"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ad kavmi Huda tuzak kuruyor

ad kavmi üç seneden beri devam eden kuraklık sebebiyle perişan olup, mecalsiz kaldı. Hud , bu halin bir fırsat olmasını diliyor, böylece artık yola gelebileceklerini tahmin ediyordu. Fakat, durum tam tersine cereyan etti. Hud ın daveti devam ettikçe, adlılar yumuşayacakları yerde, aksine diş biliyorlar, inkar, yalanlama, kaba ve sert cevap vermede pek aşırı gidiyorlardı. Hatta, kuraklık ve kıtlık sebebiyle, bu hale düşmelerine Hudun sebep olduğunu ileri sürerek, ona daha çok düşman oluyorlar, kinleri de gittikçe, artıyordu. Kendilerinin çok zalim ve asi olmaları sebebiyle, başlarına gelen bu belayı Huda yükleyerek, nihayet onu tuzağa düşürmeğe ve öldürmeğe karar verdiler. Kendi aralarında aldıkları bu kararı uygulayabilmek için, bir de tuzak hazırladılar. Bu çirkin planlarına göre, Huda güya, cevap veremeyeceği sorular soracaklar, güç yetmeyecek bazı şeyler isteyecekler, cevap veremeyince de, etrafta bulunanlara; “Gördünüz mü? İşte bakın bu yalancının biridir. Söyledikleri eskilerin yalanlarından ibaret uydurma ve düzme şeylerdir” diyeceklerdi. Böylece, diğer insanları da tahrik edip, Hud a saldıracaklar, öldüreceklerdi. Bu bozuk niyetlerini tatbik etmek üzere yola çıktılar. Hud ın yanına geldiler. O, kavmini yine Allaha iman etmeye, yalnız Ona ibadet etmeye davet etti.

Kuran-ı kerimde Hud suresinin 53. ayetinde bildirildiği gibi, adlılar; “Ey Hud! Sen bize, senin davanın doğru olduğuna delalet edecek bir hüccet (delil) getirmedin ki dediler.” Aslında Hud mucizeler göstermişti. Fakat onlar kibir ve gururları sebebiyle kabul etmemişlerdi. Şimdi de, asıl maksatları mucize istemek ve mucize gösterilirse iman etmeye niyet etmek değil, Hudu zor durumda bırakmaktı. Onlara; “Ne mucize istersiniz?” diye sordu. Onlar; “Rüzgarı istediğin tarafa çevir” dediler. Hud dua etti. Allah; “Ne tarafa istersen elinle işaret et!” buyurdu. O da eliyle işaret edince, rüzgar istediği istikamette esmeye başladı.

ad kavmi, bir de mucize olarak, büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hud ın duası ile bu da oldu. Bu mucizeleri gördükleri halde inanmayıp, hırçınlık ve kabalıklarına devam ettiler. Tekrar mucize istediler. Koyunların yünleri ipek olsun dediler. Hud dua etti. Koyunların yünü ipek haline geldi. Bu mucizeler açıkça görülünce, adlıların çirkin planları suya düştü. Üstelik birbirlerine karşı mahcub ve rencide oldular. Bundan hasıl olan şaşkınlıkla ve mağlubiyetlerini telafi etmek için dediler ki: “Ey Hud! Sen bize nasihat ederek; “Ey kavmim! Rabbinize istiğfar (Ona iman) edin! Sonra Ona tevbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınızda ısrar ederek imandan yüz çevirmeyin” (Hud suresi: 52) diyorsun. Sana bir şey demiyoruz. Sen bizim aramızda yetiştin. Seni çok iyi tanıyoruz. Doğru, emin bir kimsesin. Sende herhangi bir hastalık bulunmakla da seni itham etmiyoruz. Fakat sen putlarımıza hakaret ediyorsun. Hatta daha da ileri giderek, bizleri, putlara ibadet etmekten alıkoymak istiyorsun. Kuran-ı kerimde müşriklerin bu sözleri mealen şöyle bildirilmektedir: “Ey Hud! Senin bu sözünle biz ilahlarımıza (putlarımıza) ibadeti terk edicilerden değiliz. Ve sana iman edici, (davetini kabul edici ve seni tasdik edici) de değiliz. Biz sana ancak şunu söyleyebiliriz ki, sen, bizim putlarımıza dil uzattığın, onlara ibadeti terk etmemizi istediğin için putlarımızdan birisi seni fena halde çarpmış.” (Hud suresi: 54) Aklımızın almadığı hayale gelmez bir davada bulunduğuna, böyle şeyler söylediğine göre, sana putlarımızdan delilik arız olmuş.”

