İbranice bir kelime olup, Abdullah (Allahın kulu) manasına gelen “İsrail” kelimesi, İbrahimin torunu ve İshakın oğlu olan Yakuba alem olmuştur. Nitekim al-i İmran suresinin 93. ve Meryem suresinin 59. ayet-i kerimelerinde geçen İsrail ismi, Yakup ın ismidir. Birinci ayet-i kerimenin meali şöyledir: “Tevrat indirilmeden önce, İsrailin (yani Yakubun), kendisine haram kıldığı şeylerden başka, yiyeceğin her türlüsü, İsrail oğulları için helal idi. De ki: “Eğer sadıklar iseniz Tevratı getirin de onu okuyun.” Bu ayet-i kerimenin sebeb-i nüzulü olarak şu hadise zikredilmektedir: Yahudiler, Peygamber efendimize dediler ki: “Sen, İbrahimin tevhid dininde olduğunu iddia ediyorsun. Halbuki o senin gibi deve eti yemez, deve sütü içmezdi.” Bunun üzerine cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimeyi inzal buyurmuştur.
İkinci ayet-i kerimenin meal-i alisi ise şöyledir: “İşte bunlar (yani Meryem suresinde Zekeriyya dan İdris a kadar zikrolunan peygamberler), Allahın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden, ademin zürriyetinden, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrailin neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir…”
Hazret-i Yakubun oniki oğlu vardı. Bunlardan Yusufun Mısırda vezirliği zamanında, diğer kardeşleri ile babaları Yakub, beraberce Mısıra gitmişlerdi. Bunların çocukları ve torunları, Mısırda çoğalarak bir ümmet teşkil etmişler ve tarihte bunlara Beni İsrail (İsrail oğulları) denilmiştir. Yusuf ın kıssası, Kuran-ı kerimde, Yusuf suresinde uzunca beyan buyurulmuştur.
“Benu İsrail ve “Beni İsrail” lafızları, muhtelif harf-i cerlerle, Kuran-ı kerimde 41 yerde geçmektedir. Mevzu olarak ise 61 yerde zikredilmektedir.
Hadis-i şerif kitaplarında da İsrail oğullarıyla alakalı müstakil bablar bulunmaktadır. Mesela “Sahih-i Buhari”de bulunan, bu konu, ile ilgili bir babın başlığı “Babü ma zükire an beni İsrail” şeklinde olup, İsrail oğullarından nakl olunagelen ve nazar-ı itibara alınabilecek garibelerin beyanına dair hadisleri ihtiva etmektedir.
Buharinin Abdullah ibni Amrdan rivayetine göre, Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kurandan) bir ayet olsun (halka) ulaştırınız, (öğretiniz). Beni İsrail (in ibretli kıssaların) dan da haber verebilirsiniz. Bunda (bunu haber vermekde) beis yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şeyi söyledi diye) bile bile bana yalan isnad ederse, o da Cehennemdeki yerini hazırlasın.” Üç ana bölümden teşekkül eden bu hadis-i şerifin ikinci kısmında, beni İsrailin ibret almağa değer kıssalarından haber veriniz emri, haber verebilirsiniz manasındadır. Emir sigası ibahaya mahmuldür. Bunun delili de hadisde geçen; “Haber vermekte beis yoktur” cümlesidir. İslami tebligatın ilk zamanlarında, fitne ve fesada sebep olur endişesiyle Beni İsrail haberlerinin nakli, kitaplarının mütalaa edilmesi men olunmuştu. Sonradan, dini akideler, şeri hükümler teessüs edip, istikrar bulunca, o mahzur kalkmış, Beni İsrail vakıalarının nakli mubah kılınmıştır. Bu da ibret alınabilecek kıssalara münhasırdır. Yalan olduğu bilinen haberlerin nakli ise caiz değildir.
Burada belirtilmesi gereken bir husus da şudur: Beni İsrail kıssalarının ifade ettikleri hükümler, İslami umdelerle mukayese edilmemelidir. Bunların içinde, İslami umdelere uymayanlar da vardır ki, bunlar o ümmetlere, mahsus şeyler sayılmalıdır. İslamiyetle ilgili şeyler sanılmamalıdır.
Beni İsraile gelen peygamberlerden biri de Musa dır. Musanın şeriati (dini hükümleri) ile Muhammedin dini hükümleri arasında bazı farklılıklar vardır. Fakat bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri iman esasları aynıdır.
İsrailiyyat denilen rivayetler, ya ehl-i kitabın ağzından yahut da onların ele geçen kitaplarından nakledilirdi. Bazı rivayetler, Tabiinden Kabül-Ahbar ve Vehb bin Münebbih gibi zevata kadar varmaktadır.
