"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Musa ile Karun

Karun, Musanın ümmetinden, akrabalarından olup, amcası veya amcasının oğlu olduğu bildirilmiştir. Karun, önceleri fakir idi. Fakir iken güzel huylu idi. Tevratı pek güzel okurdu. Musa, buna dua etti ve kimya ilmini öğretti.

Karunun babası Yasher, onun babası Kahis, onun babası Lavi, onun babası da Yakup idi.

Karun, Musaya iman etmeden önce İsrailoğullarının başında Mısır Firavunının temsilcisi idi. İdaresi altında bulunanlara zulüm ve eziyet ederdi. Musa a inandıktan sonra, kendisini ilim ve ibadete verdi. Ondan pek çok şeyler öğrendi. Musa ve kardeşi Hazret-i, Harundan sonra, İsrailoğullarının en bilgilisi idi. Tevratı ezberden ve çok güzel bir şekilde okurdu. Yüzünün güzelliği fevkalade idi. Bu yüzden ona; “Nur yüzlü” derlerdi. Kırk sene bir dağ başında ibadet etti.

İblis, insan kılığına girip onunla birlikte ibadet etmeye başladı. Hatta ibadette Karunu geçti. Karun, iblisin bu haline imrenip, ona hürmet etmeye başladı. Bir gün İblis; “Ey Karun! Böyle ibadet yapmakla, iyi mi yapıyoruz sanki? Baksana, İsrailoğullarının hastalarını yoklayamıyor, cenazelerinde bulunamıyoruz” dedi. Bu bahane ile onu, dağdan indirip, insanların yakınına getirdi. Burada ibadet etmeye başladılar. Çevrede oturan kimseler, onlara yemek getiriyorlardı. Bu hal, bir müddet böyle devam etti. Sonra iblis yine; “Ey Karun! Başkaları getirip biz yiyoruz. Sanki iyi mi yapıyoruz? Bu halimizle, İsrailoğullarına zahmet veriyor, onlara yük oluyoruz” dedi. Bunun üzerine Karun; “Öyleyse ne yapmamız lazım” diye sorunca, iblis; “Sadece Cuma günü çalışıp, diğer günler ibadet edelim” dedi. Öyle yaptılar. Aradan bir müddet geçtikten sonra, iblis tekrar; “Sanki böyle yapmakla iyi mi ediyoruz?” dedi. Karun; “Ne yapalım dersin?” dedi. İblis; “Bir gün çalışıp, bir gün ibadet edelim. Böylece, sadaka ve hayırda da bulunuruz” dedi. Karun şeytanın teşviki ile, dünya malı toplamaya başladı ve gittikçe hırslandı. Daha çok mal toplamak gayretine düştü. Musa dan kimya ilmini öğrenmiş ve hayır duasına kavuşmuştu. Kavuştuğu bu nimetlerin kadr ve kıymetini takdir edemeyip, bildiklerini dünya malı toplamaya harcetti. İnsanlara hizmet etmeyi hiç aklına getirmedi. Zenginliği ile dillere destan olup, darb-ı mesellere geçti. “Karun gibi zengin” sözü, onun sahip olduğu mal sebebi ile ortaya çıktı. Mallarını hazinelere doldurdu. Hazinelerinin anahtarlarını, kırk katır taşırdı.

Karun zengin olunca, fakirliğindeki iyi, güzel hasletleri kaybetti. Azarak taşkınlık yaptı ve haddi ziyadesi ile aştı. Böylece zulüm ve haksızlık yapmaya başladı. Zinetlerle süslü elbiselerle dışarı çıkar, göğsü ilerde, salınarak kibirle yürür ve elbiseleri yerlerde sürünürdü. Nitekim Kasas suresinin 79. ayet-i kerimesinde mealen; “Karun, zinet ve ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı” buyrularak, onun bu hali haber verildi. Sonradan gördüğü için, altın eyerli beyaz bir ata biner, iki yanına, süslü elbiseler ve zinetlerle donatılmış yüzlerce köle ve cariyeler alır, halka gösteriş yapardı. Bunun da ötesinde İsrailoğullarına ve Musa a karşı kibirlenir, işlerine karışarak muvaffak olmalarına mani olurdu. Fakirleri aşağı görür, mal ve mülkünün çok fazla olmasına rağmen, cimriliğinden, kıyıp birazını bile fakirlere veremezdi. Nasihat edenleri, hiç dinlemezdi. Hatta, duası ve öğrettiği ilim sayesinde, mal ve mülke kavuşmasına vesile olan Musanın sözünün bile, İsrailoğulları tarafından dinlenmesine tahammül edemez oldu. Hele Musanın , kardeşi Haruna kurban kesme vazifesi (hibirlik) vermesi karşısında artık dayanamadı. Musaya varıp; “Ey Musa! Senin peygamberliğin, Harunun hibirliği var. Benim ise böyle hiç bir şeyim yok. Halbuki ben, Tevratı gayet iyi okumaktayım. Buna nasıl dayanırım?” dedi. Musa cevabında; “Vallahi, Haruna bu vazife ve makamı, ben değil, Allah verdi” buyurdu. Karun; “Vallahi, bana bir beyan, bir alamet göstermedikçe, seni bu hususta tasdik etmem” dedi. Bunun üzerine Musa , İsrailoğullarının reislerini toplayıp; “Bastonlarınızı getirin. Sabahleyin kimin asası (bastonu) yeşillenmiş olursa, hibirliğe o layıktır” buyurdu. Bastonları toplayıp, getirdiler. Musa herkesin ismini, bastonunun üzerine yazdı. Hepsini alıp, Allaha ibadet ettikleri mabedin içine bıraktı. Bastonlar, sabaha kadar orada dikili kaldı. Sabah olduğunda, Harun ın bastonu kımıldadı ve yeşil yapraklar açtı. Bunun üzerine Musa ; “Ey Karun! Bunu ben mi yaptım?” buyurdu. Karun; “Vallahi, bu, sihirbazlarınkinden daha acaib bir şey değildir” dedi ve kızarak çıkıp gitti. Musa da, inananlar ile birlikte oradan ayrıldı. Musa , aralarındaki yakınlıktan dolayı ona müdara (yani onu idare) ederdi. Buna karşılık Karun, her zaman Musa a eziyetten, sıkıntı vermekten geri kalmazdı. Günden güne düşmanlığının şiddetini ve muhalefetini daha da arttırdı.

