, müdahalede bulunmamaları caiz değildir. Çünkü onlara verilen dinler belirli hükümler bildirmiştir. Bu bakımdan, bu hükümlere ters düşen ve münkerattan olan işlere mani olmakla vazifelidirler. Yani Hızır , Musa a; sende bulunmayan ve sana vahyolunmamış olan ilm-i ledünniyi ve bu ilimle bana bildirilen şeyleri bilmeden nasıl sabredebilirsin. Benim halim sana kıyas olunmaz. Çünkü Allah, bana bir takım sırlara dair ilim verdi. Ben bu ilmin hakikatını ve hikmetini bildiğim için gereğini yaparım demek istedi.
Musa ın; “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmeyeceğim” demesi, Hızır ın bildiği ledünni ilimden biraz öğrenmeyi arzu ettiğini bildirmek için idi. Bunun üzerine Hızır ın; “O halde, bana tabi olacaksan, (münker zannettiğin bir iş gördüğün zaman onu) sana anlatıncaya kadar, bana hiç bir şeyden sual etme” demesi; zahiren senin dinine muhalif işler yaparsam onları benden sual etme, ben onların hikmetini sana beyan edeceğim, açıklayacağım manasında bir tavsiyedir.
İmam-ı Beydavi hazretleri şöyle buyurmuştur: “Musa , ülül-azm bir peygamber olduğu halde, kendi mertebesinden daha aşağı olan Hızır dan ilim taleb etmesi, peygamberliğine uygun düşmeyen bir iş değildir. Zira peygamberin ilmi, kendisine bildirilen dinin esaslarına, teferruatına ve hükümlerine dair ilimlerdir. Allahın vahyettiği her şeyi bilir ve ümmetine tebliğ eder, bildirir. Fakat dinine ait olmayan işlerden, dininin hükümleri dışında kalan ledünni ilimi bilmemesi ve mertebe bakımından kendisinden daha aşağı mertebede bulunan kimseden ilim (ledünni ilim) öğrenmesinde bir mahzur yoktur. İşte bu esasa binaen, Musa , peygamber olduğu halde, kendisine bildirilmemiş olan bazı gaybi şeyleri, üstün bir tevazu göstererek öğrenmek istemiştir.
Gemiye bindiklerinde, Hızır gemiyi delerken, Musa ın müdahale edip; “Ehlini (geminin içindekileri) boğmak için mi onu deldin? Doğrusu çok büyük bir iç yaptın” demesi, Hızır ın yaptığı işin, zahiren (görünüşte) yanlış bir iş gibi olması yüzündendi. Hızır gemiyi delince, kerameti veya mucizesiyle gemiye su dolmamıştır. Bir rivayete göre de, geminin sudan yukarıda kalan kısmından bir tahta kırmıştır. Gemiyi delmesi, gemi sahiplerine her ne kadar zarar olsa da bu; karşıya geçtiklerinde, zalim bir kral tarafından gemilerinin ellerinden alınması yanında çok hafif kalır. Çünkü Hızır , bir delik açarak, özürlü şekle getirmeseydi, gemi tamamen ellerinden gidecekti. “İki zarardan en hafifini tercih etmek lazımdır” kaidesine binaen böyle yapmıştır. Hazin ve Ebüssüud tefsirlerinde rivayet edildiğine göre, Hızır ın delmek suretiyle gasbedilmekten kurtardığı gemi, on kardeşin malı idi. Bu on kardeşten beşi sağlam, beşi ise ama, topal ve vücutları sakat idi. Sağlam olan beş kardeş çalışıp, sakat kardeşlerini besliyorlardı.
Gemiden inip giderlerken, Hızır ın, rastladıkları çocuklardan birini öldürmesi de bir hikmete ve sebebe bağlı idi. Çocuk küçük olmayıp, akıl-baliğ ve kafir idi. Bir rivayete göre ise, çocuk katlolunduğu zaman, katlini icabettiren bir suçu yoksa da büyüyünce büyük bir zarara, anasının ve babasının küfre düşmesine sebep olacağı için, Allah Hızır a katletmesini emretmiştir. Allah, katlolunan çocuğun annesine ve babasına ondan daha hayırlı ve merhametli bir kız evladı vereceğini, Hızır a bildirip vad etti. Yine rivayete göre, o çocuk katlolunduktan sonra, Allah, ana ve babasına bir kız evladı vermiş, bu kızdan bir peygamber dünyaya gelmiştir. Bu peygamber vasıtası ile ise bir ümmet hidayete ermiştir. Hızır , çocuğu öldürünce Musa ın; “Tertemiz bir kimseyi bir can karşılığı olmadan öldürdün ha! Doğrusu görülmemiş bir iş yaptın” demesi, bu hadisenin, zahiren onun dinine uygun düşmemesi sebebiyledir. Hızır a ise, böyle bir işi yapması hususi bir vahiy ile Allah tarafından bildirilmiştir. “Mazhari Tefsirinde şöyle buyrulmaktadır: “İlham ile hasıl olan ilim zannidir. Hatalı olma ihtimali vardır. İlhama dayanan bilgiler arasında tenakuz olabilir. İşte bu sebeple Hızır Nebidir (peygamberdir). Eğer Nebi olmasaydı, o çocuğu öldürmesi caiz olmazdı. Yani ilham ile hareket ederek; bu çocuk yaşarsa, anasının babasının küfre düşmelerine sebep olacak diye öldürmesi caiz olmazdı. (Çocuğu kendisine bildirilen bir vahiy üzerine öldürmüştür, ilham ile öldürmemiştir. Vahiyle yapılan işlerde hata olmaz.)”
Hızır ın, Musa ile uğradıkları bir beldede, yıkılmak üzere bir duvara eliyle dokunarak doğrultması ve sağlam bir halde bırakmasının da hikmeti vardı. Duvarın altında iki yetim çocuğa ait olan ve orada saklı bulunan bir hazine vardı. Babaları salih bir zat idi. Bu sebeple evlatlarına da faydası dokunmuş ve bıraktığı mal onlara ulaşmıştır. Bir rivayete göre, duvarın altındaki hazine, altından bir levha idi ve üzerinde; “Kadere iman edip de hadiselerden dolayı mahzun olan kimseye; ölümün hak olduğunu bilip de ferah ve sürur içinde olana; kıyamet günü hesaba çekileceğine iman edip de gaflette bulunana ve dünyanın değiştiğini, fani olduğunu bilip de ona güvenene şaşarım” yazılı idi. Defineden muradın altın ve gümüşten bir hazine olduğu rivayeti daha sahihtir.