İbrahim ateşten kurtulunca mealen; “Rabbimin bana emrettiği mekana hicret ederim. Rabbim beni yakında, dünya ve ahiretime salih olan şeye hidayet eder. Ya Rab! Bana salihlerden bir çocuk ihsan buyur” diye dua etti. (Saffat suresi: 99-100) Allah onu İsmaille müjdeledi. ayet-i kerimede mealen; “Biz de ona halim bir oğul müjdeledik” (Saffat suresi: 101) buyrularak bu hal haber verilmekledir. İbrahim Allahın emri ile, İsmail ve annesi Hacer hatunu Mekkeye bırakıp Şama döndü. Zaman zaman gider, onları Mekkede ziyaret ederdi. Yüzünde Muhammed ın temiz babalardan temiz ve afif analara geçip gelen nuru parlayan İsmail çok güzeldi. Bu sebepten İbrahimin , oğlu İsmaile karşı muhabbeti fazla idi. İsmail yedi veya onüç yaşında iken, bir gün İbrahim ibadet ettiği mihrabta, bu muhabbet içinde uyudu. Rüyasında oğlu İsmail ile otururken, bir melek gelip; “Ben, Allahın elçisiyim. Allah bu oğlunu kurban etmeni istiyor” dedi. İbrahim korku ile uyandı. “Rüya Rahmani midir, yoksa şeytani midir?” diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı düşündü. Onun için bugüne terviye denildi. İkinci gece aynı rüyayı gördü. Rahmani olduğunu anladı. Bu güne arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak tealanın emri olduğuna şüphesi kalmadı.
Hanımı Hacerin yanına geldi. “Ey Hacer, benim gözümün nuru oğlum İsmaili yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim” dedikten sonra; İsmaile de; “Yanına iple bıçak al” buyurdu. İsmail ; “Bunları ne yapacağız?” diye sorunca, İbrahim ; “Allah rızası için kurban keseriz” cevabını verdi. Yolda giderken, İsmail , babasına; “Nereye gidiyoruz?” dedi. Babası da; “Dostuma” deyince; “Evi nerededir?” dedi. İbrahim ; “O, evden ve mekandan münezzehtir. Yer ve gök Onun mülküdür” deyince, İsmail ; “Babacığım! O bizimle oturup yemek yer mi?” diye sordu, İbrahim; “O, yemekten ve içmekten de münezzehtir” buyurdu.
O sırada şeytan, bir fırsatını bulup, yaşlı bir adam kıyafetinde İbrahimin hanımı Hacerin yanına geldi. Ona; “İbrahim, oğlunu nereye götürdü?” deyince, Hacer; “Bir dostunu ziyarete” diye cevap verdi. Bir rivayete göre de; “Şu çevreden yakacak toplamaya gittiler” dedi. Şeytan; “Hayır, onu kesmeye götürdü” dedi. Hacer hanım; “Baba, oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna manidir” karşılığını verdi. Şeytan; “Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir” deyince, Hacer hanım; “Allahın emrine uymak elbette lazımdır, Onun emrini, can-u gönülden kabul ederiz” dedi. Şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette İsmailin yanına geldi ve ona; “Baban seni nereye götürüyor biliyor musun?” diye sordu. O da; “Dostunun ziyaretine” deyince, şeytan; “Vallahi seni öldürmeğe götürüyor” dedi. İsmail ; “Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü?” dedi. Şeytanın; “Öyle zannederim, Allah emretmiştir” demesi üzerine, İsmail : “O emretti ise, can-u gönülden razıyım” dedi ve