Allah, Musa a, kavmine, elbiselerinin dört bir tarafına gök mavisi renginde bir şerit takmalarını emretmesini bildirdi. Musa ; “Ya Rabbi! Bütün elbiselerinin, bu renkte olmasını emir buyurmaz mısın? Çünkü İsrailoğulları, bu şeritleri beğenmezler” dedi. Hak teala; “Ey Musa! Benim emirlerimin küçüğü olmaz” buyurdu. Bunun üzerine Musa , İsrailoğullarını çağırdı ve onlara; “Allah, gördüğünüz zaman kendisini hatırlamanız için, elbiselerinize gök renginde şeritler takmanızı emrediyor” dedi. İsrailoğulları, emrolunduğu şekilde yaptılar. Karun böbürlenip, bu emire itaat etmedi. Üstelik; “Bu işi, başkalarından ayırmak için efendiler kölelerine yapar” dedi.

Karunun yaptıkları ve müslümanların ona nasihatleri, Kuran-ı kerimde mealen şöyle beyan buyruldu: “Karun, Musanın kavmindendi. Fakat o, onlara (İsrailoğullarına karşı, mal sebebi ile zulüm ve kötülükte bulunup, Musaya muhalefet ederek ona) karşı azgınlık etmişti. Biz ona, anahtarlarını taşımak bile, güçlü kuvvetli bir cemaate ağır gelen hazineler verdik. O vakit kavmi (nden müslüman olanlar) ona şöyle dediler: “(Ey Karun!) Dünya malı ile şımarma! Çünkü Allah dünya malı ile şımaranları sevmez.” (Kasas suresi: 76)

Dünya malı ile şımarmak ve dünyaya gönül bağlamak, ona sımsıkı sarılmak, insanı ahiretten alıkoyar. Dünya malı ile şımarmak, dünyaya muhabbet beslemenin neticesidir. Halbuki dünya lezzetleri ve zevkleri geçici olup, kısa zamanda elden çıkarak yok olur. Büyüklerden biri şöyle buyurdu: “Dünyaya meyledenden başkası, onunla şımarmaz. Fakat, dünyadan çok kısa zamanda ayrılacağını bilen kimse, dünya malı ile (dünyalık ile) asla şımarmaz.” Böyle insanları Allah sevmez. Nitekim ayet-i kerimenin devamında mealen; “Dünya malı ile şımaranları Allah sevmez” buyrulmaktadır. (Kasas suresi: 76) Çünkü dünya süsü ile şımarmak, Allahın sevgisine manidir. Müminler, Karuna nasihatlerinin devamında; “Allahın sana verdiği zenginlik ve servet ile, ahiret yurdunu (yani Cenneti) iste! “Onu taate sarf eyle. Allahın sana verdiği servet ile ahireti elde etmeye çalış. Çünkü asıl maksat odur” dediler.

ayet-i kerimenin zahiri, Karunun ahirete inanan biri olduğunu bildirmektedir. ayet-i kerimede, malın; insanın Cennete ve tevazu yoluna girmesine vesile olması için sarfedilmesi istenmektedir.

Müslümanların, Karuna yaptığı nasihati bildiren ayet-i kerimenin devamında mealen; “Dünyadan da nasibini unutma!” buyruldu. (Kasas suresi: 77) Burada birkaç husus vardır:

1- Karun, tamamen dünyanın zevk ve lezzetlerine dalmıştı. O, bundan men edildi.

