Neticede İsrailoğulları, daha sonra ücretini vermesek de olur. Şimdi kabul etmiş görünüp, sığırı alalım. Boğazlarız. Emir yerine gelmiş olur. O zaman da, biz ücretini vermeyiz diye düşünerek kadından ineği aldılar.
Allah, sığır kesildikten sonra herhangi bir parçasının, kimin öldürdüğünde ihtilaf bulunan zengin kimseye vurulmasını (dokundurulmasını), böylece ölünün dirileceğini bildirdi.
İsrailoğulları sığırı boğazladıktan sonra ücretini vermemek niyetlerinde devam ediyorlardı. Musa; “Ücretini tam ödemezseniz, ölü dirilmez” buyurdu. Çaresiz ineğin derisini tulum olarak yüzüp çıkardılar. Aralarında altın toplayıp, tulumu doldurdular, kadına teslim ettiler.
Bundan sonra, kesilen ineğin dili alınarak öldürülen kimsenin bedenine dokunduruldu. Hadisenin üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen, adam, Allahın emri ile, öldürüldüğü bıçak yaralarından kanlar akarak kalkıverdi. Hemen; “Seni kim öldürdü?” dediler. Adam; “Beni, kardeşimin oğulları filan ve filan öldürdü” diyerek isimlerini söyledi. Bundan sonra yine düşüp can verdi. O anda yeğenleri de orada idi. Zengine kısas olarak o iki yeğen de orada öldürüldü.
Bu kıssa hakkında alimlerin birçoğu buyuruyorlar ki: Bu hadisede pek çok ibretler vardır. Öldürülen zengin kimsenin dirilmesi için sebep olarak bir sığır kesilmesi emrolundu ki, evvelden sığıra karşı olan meyilleri, gönüllerinde ona karşı ilah imiş gibi his kalmaya…
İsrailoğulları, bu hadisede de görüldüğü gibi, söz dinlemeyen, her emredileni hemen yapmakta, ifa etmekte tereddüt eden, gevşek davranan, acaib itirazcı insanlardı. Böyle olunca, haddini bilmezliklerinin, bildirileni hemen yapmamanın cezası olarak, bildirilen bir sığırı bulup satın alıncaya kadar çok zahmetler çektiler.
Öldürülen kimse tenhada öldürüldüğünden, hadisenin şahidi yoktu ve katiller bulunamıyordu. Bulunamayınca da bir çok ihtilaflar ve sürtüşmeler ortaya çıkmıştı. Böylece bu da giderilmiş oldu.
Alimler bildirdiler ki, Allah dileseydi, böyle herhangi bir şey istemeden, Musaya, katillerin kim olduğunu bildiriverirdi. Fakat, bütün İsrailoğullarının gözleri önünde böyle bir hadisenin olmasını, yani ölünün dirilmesini diledi. Böyle dilemesinin bir hikmeti de İsrailoğulları içinde bazıları vardı ki, kıyamet hallerine, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanırlar, fakat kalblerinden de tereddüt ederlerdi. Acaba bu nasıl olur derlerdi. Hak teala böyle bir vesile ile onlara, kullarını yeniden diriltmeye kadir olduğunu gösterdi.
Zengin adamın öldürülmesinden sonra, katilinin bulunmasına çalışırlarken, Allahın, bunun için bir sığır kesmelerini emretmesi ve bundan sonraki durum hakkında Bakara suresi 67-75. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Musa bir zaman kavmine; Muhakkak ki, Allah bir sığır boğazlamanızı (kesmenizi) emrediyor demişti de, onlar; “Bizimle istihza mı ediyorsun, bizi alaya mı alıyorsun?” demişlerdi. Bunun üzerine Musa ; “Müminleri alaya almakla cahillerden olmamdan Allaha sığınırım” demişti.
İsrailoğulları; “Bizim için Rabbine dua et de o sığırın durumunu (yaşını) açıkça bize bildirsin dediler. Musa ; Allah buyuruyor ki: “O bir sığırdır ki, ne çok yaşlıdır, ne de pek gençtir. İkisinin ortası dinç bir sığırdır. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın” dedi.
