Mısır ahalisine gönderilen peygamber. İsrailoğullarından (Yakub ın neslinden) gelen ilk peygamberdir. Yüzünün ve ahlakının güzelliği ile meşhurdur. Babası, İbrahimin oğlu İshakın oğlu olan Yakubdur . Babası Yakubun , kendisini çok sevmesi, kardeşlerinin Yusufu kıskanmasına sebep oldu. Onu götürüp kuyuya attılar. Daha sonra bir Mısır kervanına köle diye sattılar. Sonra da, Mısır Azizine yani maliye nazırına satıldı. Nazırın hanımı Züleyhanın yüzünden zindana düştü. Uzun zaman zindanda kaldıktan sonra Mısıra maliye nazırı oldu. Babasını ve kardeşlerini Mısıra getirdi. Orada, yıllarca beraber yaşadılar. Babası vefat etti. Kardeşleri orada yerleştiler. Yusuf da orada vefat etti.
Kuran-ı kerimde Yusufun kıssası, başına gelen hadiseler geniş olarak bildirilmiş; Yusuf suresi ile Enam ve Gafir (Mümin) surelerinde ondan bahsedilmiştir.
Yusuf ın kıssası, birçok ibretleri, hikmetleri, incelikleri; alimlerin, devlet adamlarının ve onların emirlerinde olanların hallerini; kadınların erkeklere hilelerini, düşmanın eziyetine sabretmeyi gücü yettiği halde düşmanından intikam almamayı; iffet, tevhid, rüya tabiri, idarecilik, iktisadi tedbirlerle alakalı dünya ve ahirete dair pek çok faydaları ihtiva etmektedir. Yusuf ın kıssasına, tarih kitaplarında ve başka eserlerde de yer verilmiştir. Ancak, Kuran-ı kerimde, eşsiz bir ifade; benzeri olmayan bir fesahat ve belagatla anlatılmıştır. Böylece başka kitapların anlatışları, Kuran-ı kerimin yüksek fesahat ve belagatı yanında pek sönük kalmıştır. Bu yüzden Yusufun kıssasının anlatıldığı Yusuf suresine, bizzat Allah tarafından; mealen; “(Ey Habibim!) Bu sure-i celileyi sana vahyetmemizle ahsen-ül-kasası (kıssaların en güzelini) anlatacağız. (Yusufun kıssasını biz sana en güzel bir şekilde beyan ettik). Halbuki, sen daha önce bundan (Yusuf ın kıssasından) asla haberdar değildin” (Yusuf suresi: 3) buyrulmuştur. Bir kısım alimler de muhib ile mahbubdan (seven Yakup ve sevilen Yusuftan) bahsedildiği için; “Ahsen-ül-kasas” buyrulduğunu söylemişlerdir.
Halid bin Maden ; “Cennet ehli, Cennette Yusuf ve Meryem surelerini birbirine anlatmak suretiyle neşelenirler” buyurdu. İbn-i Ata da ; “Yusuf suresini dinleyen üzüntülü bir kimse, rahatlar” buyurdu.
Bu sure-i celilede, Yusuf ın başına gelenler ile kavuştuğu ihsanlardan bahsedilir. Hasedin, noksanlık ve Allahın yardımından mahrum kalmaya; sabrın ise, sıkıntı ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğu; Yakubun sabrettiği için maksuduna kavuştuğu, Yusuf ın sabredenlerden olduğu anlatılmaktadır.
Mekkeli müşrikler, Resulallah efendimize, sual sorarak sıkıntı vermek, Onu zor durumda bırakmak için, Medine yahudilerine adam gönderip, çeşitli sualler öğrendiler. Bu suallerden biri de; “Yakub ın evladı ve ailesi neden Mısıra göç etmiştir? Yusufun kıssası nedir?” şeklindeki sözlerdi. Mekkelilerin bu soruları üzerine Allah, Yusuf suresini inzal buyurdu. Böylelikle, Yusuf hakkında en doğru ve en güzel bilgileri müslümanlar öğrenmiş oldular.
Ayrıca, bu surenin gelmesi ile, Yusuf ı kardeşlerinin çekemeyip hased ettikleri, eza ve cefada bulundukları, Yusufun bütün bu sıkıntılara sabrettiği, buna karşılık Allahın ona ikram ve ihsanda bulunduğu bildirilmektedir. Böylece Yusuf da çok sıkıntılar çektiği anlatılarak, kavminin verdiği sıkıntı ve eziyetlere karşı Resulallah efendimiz teselli edilmektedir.
Yakub dayısının kızları ile ayrı ayrı zamanlarda evlenmiş, birinden; Robil, Şemun, Lavi, Yehuda, Îsahar, Zablun adlarında altı, diğerinden Yusuf ve Bünyamin adlarında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Dan, Neftali, Cad ve aşir adlarındaki dört oğlu da iki cariyesinden dünyaya gelmişti. Bunlardan Yusuf ile kardeşi Bünyamin, Yakubun en küçük oğulları idi. Anneleri de Yakubun dayısının kızı olan Rahil idi.
