"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Tevratın nazil olmasının yaklaşması

Rivayete göre Musa , Mısırda iken İsrailoğullarına söz vermiş, Mısırdan çıktıkları ve düşmanları helak olduğu zaman kendilerine bir kitap getireceğini söylemişti. Bu kitapta, daha evvel gelmiş olan dinlerdeki bazı hükümler, Firavun ve kavminin, bozup değiştirdikleri bazı kaidelerin asılları bulunacaktı.

Allah, Firavun ve kavmini helak ederek, İsrailoğullarını onların ellerinden kurtarıp, düşmanlarından emin etti. İsrailoğullarının baş vuracakları bir kitap ve şeriatları olmadığından, Musaya müracaat ederek; “Ey Musa! Söz verdiğin kitabı bize getir” dediler. O da bunu, Rabb-ül-alemine arz etti. Allah da ona, Tur Dağına varmasını, ağız ve bedeninin ari, tertemiz, pak olması için orada otuz gün oruç tutmasını, daha sonra kendisiyle mükaleme edeceğini (konuşacağını), Tevrat-ı şerif kitabını inzal edeceğini ve ona yeni bir din vereceğini vadetti.

Musa , kardeşi Harun ı, kendi yerine, İsrailoğullarının başına vekil tayin ederek; “Sen, bunların yanlış işlerini ıslah eyle” dedi.

İsrailoğullarına da, Allahın vahyini bildirip; “Ben, Allahın emri ile Tur Dağına gidiyorum. Orada otuz gün oruç tutacağım. Allah tarafından nazil olacak bir kitap ve yeni bir din getireceğim” buyurdu.

İsrailoğulları o kadar zulüm ve işkenceden kurtuldukları, selamete erdikleri halde; kendisine inanıp tabi oldukları peygamberin sözüne itaatte, hemen kabul ve tasdik etmekte gevşek davranıyorlar, onu üzüyorlardı. Bu hallerinin; Musayı gücendireceğini, Allahı gadablandıracağını bir türlü anlayamıyorlardı. Kavuşulan nimetlere nankörlük etmek hali vardı. Ne kadar garip ve şaşılacak haldir ki, tarih boyunca insanoğlu içinde, kavuştuğu nimete hakkıyla şükredebilen pek az olmuş, nankörlük eden daha çok çıkmıştır. Fakat, İsrailoğullarının halleri daha garip, hareket ve davranışları daha değişik, nimete nankörlükleri pek fazla, peygamberlerine itaatsizlikleri çok hayret edilecek şekildedir. Diğer ümmetler ve peygamberlerin zamanlarında, insanlar; inananlar ve inkar edenler diye iki gruba ayrılmışlar. İnananlar, can-ü gönülden o peygambere tabi olup, hiç bir emrine karşı gelmemişler; inanmayanlar ise, o peygambere ve ona inananlara karşı çıkıp, düşman olmuşlar, hatta harb etmişlerdir.

Fakat İsrailoğullarının durumları çok daha değişiktir. Bunların ekserisi hem Musaya inanıp tabi olmuşlar, hem de itaatte gevşek davranmışlar, bildirdiklerine ve haber verdiklerine şüphe ve tereddüt gözüyle bakmışlardır.

Nitekim, Musa peygamber olarak gelmeden evvel, Firavun ve kavmi onlara zulmederlerdi. Onun peygamberliğinden sonra, Firavun ve yakınlarının İsrailoğullarına olan baskı ve zulümleri daha da artmıştı. İsrailoğulları, hem Musaya inanıp kabul etmişler, hem de; “Sen bize peygamber olarak gönderilmezden evvel, biz eziyet görürdük. Sonra da daha fazlasıyla görüyoruz” demişlerdi. Yani; “Senin peygamberliğinin ne faydasını gördük ki…” der gibi serzenişte bulunmuşlardı.

Ayrıca; beraberce yola çıkıp, deniz kenarına geldiklerinde, arkalarından Firavun ile ordusunun geldiğini görünce, Musanın, Allahın kendilerini kurtaracağını vadettiğini bildirmesine, bu hususta endişe etmemeleri icabettiği hususunda kendilerine teminat vermesine rağmen, onlar; “Sana da nereden tabi olduk ki…” der gibi; “Sen peygamber olarak gelmeden evvel eziyet görürdük. Sonra daha çok gördük. Şimdi ise Firavun askeri elinde helak olacağız” demişlerdi.

Allahın emri ile, denizde, onların her bir kısmı için ayrı yollar açılınca, bu yollara girip selametle giderken; “Acaba diğer yollardaki akrabalarımız da bizim gibi böyle selametle geçiyorlar mı ki?” diye sormuşlardı da, Musa dua edip, yollar arasında bulunan dağ gibi deniz suları arasında pencereler açılıp, birbirlerini görerek, konuşarak geçmişlerdi.

