İnsanların doğruyu, iyiyi, güzel olanı bulabilmeleri tek başına akılla mümkün değildir. Akıl, göz; peygamberler vasıtası ile gönderilen din ise ışık gibidir. Yani, insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Göz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremiyor. Allah, görme aletinden (gözden) faydalanmak için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, göz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdı.
Akıl da, yalnız başına maneviyatı, faydalı, zararlı şeyleri anlayamıyor. Allah insanların akıldan faydalanabilmeleri için, peygamberleri, din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyada ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akıl kendi başına bulamaz, işe yaramaz, tehlike ve zararlardan kurtulamazdı. Bundan dolayı İslamiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler, peygamberlerden faydalanamaz. Dünyada ve ahirette tehlikelerden, zararlardan kurtulamazlar.
“Peygamberler olmasaydı insanlar, akılları ile doğruyu bulabilirlerdi” diyenlere, İmam-ı Rabbani hazretleri şöyle cevap vermektedir:
“Akıl, dünyada kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. Bu bağlılıktan kurtulamaz. Bu iğreti varlıktan alakası kesilmez. Vehm, her zaman, aklın etrafında, hayal daima yanında bulunur. Gadab, yani kızgınlık ve şehvet, yani nefsin arzuları, hep onunla beraber kalır. Hırs ve menfaat, onu yalnız bırakmaz, insanlığın lüzumlu alameti olan şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. Bu dünyanın hassası olan, yanılmak ve karıştırmak, ondan sıyrılmaz. O halde, akla her şeyde, nasıl inanılır? Aklın vereceği kararlar ve emirler, vehmin karışmasından ve hayalin tesirinden kurtulamaz ve unutkanlık tehlikesi ve şaşırmak ihtimalinden korunamaz. Halbuki, bu kusurların hiç biri, meleklerde yoktur. Bu pislikler ve kötülükler onlarda bulunmaz. Bunun için, melekler elbette yanılmaz. Meleklere itimad olunur. Meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlikesi ve şaşırmak ihtimali, yol bulamaz. Bazı vakitler, ruh yolu ile gelen bazı bilgileri, his uzuvları ile bildirmek istediğim zaman, vehm ve hayal yolundan, doğru olmayan, bazı başlangıçların meydana çıktığını ve elimde olmıyarak, ruhdan gelen bilgilere karıştığını ve bunları bildirirken, aralarını ayıramadığımı duyuyorum. Bazı vakit de, bunları ayırt etmeği bildiriyorlar. İşte bundan dolayı, ruhani bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden itimad kalkıyor. Şöyle de cevap verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak Allahın beğendiği şeyleri yapmakla, yani ahkam-ı şeriyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. Bunun için de, peygamberlerin sözlerini, haberlerini öğrenmek lazımdır. Onlar haber vermedikçe, akıl ilerleyemez ve temizlenemez. Bazı inançsız kimselerde ve fasıklarda görülen, safa ve parlaklık alametleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. Nefsin parlaması da, yolu şaşırtmaktan, zarar ve ziyandan başka bir şey ele geçirmez. Bazı inanmayanların ve fasıkların, nefslerinin parlaklığı zamanında, bilinmeyen bazı şeyleri haber vermelerine istidrac denir. Yani, bunları derece derece, yavaş yavaş felakete, azaba sürüklemek içindir.”
Allah peygamberler vasıtası ile, insanlara, sonsuz kurtuluş yolunu göstermiş ve onları sonsuz azabdan kurtarmıştır. Eğer peygamberlerin mübarek vücudları, olmasaydı Allah, zatını ve sıfatlarını kimseye bildirmezdi. Kimsenin Allahtan haberi olmazdı. Kimse Ona yol bulamazdı. Allahın emirleri ve yasakları bilinemezdi. Allah ganidir. Yani hiç bir şeye muhtaç değildir. İnsanlara acıdığı için, onlara iyilik ederek, emir ve yasakları göndermiştir. Emirlerin ve yasakların faydaları insanlaradır. Kendisine hiç faydası olmadığı gibi bunlara ihtiyacı da yoktur. Peygamberler olmasaydı, Allahın beğendiği ve beğenmediği şeyler belli olmaz, birbirinden ayrılamazdı. O halde, peygamberlerin gönderilmesi, pek büyük nimettir. Bu nimetin şükrünü hangi dil söyleyebilir. Kim, bu şükrü yapabilir?