"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Kitab

Yazılmış veya basılmış ve bir kapak içinde biribirinden ayrılmıyacak şekilde hazırlanmış kağıtların hepsine birden verilen ad. Dinimizdeki manası ise, Allahın, bazı peygamberlerine, melek ile okutarak; bazılarına levha üzerinde yazılı olarak; bazılarına da meleksiz işittirerek indirdiği kelam-ı ilahisidir.

Dinimizde, Allahın indirdiği kitaplara inanmak, imanın altı esasından üçüncüsüdür. Allahın kelamı olan bu kitapların hepsi, ebedi ve ezelidir ve mahluk değildir. Bunlar meleklerin ve peygamberlerin sözleri de değildir. Allahın kelam sıfatı, ebedi ve ezelidir. Yani Allah, ezelden ebede, yani öndeki sonsuzdan sonraki sonsuza kadar bir kelam ile söyleyicidir. Bütün emirleri ve bütün yasakları o bir sözdendir. Bunun gibi, bütün haberleri, sualleri, hep o bir sözden çıkmaktadır. Tevrat ve İncil kitapları o bir sözü gösteriyor. Zebur ve Kuran-ı kerim de, o söze işaret ediyor. Bunun gibi, diğer peygamberlere nazil olan kitaplar ve sahifeler, hep o bir sözün açılmasıdır. Ezel ve ebed, o sonsuzlukları ile beraber, o makamda bir an olunca, hatta an demek bile sığmaz ise de, başka kelime olmadığından an deniliyor, o anda bulunan söz de, elbette bir kelime, hatta harf, belki de bir noktadır. Nokta demek de, an demek gibi, başka kelime bulunmadığı içindir. Yoksa nokta demek de, yerinde olmaz. Allahın kendindeki ve sıfatlarındakı genişlik ve darlık, bizim bildiğimiz ve alıştığımız gibi değildir. O, mahlukların sıfatı olan genişlik ve darlıktan münezzehtir, uzaktır. Harfli ve sesli olmayan Allahın kelamı; yazdığımız, zihinlerimizde tuttuğumuz ve söylediğimiz kelam gibi olmayıp; yazıda, sözde ve zihinde bulunmak gibi de değildir. Allahın ve sıfatlarının nasıl olduğu anlaşılmazsa da kelamını insanlar okur. Zihinlerde saklanır ve yazılır. Allahın kelamının iki tarafı vardır. İnsanlarla beraber olunca, mahluk ve hadisdir. Onun kelamı olduğu düşünülünce, kadimdir, ebedidir.

İnsanlar; havanın çıkması ve sürtünmesi neticesinde boğazlarındaki ses telleri, dil ve damak ile konuşuyor, arzularını ses şeklinde çıkarıyorlar ve harflerle yazıyorlar. Allah da ses zarları, ağız, dil olmaksızın, kendi kelamını, büyük kudreti ile harf ve ses içinde kullarına göndermiştir. Emirlerini, nehylerini harf ve ses içinde meydana çıkarmıştır. Her iki kelam da yani harf ve ses içine sokulmadan evvelki kelam-ı nefsisi ile harf ve ses içinde bulunan kelam-ı lafzisi hep Onun kelamıdır. Her ikisine de kelam demek doğrudur. Nitekim bizim de, nefsi ve lafzi kelamımızın ikisi de, sözümüzdür. Nefsiye hakiki deyip, lafziye mecazi demek, yani kelam gibi demek yanlıştır. Çünkü mecaz olan şeyler reddedilebilir. Allahın kelam-ı lafzisini reddedip, buna, “Allah kelamı değildir” demek küfürdür. Evvelce gelen peygamberlere gönderilen kitaplar ve sahifeler de, hep Allah kelamıdır. O kitaplarda ve sahifelerde ve Kuran-ı kerimde bulunanların hepsi, ahkam-ı ilahidir. Allah her vakte uygun olan hükümleri, o zamanın insanlarına göndermiş ve onları bunlardan mesul tutmuştur.