babasına: “Bu ihtiyar beni rahatsız ediyor, kalbime vesvese vermek istiyor” dedi. İbrahim ; “Taş at! Yanından uzaklaşsın” buyurdu. İsmail taş atarak şeytanı yanından uzaklaştırdı. Bu sırada Minada oldukları ve hacıların şeytan taşlamasının buradan kaldığı rivayet edilir. İsmailden de yüz bulamayan şeytan, İbrahimin yanına sokularak; “Ey İbrahim, sen yanlış hareket ediyorsun. Şeytan sana vesvese verdi. Sakın oğlunu boğazlama, sonra pişman olursun. Ama fayda etmez.” deyince, İbrahim onun şeytan olduğunu anladı ve; “Vallahi bu Hak tealanın emridir ve sen şeytansın. İbrahime ve akrabasına zarar yapamazsın” buyurunca, şeytan rezil olup geri döndü. Bir rivayette şeytanı taşlayanın İbrahim olduğu bildirilmiştir. İblis dağın içinde saklanıp; “İsmail, şimdi senin kanın akacak, kabrin benim içimde olacak” dedi. İsmail babasına şikayetçi olup; “Babacığım şu dağdan şöyle şöyle sesler duyuyorum” deyince, İbrahim ; ”Şeytan söylüyor, iltifat etme” buyurdu. Nihayet Buseyr Dağına vardıklarında göğün yedi katındaki melekler; “Sübhanallah! Bir peygamber, bir peygamberi boğazlamaya götürüyor.” diyerek üzüldüler. İbrahim oğluna dönüp; “Ey oğlum! Rüyamda seni kurban etmem emredildi. Buna ne dersin.” deyince, İsmail ; “Babacığım! Hak teala beni boğazlamanı emretti mi?” diye sordu. Babası “Evet!” buyurdu. İsmail babasının; “Evet” demesi üzerine, Rabbinin emriyle kurban edileceğini, buna sabrederse Hak tealanın rızasına kavuşacağını anlayıp çok sevindi. Babası, onun bu sevincine hayret edip; “Evladım! Seni öldüreceğimi haber veriyorum, sen ise seviniyorsun.” buyurdu. İsmail ; “Babacığım nasıl sevinmeyeyim. Benim tek arzum, Allaha, Onun rızası üzere kavuşmaktır. Böylece Onun rahmet ve Cennetine de nail olurum. Dünyanın ömrü müddetince eziyet çeksem, bu devlete kavuşmak çok zor. Şimdi ise bu devlete kolayca kavuşacağım. Babacığım, nasıl emir almışsan onu yap. Oğul feda eylemek senden, can feda eylemek de bendendir, işini çabuk bitir. Zira canım dosta kavuşmakta acele ediyor. Babacığım, Nemrud seni ateşe atınca sabrettin ve Hak teala senden razı oldu. Ben de boğazlanmağa sabredeceğim. O zaman belki Hak teala benden de razı olur. Böylece Cennet nimetlerine kavuşurum. Babacığım, kesilmek acısı bir anlık olup, ona sabretmek kolaydır. Benim asıl tasam, senden dolayıdır. Çünkü kendi elinle oğlunu boğazlayacaksın. Ömrün boyunca unutamadığın gibi, evlat hasreti de ölünceye kadar senden gitmez. Keşke daha önce haber verseydin de anneme veda edip, birbirimizin boynuna sarılıp ağlasaydık.” deyince, İbrahim ; “Haber verince senden veya annenden bir gevşeklik olur da azarlanırız diye korktum.” buyurdu. İsmail ; “Babacığım, senin rızandan başka muradım yoktur ve senin gibi babanın hakkını ödemek, saadetimin sermayesidir. Kaldı ki, bu işte, Allahın rızası ve emri vardır. Eğer izin verirsen, size söyleyecek birkaç vasiyetim var.” deyince, İbrahim : “Söyle, ey saadetli oğlum” dedi.