Onların bu sözlerini dinleyen Hud , böyle sözlerle halka kendisini deli gibi göstermeye kalkışmalarına üzülerek, ayet-i kerimede bildirildiği gibi şöyle cevap verdi: “Ben kendime (şu kainatı yaratan, her nimetin sahibi olan, sizin gibi zalim ve gaddar kavimleri de yerle bir edip, geriye ibret için sadece harabelerini bırakan) Allahı şahid tutarım, ve siz de (sözlerime, hareketlerime bakarak) şahid olun ki, ben, Allahı bırakıp da Ona şerik (ortak) koştuğunuz putlardan beriyim (uzağım). Şayet o putlarınızda başkalarına tesir edecek, sizin dediğiniz gibi başkalarını çarpacak, delilik yükleyecek, zarar verecek bir kuvvet varsa, putlarınız da dahil olmak üzere, hepiniz toplanın. Beni helak etmek için istediğiniz tuzağı kurun. (Beni yok etmek için elinizden geleni yapın. Hem bana) mühlet de vermeyin. Ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allaha güvendim. Ona tevekkül ettim. (Bütün kuvvetinizi seferber etseniz, bana zarar veremezsiniz. Buna gücünüz yetmez.) Allah bütün mahlukat üzerine tasarruf edici, onları dilediği şekilde kullanıcıdır. Benim Rabbim hak ve adalet üzeredir.

Eğer imandan yüz çevirirseniz (siz bilirsiniz. Benim vazifem olan peygamberlik vazifemi) ben size tebliğ ettim. (Eğer imandan yüz çevirirseniz) Rabbim sizi helak eder ve yerinize başka bir kavim getirir de hiç bir şeyle Ona zarar veremezsiniz. Rabbim her şeyi hakkıyla görüp gözetendir. (yani herkesin fiil, söz ve hallerini tam olarak bilir. Hiç bir şey Ona gizli kalmaz. Gizli açık her şeyi bilici ve mükafat veya ceza olarak karşılığını vericidir.) (Hud suresi: 54-57)

Hud ın, son derece cesaret ve şecaat timsali olarak, gayet vakur bir şekilde cevap vermesi, orada bulunanlara çok tesir etti. Hiç birisi, değil ona saldırmak, her hangi bir söz ile cevap bile veremedi. Hepsi donup kaldılar. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Çünkü, ondan bu şekilde pervasızca, korkmadan, çekinmeden böyle sözler söyleyebileceğini, kendilerine meydan okuyacağını hiç tahmin etmiyorlardı. Hud ise, onların şaşkınlıklarını daha da artıracak şekilde; “Hani ne oldu? Olduğunuz yerde kalakaldınız. Siz kalabalık bir grupsunuz. Ben ise yalnız başımayım. Hep birden üzerime saldırsanıza. Benim gibi yalnız bir kimsenin, sizin gibi kalabalık topluluğa meydan okumasına şaşırmadınız mı?” diyerek sözlerine devam etti.

Hud ın, ad kavmine bazı mucizeler göstermiş olmakla beraber, onlara böyle söyleyerek meydan okuması da bir mucizedir. Çünkü, ad kavminin insanları, bedenen güçlü, kuvvetli, bununla beraber çok kibirli ve pek zalim kimselerdi. Bu hadisede olduğu gibi, bir kimsenin onlara meydan okuması şöyle dursun, karşılarında durup herhangi bir şey söylemesine bile tahammül edemezlerdi. Devamlı cebr ile hareket eder, sırf eğlenmek, gülmek için adam öldürürler, kızdıkları birini, yapmış oldukları çok yüksek binaların tepesinden aşağıya atıverirlerdi. Bu kadar acımasız olan bu kimselere biri çıkıp da ters bir şey söyleyecek olsa, onu linç edip hemen oracıkta öldürürlerdi. İşte Hudun yukarıdaki sözlerine hiç cevap verememeleri, susup kalmaları onun bir mucizesidir.