İsrailiyyatı rivayet etmekte bir beis görülmemiştir. Zira bu rivayetler, nihayet geçmiş kitaplarda şu söylenmiş, bu yazılmış demek olur, ayrıca, yukarıda “Sahih-i Buharide geçtiğini belirttiğimiz merfu bir hadis-i şerif delaletiyle de bu, mubah görülmüştür. Tirmizinin de “Sünen”inde; “Hasen, sahih bir hadis” kaydıyla Abdullah bin Amr ibnil-asdan rivayet ettiği bu hadis-i şerifde; “Benim tarafımdan bir ayet olsun tebliğ ediniz. Beni İsrail de şöyle diyor, böyle diyor diye rivayet edebilirsiniz. Bunda beis yoktur. Benden rivayet ederken her kim benim ağzımdan müteammiden (kasten) yalan uydurursa Cehennemdeki yerini hazırlasın” buyurulmuştur. Fakat İsrailiyyat hakkındaki hükmü, tevakkufdan ibaret olduğu da kitaplarda kaydedilmektedir. Nitekim “Sahih-i Buhari” de, Ebu Hüreyreden merfuan rivayet edildiği üzere, Peygamber efendimiz zamanında, ehl-i kitaptan bazı kimselerin Tevratı okuyup Arapçaya tercüme ettikleri Resulallah tarafından duyulunca; “Ehl-i kitabı tasdik de etmeyiniz, tekzib de. Onlara şu ayet-i kerimeyi okuyarak cevap veriniz: “Ehl-i kitaba deyiniz ki, biz Allaha ve bize inzal olunan Kitab-ı kerime iman ettiğimiz gibi, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbata (torunlara) inzal olunan şeylere de; kezalik Musaya, Îsaya ve bütün peygamberlere Rableri tarafından indirilen kitaplara iman ettik. Hiçbirini diğerlerinden ayırd etmeyiz. Allaha muti ve inkiyad ediciyiz. (Biz Allaha teslim olmuş müslümanlarız.)” (Bakara suresi: 136)
Yukarıda verilen izahattan anlaşılacağı üzere, İsrailiyyat hakkında üç kademeli hüküm vardır:
1- İslami tebligatın ilk zamanlarında, fitne ve fesada sebep olur endişesiyle, Beni İsrail haberlerinin nakli ve kitaplarının mütalaa edilmesi men olunmuştur.
2- Ehl-i kitabın söylemiş oldukları sözler hakkında tevakkuf emr edilmiş sözlerinin, müslümanlar tarafından tasdik de edilmemesi, tekzib de edilmemesi istenmiştir.
3- İslami akideler, şeri hükümler teessüs edip istikrar bulunca, birinci maddede belirtilen mahzur ortadan kalkmış ve Beni İsrail vakıalarının nakli mubah kılınmıştır.
İsrailiyyatın naklini mübah kılan hadis-i şerif, “Sahih-i Buhari” ve “Sünen-i Tirmizi”de zikredildiği gibi, Ahmed ibni Hanbelin “Müsned”inde de yer almıştır.
Müslümanlara lazım olan dini bilgileri cem etmek maksadıyla “Riyaz-üs-Salihin” ismiyle Arabi lisanıyla bir cildlik kıymetli bir eser yazan hadis ve fıkıh alimi İmam-ı Nevevi (v. 676), kitabının “İlim” bölümünde, beşinci hadis-i şerif olarak bu hadisi yazmaktadır. Şafii alimlerinden Muhammed bin Allan es-Sıddıki (v.1057) “Riyaz-üs-Salihin” kitabına yazdığı dört cildlik Arabi “Delilül-Falihin” isimli şerhinin son cildinde bu hadis-i şerifin mevzumuzla ilgili kısmını izah ederken şöyle buyurmaktadır:
“…İsrail oğullarından rivayette bulununuz.” İsrail, Yakubun İbranice ismi olup, manası Abdullah yani Allahın kulu demektir. “Rivayet etmenizde beis yoktur.” alimler dediler ki: Onlardan rivayette sizin için bir beis yoktur. Çünkü, önceden Resulallah efendimiz tarafından, onlardan rivayette bulunmak ve kitaplarına bakmak yasaklanmıştı. Sonra bu konuda genişlik hasıl oldu. “Beis yoktur” cümlesinin manası şudur: Onlardan duyduğunuz acaib şeylerle kalplerinizi daraltmayınız, sıkılmayınız. Bu onlar için çok vaki olmuştur. “Beis yoktur” cümlesi hakkında şöyle de denilmiştir. Sizin onlardan rivayet etmemenizde beis yoktur. Çünkü Peygamberimizin baştaki “Rivayet ediniz” emri, vücub gerektiren bir emir sigasıdır. Bu cümle ile