2- Önceki ayet-i kerimede; malını ahiret için sarfetmesi emredilirken, bu ayet-i kerime ile, dünyadan mubah yollarla faydalanmada bir mahzur olmadığı bildirildi.

Tefsir alimleri, bu ayet-i kerimeye dayanarak, şunları bildirmişlerdir.

a) Dünyada ahiret için amel yapmayı terk etme! Sıhhat, kuvvet, gençlik ve zenginliğini unutma! Onlarla ahiretini kazanmaya çalış. İnsanın dünyadan nasibi; Allah yolunda yaptığı harcama ile verdiği sadakalardır. Yoksa yiyip içtikleri, giyip eskittikleri değildir.

b) Dünyadan kendinin ve ehlinin rızkını unutma!

Aynı ayet-i kerimenin devamında mealen; “Allahın sana ihsan ettiği gibi, sen de Onun kullarına (mal ile) ihsan et” buyruldu. (Kasas suresi: 77) Mal ile ihsanın içerisine; mal ve mevki ile yardım etmek, güler yüz göstermek, iyi karşılamak ve iyi olarak anmak da dahildir. “Allahın sana ihsan ettiği gibi” mealindeki ayet; “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım” mealindeki ayet-i kerimeye tenbih içindir. Yine aynı ayet-i kerimenin devamında, Allah mealen; “Yeryüzünde fesad arama, isteme. Çünkü Allah, fesad çıkaranları sevmez” buyurdu. (Kasas suresi: 77) Allaha asi olan herkes, yeryüzünde fesad talep etmiş olur. Tefsir-i Kebirde, fesad ile, Karunun zulüm ve taşkınlığının murad olunduğu bildirilmiştir.

Karun, müminlerin yaptığı bu nasihatleri kabul etmedi. Şımarıklığının yanında, Allahın kendisine verdiği nimetlere nankörlüğünü git gide arttırdı. O dereceye geldi ki, utanmadan nimeti kendinden bildi ve ayet-i kerimede mealen şöyle dediği bildirildi: “Bu servet, bana ancak bende olan ilim mukabilinde verilmiştir” dedi. ayet-i kerimenin devamında Allah, mealen; “O (madem ki alimdi), kendisinden önce geçen asırlardaki nesillerden kuvvetçe ondan daha üstün, cemiyetçe (malca, yahut cemaatçe, sayıca) daha çok olan kimseleri, Allahın hakikaten helak etmiş olduğunu bilmedi mi?” buyurdu. ayet-i kerimede, kuvveti ve malının çokluğu ile mağrur olması kınanmaktadır. Halbuki o, kendisi gibi, hatta, kendisinden daha zengin, güçlü ve kuvvetli olanların hallerini Tevratda okumuş, tarihçilerden dinlemişti. O, kendisini helakten koruyacak faydalı ilmi bilemedi. Bildiğini iddia ettiği ilim, onu helak olmaktan koruyamadı. Sehl-i Tüsteri hazretleri şöyle buyurdu: “Nefsine bakan, ona kıymet veren kimse felah bulmaz, onun hali iyi olmaz. Said yani akıbeti iyi kimsede, sözleri ve işleri sebebiyle ucb (kendini beğenme) olmaz. Bu sebeple Allah, işlerinde ve sözlerinde, lütfunu ve ihsanını ona gösterir. Şaki yani akıbeti kötü kimse ise; işlerini, sözlerini ve hallerini güzel görür. Allahın kendisine lütuf ve ihsanda bulunduğunu görüp bilemez. Bundan dolayı, işlerini, sözlerini ve iyi hallerini kendinden bilerek övünür. Bu hallerini, nefsine nispet ederek, onların kendisinde bulunan faziletlerden dolayı olduğunu zanneder. Sonunda, Karun gibi, bir gün yerin dibine geçirilir.”

Aynı ayet-i kerimenin devamında mealen; “(Kıyamette) mücrimlerden günahları sorulmaz” buyruldu. (Kasas suresi: 78)

“Karun, zinet ve ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler; “Ne olurdu, Karuna verilen (servet) gibi, bizim de olsaydı. O, hakikaten büyük nasib sahibidir dediler. Kendilerine (berekete ve ahiret hallerine dair) ilim verilenler de; Yazıklar olsun size! Îman edip, salih amel işleyenlere Allahın verdiği sevab, (Karunun malından ve dünyadan) daha hayırlıdır. Bu sevaba ancak günahlardan sakınıp, taate sabredenler kavuşur dediler.” (Kasas suresi: 79-80)

Dünyaya gönül bağlamış olanlara, bu sözü, Yuşa ve eshabı gibi, ilim ve marifet sahibi dindar kimseler söylemişlerdir. Çünkü sevab, pek kıymetli olup, daimi olan Cennet nimetlerine sebep olur. Halbuki; mal, mülk, servet gibi nimetler, sevaba benzemez. Bunların yüzünden insana zarar gelebilir. Üstelik mal, mülk ve servet geçici ve iğretidir.