İsmail ; “Birincisi; bu ip ile elimi ve ayağımı kuvvetlice bağla ki, can acısı ile bir kusur işlemeyeyim. İkincisi; mübarek eteğini topla ki, kanımdan sıçramasın. Üçüncüsü; bıçağı iyi bile ki, can vermek kolay olsun ve senin işin iyi görülsün. Dördüncüsü; bıçağı vururken yüzüme bakıp da babalık şefkatiyle emri geciktirme. Beşincisi; gömleğimi çıkarıp boğazla ki, kan bulaşmasın. Sonra o gömleği anneme götür ve benden selam söyle. Benim kokumu bu gömlekten alsın, ağlamasın, teselli olsun. Benim için çok elem çekmesin. Ona; oğlun sana şefaatçi olarak Allaha gitti. Kıyamet gününde cenab-ı Haktan senden başka bir şey istemez de! Ümid edilir ki, Hak teala benim bu isteğimi red eylemez. Altıncı vasiyetim; her nerede benim yaşımda bir çocuk görürsen beni hatırla” dedi. İbrahim , oğlunun yürek parçalayan bu sözlerini dinleyince, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı ve çok ağladı. Sonra; “Ya Rabbi! Bana bu halimden dolayı rahmet et, acı. Eğer günahım sebebiyle bana acımıyorsan, bu temiz masuma acı.” dedi. Sonra İsmail günahsız ellerini kaldırıp; “Ya Rabbi! Bu hal için bana sabır ver” diye niyazda bulunduktan sonra, babasına dönüp; “Babacığım! Görüyor musun? Gök kapıları açılmış, bazı melekler bize bakıp hayretlerinden cenab-ı Hakka secde etmişler. Bazıları da Hak tealaya münacat edip; “Ya Rabbi! Bir peygamber bir peygambere bıçak çekmiş, başı ucunda duruyor. Senin rızanı gözetmek için onu boğazlamak istiyor. Sen onlara merhamet eyle” diyorlar.” dedi.
Daha sonra İbrahim oğlunu güzelce bağladı, yüzükoyun yatırıp, boğazını tuttu ve; “Ya Rabbi! Bu benim oğlum, gözümün nuru, gönlümün sürurudur. Kurban etmemi emrettin. Şu anda emrini yapmak için halis niyetle geldim. Kurban etmeğe hazırım. Sana hamd ve sena ederim. Ya Rabbi! Bu kıymetli yavrumu kurban etmekte bana sabır ver.” deyip, bıçağı oğlunun boynuna yaklaştırdı ve; “Ey yavrum! Kıyamete kadar sana veda olsun. Tekrar görüşmek, kıyamet günü olur.” dedi. Bu arada İsmail ; “Ey babacığım! Acele et. Rabbimizin emrini çabuk yerine getir. Emir yapmakta geciktiğimiz için Rabbimizin bizi azarlamasından korkuyorum. Babacığım, elimi ayağımı çöz, melekler, kendi isteğimle kurban olduğumu görsünler ve Halilin oğlu, Allahın işinden razıdır desinler.” dedi. İbrahim , bu söz üzerine ellerini çözüp bıçağı boğazına dayayınca, İsmail güldü. “Ey oğlum, bu halde iken niçin güldün?” dedi. “Babacığım, bu bıçakta Bismillahirrahmanirrahim yazılı olduğunu görüyorum. Üzerinde dostun ismi yazılı olan bıçak, nasıl keser?” diye cevap verdi. İbrahim , Hak tealanın ismini zikrederek bütün gücüyle bıçağı oğlunun boynuna çaldı. O anda Hak teala, Cebraile emrederek; “Yetiş bıçağı çevir.” buyurdu. O da Sidret-ül-Müntehadan bir anda gelip, bıçağı ters çevirdi. Bıçak kesmedi. Bir daha çaldı, yine kesmedi ve ne kadar uğraştı ise kar etmedi. İsmail ; “Babacığım! Ne kadar şefkatlisin, bıçağı kuvvetli vuramıyorsun. Yüzüme bakma, böylece hizmette kusur etmezsin” dedi. İbrahim, bıçağı tekrar biledi ve oğlunun boğazına daha kuvvetli çaldı. Yine kesmedi. İsmail ; “Babacığım, bıçağın ucunu şah damarıma bastır” deyince, öyle yaptı ve diziyle de bastırdı. Bıçak iki kat olmasına rağmen boynuna izi bile çıkmadı. İbrahim , üzülüp bıçağı taşa çalınca, taş ikiye bölündü. Bıçak dile gelip; “Ey