"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Yusufun daveti

Yusuf rüyayı tabir etmeden önce, Allahın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. “Size gelen yemekler daha gelmeden, cinsini ve tadını haber veririm” dedi. Peygamberler ailesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Babasının Yakub, dedelerinin İbrahim ve İshak aleyhimüsselam olduğundan bahsetti. İbrahim ve İshak , Mısırda da bilinir, peygamber oldukları kabul edilirdi. Bu yüzden Yusuf , açıkladığı tevhid itikadının onlar tarafından kabul görmesi ve sözüne itibar edilerek kendisine itaat edilmesi için, peygamber ailesinden geldiğini söyledi. Onun bu izahatı, ayet-i kerimede mealen şöyle beyan buyruldu:

“Ben, babalarım İbrahim, İshak ve Yakubun dinine tabi oldum. Allaha herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yakışmaz. (Çünkü Allah bizi tevhid üzere yarattı. Bizi şirkten korudu.) Tevhid (ve nimet), bize ve insanlara Allahın lütfundandır. (Çünkü, Allah, tevhid itikadını bize vahiyle bildirdi. Bizi de tevhid itikadına irşad ve davet için insanlara gönderdi.) Lakin insanların çoğu, ihsan ettiği nimetler için Allaha şükretmezler. (Çünkü onlar, Allaha değil, başkasına ibadet ediyorlar.) (Yusuf suresi: 38)

“Tefsir-i Mazhari” müellifi Senaullah-ı Pani-püti , bu ayet-i kerimeyi açıklarken buyurdu ki: İnsanlar arasında tanınmayan bir alim, ilmini herkese yaymak isterse, insanların, ilminden istifade etmelerini teşvik için kendisini güzel vasıflarla anlatabilir. Böyle yapmak; nefsi temize çıkarmak kendisini beğenmek değildir. Çünkü ameller niyete göredir. Bilhassa peygamberler aleyhimüsselam, böyle yapmakla vazifelidirler. Nitekim Duha suresinin son ayetinde mealen; “Rabbinin nimetini söyle” buyrulmuştur. Bu incelikten gafil olan bir kısım insanlar, evliyaullahdan bazısına; tasavvuf yolundaki terakkilerinden (ilerlemelerinden) ve Allaha yakınlık derecelerinden bahsettikleri için, dil uzatmışlardır. Onların bu hale düşmelerine sebep de, hased ve cehaletleri olmuştur.

Yusuf , zindan arkadaşlarına kendini tanıttıktan sonra, onları İslama davet edip, mealen şöyle dedi:

“Ey zindan arkadaşlarım! Sizin (altın, gümüş, demir ve başka şeylerden yapılmış, kimseye zarar ve faydaya gücü yetmeyen irili ufaklı) çok sayıdaki putlarınız mı hayırlı? Yoksa, (zatında ve sıfatlarında) bir ve her şeye galib olan Allah mı?” (Yusuf suresi: 39)

Yusuf zindan arkadaşlarını İslama davet ederek, taptıkları putların ne kadar aciz ve manasız şeyler olduğunu anlattı. Onların uluhiyete layık olmaktan çok uzak olduklarını ve hiç bir şeye güçlerinin yetmediğini söyledi. Aksine, bir ve kahhar olan Allahın her şeye gücünün yettiğini, her hükmün Onun kudretinde bulunduğunu, ibadet edilmeye layık olanın yalnız Allah olduğunu ve kendisine ibadeti de emrettiğini anlattı. Sadece Allahın dininin doğru olduğunu söyledi. Yusuf ın nasihatleri, ayet-i kerimede mealen şöyle haber verildi:

“Sizin, Onu bırakıp taptıklarınız, atalarınızın ve kendinizin takmış olduğunuz (kuru) adlardan başkası değildir.” (Yusuf suresi: 40) Bu ayet-i kerimeyi Kadı Beydavi şöyle tefsir buyurdu: “Yani ilah ve rab diye isim verdiğiniz şeylerde, hakikatte ilahlık vasfı olduğuna dair akli ve nakli hiç bir delil yoktur.Böyle iken bir takım şeylere ilah dediniz. Siz, onlara sadece ilah dediğiniz için tapıyorsunuz, Demek ki, siz sadece isimlere tapınıyorsunuz.” Yusuf , bu sözleri zindandaki bütün, müşriklere söyledi. Onun için ayet-i kerimede “Siz” buyruldu.