Yakub , Yusuf doğunca, alnındaki nübüvvet nurunu görmüş, bu yüzden ona diğer oğullarından daha fazla ihtimam gösterir olmuştu. Bilhassa annesi Rahilin, Bünyaminin doğumundan sonra vefatı ve Yusuf ile kardeşinin öksüz kalması, babalarının onlara karşı olan ilgisini daha da arttırdı. Diğer kardeşler, onları kıskanmaya başladı. Babası, Yusufu , küçük olduğu için, halasının yanına bıraktı. Ama ayrılığına dayanamadı. Bir müddet sonra geri istedi. Bu defa da halası Yusuftan ayrılamıyor, onun güzelliklerinden, bereketlerinden uzakta kalmak istemiyordu. Bir rivayette, Yusuftan ayrılmaya bir türlü razı olmayan halası, dedesi İbrahim dan kalan kemeri veya kuşağı, Yusufun uyuduğu sırada gömleğinin içine bağladı. Bu işi, ağabeyi Yakup gelmeden önce yapmıştı. Yakup gelip, çocuğu götüreceği sırada kızkardeşini çok üzgün gördü. Sebebini sorunca, İbrahim dan kalan kuşağın kayıp olduğunu söyledi. Beraberce her tarafı aradılar. Hiç bir yerde bulamayınca, Yakup ın ısrarı üzerine kızkardeşi, Yusufun üzerini de aradı. Kuşağı orada buldu. İbrahim ın dininin hükümlerine göre, bir şeyi çalan yakalanınca, mal sahibine belirli bir süre hizmet ederdi. Yakup , kardeşinin Yusufu bu kadar çok sevmesi ve böyle bir hileye başvurması üzerine, onu bir müddet daha halasının yanında bıraktı. Kız kardeşinin vefatından sonra kendi yanına alıp bir an bile ayrı kalamaz oldu. Yusuf Allahın lütfuyle gittikçe güzelleşiyor, ahlak ve yüz güzelliği ile insanların sevgisini cezbediyordu. Çünkü onda Allahın verdiği ayrı bir güzellik vardı ve gerçekten çok güzeldi. Nitekim Resulallah efendimiz, miraç gecesi semaya götürüldüğünde Yusufu gördü. Cebraile ; “Bu kimdir?” diye sordu. Cebrail ; “Yusuftur ” dedi. Eshab-ı kiram ; “Onu nasıl gördün?” diye sual ettiler. Resulallah efendimiz “Ondördüncü gecedeki ay gibi” buyurdular.
Yusuf , oniki yaşlarında iken bir rüya gördü. Rüyasında; onbir yıldız ile birlikte, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini gördü. Rivayete göre, Yusuf , bir Cuma gecesi, babasının yanında yatıyordu. Ansızın, heyecanla uyandı. Babası Yakup ; “Ne oldu, bir şey mi var?” diye sorunca, şöyle anlattı: “Yüksek bir dağın tepesinde imişim. Etrafta ırmaklar, yeşil ağaçlar vardı. Bu sırada gökten, onbir yıldız, güneş ve ay gelip bana secde ettiler” dedi.
Nitekim ayet-i kerimede bu durum mealen şöyle haber verildi:
“(Habibim!) Yusufun, babasına (Yakuba); Ey babacığım! Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayı bana secde eder gördüm dediği vakti hatırla!” (Yusuf suresi: 4) Yusufun anlattıklarını dinleyen Yakup , onbir yıldızın Yusufun kardeşleri, güneşin kendisi ve ayın da zevcesi olduğu şeklinde tabir etti. Yakup , ilerde diğer oğullarının Yusufa itaat edeceklerini, hatta Yusufun kendisini bile geçeceğini anladı. Rüya tabirinde mahir olan evlatlarının, Yusuf ın rüyasını duydukları takdirde onu kıskanacaklarını, hatta şeytanın vesvesesi ile ona bir kötülük bile yapmaya kalkışacaklarını düşündü. Yusufa tenbih edip, rüyasını kardeşlerine anlatmamasını söyledi. Sonra; gelecekte, kendisine itaat olunacağını, Allahın, ona peygamberlik vereceğini, rüya tabirini öğreteceğini, nimetini ona tamamlayacağını bildirdi.
ayet-i kerimede bu husus mealen şöyle bildirildi: “(Yakub, oğlu Yusufa); Ey oğulcuğum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra (şeytanın vesvesesi ile helakin için) sana kötülük yapıp, tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (Yusuf suresi: 5)
Çünkü, Yusuf ın kardeşleri rüyanın tabirini (yorumunu) iyi bilirlerdi. Bu sebeple Yakup onların Yusufu hased etmelerinden korktuğu için hased ederler dedi. Bir baba evladının hayırlı olmasını ister fakat, kardeş kardeşin kendinden hayırlı ve daha iyi olmasını istemez. Yusuf gördüğü rüyayı kardeşlerine anlatsaydı, bu onların hoşuna gitmeyecekti. Çünkü rüyanın insan üzerinde tesiri vardır. Bir çok insanın gördüğü rüya, gam ve kedere sebep olur. Hatta bu yüzden hasta olanlar bile vardır. Nitekim Resulallah efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır; “Rüyay-ı salihadan (salih, iyi rüyadan) kalb sevinir. Bu rüya Allahtandır. Kötü rüya hulmdür, hayaldir, kalb onu istemez. Böyle rüya şeytandandır. Biriniz, hoşuna giden bir rüya görürse, onu sevdiği kimseye anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, onu kimseye anlatmasın. Sol tarafına üç defa tükürsün. Şeytandan ve gördüğü rüyanın şerrinden, kötülüğünden Allaha sığınsın. Böyle yaparsa, o rüya ona zarar vermez.”