İbrahim ! Nemrud seni ateşe attığı vakit seni niçin yakmadı?” dedi. İbrahim ; “Hak teala, yakma, diye emreylediği için.” deyince, bıçak; “Ey İbrahim! Hak teala ateşe bir kere “yakma” diye emreylediyse, bana yetmiş defa kesme diye emreyledi. Beni mazur gör.” dedi. İbrahim durdu. İsmail ; “Babacığım, Rabbimizin emrine itaat eyle, günahkar olmayalım.” dedi. İbrahim iki emir arasında şaşırdı. O anda Allah nida edip; “Ya İbrahim! Elbette sen rüyanı tasdik ettin. Sana düşen vazifeyi tam olarak yaptın. Şimdi bana münasip olan lütuf ve keremimi görmek için başını kaldırıp dağa bak!” buyurdu. İbrahim dağa bakınca, bir koç gördü. Uzun zaman Cennette otlamış idi. Cenab-ı Hak; “Bu, senin oğluna fedadır.” buyurdu. Cebrail , koçu getirirken; “Allahü ekber!”, İbrahim koçu yakalarken; “La ilahe illallahü vallahü ekber”, İsmail da gözlerini açıp; “Allahü ekber ve lillahil hamd” dedi. Bu sırada Cebrail , İsmail a; “Ey İsmail, Allah senin için ne isterse vereyim buyuruyor.” deyince, İsmail başını eğip, ellerini kaldırarak; “Ya Rabbi! Dünyadan iman ile ayrılıp sana gelen müminleri mağfiret eyle” diye duada bulundu. Allah da; “Kabul ettim.” buyurdu.
Sonra İsmail ın yerine, Cebrail ın getirdiği koç kurban edildi. Bu koçun boynuzları, Abdullah ibni Zübeyr zamanına kadar Kabe duvarında asılı kaldı. O zaman çıkan yangında o boynuzlar da yandı. İbrahim ın, koçu kurban ettiği yerin, Mina olduğu rivayet edildiğinden, hacılar kurbanlarını burada keserler.
Kuran-ı kerimde bu hadise mealen şöyle anlatılmaktadır: “Ya Rabbi! Bana iyilerden bir oğul ver. Biz de, ona halim bir oğlan müjdeledik. Çocuk, İbrahim ile yürüyecek çağa gelince, İbrahim; “Ey oğulcuğum! Rüyada, seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?” dedi. “Babacığım, sana emredilen ne ise, onu yap! İnşallah beni sabr edicilerden bulursun” dedi. İkisi de, Allahın emrine teslim olunca, İbrahim, oğlunu alnı üzere yere yatırdı. (Bıçak çocuğu kesmedi) Ey İbrahim! Rüyaya sadık oldun, iyi hareket edenleri biz böyle mükafatlandırırız, dedik. Bu iş, açık bir imtihan idi. Oğlunun yerine (kesilmek üzere) büyük bir koç verdik.” (Saffat suresi: 102-107) Bundan sonra, ona iyilerden İshakı peygamber olarak müjdeledik. Ona ve İshaka bereket verdik. Onların soylarından iyi olanlar da, nefsine zulüm edenler de vardır.” (Saffat suresi: 110-113) İsmaile bu hadiseden dolayı, Zebih (kurbanlık) lakabı verildi.
Hazret-i İbrahim ve İsmail arasındaki kurban hadisesinin bir benzeri de yine Resulallah efendimizin dedesi Abdülmuttalib ile babası Abdullah arasında geçmişti. Abdülmuttalib gördüğü rüyalar üzerine. Muhammed ın nurunu taşıyan oğlu Abdullahı kurban etmeye karar verdi. Kavminin müdahalesi üzerine zamanın alimlerinden birine danışıldı ve sevgili oğlu Abdullahın yerine, diyet olarak, yüz deve kesti. Bu hadiseden dolayı Abdullaha da Zebih lakabı verildi. İsmailde Zebih lakabını taşıdığı için, Resulallah efendimize İbn-üz-Zebihayn (iki kurbanlığın oğlu) denildi. Nitekim Fahreddin-i Razi hazretlerinin Saffat suresi 102-113. ayet-i kerimelerinin tefsirinde, Hakimin “Müstedrek”inde ve Hindistan alimlerinin büyüklerinden Abdülhak-ı Dehlevi hazretlerinin Medaric-ün-nübüvve adlı eserinde bildirdikleri hadiste, Resulallah efendimiz “Ben iki kurbanlığın oğluyum.” buyurmuştur.