Bilindiği gibi, Musa , İsrailoğulları ile beraber, dedelerinin asıl memleketi olan Kenan diyarına gitmek üzere Mısırdan çıkmışlardı. Allah onlara, Arz-ı mevud denilen yerde yerleşmeyi nasib edeceğini vadetmişti.
O zamanlarda, o beldelerde zalim ve zorba bir kavim olan Amalikalılar vardı. Bunlar, iri cüsseli ve kuvvetli kimselerdi.
Allah, zalim ve zorba olan Amalika kabilesini (kavmini) helak edip, Arz-ı mevudu (Şam ve Filistin diyarını), İsrailoğullarına vatan kılacağını Musa a bildirmişti.
Allah, İsrailoğullarına, bu bölgede bulunan Eriha beldesine (şehrine) gidip yerleşmelerini emretti. Musa a vahyedip buyurdu ki; “Ya Musa! Ben, Erihayı sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım, takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla harb et! Muhakkak ki, onlara karşı sizin yardımcınız benim…”
Musa , kavmine, Eriha beldesinde bulunanlarla harbetmek suretiyle o beldeyi almaları icab ettiğini, böylece kendilerine vadolunan memleketlere varmış olacaklarını bildirdi. Toplanıp gidecekleri zaman, İsrailoğulları, her zamanki itaatsizliklerini yine yaptılar. “Biz onlarla harb edeceğiz ama, bilmiyoruz ki, askerleri ne kadardır? Ne silahları vardır. Önden adam gönderip, durumlarını anlayalım” dediler.
Bunun üzerine Musa her sıbtdan, yani İsrailoğullarının her bir kolundan birer temsilci seçti. Seçtiği bu temsilciler, iyi haber toplayan, sözünde sadık ve vefakar kimseler idi. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna (aleyhimesselam) da bu oniki kişi arasında idi.
Bu oniki kişilik temsilci heyeti, Eriha beldesine giderek, malumat toplamaya başladılar. Tabi ki, oralarda bulunanlar zalim ve zorba kimseler olup, hepsi de uzun boylu, cüsseli, güçlü kuvvetli idiler. Fakat her ne olursa olsun, onlarla muharebe edip, şehri ele geçirmeleri lazımdı. Bu muharebede, Allahın İsrailoğullarına yardım edeceğini de vadettiğine göre, muharebeyi mutlaka Musa kazanacaktı. Hal böyle olunca, Amalikalıların güçlü, kuvvetli ve zorba kimseler olmasına hiç aldırış etmeden saldırıya geçmek icabediyordu. Bununla beraber, hücumda gevşek davranmak ve çekingenlik, İsrailoğullarının adetleri olduğundan, yine bir pürüz çıkarmamaları için, Amalikalıların askeri güçlerinin fazla olduğunu, İsrailoğullarına bildirmemek icabediyordu.
Eriha beldesine incelemeye giden oniki kişi, bu sebepleri düşünerek, aralarında istişare edip dediler ki: “Şayet biz bu zorbaların hallerini bütün teferruatıyla, açık açık anlatır, haber verirsek; İsrailoğulları, bunlarla muharebe etmekten çekinirler. En iyisi biz, Amalikalıların durumlarını aramızda gizleyelim…” Temsilciler aralarında bu şekilde anlaşıp İsrailoğullarının yanına döndükten sonra, yaptıkları anlaşmayı bozdular. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna hariç, kalan on kişi sözlerinde durmayıp gördüklerini anlattılar. Bu iki zat ise, Musa ve Harun aleyhimesselamdan başkasına, Erihada gördüklerinden hiç bahsetmediler.
Başka bir rivayete göre ise, oniki temsilci gidip araştırdıktan sonra, geri gelerek başka hiç kimseyle görüşmeden doğruca, Musanın yanına vardılar ve gördükleri hali olduğu gibi haber verdiler. O da, bu hali gizlemelerini, İsrailoğullarına bu şekilde haber vermemelerini emretti. Fakat, Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna hariç diğerleri söz dinlemeyip, kavme haber verdiler. Sözlerine sadık olan bu iki zat ise Eriha beldesi hakkında bilgi verirken; “Orası çok güzel, çok hoş, nimeti bol bir memleket, insanları dev cüsseli, iri yarı fakat kalbleri zayıf kimseler. Onlar size bir şey yapamazlar…” gibi şeyler söylediler.