Karun, Musa a muhalefette daha da ileri gidip, altından bina yaptı. Orada yemekler hazırlatıp ziyafetler vererek, İsrailoğullarını yanına çekmeye çalıştı. Onlardan bir kısmı, ona iltifat etmeye, ziyafetlerine gitmeye, sözlerine kanmaya başladı. Onun şatafat ve malına imrenip, onun gibi zengin olma hülyalarına düşenler oldu. Hatta bazıları onun emrine girerek, dediğinden çıkmaz oldular.

Musa ona nasihat ederek, yaptıklarına son vermesini istedi. Allahtan zekat emri gelinceye kadar bu hal böyle devam etti. Allah, müminlere zekatı farz kılınca, Musa , Karuna, vereceği zekatın miktarını söyledi. Fakat Karun eve dönüp, mal ve parasını hesap edince, vereceğini çok buldu. Nefsi, bunu vermeye yanaşmadı. İsrailoğullarından nefsine uyanları toplayıp; “Musanın her dediğine itaat ettiniz, ama o, şimdi, mal ve paralarınızı almak istiyor” dedi. Onlar; “Sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin, ne yapmamızı istersen, söyle yapalım” dediler. “Size emrim, filan fahişeyi buraya getirin. Musa benimle zina etti desin, ona bahşiş verelim. Bunu yapınca, İsrailoğulları, Musa a baş kaldırırlar, biz de kurtuluruz” dedi. Fahişeyi getirdiler. Karun, ona bin dirhem gümüş (akçe) verdi. Bin altın, hatta bir tas altın verdi diyenler de oldu. Ve sonra ona; “Senin koruyucun benim, seni benim hanımlarımla birlikte bulunduracağım. Ama yarın, İsrailoğullarının gözü önünde, Musa benimle zina etti diyeceksin” dedi. Ertesi gün olunca, Karun, İsrailoğullarını topladı. Sonra Musa a geldi. “İsrailoğulları toplandı, seni beklerler, Allahın emir ve yasaklarını dinlerinin esaslarını, şeriatlarının hükümlerini onlara bildir” dedi. Bunun üzerine Musa , onların yanına gitti. Anlatmaya başladı. “Hırsızlık yapanın, elini keseriz; iftira edene, seksen sopa vururuz; zina eden bekar kimseye, yüz sopa vururuz; evli olan kimse zina ederse, ölünceye kadar onu taşlarız” buyurdu. Karun; “Ya bu işi sen yapmış olursan?” dedi. Musa ; “Ben de yapsam durum aynıdır!” buyurdu. Karun; “İsrailoğulları, senin filan kadınla düşüp kalktığını söylüyorlar” dedi. “Ben mi?” buyurdu. “Evet” dedi. “Onu çağırın bakalım ne diyor? Şahidlik ederse, yahut itiraf ederse, dediği gibidir” buyurdu. Çağırdılar. Gelince, Musa ona; “Ey kadın! Ben sana, bunların dediği gibi bir şey yaptım mı?” buyurdu. Sonra peygamberlik nuru ile ona bakıp; “Musaya ve İsrailoğullarına denizi yarıp yol yapan ve Musaya Tevratı indiren Allah hakkı için doğru söyle” dedi. Allah için doğruyu söylemesine yemin verince, Allah kadına tevfik ve yardım verdi. Kadın kendi kendine; “Bugün tevbe ile söze başlamam, Allahın peygamberine eziyet etmemden iyidir” diye düşündü ve; “Hayır, onlar yalan söylüyorlar. Ama Karun bana, benimle zina ettiğin iftirasını söylemem için çok para verdi” dedi. Bu sözleri söyleyince, Karun şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Orada bulunanları bir müddet sessizlik kapladı. Musa hemen secdeye kapandı. Hem ağlıyor, hem de; “Ya Rabbi! Senin düşmanın bana eziyet etti, beni rezil ve rüsva etmek isteyip, çirkin bir fiille beni suçladı. Ey Allahım, onun cezasını ver” diyordu. Allah, Musaya başını secdeden kaldırmasını emir buyurdu. Yere de, Musa ın isteğine uymasını emretti. Musa ; “Ey İsrailoğulları! Allah beni Firavuna gönderdiği gibi, Karuna da gönderdi. Ona uyan onunla kalsın, benimle olan ondan ayrılsın” buyurdu. İki kişi hariç hepsi Karundan ayrıldı. Sonra Musa ; “Ey toprak! Onları yut” buyurdu. Dizlerine kadar yuttu. “Ey toprak! Onları yut” dedi. Bellerine kadar yuttu, Sonra; “Ey toprak! Onları yut” buyurdu. Boyunlarına kadar yuttu. Sonra; “Ey toprak! Onları yut” buyurdu. Toprak onları içine alıp, kapandı. Böylece yerin dibine geçtiler. Karun ve arkadaşlarından hiçbir eser kalmadı.

