Tahrim suresinin 11. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Allah, iman edenlere Firavunın hanımını (asiye binti Müzahimi) bir misal yaptı. O, (iman etmesi sebebiyle kendisine işkence yapılırken); “Ya Rabbi! Benim için, nezdinde, Cennette bir ev yap. Beni, cahil Firavundan (onun habis nefsinden, bozuk çevresinden), batıl, kötü amelinden (küfür ve isyanından) ve zalim olan kavmin (Kıbt kavminden olup, zulümde ona tabi olanların) şerrinden koru” demişti.”
Muteber kaynaklarda bildirildiğine göre; asiye, Firavunın hanımı idi. Fakat Firavunın aksine; iyiliksever, şefkatli, merhametli, zulüm ve haksızlığı asla hoş görmeyen bir hanımdı. Zaten senelerce önce, bir sandık içinde sarayın bahçesine gelen Musa ı alıp; onu evlat edinmesi ve Firavunın zarar vermesinden koruması da, bu güzel hasletleri sebebiyle idi.
Hazret-i Musanın sihirbazlarla karşılaşıp, sahirlerin mağlub olmaları ve hepsinin secdeye kapanarak iman etmelerinden sonra, asiye de iman etmişti. Firavun gibi azılı bir Allah düşmanının hanımı olması, onun iman nimetiyle şereflenmesine mani olamadı.
Rivayete göre, asiye, bir müddet imanını gizledi. Îman ettikten sonra, Allahın emirlerine sıkı sıkıya bağlandı. Hela ihtiyacı olduğunu bahane ederek helaya gider, gizli gizli orada Allaha ibadet ederdi. Maşita Hatunun şehid edilmesine kadar bu hal böyle devam etti.
asiye Hatun, Maşita Hatuna ve çocuklarına yapılanları saray penceresinden takip ediyordu. Nihayet dayanamayıp Firavuna geldi ve böyle yapmamasını ve bu kadar zalim olmamasını söyledi. asiye, bir faydası olmayacağını anlayınca, tekrar yukarı çıktı. Yine, pencereden, olanları takibe devam etti. Maşitanın şehid edilmesini, Allahın ona yaptığı ihsan ve ikramları, meleklerin ruhunu alarak yükselttiklerini, Allahın izniyle hep gördü. Yakini arttı ve Allaha olan imanı çok kuvvetlendi.
O, olanların tesiriyle adeta kendinden geçmiş bir halde iken, Firavun geldi. Maşitaya yaptıklarını ona anlatmaya başladı. asiye; “Ey Firavun! Sana yazıklar olsun. Allaha karşı nasıl böyle yaptın?” dedi. Bu sözleri pek anlayamayan Firavun; “Yoksa sen de onun gibi aklını mı kaçırdın?” dedi. asiye artık imanını gizlemedi: “Hayır! Ben aklımı kaybetmedim. Esas deli sensin. aciz bir mahluk iken, tanrı olduğunu zannedersin. Ben, benim, senin ve bütün alemlerin Rabbi olan Allaha iman ettim” dedi. Firavun ne olduğunu anlayamamıştı. Ne yapacağını şaşırdı. Hemen kayınvalidesini çağırarak; “Kızın da Maşita gibi aklını kaçırdı. Ona bir çare bul” dedi. Sonra; “Ya Musanın ilahına küfredersin, veya ölümü tadarsın” diye asiyeyi tehdit etti.
Firavun oradan ayrıldıktan sonra; annesi, asiyeye, Firavunın söylediklerini kabul etmesini, aksi halde uğrayacağı akıbeti tahmin edeceğini bildirdi. Yani Firavunın emrettiklerini söylemesini istedi. O ise kabul etmedi, ve; “Sen benim Allaha küfretmemi, inanmamamı mı istiyorsun! Hayır. Vallahi bunu hiç bir zaman yapamam” dedi. Firavun bunu duyunca onu getirtti ve dört direk arasına gerip, eziyet ettirdi. “Eğer Musanın dininden dönmezse, ona öyle bir iş işlerim ki, bütün aleme ibret olur” dedi. Bütün tehdit ve eziyetlere rağmen, o sağlam imanından dönmedi.
Firavun, bu hususta, en yakını, hanımı olan asiyeye bile en ağır işkenceleri yapmaktan çekinmedi. Bir ağaca, ellerinden ve ayaklarından olmak üzere mıhlattırdı. Yere yatırtarak üzerine değirmen taşı koydurdu.
Ebu Hüreyrenin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Firavun, hanımı asiyeyi dört direğe bağlatıp sırtüstü yere yatırttı. Güneşin sıcağına karşı idi. Göğsü üzerine de değirmen taşı koydurdu.” Firavun, bununla iktifa etmeyip, üzerine büyük kaya atılmasını böylece, çok elem verici büyük eziyet, işkence yapılmasını emretti. Fakat bu sırada ruhunu teslim etmiş olduğundan, o kaya, cesedi üzerine atılmış oldu.
Selman-ı Farisiden gelen bir rivayete göre; “asiyeye işkence edilirken, elleri ayakları bağlanarak, kızgın güneş altına bıraktıkları zaman, Firavun ve yanındakiler oradan ayrıldıktan sonra, melekler gelip asiyeye gölgelik yaparlardı.”
Bir defasında, asiyeye yine böyle eziyet edilirken, Musa da oradan geçiyordu. asiye parmağıyla işaret ederek, durumunu bildirmek istedi. Musa dua etti. O da, artık yapılan eziyet ve sıkıntılardan hiç acı duymaz oldu.