İster uyanık, ister uyku halinde olsun, insanın kalbine gelen şeyleri yaratan Allahdır. hadiste; “Hulm şeytandandır” buyrulması, mecazdır. Hakikatte, şeytanın yaptığı bir şey yoktur. hadiste; “Hoşa giden rüyalar Allahtandır” buyrulması, görülen rüyanın şerefini ve kıymetini bildirmek içindir. Hoşa gitmeyen rüyaların şeytana nispet edilmesi ise, onun, böyle olmadığını bildirmektedir. Fakat, her iki rüyayı yaratan, irade ve tedbir eden Allahdır.
Ebu Hüreyrenin bildirdiği hadiste Resulallah efendimiz; “Sizden biriniz, hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğünde, kalksın, namaz kılsın” buyurdu.
alimlerimiz buyurdular ki: “Namaz kılmak, hoşa gitmeyen rüya görüldüğü zaman, görenin yapması lazım gelen hususların hepsini içine alır. Çünkü, namaz kılmak için ayağa kalkıldığı zaman, önceki bulunduğu taraftan dönmüş olur. Ağzına su alıp dökünce, tükürmüş olur. Duanın kabul vakitlerinden olan seher vaktinde namaz kılmaya kalktığı vakit, gördüğü rüyanın şerrinden Allaha sığınmış ve yalvarmış olur.”
hadiste, hoşa gitmeyen rüyalara karşı tavsiye edilen, “Euzü okumak ve sol tarafa üç defa tükürmek” o rüyanın şerrinden korunmaya sebep kılınmıştır. Nitekim, sadaka da mal ve can gibi şeyleri zarardan ve beladan korumaya sebep kılınmıştır.
“Kurtubi Tefsiri”nde yukarda meali verilen Yusuf suresi 5. ayet-i kerimesi tefsir edilirken şöyle buyrulmaktadır: Bu ayet-i kerime, rüyayı, şefkatli ve kendisine nasihat edenden başkasına, rüyayı güzel tevil edemeyen kimselere anlatmamak lazım geldiğini göstermektedir. Nitekim Tirmizinin rivayet ettiği hadiste; “Rüya, sahibi onu anlatmadığı müddetçe, bir kuşun ayağına bağlıdır. Rüyayı anlatırsa, düşer. Rüyayı sadece akıllı veya (kendisini) seven veya nasihatçi kimseye anlatın!” buyrulmuştur.
Yine bu ayet-i kerime, müslümanın, din kardeşini, ona zarar vereceğinden korktuğu kimselerden sakındırmasının mubah olduğuna, bunun gıybet olmayacağına delalet etmektedir. Çünkü, Yakup , kardeşlerinin hile yapmalarından korktuğu için Yusufu rüyasını onlara anlatmaktan men etti.
Ayrıca bu ayet-i kerime, nimeti hased etmesinden ve bu sebeple hile yapmasından korkulan kimsenin yanında, nimeti açıklamamanın, göstermemenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim Resulallah efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde; “İhtiyaçlarınızın giderilmesine, onları gizlemekle yardım isteyiniz. Çünkü, her nimet sahibi hased olunur.” buyurmuşlardır.
Yine bu ayet-i kerime, Yakup ın rüyayı nasıl tabir ettiğini açıkça göstermektedir. Çünkü, Yakup , rüyayı tevil ederek, Yusuf ın kardeşlerine galip geleceğini bildi. Fakat, içinde, Yusuf ın bu halini istememe durumu asla hasıl olmadı. Çünkü insan, evladının kendisinden daha iyi olmasını ister. Yakup , kardeşlerinin Yusuf ı kıskandıklarını ve ona buğzettiklerini biliyordu. Bu sebeple, zarar vermek için ona hile yapmalarından korktu ve rüyasını onlara anlatmamasını söyledi.
Buharinin Ebu Hüreyreden rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz, “Nübüvvetten, mübeşşirattan, başkası kalmadı” buyurdu. Eshab-ı kiram ; “Mübeşşirat nedir?” diye sual edince, Resulallah efendimiz; “O, rüyay-ı sadıkadır” buyurdular. Bu hadis-i şerif, zahiri ile rüyanın, mutlak olarak, her zaman müjde olduğuna delalet ediyorsa da, böyle değildir. Çünkü, rüyay-ı sadıka ile bazan, Allah tarafından korku verilir. Bu rüyayı gören kimsede sevinç hasıl olmaz. Allahın mümine böyle rüya göstermesi, başına gelecek bela ve musibete, vukuundan önce, hazırlanması için, mümine merhametindendir. Böyle bir rüyanın tevilini kişi kendisi bilmezse, bilen birisine sorar. İmam-ı Şafii hazretleri, Mısırda bulunuyordu. İmam-ı Ahmed bin Hanbelin başına gelecek bela ve musibetlere dair, bir rüya gördü. Hazırlıklı olması için, ona bunu mektupla bildirdi.
Sonra, Yakup , Yusuf a mealen şöyle dedi; “Rabbin, seni (bu rüyada olduğu gibi, kardeşlerine üstünlüğün ile seçtiği gibi, peygamberlik ve padişahlık ile de) seçecek.” (Yusuf suresi: 6)
Allahın bir kulunu seçmesi, hususi olarak ona ilahi feyzler vermesidir. Bu ilahi feyzden, kulun hiç bir tesiri olmadan yüksek haller meydana gelir. Bunlar, peygamberler , Sıddıklar, şehidler ve salihlerden bazısına mahsustur.
Aynı ayet-i kerimede Yakup ın sözlerinin nakline devam edilerek mealen; “Sana, (insanların gördükleri) rüyaları tabir ilmini öğretecek” dediği bildirildi. Bazı müfessirler de şöyle açıklamışlardır: “İlimden muradın, kainatın yaratıcısı olan Allahın kudretine, hikmetine ve yüceliğine delalet eden mahlukatın ilminin Yusuf a öğretilmesidir.”
