"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Akıl

Kalbe gelen tesirleri inceleyerek, iyilerini kötülerinden ayıran kuvvet. Lügatte; kalb, diyet, sığınak, idrak merkezi, hafıza, kale, iyiyi kötüden ayırabilme kabiliyeti, düşünme ve anlama hassası, zihin, anlayış, idrak, zeka, düşünme, hatır, görüş, tedbir gibi manalara gelir. İstilahda ise akıl; kalbe gelen tesirleri inceliyerek, iyilerini kötülerinden ayıran bir kuvvettir. Akıl, mahlukat (varlıklar) içinde en önce yaratılan varlıklardandır.

“Riyad-ün-nasıhin” kitabında buyuruluyor ki: “Akıl, insanın gönlüne yerleştirilmiş bir nurdur. Buna sahip olan insan, akılla karşısındaki şeyleri anlıyabilir. İnsan akıllı olduğundan, emirleri yapmak ve yasak edilenlerden sakınmakla emrolunmuştur. İnsan aklıyla doğru ve yanlışı ayırır, iyi veya kötü amel (sevab veya günah) işler ve bu amelleri için hesaba çekilir. İdrak (anlama) kuvveti olan akıl, insanların şahsiyetlerinin ve tabiatlerinin başka başka olması gibi şahıslarda değişik olarak bulunur. Bazı kimselerin aklının çok ve kuvvetli olmasına karşılık bazılarınınki de zayıf ve azdır. Fakat; hemen hemen her insanda, fayda ve zararı, İslamiyetin iyiliğini, ona uyanın dünya ve ahiret saadetine kavuşacağını anlayacak kadar akıl vardır.

Bazı alimler; “Akıl, kişinin, sözünün ve işinin doğru olmasıdır” demişlerdir. Ayrıca; “Sözleri, işleri ve hareketleri karışık olan bunaktır, yani aklı yok denecek kadar azdır. O kimsede bazan doğruluk ve bazan yanılma çok olur” demişlerdir.

Yine “Riyad-ün-nasıhin” kitabında diyor ki: “Allah meleklere akıl verdi, şehvet vermedi. Hayvanlara şehvet verdi, akıl vermedi. İnsana ise; hem aklı hem şehveti verdi.” İmam-ı Gazali hazretleri ise “İhyau ulumiddin” kitabında: “Akıl ile şehvet birbirinden tamamen ayrı ve birbirine zıt olan iki varlıktır. Aralarındaki ayrılık gece ile gündüz gibidir. Birbirlerini kabul etmezler. Karşılaştıkları vakit aralarında savaş başlar. Galip olan taraf diğerini ezer” buyurmaktadır.

Aklı, şehvetine galip ve hakim olan insan çok yükselir. Meleklerden de üstün olur. Aklı şehvetine mağlub ve esir olan ise alçalarak hayvanlardan daha aşağı derecelere düşer.

“Hulasat-ül-hakaik” kitabında diyor ki: “Akıl, ıkal kelimesinden alınmıştır. Ikal, devenin kaçıp gitmemesi için dizlerini birbirine bağlayan dizbağına, kösteğe verilen isimdir. Ikal, deveyi kaçıp gitmekten koruduğu gibi, akıl da insanı uygunsuz işler yapmaktan korur.”

Süfyan bin Uyeyne ; “Akıllı kimse, iyiyi ve kötüyü anlayan değil, iyiyi görünce alan, kötüyü görünce reddedendir” buyurmuştur. Tabiinin büyüklerinden Vehb bin Münebbih hazretleri; “Muhammed ı hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederim ki, önce gelenlerin ve sonra geleceklerin hepsinin aklı, Resulallahın aklı yanında, dünyadaki kum tanelerinin hepsine göre tek bir kum tanesi gibidir” buyurmuştur.

Hazret-i Ali buyurdu ki: “Akıl öyle bir ağaçtır ki, kökü takva, dalı haya ve meyvesi veradır. Akıl ağacının kökü olan takva; insanı, fıkha, zühde ve Allahın gayrisinden yüz çevirip, yalnız Ona yönelmeye davet eder. Akıl ağacının dalı olan haya ise; insanı, doğru sözlü olmaya, çok iyilik yapmaya ve şüpheli olan şeyleri terk etmeye sevkeder.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: “İslamiyet akla tabi olmayı emir, nefse tabi olmayı da yasak ediyor. Çünkü, tabiatı icabı akıl, İslamiyete uymayı, nefs ise, uymamayı, emr ve teşvik ederler. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Bununla beraber nefsin yaratılmasında da hikmetler vardır. Nefs olmasaydı, insan yaşamasında, üremesinde ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Böylece nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı.”

“Berika” kitabındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:”Aklın alameti, nefse sahip ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklığın alameti de nefse uyup, Allahdan af ve merhamet beklemektir.”

“Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibadet yapar. Ahmak olan nefsine uyar, sonra Allahın rahmetini bekler.”

“Riyad-ün-nasihin”deki bir hadis-i şerifde Resulallah efendimiz Ebu Zere buyurdu ki: “Allahın haram eylediklerinden kaçın ve emrettiklerini yerine getir ki akıllı olasın.”

“İhyau ulümiddin” kitabında bildirilen hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“İnsanın, akıl gibi yüksek iktisabı (kazancı) olamaz. Akıl, sahibini iyiliğe ulaştırır, fenalıktan alıkor. Aklı kemale ermedikçe insanın dini müstakim (dosdoğru) ve imanı tamam olmaz”

“İnsan, güzel ahlakı sebebiyle, gündüzleri oruç tutan ve geceleri ibadetle geçirenlerin derecesine ulaşır. Fakat aklı tamam olmadıkça ahlakı güzelleşmez. Aklı olgunlaşınca imanı kemale erer. Rabbine itaat ve düşmanı olan şeytana isyan eder.”