Yine kavmi, Musaya ; “Rabbinden dile ki, onun rengi nedir? Bize beyan etsin, açıklasın” dediler. O da; “Rabbim, o, bakanlara ferahlık veren halis sarı renkte bir sığırdır buyuruyor” dedi.
Onlar tekrar dediler ki: “Rabbinden niyaz eyle de, o nedir, bize apaçık anlatsın. Zira bize göre, o vasıfta (yukarıda bildirilen vasıflarda) sığır çok olup, hepsi birbirine benziyor. Bununla beraber, inşaallah, eğer Allah dilerse, kesilmesi istenen o sığırı elbette bulmaya muvaffak oluruz (veya hidayete erdirilmiş oluruz.)” dediler.” (Tefsir-i Mevakıbda diyor ki: Rivayet edilmiştir ki, Peygamber efendimiz; “Eğer Beni İsrail inşaallah dememiş olsalardı, o sığırı asla, hiç bir zaman bulamazlardı” buyurmuşlardır.)
“Musa ; “Rabbim buyuruyor ki; “O öyle bir sığırdır ki, ne boyunduruğa koşulup arazi sürer, ne de ekin sulamak için koşulur. Salmadır. (Aybı kusuru yoktur. Kendi başına gezer.) Renginde hiç karışıklık yoktur, tam sarıdır” dedi. Onlar; “İşte şimdi hakikati getirdin. (İneğin vasıflarını doğru ve tastamam getirdin)” dediler.
Bunun üzerine emrolundukları sığırı bulup kestiler. Fakat, az kalsın bu işi yapamayacaklardı. (Hemen hemen kesmeyeceklerdi. Çünkü o kadar sual ettiler, şüphe ve tereddüt gösterdiler ki; emredildikleri işi az kalsın işlemeyeceklerdi ve işlemeyecek bir hale yaklaşmışlardı. Fakat çok sualleri sebebiyle, o sığırın bütün şekli, vasıfları bildirilince, itiraza mecalleri kalmayıp mecburen kestiler. Muhalefet edemediler.) Hatırlayın şu vakti ki, hamisiz bir adamı (amili) öldürmüştünüz de katilinin kim olduğunda birbirinizle atışmış, suçu üstünüzden birbirinizin üzerine atmıştınız. Halbuki, Allah sizin gizlediğinizi açığa çıkarıcıdır.
İşte bunun için biz onlara; “Emrimizle boğazladığınız sığırın bir parçasıyla, katili bilinmeyen ölüye vurun dedik. (Bunu demekle, katili size bildirmeyi murad ettik.) O sığırın bir azasını (dilini), ölüye dokundurdunuz da ölü dirildi ve katilini haber verdi. Bunun gibi, Allah ölüleri diriltir ve size, kudretinin kemalde olduğuna delalet eden ayetlerini gösterir.
İşte böylece bilesiniz ki, ölü bir kimseyi diriltmeye kadir olan Hak teala, birçok ölüyü de diriltmeye elbette kadirdir, gücü yeter. Umulur ki; akıllanırsınız, tefekkür edersiniz. (Allahın ölüleri diriltmeye kadir olduğunu anlarsınız.)
Bundan (ölünün dirilmesi ve katilini haber verip tekrar ölmesinden) sonra; sizin kalbiniz, taştan daha şiddetli ve katı oldu. Muhakkak ki taşın öylesi vardır ki, ondan ırmaklar kaynar; öylesi vardır ki, yarılıp ondan su fışkırır. Öylesi de vardır ki, Allahın korkusuyla dağdan aşağı iner (yüksekten aşağı yuvarlanır.) Allah sizin işlediğiniz amellerden gafil değildir.
Ey müminler! (Kendilerine haber verdiğimiz hususlarda yahudilerin) size inanacaklarını mı ümid ediyorsunuz? Halbuki, (Musa zamanında) onlardan bir taife vardı ki, onlar Hak tealanın kelamını (yani Tevratı) dinlerlerdi de, akılları aldıktan (anladıktan) sonra, bunu bile bile tahrif ederlerdi. (Tevratda Hak tealanın emrettiği hükümlerin hak olduğunu, kendilerinin yalancı olduklarını bildikleri halde, bile bile o hükümleri tağyir eder, yani değiştirirlerdi.)”