Yakub bu rüyanın tabiri ile Yusuf ın ileride iki zindan arkadaşının ve Mısır sultanının rüyalarını tabir edeceğine, bu tabirinden sonra Mısıra sultan olacağına işaret etmiştir. Yakup bunu, nübüvvet nuru ile tabir etmiştir.
Resulallah efendimiz de güzel rüya tabir ederdi. Ebu Bekr-i Sıddık da rüya tabirinde mahir idi. İbn-i Sirin ve Said bin Müseyyib gibi Tabiinden bazı zatlar da rüya tabirinde pek derinleşmişlerdi.
İbn-i Sirin , rüyayı; hadis-i nefs, (nefsani söz), tahvif-i şeytan (şeytan korkutması), tebşir-i Rahman (Rahmanın müjdesi) olmak üzere üçe ayırırdı. Bir kimse rüyada gördüğü hoş olmayan bazı şeyleri İbn-i Sirine anlatıp, tabirini ve kendisine zararı dokunup dokunmayacağını sorunca, ona şu cevabı verdi: “Uyanık iken, Allahın emirlerini yapmakta titiz ve takva sahibi ol. Böyle olursan uykuda gördüğün kötü rüyaların sana zararı dokunmaz.” Biri; “Rüyamda, elimdeki bir mühür ile erkeklerin ve kadınların ağızlarını mühürlediğimi gördüm. Acaba bu nedir?” diye sorunca; “Sen Ramazan ayında müezzinlik yaptın ve imsak vakti sabah ezanı okudun mu?” deyince, adam; “Evet, doğru söylüyorsun. Öyledir” dedi ve İbn-i Sirin, rüyasının tabirini yaptı. Yine birisi; “Rüyamda zeytinyağını zeytinlerin üzerine döktüğümü gördüm. Acaba bu nedir?” diye sorunca; “Zeytinyağı zeytinden olmadır, aslına gidiyor. Sen cariyelerini araştır. Belki de bunlardan biri, genç yaşta esir edilen bir yakının olabilir” cevabını verdi. Adam, araştırınca hakikaten cariyelerinden birinin yakını olduğunu anladı. Yine bir başkası; “Rüyamda incileri domuzların boynuna astığımı gördüm. Acaba bu nedir?” deyince; “Sen ehli olmayanlara hikmet öğretiyorsundur” cevabını verdi. Adam, talebelerini araştırınca, öyle olduklarını tespit etti. Yine bir adam gelip; “Ben rüyada bir kuşun mescidden güzel bir taş alıp, gittiğini gördüm” deyince; “O halde Hasen-i Basri vefat etti” buyurdu. Hakikaten çok sevdiği Hasen-i Basri vefat etmişti. İmam-ı azam Ebu Hanife rüyada, güya, Peygamber efendimizin mübarek kabrini açıp, mübarek kemiklerini göğsünden topladığını gördü. Bu rüyadan korkup İbn-i Sirine gitti ve kendisini tanıtmadan rüyasını anlattı. Rüyanın anlatılmasından sonra İbn-i Sirin; “Bu rüya senin değil, Ebu Hanifenindir. Böyle rüyayı ancak o görebilir” buyurdu. Ebu Hanife kendini tanıttı. İbn-i Sirin; “Sırtınızı açın göreyim” dedi. İmam-ı azam sırtını açınca, iki omuzu arasında bir ben olduğunu gördü. Bunun üzerine; “Sen o kimsesin ki, Resulallah senin hakkında; “Ümmetimden bir kimse gelir. İki omuzu arasında bir ben bulunur. Allah benim dinimi, onun eli ile diriltir” buyurmuştur” dedi. Sonra; “Bu rüyadan korkma! Muhakkak ki, Resulallah, ilmin şehridir. Sen de ona kavuşursun” buyurdu. Gerçekten de öyle oldu. İmam-ı azam, Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinin en büyüğünün kurucusudur. Bugün müslümanların büyük çoğunluğu, Hanefi mezhebindedir.