emrin vucub ifade etmediğine, emrin ibaha için olduğuna işaret vardır. Yani onlardan rivayeti terk etmenizde bir beis yoktur demektir. Yine bu cümle hakkında şu da söylenmiştir: Onların “…Sen ve Rabbin gidiniz ve harbediniz…” (Maide suresi: 24) ve “Bize bir ilah yap” gibi bozuk sözlerini hikaye edene bir beis yoktur. Burada mana şudur da denilmiştir: Onlardan rivayette, isnadın ittisali zor olduğundan dolayı, inkıtalı veya inkıtasız, kıssanın muttasıl olacağı herhangi bir surette rivayet ediniz. Bu, İslami hükümlerin hilafınadır. Çünkü, bu hükümlerde senedin muttasıl olması esastır. Zaman yakın olduğu için isnad zor olmaz. Her hal-ü karda onlara yalan isnadı ile rivayet caiz olmaz. İmam-ı Şafii buyurmuştur ki: “Resulallah, yalanı rivayet etmeyi caiz görmez.” O halde mana şöyledir: Onlardan yalan olduğunu bilmediğiniz şeyleri rivayet ediniz. Fakat, doğru mu, yalan mı olduğunda tereddüt ettiğiniz şeyleri rivayet etmenizde size bir beis yoktur. Bu; “Ehl-i kitab, size rivayette bulunduğu, konuştuğu zaman, onları tasdik de etmeyiniz, tekzib de etmeyiniz” hadisinin naziridir, benzeridir..”
Şaii fıkıh ve hadis alimlerinden İmam-ı Süyutinin (v.911) “El-Cami-us-Sagir” isimli eserinde de yer alan bu hadisin izahı, adı geçen esere altı cildlik kıymetli bir şerh yazan büyük alim Abdurrauf el-Münavinin “Feyz-ül Kadir” isimli eserinin üçüncü cildinde şu şekilde yapılmaktadır:
“…Size İsrail oğullarından ulaşan acaib haberleri, benzerlerinin bu ümmette meydana gelmesi muhal de olsa rivayet ediniz.” Yani bunlar, senedsiz de olsa rivayet ediniz. Zira, ahkam-ı Muhammediyyenin hilafına, zaman uzamış olduğu için, onlardan rivayette senedin ittisalinde güçlük vardır. “Bunu onlardan rivayette, üzerinize beis yoktur. Ancak yalan olduğu bilinen şey müstesnadır.” Burada şöyle bir mana da bulunabilir: Onlardan rivayet etmemenizde bir beis yoktur. “Rivayet ediniz” şeklinde sadır olan emrin vücub için olduğu vehmini izale etmek için Peygamberimiz ikinci cümleyi ziyade etmiştir. Et-Tibi demiştir ki: Burada, Peygamber efendimizin Beni İsrailden rivayete izin vermesi ile, başka bir haberde onlardan rivayette bulunmaktan ve kitaplarına bakmaktan nehy etmesi arasında tezat yoktur. Çünkü burada onların kıssalarını rivayet etmeyi murad buyurmuştur. Mesela, onların tevbe olarak, kendilerini öldürmeleri gibi. Nehiy ile de şunu murad etmiştir: Kendi şeriatiyle neshedilmiş (yürürlükten kaldırılmış) hükümlerle ameli yasaklamıştır. Yahut da İslamın bidayetinde, dini ahkam ve İslami kaideler istikrar bulmadan önce bu nehiy varid olmuştur. Fakat bunlar yerleşince, Beni İsrailden rivayete izin vermiştir…” Hadis-i şerifin sonunda bunun Abdullah ibni Amrdan, Ahmed ibni Hanbel, Buhari ve Tirmizi tarafından rivayet edildiğine ve sahih olduğuna dair rumuz da konulmuştur.
Bazı kişilerce, muteber bazı tefsirlerde İsrailiyyat bulunduğu ifade edilerek, cahil insanlar nazarında kıymetli tefsirlerin değeri düşürülmektedir. Tefsirde müctehid mertebesine yükselen kıymetli müfessirler, eserlerinde eğer İsrailiyyata yer vermiş iseler, caiz olduğu için bu işi yapmışlardır. Caiz olmasaydı yapmazlardı. Hukuki bir mevzuda, tıbbi bir konuda, yahut da ihtisas istiyen başka bir sahada nasıl mütehassıslara başvurma lüzumunu duyuyorsak, dini konularda da büyük İslam alimlerinin muteber eserlerine başvurma mecburiyetini duymalıyız. Aksi takdirde, dini meseleler hakkında, çok yanlış hükümler verme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.