Allah, Karunu ve iki arkadaşını yere geçirince, İsrailoğulları, kendi aralarında fısıldaşıp; “Musa , Karunun evini, mal ve hazinelerini elde etmek için ona beddua etti” dediler. Musa , bunun üzerine Allaha dua edip, evini, malını ve hazinelerini de yere geçirmesini istedi. Bunun üzerine, Hak tealanın emriyle Karunun sarayı, mal ve hazineleri de yerin dibine geçti. Nitekim Allah, Kasas suresi 81. ayetinde mealen; “Nihayet biz onu (Karunu) ve sarayını yere geçiriverdik. Artık Allahın azabından onu kurtarmağa yardım edecek hiçbir cemaati da yoktu. Kendisi de o azabı men etmeye kadir değildi” buyurdu.

Karun helak olunca, Musa ın nasihat edip, Allahın azabıyla korkuttuğu müminler, Allaha hamd ettiler. Önceden Karunun malını, saltanatını ve yaşayışını temenni edenler, pişman oldular. Allah bunu bildirerek, aynı surenin 82. ayetinde mealen; “Dün onun mal ve saltanatını temenni edenler; “Vay, demek ki, Allah dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. Eğer Allah bize lutfetmeseydi, bizi de yere batırmıştı. Vay, demek hakikat şu ki, kafirler asla kurtulmayacak” demeye başladılar” buyurdu.

Allah, peygamberi Musa ı ve müminleri her bela ve sıkıntıdan kurtardı. Düşmanları olan Firavunı, Hamanı ve Karunu helak eyledi. Nitekim Ankebut suresi 39. ayet-i kerimesinde mealen; “Karunu Firavunı ve (onun veziri) Hamanı da helak ettik. Gerçekten Musa , onlara apaçık delillerle gelmişti de, onlar yeryüzünde kibirlenip baş kaldırmışlardı (iman etmemişlerdi). Azabımız onlara ulaşıp kurtulamadılar” buyurdu.

Allah, Kasas suresinin 83. ayet-i kerimesinde de mealen; “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde tekebbür ve fesad istemeyenlere veririz. Akıbet (Cennet) müttekilerindir” buyurdu. Yani, güzel akıbet; emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmak suretiyle, Allahın azabından korkan kimseler içindir. Yahud, müttekilerin akıbeti, Cennette yerleşmektir.

Karunun, bu şekilde mal ve mülkü ile birlikte batırılışının belli başlı sebepleri şunlardır:

1- Fakirliğinde tevazu, zühd ve takva üzere iken, zengin olunca, mal ve mülküne kibirlenerek, onların kendisini kurtaracağını zannetmesi. Bu şekilde mal ve servet ile kibirlenmek, İslam alimlerinin eserlerinde şöyle izah buyrulmuştur:

Mal ve servet ile kibirlenmek, hükümdarlar ile zengin tüccarlarda görülür. Hükümdarlar, hazinelerinin dolu olmasından, tüccarlar da, sermaye ve servetlerinin çokluğundan öğünürler. Mal, mülk sahibi olan bir kısım kimseler, birbirlerine; “Benim çiftliğim seninkinden çok, elbisem daha mükemmel, atım, arabam seninkinden daha kıymetli” gibi sözler söyleyerek öğünürler. Buna benzer sözlerle zenginler, fakirlere üstünlük taslar ve onları hakir görerek; “Ben istesem seni toptan satın alırım, hatta seni hizmetçiliğe bile kabul etmem, sen kim oluyorsun? Cürmün ne ki hükmün nola? Benim arabamın tekerleri seni satın alır. Senin bir yılda yiyemediğini, ben, bir günde sadaka olarak dağıtırım” şeklinde laflar söylerler. Bütün bu sözleri, zenginliği üstün, fakirliği aşağı gördükleri için sarf ederler. Halbuki bu sözler, onların, fakirliğin faziletini, zenginliğin afetlerini bilmediklerindendir. Mal ve mevki ile övünmenin değersiz olduğu, Kehf suresinde beyan buyrulmuştur. “(Arkadaşına); Benim malım seninkinden fazla, cemaatim de (evlatlarım, hizmetçilerim veya aşiretim de) daha üstündür” dedi. (Arkadaşı da ona); “Eğer mal ve evladca beni kendinden aşağı görüyorsan, umarım ki Rabbim (imanım cihetiyle) bana, senin bahçenden daha hayırlısını verir ve seninkinin üzerine (küfrün sebebiyle) gökten bir bela gönderip, ayak kayacak düz toprak olur. Yahut bahçenin suyunu yere batırır da bir daha bulamazsın!” (Kehf suresi: 39-41)

Allah onların aralarında geçen bu ibretli konuşmaları beyan buyurduktan sonra, mal ve mülkü harab olunca pişman olup, “Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım” (Kehf suresi: 42) diyeceğini bildirdi. Karunun kibirlenmesi de mal ve mülküne güvenmesindendi. Bu husus, Kasas suresi 79. ayet-i kerimesinde bildirilmiştir.

