Nuh tufanından sonra, gemide bulunarak kurtulanlar çoğalıp, zamanla Arabistan yarımadası ve başka yerlere dağılarak yerleştiler. Nuhun torunlarından olan ad; Yemende, Hadramut bölgesinde, Umman ile Aden arasında Ahkaf denilen yeri yurt edindi. adın evladı burada çoğalarak büyük bir kabile oldu. Bu kabile, adın soyundan geldiği için, bu kavme ad kavmi denildi. ad, kendi arasında yirmiüç kabileden meydana gelen büyük bir Arab kavmi idi. İbn-i Ebi Hatim, ad kavminin yerleşme sahasının, Yemen ile Şam arasında olduğunu da rivayet etmiştir.
ad kavminin insanları, gayet uzun boylu, iri cüsseli, tuttuğunu koparan cinsten çok kuvvetli kimselerdi. Yeryüzünde onlardan daha uzun boylu ve cüsseli kimseler gelmemiştir. Aynı zamanda uzun ömürlü idiler. Bedeni olan kuvvetleri yanında, Allahın ayrıca bir ihsanı olarak, bulundukları belde de, gayet bereketli idi. Yaşadıkları yerin toprağı çok verimli, yağmurları da bol idi. Her taraf yemyeşil olup, her yanda, bağlar, bahçeler, etrafta rengarenk çiçekler, göz görebildiğince çeşit çeşit meyve ağaçları vardı. Adım başı pınarlar, akarsular bulunurdu. Hatta bu Ahkaf diyarının İrem diye tanındığı, İrem bağları tabirinin oradan geldiği de rivayet edilmiştir.
ad kavmi insanları, büyük kaya parçalarını yontarak sütun (direk) şekline getirirler, bu direkler üzerine muazzam, gösterişli binalar yaparlardı. O muazzam binalarının içinde ayrıca bağlar, bahçeler, güzel havuzlar bulunurdu. Her yer akıl almaz süslerle, göz kamaştırıcı güzelliklere sahipti.
Hazret-i Nuhdan sonra sekiz asır gibi uzun bir zamanın geçmesi sebebiyle, ad kavmi bozulmaya başladı. Önceleri doğruluk, hak ve adalet üzere rahat yaşarlarken, zamanla fitne ve fesada başladılar. Dinlerine ait ilimleri büsbütün unutarak doğru yoldan ayrıldılar.
Nuh tufanını görenler çoktan vefat etmiş olduklarından ve tufanın tesiri yavaş yavaş insanların hafıza ve gönüllerinden silindiği için, azmaya başladılar. Şeytan da zaten bütün gayretiyle insanları hidayet yolundan ayırmak için, devamlı hile ve tuzaklar hazırlıyordu.
Boy ve kuvvetlerine, ellerindeki nimetlerin çokluğuna bakarak aldanan bu kavim; “Yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve; bizden daha kuvvetli kim var (olabilir) ki dediler” (Fussilet suresi: 15) ayetinin haber verdiği şekilde kibre kapıldılar.
Bütün nimetleri veren Allahı da çoktan unutmuşlardı. Kendilerinin ve bütün alemin bir yaratıcısı olduğu akıllarına bile gelmiyordu. Her geçen gün kibir ve büyüklenmeleri, cehalet ve taşkınlıkları artıyordu.
Nihayet ad kavmi; samed, samud, sada ve heba adlı putlara tapmağa, etrafta bulunan kabilelere zulüm ve işkence etmeğe başladı. Öyle zalim ve gaddar oldular ki, zayıf ve güçsüzler, onların yanında eğlence vasıtası idi. Bunlar üzerinde adeta kuvvet denemesi yaparlar, beğenmedikleri zavallı bir kimseyi çok yüksek binalardan aşağıya atıverirler, merhamet nedir bilmezlerdi. adeta zorbalık ve şiddet ile muamele etmeyi, kendilerine şiar edinmişlerdi. Kuvvet, şiddet sahibi olanlar, diğerlerini ezer, inletir, hatta işkence ile öldürürlerdi. Güçsüz ve korunmasız olanların hamisi ve sığınağı yoktu.