Daha sonra, Musa onlara, Firavun ve kavminin denizde helak olduklarını haber vermiş, onlar da, uzaktan bu korkunç ve dehşetli hali seyretmişlerdi. Buna rağmen; “Biz, Firavunın öldüğünü gözümüzle görmedikçe, helak olduğundan emin olamayız” diyerek, edebe riayetsizlik etmişlerdi. Buna rağmen Hak teala hazretleri, denize emredip, bir büyük dalga, Firavunın cesedini yüksekçe bir yere atmıştı da, İsrailoğulları onun cansız bedenini görmekle ancak kalpleri rahata kavuşmuştu.

Yollarına devam ederlerken öküze tapanları görünce, içlerinden cahil olanları hemen onlara heves etmişler; “Biz de böyle, elimizle tutup, gözümüzle görebildiğimiz tanrı isteriz” demişlerdi. Musa ın onları azarlaması, bu bozuk düşüncelerden şiddetle men etmesi ve nasihatte bulunmasıyla, onlar bu isteklerinden vaz geçip tevbe etmişlerdi.

Tih sahrasında Allah kendilerine semadan rızık indirdi. Buna da nankörlük yaptılar.

Nihayet burada da, Musa onlara Allahın vahyini tebliğ edip, Allahın inzal edeceği, göndereceği kitabı almak üzere Tur-i Sinaya gideceğini bildirdiği zaman, onların yukarıdaki halleri yine aynı şekilde devam etti. Edebe riayetsizlikte daha da ileri gittiler; “Sen gideceksin. Bunu bana, Allah nazil etti diye bir kitap getireceksin ve yine, bunu bana Allah vahyetti diyerek bir şeyler söyleyeceksin. Biz hakikaten bunların Allah kelamı olduğunu nereden bileceğiz. Bizim buna inanmamızı istersen, bizim yaşlılarımızdan, ileri gelenlerimizden bazılarını seçerek yanına al götür. Hak tealanın kelamını onlar da duysunlar, bize haber versinler ki, gönlümüzde şüphe kalmasın” dediler.

İçlerinden biri bunları duyunca, onların fikirlerine katılmadı. Böyle düşünmelerinin yanlış olduğunu bildirdi. “Siz ne tuhaf bir taifesiniz. Ne inandığınız belli, ne inanmadığınız! Hiç, Hak tealanın kelamına şahid istenir mi? Bu ne cürettir? Gidecek adamlarınızın sözleri, peygamberinizin sözlerinden, haber vermesinden daha mı kavidir ki, sizler böyle söyleyebiliyorsunuz?” dedi.

Buna rağmen Musa, tekliflerini kabul edip; “Kimi seçerseniz, onlar benimle gelsinler” buyurdu. Musa , İsrailoğullarından seçilen yetmiş kişiyi de alarak Tur Dağına gitti. Tur Dağının eteğine geldiklerinde, Hak tealanın emriyle otuz gün oruç tuttular. “Oraya gelmeleri, Zilkade ayının başı idi. O ayın hepsini oruçla geçirdiler.”

Bundan sonra Musa, onları orada bırakıp, kendisi dağın üst kısmına (tepesine) doğru çıkarken, kendi ağız kokusunu beğenmedi. Bunu gidermek için, keçiboynuzu ağacının dalı ile dişlerini misvakladı. Başka bir rivayette; ağaç kabuğu alıp emdi. Melekler; “Biz senin ağzından misk kokusu duyuyorduk. Şimdi sen o kokuyu değiştirdin” dediler. Bunun üzerine Allah ona, on gün daha oruç tutmasını bildirdi ve; “Sen bilmez misin ki, oruç tutanın ağzının kokusu, benim katımda misk kokusundan daha temizdir” buyurdu.

Musa on gün daha oruç tuttu. Sonra dağın yükseğine çıktı. Hak tealanın emri ile, Musa ın bulunduğu yerin etrafında geniş bir çevreden, yazıcı melekler dahil, ne kadar canlı mahluk varsa Cebrail hariç, hepsi uzaklaştırıldı. Orada, Musa , zamansız ve cihetsiz olarak Allah ile konuştu. Allah onun gözünden perdeleri kaldırınca, Musa açık ve net bir şekilde Arş-ı alayı gördü. Levh-il-mahfuza yazıları yazan, mahiyetini Allahın bildiği kalemin sesini duydu.

Allah ile konuşması, nasıl olduğu anlaşılamayan bir şekilde zamansız ve cihetsiz olarak oldu. Orada Cebrail bulunduğu halde ne konuşulduğunu işitmedi. Allah böylece, Musanın makam ve mertebesini daha da yükseltti.