Bir gün Resulallah, bir zenginin yanına bir fakirin oturduğunu ve buna memnun olmayan zenginin, eteklerini topladığını görünce; “Yoksulluğunun sana ulaşacağından mı korktun?” buyurdu. O zenginin bu davranışı, malıyla kibirlenmesindendi.

Bu hastalığın tedavisi, servetin afetlerini, ondaki kul haklarını ve gailelerini düşünmektir. Yoksulluğun faziletini, Cennete ilk önce fakirlerin gireceklerini ve kendisinden çok daha fazla mala sahip, nice zenginlerin bulunacağını düşünerek, ucb ve kibrini kırmalıdır. Resulallahın; “Önceki ümmetlerde kibir sahibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Gayret-i ilahiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu” buyurduğunu hatırlamalıdır. Resulallah, bu hadis-i şerifi ile, malıyla böbürlenenlerin cezalarına işaret buyurmuştur.

Eshab-ı kiramdan olan Ebu Zer şöyle anlatır: “Bir gün Resulallah ile mescide girmiştik. Resulallah “Başını kaldır” buyurdu. Ben de başımı kaldırdım, güzel elbise giymiş bir kimse gördüm. Resulallah tekrar; “Başını kaldır” buyurdu. Bu defa da eski elbise giymiş bir kimse gördüm. Resulallah “Ey Ebu Zer! Şu eski elbiseli, o yeni elbiseliden yer dolusu kadar hayırlıdır” buyurdu.

Bunlar ve daha nice haberler, Allah katında, mala düşkün olan zenginlerin hakirliğini ve imanlı, sabırlı fakirlerin şerefini anlatmaktadır. Bunları bildikten sonra bir mümin için serveti ile ucb edip, kibirlenmek düşünülür mü? Hatta bütün bunları bilen bir müslüman, serveti helalinden kazanarak meşru yola sarf edip edemediği ve eline geçen malın hakkını verip veremediğini düşünerek daima korku içerisinde olur.

2- Karun; şerrinden müslümanları korumak, doğru yolda gitmesine vesile olmak için Musa ın müdara (idare) ettiği bir kimseydi. Onun yaptığı bütün eziyetlere, kendisine verdiği sıkıntılara hep sabrederdi. Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı, iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle fitneye mani olmak için susmaya, müdara etmek denir. Kalbi, haramı men etmek istediği halde, müdara yapmak caizdir. Hatta, sadaka sevabı hasıl olur. Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lazımdır. Talebeye ders verirken de, müdara yapılır. İmam-ı Gazali buyurdu ki: “İnsanlar, üç kısımdır: Bir kısmı, gıda gibidir. Herkese, her zaman lazımdır. İkinci kısmı, ilaç gibidirler, ihtiyaç zamanında lazım olurlar. Üçüncü kısmı, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek lazımdır.” Müdara, caizdir. Bazen da müsteab olur. Evinde zevcesine müdara etmeyen kimsenin, rahatı, huzuru kalmaz. Resulallaha, bir misafir geldi; “İçeri alınız! O, kötü bir insandır” buyurdu. İçeri girince, onunla tatlı ve neşeli konuştu. Gidince, yumuşak konuşmasının sebebi sorulunca; “Kıyamette, en kötü yerde bulunacak kimse, dünyada zararından korunmak için ikram olunandır” buyurdu. hadiste; “Sıkılmadan açıkça haram işleyen kimseyi gıybet etmek caiz olduğu gibi, şerlerinden korunmak için bunlara müdara etmek de caizdir. Fakat müdara, müdahene şeklini almamalıdır” buyruldu. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermektir. Müdahene, dünya ele geçirmek için dinden vermektir. Zalime müdara ederken, kendisi ve zulümleri medh olunmaz.

3- Karunun kötülüklerinden biri de mal ve mevki hususunda çok hırslı olmasıydı. Hazinelerinin yalnız anahtarlarını kırk katır taşırdı. Bu kadar zengin olmasına rağmen, yine de malını çoğaltmaya bakar, Musa ın istediği zekat hususunda adeta pazarlığa girişirdi. Emredilen zekat, çok az bir miktarda olmasına rağmen, onu da vermek zor geldi. Bütün bunların yanında, bir de, Musa ve Harun gibi İsrailoğullarına hükmetmek, reis olmak sevdasına düştü. Musaya varıp, makam ve mevki istemeye kalktı. Arzusuna kavuşamayınca da, İsrailoğulları içinde fitne çıkarmağa kalkıştı. Sonra da mal ve mülkü ile beraber yerin dibine geçti. O, mal ve mevkiyi faydası için istediğini zannediyordu. Halbuki onun, isteyip de sahip olduklarının hiçbirisi ona fayda vermedi. Nitekim hadis-i şeriflerde mal ve şöhret hırsının zararları hususunda şöyle buyruldu:

“İki aç kurdun, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur.”