“Sana, (insanların gördükleri) rüyaları, tabir ilmini öğretecek” mealindeki ayet-i kerimeyi, bazı İslam alimleri; “Sana, daha önce indirilen kitapları, peygamberlerin aleyhimüsselam sünnetlerini, hikmet sahibi olanların sözlerini ve tevhidin delillerini öğretir” şeklinde açıklamışlar ve; “Bu ayet-i kerimede, Yusufun peygamberliğine işaret vardır” buyurmuşlardır. Nitekim ayet-i kerimenin devamında mealen; “Daha önce ataların İbrahim ve İshaka nimetlerini (peygamberlik vermek suretiyle) tamamladığı gibi, sana ve Yakubun soyuna da nimetlerini (peygamberlik ile) tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin bu nimetlere müstehak olanları bilir. Lazım olan işlerde hikmetini icra eder” buyrulmuştur. (Yusuf suresi: 6)
Yakub bu rüyayı üç şeyle tabir etti. 1-Yusuf a peygamberlik verileceği, 2-Rüya tabiri ilminin öğretileceği, 3-Allahın, onun üzerindeki nimetlerini tamamlayacağı…
Bu rüya hadisesinden sonra, Yakubun Yusufa karşı olan muhabbeti daha da arttı. Elinde olmadan ona ve dolayısıyla Yusufla anneleri aynı olan kardeşi Bünyamine daha çok ilgi göstermeye başladı. Yakubun diğer oğulları, babalarının Yusuf ve kardeşine olan bu sevgisini görüp, kıskanıyorlardı. “Onlar daha küçükler, bir faydaları, iş yapabilecek durumları yok. Halbuki biz, güçlü kuvvetli kimseleriz. Geçim işlerini biz görüyoruz. Babamıza daha faydalıyız. Buna rağmen babamız, onu bizden fazla seviyor” diyorlardı. Bu sebeple, Yakup ın Yusufa olan sevgisini kendileri açısından hatalı buluyorlardı. Fakat, Yakup , Yusuf ı elinde olmayarak ister istemez kalben seviyordu. Tabii ki, bütün bunlarda ve Yusuf ın başına gelecek diğer hallerde, Allahın nice hikmetleri gizlidir. Geçmişi ve geleceği ancak her şeyi yoktan var eden Allah bilir. Nitekim ayet-i kerimede mealen; “Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında, ondan sual edenler (ve başkaları için) Allahın kudret ve hikmetine (veya Muhammed ın peygamberliğine) deliller vardır” buyrulmuştur. (Yusuf suresi: 7)
Yusuf ın kıssasında, onu soranlar ve onun kıssasını bilenler için, Allahın kudretine ve hikmetine deliller vardır. Yusuf ve kardeşlerinin kıssalarında, Resulallah efendimize, Yusuf kıssasını soran yahudiler için de, Peygamber efendimizin peygamberliğine deliller vardır. Çünkü, Resulallah, hiç bir kitabdan okumadığı, hiç bir kimseden dinlemediği halde, Yusuf ın kıssasını doğru olarak onlara haber verdi. Ayrıca bu kıssada Yusufa haksızlık yapanların akıbetleri, rüyasının ve yaptığı rüya tabirlerinin doğruluğu, mahzun olduktan sonra sevindiği ve daha başka hususlar da bildirilmiştir.
Ayrı bir husus da, Yakup ın oğulları, küçük kardeşlerini hased ettiler. Bu hususta ellerinden geleni yaptılar. Ancak Allah, Yusufu korudu. Mısıra sultan yaptı. Kendisini hased eden kardeşlerine de amir kıldı. İşte ibret alınacak hususlardan birisi de budur ki, Allahın kudretini ve hikmetini göstermektedir.
İbn-i Atiyye; “ayet-i kerimede; “Soranlara” buyrulması, böyle haberleri öğrenmeye teşvik olup, insanların bu kıssaları (arayıp) sorması lazım geldiğini bildirmek içindir. Çünkü bu kıssalarda ibretler ve nasihatler vardır” buyurmuştur.
“Hani kardeşleri bir araya gelip şöyle demişlerdi: Yusuf ve (ana-bir) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki, biz (birbirimizi destekleyen, kuvvetli) bir cemaatiz. (Biz on tane oğluyuz. Hiç birimize onlar kadar itibar ve himmet etmez.) Babamız (onları bizim üzerimize tercih etmekle) açık bir yanlışlık içindedir.” (Yusuf suresi: 8)
Aslında, Yakup , Yusuf ile kardeşini sevmekte, ikisini diğer kardeşlerine tercih etmedi. Bilindiği gibi, kalb bir kimseyi sevince, onun sevgisini kişinin kalbinden atması, kendi elinde olan bir şey değildir. Allah, Yakubu Yusuf ve kardeşine böyle bir sevgiyle bağlamıştı. Ayrıca Yusuf ve kardeşinin anneleri, daha onlar çocuk iken öldüğü için onlara sevgi ve şefkat göstermişti. Bir de Yakup , Yusufta , diğer oğullarında görmediği rüşd ve asaleti görmüştü. Sevgisinin bir sebebi de bu idi. Buna ilaveten Yusuf , babasının rızasını celbedici güzel hizmetler yapıyordu.
Yusuf rüyasını babasına anlattıktan bir müddet sonra, kardeşleri de bu işten haberdar oldular. (Nasıl haberdar olduklarına dair kesin bir bilgi yoktur). Babaları kadar olmasa da, rüya tabirinde bir hayli bilgilere sahip olan Yusuf ın kardeşleri, babalarının tahmin ettiği gibi, rüyayı duyunca, Yusufun kendilerinden üstün olacağını anladılar. Şeytanın da vesvesesiyle Yusufu kıskandılar. Zaten öteden beri babalarının ona gösterdiği sevgi ve verdiği kıymet, onları yakıp bitiriyor, babalarının sevgisini, Yusufun üzerinden alıp, kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. Bunda başarılı olamadıkları gibi, birde üstüne rüya meselesi eklenince, hased ve kıskançlıkları had safhaya ulaştı. Toplanıp aralarında konuştular. Yusufu babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun, için de iki yol düşündüler. “Ya öldürürüz, veya onu babamıza ulaşamayacağı çok uzak bir yere bırakırız. Burada onu yırtıcı hayvanlar yer veya ölür” dediler. Böyle yaparak Yusufu uzaklaştırmakla, babalarının sevgisini kendilerine çekeceklerini zannediyorlardı.
