İsrailoğulları her ne kadar Firavunın zulmünden kurtulup, hürriyetlerine kavuşmuşlar ise de, ne gariptir ki, bir şüphe, tereddüt, itaatsizlik ve disiplinsizlik içinde idiler. Kendisine tabi oldukları Musaya itaatte, sözlerine uymakta gevşek davranıyorlardı.
İsrailoğulları, aralarında başta Musa olmak üzere, Harun ve Yuşa gibi peygamberler bulunduğu için; çok rahmete, bol nimetlere, rahata, huzur ve saadete kavuşuyorlardı. Fakat bütün bunlara rağmen, nankörlük ve edebe riayetsizlik halleri devam ediyordu. İsrailoğullarının bu garib hali unutulmamış, asırlarca insanlara ders ve ibret olarak söylenip, anlatılmıştır.
Kaynak eserlerde bildirildiğine göre, İsrailoğulları Mısırdan kurtulduktan sonra Tih sahrasına düştüler. Burada hoşnutsuzlukları devam eden İsrailoğulları, Mısırda gördükleri zulmü unutmuş gibi, Musaya dediler ki: “Bizi şehirlerden, mamur yerlerden çıkarıp, gölge ve örtülü olmayan bir sahraya getirdin.” Bunun üzerine Allah onların üzerlerine, yağmur bulutlarına benzemeyen, beyaz, hafif bir bulut gönderdi. Bu bulut yağmur bulutundan daha açık, hafif, hoş ve serin olup, onlara gölgelik yapar, hareket ettiklerinde başlarının üzerinde birlikte giderdi. Kondukları (konakladıkları) zaman başları üzerinde dönüp durur, onları çölün hararetinden korurdu.
İsrailoğullarına ihsan edilen nimetlerden biri de, gökyüzünde ay görülmediği zaman, geceleri onları aydınlatan bir ışık sütunudur. Bunun üzerine İsrailoğulları; “Gölge ve ışık tamam, ama yiyecek yok” dediler. Musanın duası bereketiyle Allah onlara men (kudret helvası) indirdi. Kudret helvasının ne olduğunda alimlerden muhtelif rivayetler gelmiştir.
Demişlerdir ki, Allah bu menden (kudret helvasından) her gece yapraklar üzerine, her kişi için yetecek kadar bir miktarda yağdırırdı.
İsrailoğulları; “Ey Musa, tatlı yemekten usandık. Allaha dua et de bize yiyecek et versin” dediler. Musa dua etti. Allah onlara selva (bıldırcın eti) indirdi. alimler selvanın ne olduğunda da ihtilaf ettiler. İbn-i Abbas ve birçok alimler, bıldırcına benzeyen bir kuştur dediler. İkrime , Hindistanda bulunan, serçeden büyük bir kuştur dedi.
Böylece Allah onlara devamlı men ve selva indirirdi. Her kişi, bir gece ve gündüzde yiyeceği kadar alırdı. İsrailoğulları bunun da kıymetini bilmediler ve Musa a; “Helva ile etten bıktık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz” diyerek nimete şükretmediler. Allahın İsrailoğullarına verdiği nimetlerden biri de şudur: Sahrada susadıkları zaman; “Ey Musa, nereden su içeceğiz?” dediler. Musa onlar için su istedi. Bakara suresinin 60. ayet-i kerimesinde bildirildiğine göre; Allah, ona; “Asan ile taşa vur” buyurdu. Musa , taşlık bir yerde asa ile bir taşa vurdu. Her bir boy için, yani oniki sıbt için oniki pınar kaynayıp aktı ve her boy kendi suyundan içti.
Musa ın, asasını vurduğu ve oniki pınarın çıktığı yer, Süveyş şehrinin doğusunda “Uyun-ü Musa” ismiyle meşhurdur. Bu gün bu pınarların suyu kurumuş, bazılarının ise suyu azalmıştır. Bu su, hurma yetiştirilmesinde çok kullanılmıştır. Musa ın asasını taşa vurması bir kaç defa vuku bulmuştu.
İsrailoğullarına verilen nimetlerden biri de; sahrada iken; “Ey Musa! Biz nereden giyecek bulacağız” dediler. Bunun üzerine Allah elbiselerini devamlı eyledi. Elbiseleri zamanla eskiyecek yerde yenilenir, güzelleşir, eskimez, dökülmez ve çürümezdi. Uzun zaman bu hal üzere kaldılar.
Bu hususlarla alakalı olan ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki:
“Biz Tih sahrasında sizin üzerinize bulutla gölge yaptık. Size men ve selva gönderdik ve dedik ki: “Size rızık olarak verdiğimiz bu helal, güzel şeylerden yiyin. (Fakat sonrası için biriktirmeyin” dedik. Buna rağmen biriktirmeye kalktılar. Biriktirdikleri ise kurtlandı, yiyemediler. Böyle yaparak itaatsizlikte bulunmakla) onlar bize zarar vermediler, bize zulmetmediler. Bilakis kendi nefislerine zulmettiler.” (Bakara suresi: 57)
“Ey İsrailoğulları! Biz size düşmanınız olan Firavun ve kavminden kurtuluş verdik ve size Turun sağ tarafını vad ettik. (Tur Dağının, Mısırdan Şama gidecek kimselere göre, sağ tarafta bulunan mevkiini, Musa için bir münacat mahalli ve Tevratın nazil olması için bir mekan olarak tayin eyledik.) Tih sahrasında size men ve selva indirdik ve; Size pak ve helal olarak verdiğimiz rızkı yiyin. Siz verdiğimiz şeyde birbirinize taşkınlık etmeyin. (Onu biriktirmek ve küfran-ı nimette bulunmakla haddinizi aşmayın. Şayet böyle yaparsanız) gadabım üzerinize lazım olur, iner. Her kime ki, azabım lazım olmuştur, o kimse muhakkak helak olmuştur ve uçuruma yuvarlanmıştır.
Bununla beraber, şüphesiz ki, şirkten tevbe ve iman eden (tasdik edilmesi icabeden her şeyi tasdik eden), salih ameller işleyen (emredilen ibadetleri yapan), sonra da hidayet üzere olan (Ehl-i sünnet yolunu tutan ve bu doğru yolda sebat gösterip, ölünceye kadar ayrılmayan) kimse için ben çok mağfiret ediciyim.” (Taha suresi: 80-82)
“Biz İsrailoğullarını oniki kabileye, o kadar ümmete ayırdık. Tih sahrasında, susayan kavmi kendisinden su istediği zaman, Musaya ; “Asanı taşa vur!” diye vahyettik. Asasını taşa vurunca, o taştan hemen oniki pınar kaynayıp akmaya başladı. Her kabile su alacağı yeri bildi ve belledi. Bulutu da üzerlerine gölgelik yaptık. Kendilerine men ve selva indirdik. Onlara; “Size pak ve helal olarak verdiğimiz rızkı yiyin” dedik. (Fakat onlar nimete nankörlük ettiler. Böyle yapmakla) onlar bize zarar vermediler, bize zulmetmediler. Bilakis kendi nefislerine zulmettiler. (Araf suresi: 160)