Fakat, diğer on kişinin sözlerinde durmayarak, Amalikalıların durumunu tam olarak anlatmaları sebebiyle, onların zalim ve zorba kimseler oldukları İsrailoğulları arasında yayıldı. Hal böyle olunca gitmekten çekindiler.
Musa onlara; “Allahın size takdir ettiği, sizi yerleştirmeyi vadettiği yere, hep beraber gidin, korkmayın. Çekinmeyin. Ardınıza dönmeyin. Allahın, yardımı elbette gelecektir. Çünkü vadi vardır ve Onun vadi elbette haktır. Dolayısıyla siz hiç bir şeyden çekinmeyin. Bunlara riayet etmez, söz dinlemezseniz, muhakkak zarara, ziyana uğramış olur, perişan bir halde kalırsınız” dedi.
İsrailoğulları ise, normalde kendilerine yakışan ve nankörlüklerine uyan cevabı verdiler. “Hakikaten orada zorbalar var. Gerçekten, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya giremeyiz” dediler.
Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna (aleyhimesselam) da İsrailoğullarını söz dinlemeye teşvik ederek; “Onlara aniden baskın yapın. Böyle yaparsanız galib olursunuz. Hakiki iman sahibi iseniz, Allaha güvenin. Zalim ve zorba diye insanlardan korkmayın” dediler. Bu iki zat, İsrailoğulları içindeki kabilelerden Eriha beldesindeki kimseler hakkındaki haberleri duyanlara, korkulacak bir şey olmadığını bildirdiler. Allahın yardım ve inayetiyle Erihanın fethedileceğini söyleyerek, Musaya yardımcı olmaya çalıştılar.
İsrailoğulları, gitmeyeceklerini söylemekle de kalmayıp, içlerine düşen korku sebebiyle, ağlayıp sızlamaya, feryad etmeye başladılar: “Keşke Mısırda kalsaydık. Orada ölseydik. Yahut burada, şimdi bulunduğumuz yerde ölsek de, Allah bizi o zalimlerin, Amalikalıların memleketine sokmasa. Yoksa oraya girersek kendimiz öldüğümüz gibi, kalan her şeyimiz de onlara ganimet olur, yazık olur” dediler.
İsrailoğullarının inad ve tuhaflıkları hatta küstahlıkları artarak devam ediyordu. Musaya en olmadık sözleri söyleyerek, onu pek çok üzüyorlardı. “Siz ne kadar uğraşsanız ve gayret sarfetseniz yine boşuna. O zorbalar orada bulundukça biz oraya gitmeyiz. Şayet çok istiyorsan Rabbinle beraber sen git. İkiniz onlarla savaşın. Bizi sorarsan, biz burada kalacağız” dediler.
Hazret-i Musa onların bu sözlerine çok üzüldü ve gadablandı. “Ya Rabbi! Sen, bu söz dinlemeyen toplulukla benim aramı ayır” diye dua etti.
Allah vahyedip, o Arz-ı mevudun kırk sene İsrailoğullarına haram kılındığını, çölde kırk sene müddetle şaşkın şaşkın dolaşıp duracaklarını, onlar için canını sıkıp üzülmemesini bildirdi.
Maide suresinin 12. ayet-i kerimesinde mealen; “Muhakkak ki, Allah Beni İsrailden ahd, kuvvetli söz aldı. Onların oniki sıbtının her birinden bir nakib, temsilci göndermiştin…” buyruldu.
İsrailoğullarının Musaya itiraz edip, Erihada bulunan Amalikalılarla muharebe etmekten çekinmeleri ve bundan sonraki durumları hakkında Maide suresinin 21-26. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Musa ( İsrailoğullarına) dedi ki: “Ey kavmim! Hak tealanın, sizin yerleşmeniz için takdir ettiği ve oraya girmenizi emrettiği mukaddes yere girin. O yerde bulunan zalimlerden korkup da arkanıza dönmeyin. (Allahın size emrettiğini yapmaktan kaçınmayın.) Yoksa dünya ve ahiret sevabından mahrum olanların, hüsrana düşenlerin haline dönmüş olursunuz.