“İnsana zarar olarak, din ve dünya işlerinde parmakla gösterilmesi yetişir.” Yani, insanın din veya dünya işlerinde şöhret sahibi olması, dinine de, dünyasına da çok zarar verir.

“Medh olunmağı sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kabahatlerini kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, kendisine yapılan nasihatleri işitmez olur.”

Mevki ve şöhret sahibi olmak arzusu, insanlarda üç şeyden hasıl olur: Birinci sebep, nefsin arzularına kavuşmaktır. Nefs, arzularının, haram yollardan elde edilmesini ister. İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zalimlerden kurtarmak ve müstehab olan sadaka vermek için ve hayrat, hasenat yapmak için yahut mübah olan işler yapmak için, mesela, iyi yemek, iyi giyinmek, iyi evlerde oturmak ve çoluk-çocuk sahibi olup, rahat ve mesud yaşamak için veya mazlumları zalimlerden kurtarmak için yahut ibadetlerine mani olacak şeylerden kurtulmak için ve İslam dinine ve müslümanlara hizmet için mevki sahibi olmak istenir. Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riya gibi ve hakkı batıl ile karıştırmak gibi, İslamiyetin yasak ettiği şeyleri yapmazsa ve vacibleri, sünnetleri terk etmezse, bunun mevki sahibi olması caizdir, hatta müstehabdır. Çünkü caiz ve lazım olan şeylere kavuşturucu sebepler, vasıtalar yapmak da, caiz ve lazım olur. Allah, Kuran-ı kerimde, iyi insanların nasıl olacağını bildirirken, bunların; “Müslümanlara imam olmak istediklerini” de bildirmektedir. Önceki dinlerde bildirilen ve red edilmeyen haberler, bizim dinimizde de muteberdir.

Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Hak ve adalet üzere bir gün hakimlik yapmayı, bir sene devamlı gaza etmekten daha çok severim.”

“Bir saat adalet ile idarecilik yapmak, altmış sene nafile ibadet yapmaktan daha iyidir.”

Mevki sahibi olmağı istemenin sebeplerinden üçüncüsü, nefsini eğlendirmektir. Nefs, maldan olduğu gibi, mevkiden de lezzet almaktadır. Arada İslamiyete uymayan işler bulunmazsa, nefsi, lezzet aldığı şeye kavuşturmak haram olmaz ise de, takvanın, himmetin az olduğunu gösterir. Mevki elde ettikten sonra, insanların gönüllerini kazanmak için, riya ve müdahene ve gösteriş yapmasından korkulur. Hatta, münafıklık ve hakkı batıl ile karıştırmak ve hatta hile ve yalan gibi tehlikeli haller de olabilir. Helal ile haram karışık olan şeyi yapmamak lazımdır. Mevki sahibi olmanın bu üçüncü sebebi, haram değil ise de, iyi olmadığı için, ilacını bilmek ve yapmak lazımdır. Önce mevkinin geçici olduğunu ve zararlarını, tehlikelerini düşünmelidir. Karunun helak olmasının sebeplerinden biri de, zekat vermekten çekinmesi, Musanın bu husustaki bütün nasihatlerine kulak tıkamasıydı.

İslam alimleri, dinimizin beş şartından biri olan zekatı vermeyenler hakkında kitaplarında çok şeyler yazmışlar, eserlerinde onların dünya ve ahirette düçar olacakları cezaları, geniş geniş izah etmişlerdir. Bunlardan Muhammed Rebhami hazretleri, “Riyad-ün-nasihin” adlı eserinde şöyle yazmaktadır: Resulallah, veda haccında buyurdu ki: “Malınızın zekatını veriniz! Biliniz ki, zekatını vermeyenlerin; orucu, haccı, cihadı ve imanı yoktur!” Yani, zekat vermeği vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günaha girdiğini bilmezse, imansız olur. Senelerce zekat vermeyenlerin zekat borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, müslümanların o malda hakkı olduğunu hatırına bile getirmez. Kalbi hiç sızlamaz. Bu mala sımsıkı sarılmıştır. Böyle kimseler, müslüman olarak tanınır. Fakat bunlardan, imanını kurtaran pek nadir olur. Zekat vermek, Kuran-ı kerimin otuziki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Tevbe suresi 34. ayetinde, böyle kimseler için mealen; “Malı, parayı, biriktirip zekatını, müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!” buyruluyor. Bu azabı, bundan sonraki ayet-i kerime mealen şöyle bildiriyor: “Zekatı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır.”