Bir insan, emir vermek veya yasak etmek veya bir şey sormak, bir haber vermek istese, önce bunları zihinde düşünür, hazırlar. Zihninde bulunan bu manalara kelam-ı nefsi derler. Bu manalara Arapça, Farsça veya Türkçe denemez. Çeşitli dillerde söylenmesi, bunların başka başka manalar almasına sebep olmaz. Bu manaları anlatan sözlere kelam-ı lafzi denir. Kelam-ı lafzi, çeşitli dillerle anlatılabilir. Bundan anlaşılıyor ki; kelam-ı nefsi, başka sıfatlar gibi (mesela ilim, irade, görmek vb.) kelam sahibinde bulunan, basit, değişmez, ayrı bir sıfattır. Kelam-ı lafzi ise, kelam-ı nefsiyi anlatan, insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan kelimeler topluluğudur. İşte Allahın kelamı, hiç susmak olmayan, mahluk olmayan ve zatı ile bulunan, ezeli ve ebedi bir kelamdır. Sıfat-ı zatiyyesinden ve ilim, irade gibi, sıfat-ı sübutiyyelerinden başka olarak, başlı başına bir sıfattır.

Kelam sıfatı da basittir; hiç değişmeyip, harfli ve sesli değildir. Emir, yasak, haber vermek gibi ve Arabça, Farsça, İbranice, Türkçe, Süryanice olmak gibi başkalaşması, parçalanması yoktur. Böyle şekiller almaz ve yazılmaz. Zihin, kulak ve dil gibi aletlere, vasıtalara muhtaç değildir. Yalnız bunların hepsinden, bilinen varlıklardan başka bir varlık olarak anlaşılabilir. Hangi dil ile söylemek istense, söylenebilir.

Kelam-ı ilahi çeşitli şeyleri bildirir. Kıssaları, yani hadiseleri bildirirse haber olur. Böyle olmazsa, inşa olur. Yapılması lazım olan şeyleri bildirirse, emir olur. Yasakları bildirirse, nehy olur. Fakat kelam-ı ilahide hiç değişiklik ve çoğalmak olmaz. İnen kitapların ve sahifelerin hepsi, cenab-ı Hakkın kelam sıfatından bir yapraktır. Kelam sıfatından, yani kelam-ı nefsidendirler. Arabi olunca, Kuran-ı kerimdir. Harfli olup, yazılan, söylenen, işitilen ve zihinde ezberlenen, nazm halinde indirilen vahye kelam-ı lafzi ve Kuran denir. Bu kelam-ı lafzi, kelam-ı nefsiyi gösterdiği için, buna da kelam-ı ilahi ve sıfat-ı ilahi demek caizdir. Bu kelam, bir çeşit ise de, şahıs bakımından ayrılması ve parçalanması vardır. Hepsine Kuran-ı kerim denildiği gibi, parçalarına da Kuran denilir.

Kelam-ı nefsinin mahluk olmadığını, kadim olduğunu, doğru yolun alimleri sözbirliği ile söylemektedir. Kelam-ı lafzinin hadis veya kadim olmasında sözbirliği yoktur. Hadis olduğunu bildirenlerden bir kısmı; “Kelam-ı lafzinin hadis olduğunu söylememelidir; eğer hadis denilirse, kelam-ı nefsinin hadis olduğu anlaşılabilir” buyurdular. En iyi söz de budur. İnsanlar bir şeyi işaret edeni işitince, zihinler hemen o şeyi hatırlar. Doğru yolun alimleri sözbiriiği ile; “Kelam-ı lafzi de, nefsi de, Allah kelamıdır” dediler. Bu sözde, mecaz yoluna sapanlar oldu ise de, kelam-ı ilahi olduğunda sözbirliği vardır. “Kelam-ı nefsi, Allah kelamıdır” demek; “Allahın kelam sıfatıdır” demektir. “Kelam-ı lafzi, Allah kelamıdır” demek; “Allah onun halıkıdır” demektir. Yani, ses ve kelimelerin mahluk olduğu bildirilmektedir.