(Musa ın bu sözlerine karşı) İsrailoğulları dediler ki: “Ey Musa! O mukaddes yerde zalim ve zorba bir kavim vardır. Doğrusu, onlar oradan çıkmadıkça, biz katiyen oraya giremeyiz. Eğer onlar oradan çıkarlarsa, biz de muhakkak oraya gireriz.”
Allaha iman edip, Ondan korkanlardan (Amalika kavmi hakkında bilgi toplamak için gidip, o kavmin kuvveti ve çokluğuyla, alakalı haberleri İsrailoğullarına bildirmeyen Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna adındaki) iki kimse, İsrailoğullarına dediler ki: “Ey İsrailoğulları! Cebbarların (zalimlerin) şehrinin kapısından hemen girin. (Onların vücutlarının büyük olmasından korkmayın. Biz onları gidip gördük ve öğrendik. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli, fakat kalbleri zayıftır. Sizinle harb edecek ruhi metanetleri yoktur.) Bir defa kapıdan girdiniz mi, (Allahın vadettiği yardımın size gelmesiyle) elbette siz galiplerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahın vadini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahın kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vadine, Musa ın peygamber olduğuna inanıyor, iman ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız ve onlardan korkmayınız. Size ilahi yardımın geleceği hususunda ve bütün her halinizde) Allaha tevekkül ediniz. (Ona itimat ediniz. Yalnız Ona güveniniz ve cihaddan geri durmayınız!)
İsrailoğulları dediler ki; “Ya Musa! Cebbarlar, zalimler kavmi o bölgede bulundukları müddetçe biz oraya gidecek ve o beldeye girecek değiliz. Artık sen ve Rabbin beraber gidin de, ikiniz onlarla çarpışın, muharebe edin. Biz burada kalıp, oturucularız. (Musa onların cehaletlerinden, katı kalpliliklerinden, inad ve dik kafalılıklarının fazla olmasından dolayı söyledikleri bu sözler üzerine çok üzülüp ve pek gadablanarak, Allaha dua edip;) “Ya Rabbi! Ben kendimden ve kardeşim (Harundan veya bana tabi olanlardan, dinde benimle kardeşlik edenler) den başkasına malik olamıyorum. Söz geçiremiyorum. Artık sen, bizimle bu fasıklar topluluğunun arasını ayır dedi.
Bunun üzerine Allah ona buyurdu ki: (Şimdi kavmin içinde bulunan Kalib ve Yuşa aleyhimesselam hariç, onlardan hiç birine, Arz-ı mukaddese girmek ve oralara sahip olmak nasib olmayacaktır.) Arz-ı mukaddese girmek onlara haram kılınmıştır. Artık onlar kırk sene müddetle bulundukları Tih sahrasında, hayret içinde, şaşkın şaşkın dolaşırlar. O halde sen, böyle fasık bir kavmin o halleri için hiç mahzun olma, kederlenme.”
Tefsir alimleri burada mealleri verilen ayet-i kerimeleri tefsir ederken, özetle buyuruyorlar ki: İsrailoğullarının, Musaya; “Sen Rabbinle beraber git, savaş…” demelerindeki “Rabb” kelimesine zahiri manasını vermek, yani bu sözü; “Sen ve Rabbin olan Allah iki kimse olarak gidip, zorba kavim ile savaşın…” şeklinde anlamak uygun değildir. “Rabb” kelimesi burada efendi manasına kullanılmış olabilir. Böyle olunca, İsrailoğulları, Musa ile beraber Harunu kastetmiş olurlar. Çünkü, Harun, Musadan üç yaş büyük olmakla bu kelimeden maksadın burada o olduğu söylenebilir.
ayet-i kerimedeki “Rabb” kelimesi, Hak teala manasına kullanılmış olsa, yine bunu; “Sen ve Rabbin olan Allah iki kimse olarak gidip, zorba kavim ile savaşınız” şeklinde anlamak uygun değildir. Bu halde; “Rabbinin yardım ve nusreti ile…” demek lazım olur.