Ancak yaptıkları işin büyük günah olduğunu bilmiyor da değillerdi. Fakat onlar, Yusuf dan kurtulduktan sonra, Allaha tevbe edip, güzel ameller işleyerek salihlerden olmakla, günahlarını affettirmeyi düşünüyorlardı. Ayrıca babalarına da güzel hizmetlerde bulunacaklar, Yusufun yokluğunda, onun sevgisini kendi üzerlerine çekeceklerdi. Ayet-i kerimede onların bu hali, mealen şöyle beyan buyrulmaktadır: “(İçlerinden biri dedi ki): “Yusufu öldürün veya onu uzak bir yere atın ki, babanızın teveccüh ve iltifatı yalnız size olsun. Bundan (Yusufu öldürdükten veya uzak bir yere bıraktıktan) sonra da (işlediğiniz bir cinayetten dolayı Allaha tevbe eder, babanıza güzel muamelede bulunarak) salihlerden bir topluluk olasınız.” Onlardan birisi (Yehuda veya Robil) dedi ki: “Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusufu öldürmeyin. (Zira o büyük günahtır.) Onu bir kuyunun dibine bırakın ki, (oraya uğrayanlardan) yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götüre… (Münasibi budur.)” (Yusuf suresi: 9-10)
Onların hepsi, Yusuf ı kuyuya atmakta ittifak ettiler. Atmaya kararlaştırdıkları kuyu, bilinen bir kuyu idi. Ona gidip-gelen çok olurdu. Kuyuya uğrayan yolcuların onu çıkarıp götüreceklerini, dolayısıyla kuyuya attıklarında, hemen ölmeyeceğini, oradan kurtulacağını kuvvetle umuyorlardı. Tabiinden Katade , bu kuyunun Kudüste bir kuyu olduğunu söylemiş, Tebe-i Tabiinden Mukatil ise, Ürdünde, Yakup ın evine üç fersah (yaklaşık 17 km.) mesafede olduğunu zikretmiştir. İşte, gelip-geçen bir kafilenin onu alıp götürmesi için oraya attılar. Onların maksatları da, zaten onu, babalarından uzaklaştırmaktı. Kuyuya atmakla hem bu maksatları hasıl olacak, hem de onu öldürmek günahından kurtulacaklardı. Müfessirler; bu sözü söyleyenin, bu işe asla razı olmadığını, ancak kardeşleri vaz geçmeyeceği için, açıkça bu işi yapmayın demedi. “Onu öldürmeyin. Zira bu büyük bir günahtır. Onu uzak bir yere bırakın. Maksadınız onun babanızdan uzaklaşması ise, bu, bu şekilde de tahakkuk etmektedir” dedi. “Eğer benim sözümü tutarsanız” demesi bunu göstermektedir buyurmaktadırlar.
Yakub ın oğulları bu kararı verdikten sonra, Yusuf ı babasından istemek işini Yehudaya havale ettiler. Çünkü Yakup oğulları içinde ençok Yehudanın sözüne itibar ederdi. Ancak Yehuda, Yusufun öldürülmesine razı değildi. Kardeşlerinin ona bir kötülük yapmalarından korktu.. Onlardan, öldürmeyip kuyuya atacaklarına dair kesin söz aldı. Hep birlikte Yakup ın huzuruna vardılar. Ondan, Yusufla beraber kırlara gitmek için izin istediler.
Onlar, babalarının, Yusuf ı kendilerine emanet etmeyeceğini hissediyorlardı. Çünkü, Yakup ın, onların Yusufa hased ettiklerini öteden beri bildiğinin farkındaydılar. Yusuf ı babalarından alıp, yanlarında götürebilmek için hileye başvurdular. Babalarının yanına Yusufu çok sevdiklerini, ona karşı şefkatli ve merhametli olduklarını gösteren tavırlarla vardılar. Babalarını ikna edip, Yusufu elinden almanın yollarını aradılar. Ona diller döktüler. Her zaman yaptıkları gibi, ertesi gün de koyunlarını otlatmak için kıra giderek, çayır ve çimenler üzerinde istirahat edip, koşu ve ok atma yarışı yapacaklarını ve yanlarında Yusufu da götürmek istediklerini söylediler. ayet-i kerimede bildirildiği gibi, mealen, babalarına; “Ey babamız! Sen Yusufu bize (emanet hususunda) niye inanmıyorsun? (Onun hakkında bizden niçin korkuyorsun?) Halbuki biz ona karşı şefkatliyiz ve onun hayrını (iyilik ve faydasını) istiyoruz dediler. Yarın onu bizimle kıra gönder, bizimle (meyve) yesin, (ok atmak ve koşmak suretiyle) oynasın. Biz onu zarardan muhafaza ederiz dediler.” (Yusuf suresi: 11-12)
Yakub , rüyasında on tane kurdun Yusufa hücum edip, öldürmeye kastettiklerini görmüştü. O kurtlardan biri onu himaye etmiş, bu sırada yer yarılarak Yusuf oraya girmiş, üç gün sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Yakup , bu rüyadan sonra kardeşlerinin Yusufa bir şey yapmalarından korkar olmuştu. ayet-i kerimede oğullarına mealen şöyle dediği bildirilmektedir: “(Babaları onlara); Onu götürmeniz beni mahzun eder. Siz ondan habersiz iken onu kurt (gelip) yemesinden korkarım dedi. (Bunun üzerine oğulları); Biz kuvvetli bir cemaat iken onu kurt yerse, aciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz dediler.” (Yusuf suresi: 13-14)
Yakub ; “Onu kurt yemesinden korkarım” sözü ile oğullarına ipucu verdi. Yusufun başına getirdikleri işlerinden dönüşlerinde, babalarına verecekleri cevabı onun ağzından aldılar. Çünkü onlar, o zamana kadar, kurdun insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. alimlerimiz buradan kişinin hasmına hüccet, ipucu telkin etmesinin uygun olmadığını anlamışlardır. Nitekim hadiste; “Bela, ağızdan çıkan söze bağlıdır” buyruldu. Diğer bir hadiste ise; “İnsanlara hüccet telkin etmeyiniz (ipucu vermeyiniz), sonra yalan söylerler” buyruldu.