Semavi kitapların bize bildirileni yüzdörttür. Bunlardan; on suhuf adem a, elli suhuf Şis (Şit) a, otuz suhuf İdris a, on suhufun da İbrahim a indirildiği meşhurdur. Tevrat, Musa a; Zebur, Davud a; İncil, Îsa a ve Kuran-ı kerim, Muhammed aleyhissalatü vesselama nazil olmuş, inmiştir.

Kitap, forma ve fasikül manasına gelen suhuflardan, adem a on suhuf indirildi. Burada, oruç ile her gün bir vakit namaz kılmak, gusl abdesti almak; leş, kan ve domuz eti yememek emr edildi. Îman edilecek şeyler, çeşitli dillerde lügatler bildirildi. Ayrıca çeşitli ilaçlar, sanatlar, fizik, kimya, tıb, eczacılık, geometri ve matematik bilgileri öğretildi. Süryanice, İbranice ve Arabca olarak, kerpiç üstüne çok yazı yazıldı. Bazı tarihçilerin; “Yazı, milattan önce 4000 yılında Sümerler zamanında bulundu” iddiası, daha eski devirlere ait belge bulunmaması veya bulunan arkeolojik eserlerin Afrika ormanları içinde, yazıdan, kitaptan habersiz olarak yaşayan insan topluluklarına ait olmasından kaynaklanmaktadır. İlmi olmaktan daha çok siyasi amaçlı olan bu iddialar, elimize bir noktası bile bozulup, tahrif edilmeden ulaşan Allahın kelamı ve Resulallahın mucizesi olan Kuran-ı kerim tarafından çürütülmüştür.

Şit a gelen elli suhufda; Allahın emirleri ve nehiyleri, hikmet, matematik, kimya ve simya ilimleri bildirilmiş; çeşitli sanatlar hakkında malumatlar verilmiştir.

İdris a gelen otuz suhufda da; Allahın emir ve nehiyleri; fizik, tıb ve kimya bilgileri bildirildi. Eski Yunan filozoflarından Hermens ve daha sonra gelen filozoflar, bu husustaki bilgileri, İdris ın kitabından öğrendiler.

İbrahim a da on suhuf indirildi. Nitekim Ebu Zer Gıfari hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifde, Resulallah efendimiz; “Hak teala İbrahim a on suhuf indirmiştir.” buyurdu. Bunun üzerine Ebu Zer ; “Ey Allahın Resulü! Bu suhufun içindekiler ne idi?” diye sorunca, Resulallah efendimiz; “Onlar Allahın kullarını uyarmak için nümune olacak sözlerdir. “Ey kendini beğenen mağrur padişah! Ben seni dünya mallarını bir araya toplamak üzere göndermedim. Seni ancak mazlumun hakkını zalimden alman için gönderdim. Mazlum, kafir de olsa ben bunu geri çevirmem, kabul ederim”gibi hikmet dolu sözlerdir. Keza bu sahifelerde şöyle uyarıcı örnek sözler vardır; “Akıllı bir kimse aklına yenik düşmez. Böyle bir kimsenin saatleri olmalıdır. Bu saatlerden birinde Rabbine münacatta bulunmalı, diğer bir saatte, Allahın kulları için yarattıklarını düşünmelidir. Diğer bir saati nefsiyle hesaplaşarak geçirmelidir. Bir saatini de yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını helalinden kazanmak için sarfetmelidir. Akıllı bir kimse ancak üç şey üzerinde dolaşıp durmalıdır. Zamanında azığını yemeli, hayatını bir düzene sokup güzelleştirmeli ve helal yoldan lezzet almağa çalışmalıdır. Keza akıllı bir kimse, yaşadığı sürece, iyiyi kötüden ayırmasını bilmeli, şan ve şerefini korumaya düşkün olmalı, dilini kötü sözden korumalıdır. İşte bütün bu örnek sözler, İbrahim a indirilen suhuflarda bulunmaktadır.” buyurdu.