Bundan evvel azab içinde iken; ayet-i kerimede mealen bildirildiği gibi; “Ya Rabbi! Benim için nezdinde Cennette bir ev yap! Beni cahil Firavundan, batıl kötü amelinden ve zalim olan kavmin şerrinden koru!” şeklinde dua edince, Allah tarafından kendisine; “Başını kaldır!” diye ilham olundu. Başını kaldırıp baktığında gözünden perde kaldırılıp, Cennette kendisi için beyaz inciden yapılmakta olan köşkü gördü. Artık yapılan eziyetlerden acı duymuyor, Cennette kendisi için yapılan köşkü seyrediyor ve gülüyordu.
Bu hal, Firavunu daha çok kızdırıyordu. İşkence ettiği kimsenin acılar içinde kıvranmasını, nihayet dayanamayıp, kendisine yalvararak af dilemesini bekliyordu. Fakat bu, değil af dileyip yalvarmak, üstelik gülüyor ve tebessüm ediyordu. Bu durum karşısında Firavun da; “Deliye bakın, azab içinde gülüyor” demekten kendini alamıyordu.
Hazret-i Musanın peygamber olduğunu bildirmesinden ve insanları Hakka davet etmeye başlamasından sonra uzun seneler geçti. Musa onları, Allaha imana davet ettikçe, Firavunın azgınlığı artıyor, ne yapacağını şaşırıyordu. İnsanlara, Musaya inanmamalarını söylüyor; “Benden başka ilahınız yoktur” diyordu. Bu hususta Kasas suresinin 36-37 ve 38. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Vakta ki, Musa onlara, Rab olduğumuza delalet eden alametler, açık mucizeler ile geldiğinde, onlar; “Bu mucize diye gösterilen şey, ancak uydurulmuş, sihirden başka bir şey değildir. Biz bu, sihri veya peygamberlik iddiasını evvelki atalarımızdan işitmedik” dediler.
Musa dedi ki: “Allah tarafından kimin hidayetle (peygamberlikle) geldiğini ve hayırlı akıbetin (Cennetin) kime nasib olacağını Rabbim çok iyi bilir (ki onlar hak üzeredirler. Siz ise batıl üzeresiniz. Yalan, sihir, küfür ve başka fesadlar ile kendilerine zulmeden) zalimler asla felah bulmazlar. (Dünyada hidayete, ahirette ise güzel akıbete nail olamazlar. Siz de zalim olduğunuz için kurtuluş bulamazsınız.)”
Firavun, (Hazret-i Musanın bu sözlerinden sonra, herhangi bir cevap veremedi. Cevap verememenin mahcubiyet ve ezikliğini gizleyerek); “Ey eşraf! Ben sizin için, benden başka bir ilah bilmiyorum. Şimdi ey Haman! Haydi, çamurdan tuğla yap da benim için yüksek bir köşk bina et! Olur ki, ben ona çıkarım da Musanın ilahına bakarım. Doğrusu ben, onu yalancılardan zannediyorum” dedi.”
Gafir (Mümin) suresinin 36 ve 37. ayet-i kerimelerinde de mealen buyruldu ki: “Firavun, veziri Hamana dedi ki: “Benim için yüksek bir köşk bina eyle! Olur ki onda göklerin yollarına ve kapılarına erişirim de Musanın ilahına bakarım. (Musa; beni alemlerin Rabbi olan Allah peygamber olarak gönderdi diyor. Ben onun ilahına muttali olur, Musanın sözlerinin doğru mu, yalan mı olduğunu ondan sorar, anlarım.) Ama, muhakkak ki ben, onu (ilahının benden başka birisi olduğunu iddia etmesi hususunda ve peygamberlik davasında) yalancılardan zannediyorum.”
İşte böylece (şeytan tarafından) ona kötü, çirkin amelleri, süslü, güzel gösterildi de o din yolundan, tevhid yolundan döndü, ayrıldı. Firavunın işleri, hileleri; ahirette daimi ziyankarlıktan, hüsrandan başka bir şey değildir. (Zira o, az ve fani olan dünya hayatını seçti, nihayeti olmayan ve baki olan ahiret için hazırlanmayı terketti. Bundan daha büyük ziyan ve hüsran olabilir mi?)
Tefsir alimleri bildiriyorlar ki, Firavunın bu sözünde tenakuz, uygunsuzluk vardır. Çünkü kendinden başka mabud bilmediğini, öyle bir mabud bulunmadığını söylediği halde, Musanın mabudunu aramak için bir takım hazırlıklara, külfetlere girişti. Bunun için yüksek bina, kule yapıp oraya çıkmaya gayret etti. Hamana ihtiyaç arzetti. İlah olmak için bütün bunlar noksanlıktır. İlah, bir şey yapmak dileyince, hemen yapıverir. Bunun için başkalarından yardım istemez.
Hem, kendisinden başka bir ilah varsa, sema cihetinde olabileceğini düşünerek, oralarda aramaya çalıştı. Yani hem kendisinden başka ilah bulunmadığını söyledi, hem de bulunacağını düşünerek göklerde aramaya uğraştı. Yani, alçaklık ve kibrinin son haddinde olması hasebiyle ilahlık iddia edecek kadar azgınlaşmış ise de, hakikatte kendisinin bir ilah olamayacağını ve ne kadar aciz olduğunu biliyordu. Bilmeseydi, göklerde başka ilah aramaya çalışmaz ve Musa dan inanmak için, düşüneyim diye mühlet istemezdi.