“Ravdat-üs-safa”, “Mirat-ı Kainat” ve “Tarih-i Taberi”nin Osmanlıca tercümesi gibi eserlerde özetle şöyle anlatılmıştır: Maşita; gelinlerin yüzlerini süsleyen, kadınların saçlarını tarayıp, bakımını yapan kadınlara verilen isimdir. Firavunın kızının dadılığını yapan bir hanım vardı ve Maşita Hatun ismiyle tanınmıştı. Musanın dinine inanmıştı. Fakat, Firavunın şerrinden korunmak için imanını setreder, ibadetlerini gizli yapardı.
Maşita Hatun bir gün hamamda Firavunın kızının saçını tararken, tarak birden elinden düştü. Uzanıp tarağı alırken gayr-i ihtiyari olarak; “Bismillah” deyiverdi. Kız buna şaşırarak; “Ey dadı! Bu söylediğin kimin adıdır. Faydası nedir?” dedi. Maşita; “Bu ad, padişahlar padişahının adıdır ki, Firavuna padişahlığı veren de Odur. Bütün mevcudatı yaratan da Odur” dedi. Kız sinirlenerek; “Ey dadı! Benim babamdan başka ilah vardır diyorsun ha! Sen babamın adını değil de, başkasının adını ilah olarak nasıl ağzına alırsın?” dedi.
Maşita buna cevap olarak; “Evet yavrum. Allah vardır. O, bütün alemlerin Rabbidir. Yerleri, gökleri ve bunların içinde bulunan her şeyi yoktan var eden, seni, beni, babanı kısacası var olan her şeyi yaratan bir Allah vardır. Ben o bir olan, kendisinden başka hakiki mabud bulunmayan yegane mabuda inanıyorum. Baban ise, haşa bir ilah değildir. Her şey gibi o da yüce Allahın bir mahlukudur. Babana bu mülkü, padişahlığı veren O yüce Allahtır” dedi.
Kıza bu sözler çok ağır geldi. Daha da kızarak olanları Firavuna haber verdi. O da, derhal Maşitayı yanına çağırtarak dedi ki: “Sen benden başka bir tanrıya mı inanıyorsun? Söyle, yeryüzünde benden başka bir tanrı mı vardır?” Maşita, artık hiç bir şeyi gizlemedi. Çünkü her şey anlaşılmıştı. Kıza söylediklerini aynen ona da söyleyip; “Ey Firavun! Sen de biliyorsun ki, sen bir ilah değilsin. Herkes gibi sen de, aciz bir kulsun. Seni ve her şeyi yaratan Allahdır. Sen fanisin, her fani gibi senin de sonun gelecek ve öleceksin. Fakat benim Rabbim olan Allah fani değildir. Baki ve ebedidir. Musa Onun peygamberidir.”
Melun Firavun, bu sözlere çok kızdı. Onu hemen öldürmektense, her gün bir uzvunu keserek azab içinde can vermesine karar verdi. Kin ve intikam hırsı her tarafını kapladığından, görülmemiş ve en alçak eziyetleri yapmaktan çekinmedi. Böylece intikamını yavaş yavaş alacak, habis ruhu bundan zevk duyacaktı. Ayrıca bunu yapmakla, başkalarının iman etmesine mani olmaya, onların gözlerini korkutmaya çalışıyordu. Bunun diğer insanlara ibret ve ders olmasını istiyordu.
Zalim Firavun, o zavallı hatuna yavaş yavaş işkence etti. Yapmadığını bırakmadı, önce tırnaklarını çektirdi. Kamçılarla vücudundan kan çıkıncaya kadar kırbaçla vurdurdu. Bunlara rağmen o, dininden dönmüyor; “Ben ancak bir olan Allaha inanıyorum” diyordu.
Maşitanın, beş yaşında bir kızı ile üç aylık bir oğlu vardı. Firavun, çocukları getirtip, beş yaşındaki kızı, Maşitanın karşısına geçirdi ve; “Ey Maşita! Beni tanrı olarak kabul edersen seni serbest bırakacağım. Aksi halde çocuğundan olacaksın” dedi. O ise, bir çocuğun, bir de Firavunın haline baktı. Firavun çok merhametsiz idi. Buna rağmen; “Ben ancak, bir olan Allaha inanıyor, Onu kendime ilah olarak kabul ediyorum. Zaten Ondan başka ilah da yoktur” dedi.
Firavunın hiddeti gittikçe artıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Eline geçirdiği bir bıçakla o masum yavruyu, annesinin gözü önünde gırtlağından kesiverdi. Kızcağızın feryadı, yankılanarak etrafa yayılırken, Maşita Hatunda imanının kuvvetinden gelen bir vakar, imandan ayrılmamakta bir karar vardı ve annelik şefkatiyle gözlerinden kanlı yaşlar akıtıyordu. Firavun öfkeyle, kızcağızın kanını, annesinin ağzına, yüzüne sürdü. Hiddetle bağırıyordu: “Söyle! Benden başka tanrı var mıdır?” Maşitanın dudaklarından ise yine aynı sözler dökülüyordu: “Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur…”
Bu sefer, kundakta bulunan üç aylık yavruyu getirmelerini emretti. Getirdiler. Annesine yaklaştırdıklarında, uzun zamandır süt emmeyen çocuk, meme aramaya başladı. Maşita Hatun, önceki yavrusunun hunharca öldürülmesini düşündü. İkinci ciğerparesinin de aynı şekilde, gözü önünde katledilmesine bir anne olarak dayanamayacaktı. Kararını verdi. Görünüşte, Firavunın emrettiği sözü söyleyecek, fakat kalbinden yine Allaha olan imanını gizleyecekti. Tam o sırada, yavrucağı, kızmış fırının içine atıverdiler. O anda, herkesi titreten, kalpleri ürperten, çoğunun dilinin tutulmasına sebep olan bir haykırış duyuldu. Evet, o üç aylık bebek, Allahın kudretiyle dile gelerek; atıldığı o kızgın fırında, ateşler arasından bağrı yanık anasına şöyle sesleniyordu: “Hayır anne hayır! Sakın dininden dönme! Sabreyle! Hiç şüphe yok ki, ben, Allaha vasıl oldum ve Onun rızasına kavuştum. Cennet ile senin aranda bir adımdan fazla mesafenin olmadığını görüyorum. Pek yakında sen de Cennet nimetlerine kavuşacaksın. Sakın ha dininden dönme! Az daha sabreyle! Firavuna inanma! Benim, ablamın ve senin için, Rabbimizin hepimize Cennette hazırlamış olduğu makamı görüyorum. O makamın etrafında sana hizmet etmek için bekleşen ve pervane gibi dönen hurileri de görüyorum.”
Orada bulunanlar, üç aylık yavrunun konuşmasını duydular ve bunların çoğu Musaya iman etti. Maşita Hatun, artık ağlamıyor, gülüyordu. Yavrusunun gördüklerini artık o da görüyor ve Cennet nimetlerine bir an evvel kavuşmak için can atıyordu. Şimdi gördükleri ile kendisi arasında tek bir mani vardı. O da ölüm. Artık ölümün biran evvel gelmesini arzu ediyordu. Biraz sonra ruhunu teslim edip şehid oldu; Cennetteki makamına, yavrularının yanına uçtu.