Dört büyük kitaptan birincisi olan Tevrat, Musa aleyhısselama, Tur Dağında, bir defada nazil oldu. Tevratda bin sure, her surede bin ayet vardı. Getirip kavmine tebliğ ederek onları Allahın birliğine inandırmaya çalıştı. İsrail oğulları onun ilahi telkinlerini bir türlü kavrayamadılar. Tevrata inanıp ibadet etmeye başladılarsa da çok geçmeden bozuldular ve onu değiştirerek aslını yok ettiler. İsrail oğulları yurtlarından çıkarıldılar. Sonradan Talmud adını verdikleri kitabı yazdılar. Bugün yahudi ve hristiyanların ellerinde bulunan Ahd-i Atik adlı kitap, sonradan uydurulan ve Tevrat olarak bilinen Talmuddan başka bir şey değildir. Talmudun, Allahın kelamı olup, hak ve doğru olan Tevrat ile bir alakası yoktur. Tevrat ve onu tahrif eden İsrailoğulları hakkında hadis-i şerif ve ayet-i kerimelerde sık sık bahsedilir. Nitekim Kuran-ı kerimde mealen; “Şüphesiz ki, Tevratı biz indirdik. Onda bir hidayet, bir nur vardır.” buyuruldu. (Maide suresi: 44)

“(Yahudilere) söyle ki: Musanın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup, işinize geleni gösterip açıkladığınız, fakat çoğunu gizlediğiniz o kitabı (Tevratı) kim indirdi” (Enam suresi: 91)

“Artık elleriyle kitabı (Tevratı) yazıp da, sonra onu az bir ücretle satabilmek için; “Bu Allah katındandır” diyenlerin vay haline!..” buyuruldu. (Bakara suresi: 79)

Allah, Musa a Muhammed ın geleceğini haber verip mealen buyurdu ki: “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım. Merhametim, (dünyada) her şeyi içine almıştır. O gün, merhametim; yalnız benden korkarak kafir olmaktan ve günah işlemekten kaçınanlara, zekatını verenlere, Kuran-ı kerime ve Peygamberime inananlara mahsustur. Onlar, vasıflarını yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı buldukları, Allahın Resulü okuyup yazması olmayan Muhammede uyanlardır. O peygamber, onlara uygun olanları emreder ve fenalıktan men eder. Temiz şeyleri helal ve murdar şeyleri haram kılar. Onların yüklerini indirir ve ağır külfetleri hafifletir. Bu Peygambere inanan, Onu sayan, Onunla gönderilen nura uyanlar, işte onlar, sonsuz saadete varacaklardır.” (Araf suresi: 156, 157)

Zebur, Davud a nazil olan (gönderilen) kitabın adıdır. Tevratdan sonra gönderilmiştir. Davud ; Musanın dinini kuvvetlendirmek için Beni İsraile gönderilen nebilerden olduğu ve insanları Musanın dinine davet ettiği için, Tevratın hükümlerini yürürlükten kaldırmadı. Onu açıklayıp insanları Tevratın hükümleri ile amel etmeğe çağırırdı. Zebur, vaz ve nasihat şeklinde olup, Tevratın hükümlerini kuvvetlendirirdi.

İncil, Îsa a gönderilen kitabın ismidir. İncilde; Allahın birliği, Îsanın Allahın kulu ve peygamberi olduğu, ahır zamanda Ahmed isminde bir peygamberin geleceği yazılı idi. Bolüs isminde bir yahudi, Îsevi görünüp, Îsaya inanan havarilerin arasına karıştı. Îsanın diri olarak göğe çekilmesinden sonra, Bolüsün (Pavlos) ilk işi, semadan gelen İncili yok etmek oldu. Havarilerden olan Barnabas, Îsadan görüp işittiklerini doğru olarak yazdı ise de; bozuk İncil kitaplarını her yere yayan Bolüs, bunun çoğaltılmasına mani oldu. Böylece birbirine benzemeyen saçmalıklarla dolu pek çok İncil ortaya çıktı. Bugün Matta, Markos, Luka ve Yuhanna olmak üzere dört çeşit İncil vardır. Barnabas İncilinin dışında bunların ortak özelliği; baba, oğul, ruhül-kudüs adıyla üç tanrıya (Teslise) yer vermeleri ve pek çok hususun birbirine uymamasıdır.