Yakub , Yusufu vermemek için oğullarına iki şeyi mazeret olarak gösterdi. Birinci olarak, ondan ayrılmanın kendisini mahzun edeceğini, hatta onun ayrılığına tahammül edemeyeceğini söyledi. İkinci olarak, aralarında yarış yaparken unutup, lazım gelen ihtimamı, gösteremeyerek onu kurda yedirmelerinden korktuğunu söylemesi idi. Babalarının bu sözlerine karşı oğulları, ondan ayrılığının fazla sürmeyeceğini, kısa bir müddet sonra döneceklerini hissettirdiler. Bu sebeple, babalarının; “Onu götürmeniz beni mahzun eder” sözü üzerinde durmadılar. Yusuf ı beraberlerinde götürmelerine en kuvvetli mani olan kurt yemesi mevzuuna geçtiler. Babalarını bu hususta ikna etmeleri lazımdı. Bu sebeple, babalarına yemin ederek; “Biz kuvvetli bir cemaat iken onu kurt yerse, aciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz” dediler. Yusuf ın kardeşlerinin böyle bir işi yapmaya kalkışmaları bir çok günahları ihtiva etmektedir. Onlar, akraba ile alakayı kesmek, ana-babaya karşı gelmek, günahsız bir kimseye (Yusufa) merhamet etmemek, emanete hıyanet etmek, verilen sözde durmamak, babalarına yalan söylemek gibi günahları işlediler. Ancak Allah, hiç kimsenin rahmetinden ümid kesmemesi için onların bütün bu günahlarını affeyledi. Nitekim “Tefsir-i Mazhari” müellifi Senaullah-ı Pani-püti hazretleri; “Belki, Allahın onların bütün bu günahlarını af ve mağfiret buyurmasının sebebi, onların babalarına (Yakub a) aşırı derecedeki sevgilerindendir. Onların babalarına karşı sevgileri, onun bir başkasına teveccüh ve iltifat etmesine bile tahammül edemeyecek kadar çoktu. Zaten onların böyle günahlara düşmeleri de, babalarına karşı olan bu aşırı sevgilerinden idi” buyurdu.
Bazı alimler de şöyle buyurdular: “Onlar, Yusuf ı öldürmeye karar vermişlerdi. Ancak Allah, bu kötü işi yapmaktan onları muhafaza eyledi. Şayet Yusuf ı öldürselerdi, hepsi helak olurlardı.”
Bir rivayete göre: Yakup oğullarının ısrarlarını hiç dikkate almadı. Ancak onlar, hile yolunu yine bulmuşlardı, Yusufu , kendileri ile kıra gitmeye ikna edip, heveslendirmişlerdi. Babalarına, onunla beraber gidip izin istediler. Yusufun da kendileri ile beraber gelmek istediğini söylediler. Yusuftan sorup da gitmek isteğini öğrenince Yakup takdire razı oldu. Çünkü Yusufu kırmazdı. Onun arzusunu yerine getirir, gönlünü hoş ederdi. Ertesi gün elbiselerini giydirip, kardeşleri ile birlikte Yusufu da gönderdi. Kardeşleri, Yusuf ı alıp, gayet izzet ve ikram ile kıra doğru götürdüler. Babalarından uzaklaşınca ona eziyet etmeye başladılar. “Ey yalancı rüya sahibi! Hani sana secde ettiklerini söylediğin o yıldızlar! Seni, bugün bizim elimizden kurtarsın” dediler. Yehuda (veya Robil) onu öldüreceklerinden korktu. Onlara; “Bana, onu öldürmeyeceğinize dair söz vermiştiniz” dedi. Az sonra, atmayı kararlaştırdıkları kuyunun yanına vardılar. Bu kuyunun üst tarafı dar, altı ise genişti. Kardeşleri, Yusuf ı kuyunun başına getirdiler. Elbiselerini soydular, ipe bağlayıp, kuyuya sarkıttılar. Kuyunun yarısına kadar varınca, ipi kestiler. Kuyuda su vardı. Yusuf suyun içine düştü. Bu sırada Yusuf şu duayı okudu: “Ya şahiden gayre gaibin veya kariben gayre baidin veya galiben gayre mağlubin. İcal li min emri ferecen ve mehreca.” (Ey gaib olmayan Şahid! Ey uzak olmayan Karib! Ey mağlub olmayan Galib! Beni bu musibetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasib et.)
Bir rivayete göre, bu sırada Allahtan Cebrail a; “Kuluma yetiş ey Cebrail!” hitabı geldi. Cebrail onu, suyun içindeki bir kayanın üstüne oturttu. Yusuf a dua etmesini, Allaha yalvarmasını, Allahın yapılan duaları kabul edeceğini söyledi. Şöyle dua etmesini bildirdi: “Allahümme ya kaşife külli kürbetin veya mucibe külli davetin, veya cabire külli kesirin veya müyessire külli asirin veya sahibe külli garibin veya munise külli vahidin veya la ilahe illa ente eselüke en tecale li ferecen, mahrecen ve en takzife hubbeke fi kalbi hatta la yekune li hemmün ve la zikru gayrike ve en tehfezani ve terhameni ya Erhamerrahimin”
(Ey her belayı kaldıran, her duayı kabul eden, kırık kalbleri saran, iyileştiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her garibin sahibi, yalnızların teselli edicisi, ey kendisinden başka ilah olmayan! Beni (içinde bulunduğum sıkıntıdan) kurtarmanı, onun için bana bir çıkış yolu nasib etmeni, muhabbetini kalbime koymanı, böylece benim için senden başka bir düşünce ve zikir olmamasını, her türlü (günah ve musibetten) muhafaza buyurmanı, bana merhametinle muamele etmeni isterim. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!)