Zulüm ve aşağılıkta akıl almaz derecede ileri gitmişlerdi. Herkesin gelip geçmekte olduğu çöl yollarına güya kolay, kısa ve emin olan istikameti göstermek için çeşitli yanlış işaretler koyarlardı. Yolu bilmeyen, garib, zavallı yolcular, bu yanlış işaretlere aldanarak farkında bile olmadan, kızgın çöllerin içlerine kadar giderler; ad kavminin zalimleri de, bu biçarelerin sıcak çöllerde, açlık ve susuzluktan, perişan bir vaziyete düşmelerini, kurda kuşa yem olmalarını seyrederler ve habis ruhları bu alçaklık ve vahşetten zevk alırdı.
Bazen uzak olsun, yakın olsun civarlarında bulunan kabilelere baskın yaparlar, her tarafı yakıp yıkarlardı. Ele geçirdikleri malları yağma ederler, yakaladıkları insanları da köle olarak çalıştırır, yahut da satarlardı. Merhamet duyguları tamamen kaybolmuş, yerini, canilik ve zulüm duygusu almıştı. Güç ve kuvvetlerini zulüm ve haksızlıkta kullanıyorlardı.
Allah korkusu ve insanlık düşünceleri dumura uğrayan, şefkat ve merhametten tamamen mahrum kalan bu kavim, elindeki maddi imkan ve zenginlikleri sadece zulüm vasıtası olarak kullanıyordu. Garib ve kimsesizleri, zayıfları, haklı, haksız ayırmadan, akıl almaz işkencelerle inletiyorlar, onları köle gibi çalıştırıyorlardı. Komşu kabileler de bunların zulüm ve işkencelerinden yaka silker hale gelmişlerdi. Çünkü aynı şekilde onlara da, zulüm ve haksızlık ediyor rahat bırakmıyorlardı.
Maddi imkan ve nimetleri arttıkça, ad kavminin şımarıklığı, haddi aşması da artıyor, Allahın sonsuz nimet ve ihsanlarına karşı, şükür yerine nankörlükte ileri gidiyorlardı. Bağ, bahçe, tarla, hayvan, mahsul ve hatta nesillerinde şaşılacak bir bereket bulunması, dünya nimetleri bakımından, ulaşılması arzu edilen bütün her şeye kavuşmuş olmaları, onların gittikçe azıtıp sapıtmalarına, zulüm ve haksızlıkta daha da ileri gitmelerine sebep oluyordu. Bu hesapsız nimetlere şükredecekleri yerde, şükrü terkedip şirke, müşrikliğe devam ediyorlar, içinde bulundukları bolluk sebebiyle gurur ve kibre kapılıp, insani duygu ve meziyetlerden ayrılarak, eğlence ve sefahet yolunda ilerliyorlardı.
Herkesin gelip geçmekte olduğu işlek yolların kenarlarında yaptıkları gayet muazzam binalarda, benzeri görülmemiş bir ihtişam içinde yaşıyorlardı. Bu umumi yerlerde, ayrıca yüksek tepelerde, yaptıkları sağlam bina ve kaşanelerde vakitlerini oyun ve eğlence ile geçiriyorlardı.
Ahlaki ve insani değerlerini kaybetmiş, maneviyattan tamamen mahrum kalmış kimselerin, ellerine geçirdikleri kuvveti ve maddi imkanları, başkalarına zulüm ve işkence aleti olarak kullanacakları gayet açıktır. İşte ad kavmi de böyle olup, ellerindeki kuvvet ve imkanları ile etrafa dehşet saçıyorlar, bundan da zevk duyuyorlardı. Bu zamanda ad kavminin meliki (hakimi), Halcan bin Vehm isminde, vicdansız, zalim bir kimse idi.