Allahın indirdiği kitapların hepsi haktır, doğrudur, yalan ve yanlış değildir. Hepsinde ahır zamanda Muhammed ın geleceği bildirilmiştir.

Kuran-ı kerim ve semavi kitapların hepsi Allah kelamıdır. Onun sözüdür. Sözünü, İslam harflerinin ve seslerinin içine sokarak, Peygamberimiz Muhammed a gönderilmiştir. Buna, Kuran-ı kerim denmiştir. Bununla kullarına; emirlerini ve nehiylerini yani yasaklarını bildirmiştir.

Allahın son peygamberi, Muhammed ; son kitabı da Kuran-ı kerimdir. Kuran-ı kerime inanmak da imanın şartlarındandır. Diğer bütün kitaplara inanan bir kimse Kuran-ı kerime inanmasa, iman etmiş olmaz ve küfürden kurtulamaz. Onun bir ayetinden bile şüphe etmek, caiz değildir. Şüphe edenlerin, Allahı seven, doğru din adamlarının (İslam alimlerinin) kitaplarını okuyarak şüphesini gidermesi lazımdır.

Kuran-ı kerim, Peygamberimizden önce dünyaya gelen milletlere, Allah tarafından gönderilen kitaplardaki emirleri ve hükümleri de içinde topladığından, bütün insanlara hitab eden bir kitaptır. Yani, Kuran-ı kerim dünyadaki hristiyan, yahudi, mecusi vesaire gibi çeşitli dinlere sapmış olan insanlara da, doğru yolu gösteren bir kitaptır.

Kuran-ı kerim, misli bulunmayan büyük bir kitaptır. İçinde en derin ilmi ve fenni bilgiler, bütün dünyada bugüne kadar yapılmış medeni kanunlara nümune teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait bir çok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları, nasihatlar, dünya ve ahiret hakkında en mantıki izahat ve bunlara benzer, o zamana kadar hiç bir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği, hususlar vardır. Bunlar kimsenin söyleyemeyeceği yüksek bir ifade ile beyan edilmiştir.

Kuran-ı kerim, Allahın kelamıdır. Yani, Kuran-ı kerimdeki her söz ve her kelime Allah tarafından, Peygamberimize vahy yoluyla yani, meleklerin büyüklerinden olan Cebrail vasıtası ile bildirilmiştir. Peygamberimize kısım kısım (parça parça) gelen Kuran-ı kerimi Cebrail okumuş ve ezberletmiştir. Peygamberimiz, de Allahın emirlerini alır almaz, kendileri ezberlediği gibi yakınlarına da ezberletir ve vahy katiblerine de yazdırırlardı. Sonradan bunlar bir araya toplanarak Kuran-ı kerim meydana gelmiştir. Dünyanın her tarafındaki bütün Kuran-ı kerimler birbirlerinin aynıdır. Aralarında bir harf ayrılığı bile bulunmamaktadır. Halbuki hristiyanların ellerindeki İnciller birbirlerini asla tutmamakta ve farklılıklar göstermektedirler. Kuran-ı kerimin her ayetine (her cümlesine) inanmak şarttır. İçinden birisine inanmamak, insanın imanını gidererir. Îmansız insanın ahireti ise, hüsrandır.