Hud tebliğ vazifesine devam ederek bir gün kavmine; “Ey kavmim! Şu putlara ibadet etmekten vaz geçip, Allaha iman edin ve Ondan mağfiret dileyin. Bana tabi olur, dediklerimi yaparsanız, Allah sizi affeder ve bol bol yağmur verir. Çok rahmet edip, kıtlığı giderir. Mallarınıza ve kendinize bereket ihsan eder” diye nasihat etti. Çünkü, adlıların memleketlerini kasıp kavuran müthiş bir kıtlık ve kadınlarında da kısırlık vardı. Ziraatçı bir kavim olduklarından bol yağmura ve kendilerini muhafaza için çok nüfusa ihtiyaçları vardı.

O böyle nasihat ederken, kavmin meliki olan Halcan ismindeki zalim de orada idi. Hud bu sözleri, Allahtan gelen bir ihsan ve ince bir duygu ile coşarak söyleyince, ta uzaklarda bulunan kuşlar ve vahşi hayvanlar bile huzuruna gelip; “Buyur, biz emrinize hazırız ya Hud ! Sen vazifeni tebliğ et! Bunu yaparken, Allahın mahluklarından hiç korkma!” dediler. Bu hali büyük-küçük herkes gördüğü halde yine inanmadılar. Bu sırada, kavmin ileri gelenlerinden olan bir şahıs itiraz edip cevap verecek oldu ise de, o anda dili tutuldu, konuşamadı. ad kavminin insanları bu apaçık mucizeleri gördükleri halde yine inad ediyor ve karşı çıkıyorlardı. Hud ise büyük bir sabır ve metanetle, belki akıllanırlar ve uyanırlar diye hiç durmadan sabırla nasihat ediyordu.

Kendi anlayışlarına göre, kim kuvvetli ise haklı odur diyen, maddi ve dünyevi zevk ve menfaat nerde ise orada bulunarak hak, hukuk, adalet ve maneviyattan tamamen uzaklaşan ad kavmi, Hud ın peygamberliğinde de, maddi bir menfaat aradı. Çünkü maksatları ve ölçüleri bu idi.

Azgın ve taşkın adlıların, aralarında yetişip peygamber olarak gönderilen Hud , her türlü, inkar, yalanlama, kaba ve sert cevaplara, sıkıntı ve azarlamalara rağmen, anlaşılması mümkün olmayan bir sabır, tatlı dil ve yumuşaklık gösteriyor; yılmak bilmeyen kuvvetli bir azimle davasına devam ediyordu. Bütün kavim karşı çıktığı halde, o, davasından vaz geçmediği gibi, yaymak hususunda da en küçük bir gerilemede bile bulunmuyordu. O halde, adlıların ölçülerine göre, bu mücadelenin altında mutlaka çok yüksek bir ücret, maddi bir menfaat bulunması icabederdi. Bu gibi bozuk düşüncelerini kendi aralarında konuştukları gibi, nihayet bir gün Hud a da söylediler. Nitekim, kendisinden evvel peygamber olan Nuh a da, kavmi, böyle bir isnatta bulunmuşlardı. Hud; kavminin, bu mesnetsiz iddia ve ithamlarını kesinlikle reddedip, böyle bir maksadının bulunmadığını, ücretini (yaptığı vazifenin karşılığı olan sevabı) alemlerin Rabbi olan Allahtan beklediğini bildirdi. Onun bu hali, Kuran-ı kerimin Şuara suresinin 123. ve daha sonraki ayet-i kerimelerinde şöyle bildirilmektedir:

“ad kavmi de (resulleri olan Hud ı ve diğer) peygamberleri tekzip ettiler, yalanladılar. (Neseb bakımından kardeşleri olan) Hud onlara şöyle dedi: Allahtan korkmaz mısınız da Ondan başka şeylere, putlara ibadet edersiniz. Ben size Allah tarafından gönderilmiş emin bir peygamberim. (Zaten aranızda da emin olmakla tanınırım). O halde, Allahtan korkun ve (tevhid ve taat hakkındaki emrimde) bana itaat edin. (Sizi Allaha iman etmeye davet ve sizlere çok nasihat ettiğim için) sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ve mükafatım ancak alemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur. Siz her yüksek mevkide bir köşk bina eder, geçenlerle alay mı edersiniz? Ve içlerinde ebedi kalacakmış gibi muazzam kaleler ve havuzlar ediniyorsunuz. Bir kimseyi yakaladığınız zaman zorbaca, merhametsizce (döverek, söverek) yakalıyorsunuz. Artık Allahtan korkun ve bana itaat edin.