Müşriklerin, putlarına “ilahlarımız” demelerinde herhangi bir delilleri yoktu. Onlara böyle söylemelerini Allah da emretmemişti. Kendi kafalarından uydurup yapmışlar, onlara tapar olmuşlardı. Müşriklere; “Niçin aciz putları ilah bilip, taparsınız?” diye sorulduğunda; “Biz bu putların, alemin yaratıcısı olduğu manasında tanrılar olduğunu söylemiyoruz. Onlara sadece “İlah” diyor, ibadet ediyor ve tazimde bulunuyoruz. Onlara ibadeti, bize Allahın emrettiğine inanıyoruz” derlerdi. Bu yüzden Allah, onların sözlerini reddedip, mealen şöyle buyurdu: “Allah (kendi varlığına ibadetin lazım olduğuna dair deliller ve burhanlar gösterdiği gibi) bunlara (putlara) ibadet etmeniz hususunda hiç bir burhan indirmedi. Hüküm (kulların dünya ve ahiretteki bütün işlerinde) yalnız Allaha mahsustur. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emreylemiştir… (Çünkü, ibadete müstehak olan yalnız Odur. İlah ismi verilen putlar değil.)” (Yusuf suresi: 40) İbadet; tazim ve alçalmanın son noktasıdır. Bundan dolayı ibadete layık olan; her türlü nimeti gönderen, her şeyi yaratan Odur. O da yalnız Allahdır. Zira, yaratmak, diriltmek, akıl, rızk, hidayet hep Onun kudretiyle olup, Ona aittir. Her cömertlik ve ihsan da Ondandır.

Sonuç olarak söylemek gerekirse; Yusuf , zindan arkadaşlarını üç kademede İslama davet etmiştir. Yusuf ilk önce tevhid itikadının lüzumunu, Allaha inanmanın gerekli olduğunu anlattı. Sonra Allahtan başka şeylerin, putların ibadete müstehak olmadıklarına dair deliller getirdi. Son olarak da hak dini, aklın ve naklin kabul edeceği bir şekilde ortaya koydu. Nitekim ayet-i kerimenin devamında mealen; “Doğru olan bu dindir (Buna akli ve nakli deliller delalet etmektedir.) Lakin insanların çoğu bunu bilmezler” buyruldu. (Yusuf suresi: 40)

Yusuf , rüyalarının tabirini isteyen zindan arkadaşlarına, tevhid inancını anlatıp peygamber olduğunu açıkladıktan sonra, onların rüyalarını tabir etmeye başladı. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Ey benim zindan arkadaşlarım! İkinizden biriniz (önceki gibi) efendisine sakilik (şerbetçilik) edecek. Diğeriniz asılacak. Başından kuşlar yiyecek dedi.” (Yusuf suresi: 41)

Rivayete göre, Yusuf , rüyaların tabirini bitirince, adamların ikisi de rüyalarını inkar edip, böyle bir şey görmediklerini, Yusuf ın rüya tabirine ne derece aşina olduğunu denemek için böyle bir şeye tevessül ettiklerini söylediler. Rüyanın tabiri hoşlarına gitmediği için böyle söyledikleri de rivayet edilmiştir. ayet-i kerimenin devamında bildirildiği gibi, Yusuf da mealen onlara; “(Gerçekten rüya görmüş olsanız da olmasanız da) tabirini sorduğunuz rüyanın hükmü budur, vuku bulacaktır dedi.”

Kadı Beydavi , Allah bunların akıbetlerini vahiy ile bildirdiği için, Yusuf böyle kati bir sözle cevap verdi. Cevabı rüya tabir ilmine bağlı olarak verseydi, böyle kati söyleyemezdi. Çünkü rüya tabir ilmi, zan ve tahmin üzerine kurulmuştur. Bununla beraber, Yusuf ın cevabını, tabir ilmine bağlı olarak buyurmuş olması ihtimali de uzak değildir. “Tabirini sorduğunuz rüyanın hükmü budur, vuku bulacaktır” demekle, Yusuf bu hükmün mutlaka vaki olduğunu buyurmamış, bilakis öyle rüyanın hükmü budur, demek istemiş de denebilir. Ancak burada Yusuf rüyayı kati bir şekilde tabir etmiştir. Çünkü Yusuf ın rüyaları tabiri vahye bağlı idi. Vahiyde ise zan olmayıp, mutlaka kesinlik vardır buyurmuştur.

Yusuf rüyalarını tabir ettikten sonra, o ikisinden, zindandan kurtulacağını bildiği şerbetçiye mealen; “Beni efendinin yanında an!” dedi. Fahreddin-i Razi , bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle buyurdu: Yusuf şerbetçiye; “Padişahın huzuruna vardığın zaman, zindanda bir mahpus vardır. Kardeşleri onu babasından ayırıp, köle diye sattılar. Bu cihetle mazlum birisidir. Ayrıca iftiraya uğrayarak zindana düşmüştür. Bu bakımdan da kendisine adaletle muamele edilmemiştir” demesini istemiştir. Resulallah efendimiz, Yusuf ın şerbetçiye söylediği sözle ilgili olarak; “Allah, kardeşim Yusufa rahmet etsin, o, şerbetçiye; Beni efendinin yanında an demeseydi, zindanda beş seneden sonra yedi sene daha kalmayacaktı” buyurdu. Zindandan kurtulan şerbetçiye şeytan vesvese verdiği için, Firavuna, Yusuftan bahsetmeyi unuttu. ayet-i kerimenin devamında mealen: “Fakat şeytan, efendisine anmayı ona (şerbetçiye) unutturdu” (Yusuf suresi: 42) buyrulmuştur.

