"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İdristen sonra insanların durumu

İdris insanlara peygamber olarak gönderilip, onlara doğru yolu gösterdikten sonra diri olarak göğe kaldırıldı. Bundan sonra ona tabi olup, yolunda bulunan ve adem ile Nuh arasında, çeşitli zamanlarda geldikleri de bildirilen Vedd, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki kıymetli alim zatlar Arab yarımadasının çeşitli yerlerine dağılarak İdrisin dinini yaymaya çalıştılar. Bu alimler, Arab yarımadasının çeşitli yerlerinde dağınık vaziyette yaşayan insanların yanlarına, ayaklarına kadar giderek, onlara doğru olan hidayet yolunu anlatıyorlardı. Bunun için bütün gayretlerini sarfediyorlar ve hiç bir fedakarlıktan kaçmıyorlardı.

İbn-i Ebi Hatimin bildirdiğine göre, Tabiinden ve Fukaha-i seba diye bilinen Medinenin yedi büyük aliminden Urve bin Zübeyr ; İdrisin eshabından olan ve insanlara doğru yolu gösteren bu büyük alimler hakkında; “Vedd, Yegus, Yeuk, Süva ve Nesr, ademin evladından yani torunlarındandır. Vedd, onların en büyüğü ve içlerinde en üstün olan idi” buyurmuştur.

Bu alimler, ahlak ve edeblerinin fevkalade olması, hep Allahtan, kıyametten, ahiretten anlatmaları, dinleyenleri çeken tatlı sohbetleri ile, gittikleri her yerde sevilip sayıldılar. Herkes bunları pek çok sevip, anlattıklarına inanıyor, onlara tabi oluyordu. Nihayet onlar da, birer birer vefat edip, ahirete göçtüler. Sevenleri kedere boğuldu ve kimse onları unutamadı.

Kavmin içinde bulunan bazı münafıklar, doğru iman sahiplerinin, vefat eden alimlere olan muhabbet ve bağlılıklarını istismar ettiler. Temiz iman sahibi insanları kandırabilmek için sanki müminlerden imiş gibi göründüler. Onlara yaklaşarak; “Bizler, bu kıymetli büyüklerimizin, alim zatların vefatlarından bir müddet sonra, unutulacağından ve nasihatlerinin tesirinin kaybolacağından ve dolayısıyla, insanların doğru yoldan ayrılacaklarından endişe ediyoruz. En iyisi biz, bu alimlerin bulundukları yerlere birer alamet koyup, nişan diksek, hatta, bu alimlerimizin küçük birer timsallerini yapıp evlerimizde bulundursak ne kadar güzel olur. Böyle yapınca hem devamlı hatırlayarak onları unutmamış, hem de nasihatlerine uymuş oluruz. Hep birlik olalım ve bu hususu ihmal etmeyelim” dediler.

Bu münafıkların, böyle gönül alıcı sözlerle müminlere yaklaşmaları, şeytanca maksatlarının o an için anlaşılmasına mani oluyordu. Onların bu düşüncelerinin arkasında putperestlik illetinin ortaya çıkarılması fikri yatıyordu. Yani münafıklar, insanlığı ebedi felakete, sonsuz azablara sürükleyecek olan, putperestlik, müşriklik zehirini şekerle kaplayıp yaldızla süsleyerek, tatlı sözlerle insanlara vermek istiyorlardı. Müminlerin ileri gelenleri böyle bir durumun ileride ne gibi neticeler hasıl edeceğini bilemeyip düşünemediklerinden ve işin garibi, bu fikri telkin edenler, müminlerdenmiş gibi göründüklerinden, bu fiili makul karşıladılar. Zahiri sebeplere göre, bu halin maksada uygun olduğunu zannettiler. Hatta, şeytanın, insan şekline girerek onlara bu fikri verdiği de rivayet edilmiştir.

Şayet bu fikir, İdrise iman etmeyenlerden gelmiş olsaydı, iman sahibi olanlar durup, düşünürler, böyle bir durumun, ilk bakışta faydalı görünse bile mahzurlarının da bulunabileceğini tahminde geç kalmaz ve buna göre hareket ederlerdi. Lakin bu fikir, mümin görünen münafıklar tarafından ortaya atıldığı için hemen hiç kimse karşı çıkmadı. Üstelik herkes tarafından da kabule şayan görüldü. Böylece münafıkların sinsi planları tutarak, ilk başta maksatlarına uygun bir şekilde işlemeye başlamıştı.

Nihayet insanlar, kendilerine doğru yolu gösteren ve nasihatlerde bulunan Vedd, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki o alim zatların birer heykellerini yaparak, onların daha ziyade bulundukları yerlere diktiler. Bunu, güya o alimlerin feyzlerinden istifade etmeyi kolaylaştırmak, onları unutmamak için yapmışlardı.

Zaman akıp giderken, insanlar, bu heykellerin, daha küçük suretlerini yapıp evlerinde bulundurmaya başladılar. Böylece, onların feyzlerinden daha çok istifade edeceklerine, nasihat ve vasiyetlerini unutmayıp, onlara tam uyacaklarına inanıyorlardı. Münafıkların, hak dine düşman olanların sinsi planları, maksatlarına uygun bir şekil almıştı.