Şayet, bu kelime ile maksat Hak teala olsaydı, Allahın cisim olmadığı için bir insan gibi, gidip savaşması muhal olduğundan yani düşünülemeyeceğinden böyle söylemek ve düşünmek küfür olur. Şayet hal böyle olsaydı, Musa Allaha dua ederken, onlar için, “…bu fasıklar topluluğu…” demezdi, “…kafirler topluluğu…” derdi. Bu hususta, tefsir alimlerinden başka nakiller de vardır.
İsrailoğulları, Musayı çok üzmeleri sebebiyle kırk sene müddetle Tih sahrasında adeta habsolundular. Ne yapacaklarını bilemez vaziyette şaşkın şaşkın dolaşırlardı. Bulundukları yer daracık, onlar ise pek kalabalıktı. Sabahleyin büyük şevkle ve gayretle, başka taraflara gitmek üzere oldukları yerden ayrılırlar; akşama kadar meşakkat ve zahmetle uzun yollar giderlerdi. Fakat Allah Tih çölünden ayrılmamalarını dilediğinden, bir günlük sıkıntılı yolculuktan sonra vardıkları yerin, sabahki ayrıldıkları yer olduğunu görerek, çok hayıflanırlar, kendi kendilerine yanıp yakılırlardı. Yani ne kadar yol giderlerse gitsinler, neticede çıktıkları yere varırlardı.
Fakat onların tuhaflıkları, nankörlükleri hiç bitmiyordu. Bu kadar azgın, söz dinlemez, kıymet bilmez bir kavim oldukları halde, Allah, merhamet ve ihsanının sonsuz olması sebebiyle onlara rızık veriyordu. Gökten, men ve selva denilen tatlı ve et iniyor, onları yiyorlardı. Musa bir yere asası ile vurmuştu ve taştan su çıkmıştı. İsrailoğulları o sudan içiyorlardı ve su hiç kesilmiyordu. Allah tarafından bir bulut gönderilmişti. Bu bulut üzerlerinde bulunup onları gölgelendirirdi. Onlar ise, bunlara şükretmek yerine nankörlük etmekte ileri gidiyorlardı. Hatta; “Selva ile etten bıktık, usandık. Bakla, soğan gibi değişik şeyler isteriz” demişlerdi.
Bu hususta Bakara suresinin 61. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Şunu da hatırlayın ki bir vakit (Hazret-i Musaya); “Ey Musa! Biz bir türlü yemeğe (kudret helvası ile bıldırcın etinden ibaret olan tek çeşit yemeğe) mümkün değil sabredemeyeceğiz. Artık sen bizim için Rabbine dua et de, yerin yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıver demiştiniz. O da size; “O hayırlı olan (sıkıntı ve meşakkat çekmeden gelen, ahirette ise hesabı olmayan men ve selvayı) şu daha aşağı olanla (istediğiniz şeylerle) değiştirmek mi istiyorsunuz?… demişti.”
Zaman akıp giderken, İsrailoğullarının Arz-ı mukaddese girmesi haram olan kırk sene dolmuştu. Bu müddet içinde nesil değişmiş; “Biz o beldeye gidip, zorba kimselerle, katiyen savaşamayız…” diyenler ölüp gitmişler, yerlerine, onlara göre daha itaatkar, Tevratın hükümlerine uygun amel etmeye çalışan ve her biri, harbedecek yaş ve kuvvette bir nesil yetişmişti.
Bu kırk senenin sonlarına doğru, Harun da vefat etmişti. Musa ın etrafında Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yuknadan başka eski yakınlarından hiç kimse kalmamıştı. Kavminin hepsi Musaya itaat eder duruma gelmişti.
Musa ümmeti ile birlikte Lut gölünün güney tarafına geldi. Orada bulunan uç bin Unk adında zalim melik ile harbederek, Şeria nehrinin doğu kısmındaki yerleri ele geçirdi. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktı. Uzaktan Kenan ilini (diyarını) gördü. Uzakta olmasına rağmen, oralar bu dağdan görülürdü.