Ey mağrur zengin! Dünyanın çabuk geçip gidici malı, parası, seni aldatmasın! Bunlar, senden önce, başkalarının idi. Senden sonra da, başkasının olacak. Cehennemin şiddetli azabını düşün! Zekatını ayırıp vermediğin o mal, uşrunu vermediğin o buğday, hakikatte zehirdir. Malın hakiki sahibi, Allahdır. Zenginler, Onun vekilleri, memurları demektir. Vekillerin, Allahın borcunu fakirlere vermesi lazımdır. Zerre kadar iyilik eden, iyiliğini bulacaktır. hadiste; “Allah iyilik edenlere, karşılığını elbette verecektir” buyruldu. Haşr suresi, 9. ayet-i kerimede mealen; “Zekatını veren, elbette kurtulacaktır” diye müjdelendi. İmran suresi 180. ayet-i kerimesinde mealen; “Allahın ihsan ettiği malın zekatını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyor. Halbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennemde azab aleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır” buyruldu. Kıyamete ve Cehennem azabına inanan zenginlerin; mallarının zekatını, tarla mahsüllerinin, meyvelerinin uşrunu vererek, bu azablardan kurtulmaları lazımdır. hadiste; “Zekat vererek, malınızı zarardan koruyunuz” buyruldu. “Tefsir-i Mugni”de diyor ki: “Kuran-ı kerimde üç şey, üç şeyle beraber bildirildi. Bunlardan biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz: Peygambere itaat edilmedikçe, Allaha itaat edilmiş olmaz. Ana ve babaya şükredilmedikçe, Allaha şükredilmiş olmaz. Malın zekatı, verilmedikçe, namazlar kabul olmaz.” Ey, gaflet şarabının sarhoşu! Dünyanın zevk ve safası peşinde daha ne kadar koşacaksın? Bu kıymetli ömrü, ne zamana kadar ziyan edeceksin? İslamiyetin emir ve yasaklarına aldırış etmezsin! Azrail ın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın, imanını çalmak için kasd edeceği, dostlarının; “Vah vah öldü, siz sağ olun” diye evladına taziye edecekleri vakti düşün! Firak sesi gelip; “Bize yarayan bir şey yapmadın. Hep beğenmediklerimizi işledin. Biz de sana, senin bize yaptığın gibi yaparız” diyecekleri zamandan korkmuyor musun?

Düşün, kabir ve ahiret suallerine ne cevap hazırladın? Allahın tekdirine ne bahane yapacaksın? Kendine acı! Suale çekileceksin. Halbuki, verecek cevabın yok. Cehenneme girersen, ateşine dayanamazsın. Kendine ve herkese öyle iyilik et ki, başkası iyilik yapınca, sen yaptın sansınlar. Kendine ve kimseye kötülük etme ki, başkasına bir fenalık yapınca, sen yaptın sanmasınlar.

“Sahih-i Müslim”deki bir hadiste; “Ey ademoğlu! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek, sonsuz yaşattığındır” buyruldu. Eğer malını seviyorsan, niçin düşmanlarına bırakıp da gidiyorsun. Sevdiğinden ayrılma, beraber götür! Hepsini veremezsen, bari kendini de, bir varis yerine koyup, hisseni ahiret yolunda gönder. Bunu da yapamazsan, bari, zekatını ver de, azabdan kurtul! Hiratlı üstad, Hace Abdullah-i Ensari diyor ki: “Malı seviyorsan, yerine sarf et de, sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de, yok olsun!”

Feridüddin-i Attar , “Tezkire-i evliya” kitabında anlatır; Cüneyd-i Bağdadi yedi yaşında idi. Mektepten gelince, babasını ağlıyor görüp sordu. Babası; “Bugün, zekat olarak, dayın Sırri-yi Sekatiye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allahadamlarının, beğenip, almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum” dedi. Cüneyd; “Babacığım, o parayı ver, ben götüreyim” deyip, dayısına gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı kim olduğunu sorunca; “Ben Cüneydim. Dayıcığım kapıyı aç ve babamın zekatı olan bu gümüşleri al!” dedi. Dayısı; “Almam” deyince, Cüneyd; “Adl edip, babama emreden ve ihsan edip, seni serbest bırakan Allah için al!” dedi. Sırri; “Babana ne emretti ve bana ne ihsan etti?” dedi. Cüneyd; “Babamı zengin yapıp, zekat vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni fakir yapıp, zekatı kabul etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsan eyledi” dedi. Bu söz, Sırrinin hoşuna gidip; “Oğlum! Gümüşleri kabul etmeden önce, seni kabul ettim” dedi. Kapıyı açıp parayı aldı.

Karunun yaşayışı, doymak bilmeyen dünya arzusu, Musa ın emirlerine uymaması ve onun gibi olanların başına gelen felaketlerde, bütün insanlar için ibret alınacak dersler vardır.