Nesiller değişip, bu heykellerin dikiliş maksatları unutulunca, insanlar zamanla, bu heykelleri daha çok tazim etmeye başladılar. Bu husus, münafıklarca dine daha çok sarılmaya ve bağlanmaya sebep şeklinde gösteriliyor ve büsbütün yoldan çıkarabilmek için tahrifleri olanca hızı ile devam ediyordu. Öyle bir hale geldi ki, insanlar, farz ibadetlerini yaptıktan başka, muayyen zamanlarda o heykellerin etrafında toplanırlar, ziyaret ederler, o heykellere saygı ve hürmet gösterirlerdi. Mümin olanlar, geçmiş alimlerin yolunda olmak, nasihatlerini hatırlamak perdesi altında putperestliğe doğru adım adım yaklaştırıldıklarının farkında bile değillerdi. Münafıklar sinsi ve şeytanca hareket ediyorlardı. İnsanlar, bu heykellerin evlerde bulunan küçük suretlerini de tazim etmeye, onları geçmiş alimlerin sohbet ve nasihatlerini hatırlatıcı ve kendilerinin kötülüklerden men edip, uyarıcı olarak kabul etmeye başladılar.

Uzun yıllar geçip, nesiller değiştikçe heykellere olan muamele,onların ibadete karıştırılması, önceki müminlerin itikatlarının ve yaptıklarının aksine olarak çok değişti. Bu durum şeytanın ve dine düşmanlıkta ona iş bırakmayan münafıkların çok hoşuna gidiyordu. Çünkü onlar, git gide maksatlarına ve hedeflerine yaklaşıyorlardı. Zaman ilerledikçe, yeni yetişen nesiller, bu heykellerin dikiliş gayesini unuttular. Şeytanın, münafıkların vesvese ve aldatmaları ile, inanç ve ibadetlerinde değişiklikler meydana geldi. İnsanlar, bu dikili taşlarda üstün vasıflar bulunduğunu zannetmeye, diğer yapılan ibadetlerden ziyade bu heykellere hürmet göstermeye başladılar. Böylece, daha çok sevap kazanacaklarına, Allah katında bu heykellerin kendilerine şefaatçi olacağına, dolayısıyla bunlara daha çok hürmet ve tazim etmenin lazım geldiğine inanmaya başladılar.

Daha sonra insanlar, bu heykellerde, ilahi kudret bulunduğuna inanmaya, bunları, manevi olarak gözlerinde daha çok büyütmeye başladılar. Nihayet, onların ilah olduğunu zannedip, kendilerine put edindiler ve tapınmaya başladılar. Böylece insanlar putlara tapmaya yönelmiş, hakiki ve yegane mabut olan Allaha ibadetten yüz çevirir olmuşlardı. Artık, insanlar putlara ibadet ediyorlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa putperestlik, putlara ibadet etme başlamış, şeytan ve onun avanesi olan münafıklar, maksatlarına kavuşmuşlardı.

Müminlere, iman etmiş görünerek yaklaşan, süslü, tatlı sözlerle, çeşitli entrikalar çevirerek, iman sahiplerini doğru yoldan ayırmaya, imanlarını çalmaya çalışanların, iman etmeyen ve iman edenlere de açıkça düşmanlıkta bulunan din düşmanlarından daha çok zararlı oldukları böylece anlaşılmış oldu. Kıyamete kadar devam edecek olan bu sinsi düşmanlığın ilki böylece ortaya çıktı.

İnsanlar puta tapmaya başlayıp Allaha ibadet ve taattan yüz çevirince tabii olarak, git gide aralarında, zulüm, ahlaksızlık, fitne, fesad ve zorbalık gibi kötülükler arttı ve yayıldı. Kainatta bulunan her şey, insan aklının idrak edemeyip aciz kaldığı, fevkalade, akıl almaz bir ahenk ve nizam içinde cereyan ederken ve her şey bütün teferruatıyla insanoğlunun hizmetine sunulmuşken, insanlar bunu anlayamıyorlardı. Bütün bu nimetlerden ve her nimetin sahibi olan Allahtan gafil idiler. Üstelik Ondan başkasına, putlara, heykellere ibadet ediyorlar, bu halin Allahı gadaba getireceğini, kendilerine azab edeceğini bir türlü akıl edemiyorlardı.

Kainattaki birçok mahluk, kendilerinde hiç şuur olmadığı halde insanlara hizmet ederken, bu insanlar, ihsan edilmiş olan akıl ve şuurlarını kullanmayarak, Allahtan başkasına ibadet ediyorlardı.

Hiç kimseye fayda ve zararı olmayan taş parçalarına tapan insanlar, hakiki ve yegane mabut olan Allahtan yüz çevirip, Ona kulluk etmekten uzaklaştıkça daha çok bozuldular. Zaten, Onu unutup, başka şeylere ibadet etmeleri her fenalık ve alçaklığın habercisi olup, en büyük kötülük ve çirkinlikti.

Nitekim insanlar günden güne daha da bozularak her türlü fenalık ve ahlaksızlığı işler oldular. Güçlü kuvvetli olanlar, zayıf ve aciz kimselere zulmederlerdi. Fakirler, garipler, zavallılar, güç ve kuvvetten düşüp zayıf olanlar, kötülerin şerlerinden korunabilmek için kaçacak yer ararlardı.