Bazı alimler, bu ayet-i kerimeye; “Şeytan, Yusufa Rabbinin zikrini unutturdu (zikrini unutmasına sebep oldu)” manasını da vermişlerdir. Buna göre, Yusuf , kendinden bir zararın giderilmesi için, kendisi gibi bir mahluktan yardım istemiş olmaktadır. Aslında bir zararı uzaklaştırmak için, insanlardan yardım istemek caizdir. Fakat Yusuf gibi peygamber olan bir zatın, zindandan kurtulmak arzusuyla mahluktan yardım istemesi muahezesine sebep olmuştur. Nitekim bazı alimler; “Şeytan, Yusufun Rabbini zikretmeyi (hatırlamayı) unutmasına sebep olduğu için, Yusuf başkasından yardım istedi. Yoksa zatını unutmadı. Bu da gayretullaha dokunarak Yusuf senelerce zindanda kaldı” buyurmuşlardır.

Malik buyurdu ki: Yusuf şerbetçiye; “Beni efendinin yanında an” deyince, ona; “Ey Yusuf benden başkasını vekil edindin. Ben de senin hapsini uzattım” buyuruldu. Yusuf da üzüntüsünden ağladı.

Fahreddin-i Razi hazretleri, Allahtan başkasını vekil etmekle ilgili olarak şöyle buyurdu: Yaşım 57ye vardı. Bu müddet içerisinde şu tecrübeyi edindim: Bir insanın hangi işinde olursa olsun, Allahtan başkasına itimad etmesi, ona güvenip dayanması, bela, musibet, sıkıntı ve meşakkatlere düşmesine sebep olur. Aksine, herhangi bir işinde, itimadını, ümidini sadece Allaha bağlayıp, Ondan başkasına güvenmez, Ondan başka bir mahluka ümid bağlamazsa, maksadına ve muradına en güzel şekilde nail olur. Yani, insan için Allahın lütuf ve ihsanından başkasına güvenip dayanmakta, ümid bağlamakta hiç bir fayda yoktur. Ancak ihtiyaç zamanında, bilhassa zulmü def etmek için Allahtan başkasından yardım istemek dinen caizdir. Şerbetçiden yardım istemesi sebebiyle muaheze olunması, Yusuf ın, bir peygamber olarak, kulluğun en yüksek derecesinde bulunmasından dolayıdır. Bir zulmü def etmek için Allahtan başkasından yardım istemek dinen caiz iken, Sıddıkıyyet makamına nail olmuş bir peygamber, bu kadarcık bir isteğinden dolayı muaheze olundu.

Yusuf , zindan arkadaşlarının rüyalarını tabir ettikten sonra, zindanda Cebrail ı gördü ve hemen tanıdı. Niçin geldiğini sordu. Cebrail ; “Allah selam eder. Bir insan, kurtuluşu için bir insanı vekil yaptı, benden başkasından yardım istedi. İzzetim hakkı için onu senelerce zindanda tutarım buyurdu” diye cevap verdi. Bunun üzerine Yusuf ; “Acaba Allah benden razı mıdır?” dedi. “Allah senden razıdır” cevabını alınca; “Mademki Allah, benden razıdır, zindanda olmama hiç aldırış etmem” buyurdu. Bu hadiseyi anlatan Hasen-i Basri hazretleri, hüngür hüngür ağladı ve; “Allahtan başkasından yardım istemenin ne kadar korkunç olduğunu bildiğimiz halde, bir belaya uğrayınca, insanlara yalvarıp yakarmaktan geri kalmayız. Onlara ümid bağladığımız için vay bizim halimize” buyurdu.

Yusuf ın rüya gören zindan arkadaşları çok geçmeden zindandan çıkarıldılar. Rüyalarının neticesi Yusuf ın tabir ettiği gibi çıktı. Şerbetçi, Firavunın yanında eskisinden daha iyi bir makama kavuştu. Ekmekçi, asıldı ve beynini kuşlar yedi. Şerbetçi zindandan kurtulunca, Firavunın yanında şeytanın vesvesesiyle Yusuf ı anmayı unuttu. Yusuf , şerbetçinin, kendisini efendisinin yanında hatırlayıp söylememesi sebebiyle zindanda bir müddet daha kaldı. Nitekim Kuran-ı kerimde mealen; “O (Yusuf) zindanda bir kaç sene kaldı” (Yusuf suresi: 42) buyruldu. Müfessirler, Yusuf ın zindanda ne kadar kaldığında ihtilaf etmişler, bazıları yedi veya oniki sene zindanda kaldığını bildirmişlerdir. Allah, Yusuf ın zindanda bir müddet daha kalmasını dilemiş, onun sözünü ve şeytanın unutturmasını buna sebep kılmıştır. Cenab-ı Hak bir şeyi murad edince, sebeplerini de yarattığını herkes bilir. Nitekim şair Nabi şöyle demiştir:

Taalluk etse bir emirin irade fethine Nabi,

Ona etraf-ı na-memulden esbab olur peyda.

Yani; Nabi (sen üzülme) bir emrin yapılması hakkında Allah bir şeyi irade edip dileyince; onun yerine getirilmesi için umulmayan yönlerden, çeşitli sebepler ortaya çıkarır.