Size bildiğiniz şeyler (nimetler) le yardım eden ve size davarlar, oğullar, Cennet misali çok güzel bahçeler, pınarlar ihsan eden Allahtan korkun, (Ona şirk koşmaktan, karşı gelmekten) sakının. Gerçekten ben, üzerinize büyük bir günün azabının erişmesinden korkuyorum. (Zira her nimetin sahibi olup, kullarına ihsan etmeye kadir olan Allah, nimetlerine nankörlük eden, razı olmadığı şekilde kullananlardan da intikam almaya kadirdir. Hud ın bu nasihatlerine onlar hiç kulak asmıyorlardı. Karşılık olarak) dediler ki: Sen bize nasihat etsen de etmesen de (azab ile korkutsan da korkutmasan da) birdir. Biz bu halimizden vazgeçecek (eski halimizi) değiştirecek değiliz. (Senin) bu (söylediğin şeyler) eskilerin yalanlarından, başka bir şey değildir. Biz, azaba uğratılacak da değiliz.”

Hud bir defasında, kavmin toplu bulunduğu bir sırada yanlarına gitmiş ve onları imana davet etmişti. Kavmin reisi olan Halcan da, Huda karşı; “Sen bize galib geleceğini mi zannediyorsun. Bir gün ve bir gece içinde bizim bin çocuğumuz oluyor” demişti. Onun bu sözü gayret-i ilahiyeye dokunup, Allah o günden sonra onlara evlat vermedi. Çocukları olmadı. Ne yaptılarsa bir çaresini bulamadılar. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bu hallerin, Hudun sözlerine itiraz etmeleri sebebiyle başlarına geldiğini tahmin edip, durumu Halcana bildirdiler. O ise, ihtimalden ziyade apaçık bir hakikat olan bu durumu hemen kapatmak istedi. Kuru kuruya bir inad ile, ne pahasına olursa olsun inanmamak, kabul etmemek istiyordu. Yanına gelenlere; “Hayır. Durum sizin bildiğiniz gibi değildir. Ben rüyada bir şey gördüm. Eğer onu yaparsanız çocuklarınız olur” dedi ve gördüğünü de; “Putlarınızı çıkartıp, onları vesile ederek çocuk isteyeceksiniz. Hem ihtiyaçlarınız giderilecek, hem de Huda karşı böylece zafer kazanmış olacaksınız” şeklinde anlattı. Halcanın, samimi olmayan bu uydurma sözlerini dinleyen adlılar, yine de onun söylediği şekilde davrandılar, buna rağmen çocukları olmadı.

Hazret-i Hud da bir taraftan onlara; “Ey kavmim! Sizi yaratan, her nimeti veren Allahtan korkun. Ona itaat edin ki, isteğinizi kabul etsin. Size çocuk versin. Mülkünüze mülk, kuvvetinize kuvvet katsın. Ben sizi, Allaha iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet ediyorum. Eğer icabet eder, davetimi kabul ederseniz, nimete kavuşursunuz. Şayet icabet etmezseniz, Allah size azab eder” dedi.

Hazret-i Hud böyle söyleyince, adlılar onun üzerine hücum edip, dövmeye başladılar. Hatta mübarek başından çıkan kanlar yüzüne aktı. O sırada iman etmiş olanlardan biri gelip, adlılara; “Peygamberimize hakaret hususunda çok ileri gidiyorsunuz. Onun haber verdiği acı azabdan korkunuz” dedi. adlılar onun mümin olduğunu bilmiyorlardı. “Sen bizim aleyhimizde bir şey söylemeye cesaret edersin ha!” diyerek ona ve tekrar Huda dil uzattılar. Sataşıp, terslediler. Hud o kimseye teşekkür etti. Onu övdü ve; “Sen kavmine nasihatte bulundun. Allah dilediğini dalalette bırakır” buyurdu.