Allahın emirleri münakaşa edilemez. Herkesin kendi anlayışına göre mana vermesi, işine geldiği şekilde anlaması caiz değildir. Kuran-ı kerimi en iyi anlayan yalnız Peygamberimizdir. Peygamberimiz, Kuran-ı kerimin bizim anlamadığımız taraflarını, hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Ayrıca büyük din alimleri, Kuran-ı kerimi tefsir etmişlerdir. Kuran-ı kerimdeki ayetlerin manaları çok geniştir. Onun için Kuran-ı kerimi kelime kelime tercüme etmekle tam manası ifade edilemez. Ancak, her ayetin selahiyetli büyük din alimleri tarafından tefsir ve izah edilmesi ile manasını öğrenmek mümkündür. İslam alimleri; “Bir mani, sıkıntı olmadıkça, ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere, açıkça anlaşılan manaları vermek lazımdır. Bunlara benzeyen başka mana vermek caiz değildir. Fakat, kelimelere, Resulallah efendimiz zamanında Hicazda kullanılan manaları vermek gerekir. Zamanla değişip, bugün kullanılan manaları vererek tercüme yapmak doğru değildir” buyurmuşlardır. Müteşabihat denilen ayet-i kerimelerde ise anlaşılamayan gizli manalar vardır. Bunların manasını, ancak Allah bilir ve kendilerine ilm-i ledünni verilen pek az seçilmiş büyük alimler, kendilerine bildirildiği kadar anlayabilir. Başka kimse anlayamaz. Onun için müteşabih ayetlerin, Allah kelamı olduğuna iman etmeli, manalarını araştırmamalıdır. Eşari mezhebindeki alimler; “Böyle ayetleri, kısaca veya geniş olarak tevil etmek caiz olur” dediler. Tevil; kelimenin çeşitli manaları arasından meşhur olmayanı seçmek demektir. Mesela; “Allahın eli onların ellerinin üstündedir.” ayet-i kerimesi, Allahın kelamıdır. Kişi:”Allah, bununla ne demek istiyor ise, öylece inandım” demelidir. “Bunun manasını ben anlayamam, ancak Allah bilir” demek, en iyi yoldur. Yahud; “Allahın ilmi, bizim ilmimiz gibi değildir, iradesi bizim irademize benzemez. Bunun gibi, Allahın eli de, kulların elleri gibi değildir” demelidir.

Allahın indirdiği kitaplarda, bazı ayetlerin yalnız okunması, yahut yalnız manası veya ikisi birden Allah tarafından değiştirilmiş yani nesh edilmiştir. En son gelen Kuran-ı kerim, bütün kitapları nesh etmiş yani hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. Kuran-ı kerimde, kıyamete kadar, hiç bir zaman; yanlışlık, unutulmak, ziyade ve noksanlık olmaz. Geçmişteki ve gelecekteki ilimlerin hepsi, bunda bulunduğu için, bütün kitaplardan üstün ve kıymetlidir. Resulallah efendimizin en büyük mucizesi, Kuran-ı kerimdir. Bütün insanlar ve cin bir araya gelip, Kuran-ı kerimin en kısa suresi gibi bir söz söyliyebilmek için uğraşsalar, söyleyemezler. Arabistanın beliğ, edib, fasih şairleri bir araya geldi. Çok uğraşmalarına rağmen üç kısa ayet gibi bir söz söyleyememişler ve karşı duramayıp şaşkına dönmüşlerdir. Allah, İslam düşmanlarını, Kuran-ı kerim karşısında aciz, mağlub etmektedir. Onun belagatı, insan gücünün üstündedir. İnsanlar, Onun gibi söylemekten aciz kalmaktadır. Kuran-ı kerimin ayetleri; insanların nazmına, vezinli olmayan neşrine, kafiyeli sözlerine benzemiyor. Bununla beraber, Arabistandaki ediblerin, beliğlerin sözlerinin yapı taşı olan harflerle söylenmiştir.

Kuran-ı kerim, Allahın insanlara en büyük nimetidir. Çünkü Kuran-ı kerim, dünya ve ahirette insanları saadete ve felakete götürecek yolları açıklamıştır.