Yusuf kuyuda dua edip, Allahı zikretmeye başladı. Allahın isimlerini, esma-ül-hüsnayı söyledi. Melekler, Yusuf ın zikrini duyup, çevresine toplandılar. Yusuf la ünsiyet (yakınlık) peyda ettiler. Müminler de, Allahı anmak üzere bir araya geldiklerinde, melekler, Allahın izniyle gelip Yusufun etrafını çevirdikleri gibi müminlerin de etrafını çevirerek onlarla ünsiyet peyda ederler. Mukarrebinden olan bu meleklerin, böyle zikir meclislerine inmesi, Allahı anmanın pek şerefli ve kıymetli bir iş olmasından dolayıdır. Allahı anmak, kalbi yumuşatır. Kalbin canlı kalmasına sebep olur. Kalb Allahı zikretmediği, anmadığı zaman, ona, nefsin harareti, şehvetlerin ateşi dokunur. Bunlarla kalb katılaşır, onda huşu, merhamet ve yumuşaklık kalmaz. Kalb kurur, canlılığını kaybeder. Uzuvlar, ibadet ve taattan uzaklaşır. Sonunda (kuruduğunda), sadece kesilip yakılmaya yarayan kuru bir ağaç olur.
Başka bir rivayete göre Yusuf kuyuya atılınca suya düştü. Daha sonra orada bulunan bir kaya parçasının üstüne çıktı. Allaha yalvarmaya ve ağlamaya başladı. Hasenin rivayetine göre; Yusuf kuyuya atılınca, su tatlılaştı. Onun için yiyecek ve içecek yerine geçti. Cebrail ona arkadaşlık etti. Cebrail ayrılmak isteyince, Yusuf ; “Sen gidince yalnız kalacağım” dedi. Cebrail ona; “Ya sarihal müstesrihin! Ya gavselmüstegisin! Ya müferrice kürebil mekrubin!” şeklinde dua etmesini söyledi. Yusuf bu şekilde dua edince, çevresi meleklerle doldu. Bu sebeple Yusuf kuyuda yalnızlık çekmedi.
Allah; teselli ve sükun bulması için, Yusuf a, içinde bulunduğu mihnetten kurtulacağını, onların, günün birinde huzurunda durup kendisine muhtaç olacaklarını, kendisinin Yusuf olduğunu hatırlarından geçirmedikleri bir sırada, onlara yaptıklarını haber vereceğini ilhamla bildirdi.
Yusuf ın kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı ve Allah tarafından vahiyle teselli edildiği, Yusuf suresinin 15. ayet-i kerimesinde mealen şöyle beyan buyruldu; “Nihayet onu (Yusufu, kardeşleri alıp) götürdüler. Onu kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdılar. (Yusufa, gam çekme! Şu zor durumdan elbette kurtulacaksın) onlar (senin, mevkinin yüksekliği, şanının üstünlüğü sebebiyle) hatırlarına bile getirmedikleri halde, sen bu yaptıklarını (kötülüklerini) kendilerine haber vereceksin diye vahyettik.”
Kardeşleri, Yusuf ın sırtından çıkardıkları gömleği, kana buladılar ve Yakup a götürdüler. Yusufu kurt yedi. İşte onun kanlı gömleği diye göstereceklerdi. Babalarının yanına akşam vakti geldiler. Çünkü, onlar için bu zaman Yusufu getiremediklerine dair gösterecekleri mazeret için en müsait vakitti. Eve yaklaşırken, her biri yalancıktan ağlamaya, bağrışıp çığrışmaya başladı. Bu hususta ayet-i kerimede mealen; “Akşam olunca, ağlaya ağlaya babalarına geldiler” buyruldu. (Yusuf suresi: 16) Yakup onların ağlamalarını işitip dışarı çıktı, hepsini üzüntülü bir halde gördü. Onlara; “Sürülerinize mi bir şey oldu? Ne var?” dedi. Onlardan; “Hayır!” cevabını alınca, Yusufun nerede olduğunu sordu. Onlar da getirdikleri kanlı gömleği ayet-i kerimede mealen bildirildiği gibi; “Ey bizim babamız! Hakikaten biz gittik, yarış edecektik. Yusufu da eşyalarımızın ve elbiselerimizin yanına bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Biz doğru söyleyenler olsak da (biliyoruz ki), sen bize inanmazsın dediler. (Bir de) üstüne yalan bir kana bulaştırılmış olan gömleğini getirdiler. (Yakub ) onlara; “Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp böyle (büyük) bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahtan yardım isterim” dedi.” (Yusuf suresi: 17-18) buyruldu. Yakup , oğlu Yusufun kanına bulanmış olduğu söylenen gömleği yüzüne gözüne sürdü, gömleğe baktı. Kana bulanan gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görünce; “O kurdun Yusufuma karşı şefkati sizden fazla imiş. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini bile yırtmamış” dedi ve takdire razı olup, sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyledi.