"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ad kavminin Kabeden imdat istemesi

O zamanda, mümin, müşrik hangi din ve milletten olursa olsun; herhangi bir kimsenin bir sıkıntısı olsa, başı daralsa, haksızlığa uğrasa veya bir şey isteyecek olsa, Kabe-i muazzamanın yanına gelerek dua ederdi. Burası, yapılan duaların mutlaka kabul olması sebebiyle, adem dan beri Beytullah olarak tanınmış ve hürmet yönü daima gözetilmiştir. Bu yüzden Mekke hiç boş kalmazdı. Değişik beldelerden gelen çeşitli insanlar toplanırlar ve duada bulunurlardı. Beytullahın yerinde, o zaman kırmızı bir tepeciğin olduğu söylenmektedir.

Mekke ahalisi, Nuh ın oğlu Samın torunu olan Amelik bin Lavüd (veya Lavez) bin Samın neslinden gelenlerdendi. Mekkenin halkına da, dedeleri olan Amelika nispetle Amalika denilmiştir. Amalika kabilesinin reisi, Muaviye bin Bekir isminde birisi olup, annesi Keldehe, ad kavminden Hayr (veya Hayberi) isimli birinin kızı idi. Mekke hakimi Muaviyenin sarayı ise şehrin dışında bulunuyordu.

Dört seneden beri devam eden kıtlık ve yağmursuzluktan çok muzdarip olan ad kavminin insanları, bütün bu sıkıntıların, Hud a karşı çıkmaları yüzünden olduğunu bir türlü anlayamamışlardı. Nihayet onlar da zamanın adetlerine göre, kavmin ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi seçerek, Kayl bin Amr isimli birinin başkanlığında, süslü develerle bir heyet halinde, dua edip, kavimlerindeki kıtlığın sona ermesi için Mekkeye gönderdiler. Heyette, Mersed bin Sad bin Ufeyr isminde bir zat vardı. Hud a iman etmiş fakat kavminin müşriklerinden çekindiğinden müslümanlığını gizlemişti. Bununla beraber, kavmin ileri gelenlerinden olması sebebi ile heyete dahil edilmişti. Heyette, Muaviye bin Bekrin dayısı Cülhüme bin Hayrdan başka; Muaviyenin kızkardeşi Hüzeyle ile evli olan eniştesi Lükaym bin Hezzal da bulunuyordu.

Lükaymın; Ubeyd, Amr, amir ve Umeyr ismindeki çocukları, Mekkede dayıları Muaviyenin yanında duruyor ve nezaretinde bulunuyorlardı. ad kavminin tamamen helak olmasından sonra, bu dört çocuktan gelen nesle Lükaym oğulları denilmiş ve bunlar ad kavminin bakiyesi (kalanları) kabul edilmiştir.

Muaviye bin Bekrin, Mekke reisi olması, bir de adlıların onun dayıları mesabesinde bulunmasından dolayı, ad kavminden gelen heyet, doğruca Muaviyenin sarayına indi ve orada misafir oldu. Akrabalık yüzünden Muaviye de onlara çok ikramlarda bulunup, o zaman Mekkede bulunan ve kendilerine Kaynetan denilen meşhur iki şarkıcı kadını da şarkı söylemeleri için kiraladı.

adlılar, Mekkeye bir ayda gelmişlerdi. Bir ay da Muaviyenin sarayında kaldılar. Devamlı içki içip, eğleniyorlardı. Mersed ismindeki mümin zat ise onlara karışmaz, bir köşede gizlice ibadet ederdi. Ötekiler buradaki zevk ve eğlenceyi görünce, asıl geliş maksatlarını, geride bıraktıkları yakınlarının kuraklık sebebiyle neler çektiklerini adeta unutmuşlardı. Muaviye, onların zevk ve eğlenceye dalıp, geliş maksatlarını unutmalarına, vurdum duymazlıklarına ve çok kalmalarına içerlemeye başladı. Kavimlerinin, kendilerine isabet etmiş olan kıtlık belasının kaldırılması için, dua etmek üzere gönderdiği bu insanlar ise ne yapıyorlardı? Muaviye bunları düşündükçe çok üzülüyordu. “Benim dayılarım, yakınlarım, akrabam (ad kavmi) orada helak olurken, bunlar yanımda duruyorlar ve gitmiyorlar. Misafirim oldukları için bir şey diyemediğim gibi, onlara nasıl muamele edeceğimi de bilemiyorum. Kavimlerinin onları buraya gönderme maksatları olan, dua etmeyi hatırlatsam ve evimden çıkmalarını emretsem, çok kalmaları sebebiyle benim darıldığımı, sıkıldığımı zannederler. Geride bıraktıkları (ad kavmi) ise açlık ve susuzluktan helak oluyorlar. Acaba ne yapsam ki…” şeklinde bir düşüncenin içinde idi.

Muaviye kendi kendine böyle düşünürken hatırına şarkıcı kadınlar geldi. Onlara durumdan yakınarak, düşündüklerini bildirdi. Şarkıcılar, Muaviyeye; “Sen bize bu dediklerini anlatan bir şiir söyle. Biz de o şiiri şarkı şeklinde misafirlere okuyalım. O zaman anlayıp harekete geçerler” şeklinde cevap verdiler.

Bunun üzerine Muaviye şu mealde bir şiir söyledi: “Şüphesiz ad kavmi, açlık ve susuzluk şiddetiyle bir şey söyleyemeyecek, iki kelimeyi bir araya getiremeyecek şekilde halsiz ve perişan olmuştur. Kadınları da, açlık ve susuzluğun had safhada olması sebebiyle pek zor durumdadır. ad kavmi o kadar halsiz ve hareketsiz kalmışlardır ki, vahşi hayvanlar, onların yanlarına kadar sokulabilmekte, bir ok ve mızrak darbesi gelir diye çekinmemektedirler. Sizler ise burada, gece-gündüz zevk-ü safadasınız. Kavminiz sizi, dua etmek üzere, kendileri namına buraya elçiler olarak gönderdi. Siz ise buna riayet etmediniz. Sizin bu elçiliğiniz kavminizin şanına yakışır bir elçilik değildir.”

Muganniyeler (şarkıcı kadınlar) bu şiiri okudukları zaman, ad kavminin gönderdiği heyet, vazifelerini hatırladılar. Birbirlerine; “Ey topluluk! Kavminiz sizi, kendilerine gelmiş olan belanın defi için dua etmeye göndermişti. Siz ise onların verdiği vazifede çok geciktiniz. Haydi Harem-i şerife girip, kavminiz için dua edin” diyerek geciktikleri için hem hayıflandılar hem de bu hususta kabahati birbirlerine yüklediler.

Sonunda dua etmek üzere Hareme gidelim diye kalktıkları sırada, Mersed ismindeki zat onlara; “Siz, (ad kavmine) peygamber olarak gönderilen Hud a iman ve itaat edip tevbe etmedikçe, Allah duanızı kabul etmez” dedi. Böylece müslüman olduğunu, Hud a iman ettiğini açıkladı. Onun bu sözlerinden iman etmiş olduğunu anlayan adlılar, fena halde kızıp, çok hakaret ederek ağızlarına geleni söylediler. O da bu hakaretlerden çok incinip, ağladı. adlılar, Muaviyeye ve Muaviyenin babası Bekre de; “Bunu bizden uzaklaştırınız. Hareme bizimle birlikte gelmesin. Çünkü o, bizim dinimizi terk ederek Hudun dinine girdi” dediler.

Bunun üzerine aslında ta baştan beri onlardan ayrı olan ve eğlencelerine hiç katılmayıp, tek başına bir köşede ibadetle meşgul olan Mersed bin Sad onlardan ayrıldı. adlılar, Beytullahda dua etmek için Muaviyenin evinden çıktıktan sonra, Mersed de yola düştü. Rivayet olunduğuna göre, iman etmiş olan Mersed, devesi üzerinde Harem-i şerife doğru gelirken, yolda bir kısım melaike onu karşıladılar. “Hoş geldin! Merhaba ey Mersed!” diye iltifatta bulunup, nereye gittiğini sordular. O da Harem-i şerife gitmek üzere olduğunu söyleyince; melekler, devesinden indirip, getirdikleri bir deveye bindirerek Harem-i şerife geldiler.

Mersed, Harem-i şerife geldiğinde melekler, Haremin sağından ve solundan gelerek her tarafı tuttular. Her birinin elinde, bembeyaz, nurdan alemler (bayraklar) vardı.Her biri: “Ey Rabbimiz! Kavmine karşı, Huda yardım et!” diye dua ediyorlardı.

Mersedin, Harem-i şerifte dua ettiği sırada, ad heyeti de dua ediyordu. Fakat Mersed, onlara hiç karışmadı ve; “Ya Rabbi! Bana yalnız benim dileğimi, isteğimi ihsan et! ad kavminden gelen, heyetin yaptığı duanın içine beni sokma! Onlarla beraber gelmiş isem de, onlardan farklıyım. Ya Rabbi! Sana ve peygamberine inandım, iman ettim. Ben onların isteklerinin, dualarının dışındayım” diye dua etti. Bunun üzerine gizliden bir ses; dileğinin ne olduğunu sorunca, o, doğruluk ve iyilik istediğini söyledi ve buna kavuştu.

Bundan sonra ad kavminden gelen heyet; “Bizim dileğimiz Kaylın dileğidir. O ne isterse biz de onu istiyoruz” diye dua etti.

Kayl da kalkarak; “Ya Rabbi! İçimizde peygamber olduğunu söyleyen Hud , eğer davasında sadık ise yağmur yağdır ve bize su ver! Şüphesiz biz helak olduk” diye dua etti.

Kayl bilerek veya bilmeyerek Hudu vesile ettiği için, Allahın izni ile o sırada gökyüzünde, beyaz, kızıl ve siyah olmak üzere üç ayrı bulut göründü. Gaybden; “Ey Kayl! Kendin ve kavmin için bu bulutlardan birini seç!” diye bir ses geldi. Kayl ve yanındakiler; “Beyaz bulut boş ve faydasızdır, kızıl renkli bulutun, sadece rüzgar ile dolu olduğu çok vakidir. Siyah bulut ise yağmur ile dolu ve pek faydalıdır” diyerek hepsi birden siyah bulutu tercih edince, başkanları olan Kayl; “Siyah bulutu seçtim. Çünkü siyah bulut, suyu en çok olandır” dedi. Bunun üzerine tekrar nida geldi. O ses; “Sen o bulutu seçmekle; evleri, ocakları yıkıp yok edecek çok şiddetli bir azabı seçtin. O azab, ad kavminden hiç kimseyi bırakmaz. Herkesi yok eder” diyordu. Fakat onlar bunu tercih ettiklerinden, o bulut ad kavminin bulunduğu memlekete doğru gitti. Geride kalanlar, gelen nidaya hiç aldırış etmiyor, bunun yağmur yüklü bir bulut olduğunu zannediyorlardı.

Bu arada, ad heyetinde bulunan Lokman bin ad ismindeki bir kimse de, dua esnasında heyette bulunanlardan geri kalmıştı. Daha sonra kendi başına, yalnız olarak; “Ya Rabbi! Ben sana sırf kendi hacetimi istemek üzere geldim. Benim isteğimi ver” dedi ve uzun ömürlü olmağı diledi. Buna; “Bir zaman seçip, ne kadar ömür istediğini söyle; zira, devamlılık ölümsüzlük mümkün değildir ve ölüm mutlaka gelecektir” denildi. O da, yedi kerkenez (veya Akbaba) ömrü istedi. Ona da dileği kadar ömür verildi.

Lokman bin ad, bu duadan sonra yumurtadan yeni çıkmış bir kerkenez yavrusu alıp besledi. Bu ölünce başka bir kerkenez yavrusu aldı. Böylece yedi kerkenez besledi. Kaynakların ekserisinde bildirildiğine göre, her kerkenez seksen sene yaşıyordu. Yedinci kerkenezin İsmi Lübed (veya Lübend) idi. Lübed onların lisanında; dehr yani uzun zaman demek olup, bu son kerkenezin daha uzun ömürlü olması ümidiyle bu ismi vermişti. Yedinci kerkenezin ömrü seksen seneyi doldurmak üzere iken yeğeni (kardeşinin oğlu), Lokman bin ada dedi ki: “Ey amca! Bu kerkenezden sonra artık ömrün kalmadı.” Lokman bin ad da ona; “Ey kardeşimin oğlu! Bu lübeddir (yani çok uzun ömürlü olacak)” dedi.

Lokman bin adın, Lübedden başka çok kerkenezleri vardı. Hatta bu manaya nispetle kendisine Sahib-ün-nüsur denilirdi. Onlarla meşgul olur, eğlenir, zevkle uçuşlarını seyrederdi. Artık Lübedin ömrü seksen seneye ulaşmıştı. Bir gün Lokman bin ad, aşağıdan, dağın tepesinde bulunan kerkenezlere seslendi. Hepsi uçup geldi. Fakat o da ne? Lübed gelmemişti. Seksen senedir bu hal ilk defa oluyordu. Bunun sebebini merak ederek gidip tepedeki yuvalarına bakmaya karar verdi. Kerkenezlerle birlikte tepeye doğru çıkmaya başladı, fakat kendisini çok zayıf ve halsiz hissetti. Daha önce hiç zayıf ve takatsiz kaldığı görülmemişti. Tepeye vardığında, Lübedin diğer kerkenezlerin önünde yattığını görünce; “Kalk, kanatlan, ey Lübed!” diye seslendi. Lübed, kalkmak için son defa gayrete geldi. Lakin kalkamadı ve düşüp can verdi. Lokman bin ad da o anda öldü.

Rivayet edilir ki, Harem-i şerifte, ad kavminden olan üç kişi, (Mersed, Lokman ve Kayl) dua ederlerken, Mersed ve Lokman hususi olarak kendileri, Kayl da kavmi için dua etmişti. O sırada Kayla gizli bir nida gelip, “Yakınında bulunan arkadaşlarının (Mersed ve Lokman) sırf kendilerine dua ettikleri gibi sen de sadece kendin için dilekte bulun” denildi. O da; “Kavmime ne gelirse, bana da aynısının gelmesini isterim” deyince, o gizli ses; “Kavmin için helak olmak vardır” dedi. Buna rağmen, o, kararını değiştirmeyip; “Kavmime gelen bana da gelsin. Helak ise hiç aldırış etmeden helak olurum. Kavmim helak olduktan sonra, benim geride kalmamın ne manası var, bunu istemem” dedi. Bunu, aslında kavmine olan bağlılığından değil, böyle bir bela ve musibet geleceğine inanmadığı için söylüyordu. Neticede kavmine gelen musibet onu da bularak helak oldu.