Hazret-i Ayşe birgün Peygamber efendimize; “Ya Resulallah! İnsanlar dünyada ne ile üstünlük kazanırlar?” diye sual ettiğinde “Akıl ile” diye cevap verdi. Ayşe ; “Herkesin kıymeti, ameli ile ölçülmez mi?” deyince, Resul ; “Ya Ayşe! İnsanlar akıllarının aldığından fazla bir şey yapabilirler mi? Allahın kendilerine ihsan ettiği akılları nisbetinde amel ederler. Ondan sonra da amellerine göre mükafatlandırılırlar” buyurdu.

İbn-i Abbasın bildirdiği bir hadis-i şerifde buyuruldu ki: “Her şeyin bir aleti, bir hazırlık istidadı vardır. Müminin aleti, akıldır. Her şeyin bir bineği vardır. Kişinin bineği aklıdır. Her şeyin bir direği vardır. Dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı vardır, ibadetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran (davet eden) vardır. abidleri ibadete davet eden de akıldır…”

Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri “Seadet-i Ebediyye” kitabında bulunan bir mektubunda buyuruyor ki: “Akıl, bir kuvve-i derrakedir. Yani anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmak için yaratılmıştır. Akıl, sadece, insan, melek ve cinlerde vardır. Çünkü, mahlukat içerisinde, hakkı batıl ile karıştırabilecek olanlar yalnız bunlardır. Allahın kendisinde ve Ona ait bilgilerde, hakkın batıl ile karıştırılması olamıyacağından, o bilgilerde, akıl yalnız başına sened olamaz. Mahluklara ait bilgilerde hakkı batıl ile karıştırmak mümkün olduğundan, kullar arasındaki bilgilerde aklın işe karışması doğru olur. Allaha ait bilgilerde hakkı batıl ile karışdırmak istidadı olmadığından, akıl; o bilgilerde ileri gidemez. Rububiyyet, yaratıcılık, her bakımdan bir olmak ister. Orada, ayrılık gayrılık olamaz. Bundan dolayı, orada aklın işi yoktur.

Akıl, bir ölçü aletidir. Allaha ait bilgilerde, kıyas (ölçmek) olamaz. Mahluklara ait bilgilerde, kıyas olup, doğru kıyas etti ise sevab kazanır. Yanlış kıyas etti ise af olur. Allaha ait bilgilerde kıyas olsa, şahid ile gaibe istidlal (bilinmiyeni, bilinene benzeterek anlamağa çalışmak) lazım olur. Yani, anlaşılmıyan şeyleri, bilinen şeyler gibi sanmak olur. Akıl ve ilim adamlarının hepsi, şahidden gaibe istidlalin bozuk bir yol olduğunu, sözbirliği ile bildirmektedir. Akıl, yalnız, Allahın varlığını isbat etmekde biraz iş görür. Bu bilgi, derin ve güçtür. Önce, aklın müşekkik mi, mütevati mi olduğunu bilmek gerekir.

Mütevati; bir cins içinde bulunan fertlerin hepsinde eşit miktarda bulunan sıfat demektir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları gibi. İnsanlık, en yüksek insan ile en aşağı bir insanda müsavidir (eşittir). Mesela bir peygamberin ve bir kafirin insanlığı müsavidir. İnsanlık peygamberde daha çok, daha kuvvetli değildir. Bir nebinin insanlığı ile bir kafirin insanlığı arasında fark yoktur. Cemşid gibi meşhur bir padişah ile, bir köy çobanının insanlığı aynıdır. Yani Cemşiddeki insanlık, çobandaki insanlıktan üstün değildir. İnsanlık bakımından ikisi de aynıdır.

Müşekkik ise bir cins içindeki fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunmayan sıfattır. İlim gibi. İlim, alimlerin bazısında çok, bazısında azdır. Büyük bir fen adamı da olan bir İslam aliminin ilmi, bir köy hocasındaki ilimden elbette daha çoktur ve daha geniş, daha parlaktır. O halde, din bilgilerinde, hangi alimin bilgisine güvenilir? Elbette, en büyük ve ilmi çok ve fen kollarında tetkik ve tecrübe sahibi olan alimin ilmine daha çok güvenilir. Bunun üstünde, başka bir alim bulunursa, elbette ona daha çok itimad edilir.

Akıl, insanlık gibi mütevati midir, yoksa ilim gibi müşekkik midir? Elbette müşekkiktir. Yani, nevinin, yani kendilerinde akıl bulunan insan, cin ve melek sınıflarının bütün fertlerinde müsavi (eşit) olarak bulunmaz. O halde, en yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece farkı vardır.

Akıl, başlıca iki kısımdır: Selim akıl, sakim akıl. Bunların her ikisi de akıldır. Tam selim akıl, hiç yanılmaz; pişman olacak hiç bir harekette bulunmaz ve düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve sonu iyi olan işleri yapar. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. Böyle akıl ancak peygamberlerde “aleyhimüssalatü vesselam” bulunur. Peygamberler selim akıl sahibi olduklarından her başladıkları işte muvaffak olmuşlardır; pişman olacak, zarar görecek birşey yapmamışlardır. Eshab-ı kiramın, Tabiin ve Tebe-i tabiinin, din imamlarının (rahmetullahi aleyhim) akılları da bunların akıllarına yakın olup, ahkam-ı İslamiyyeye uygun akıllardır. Onun için, bunların zamanında, İslamiyet genişledi. Müslümanlar çoğaldı. Tarihi iyi anlayan, bunu pek iyi görür.

Sakim akıllar; selim akılların aksi, tam tersi olan akıllardır. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılarak, üzüntüye, pişmanlığa, zarara, sıkıntıya sebep olur.

Bu iki kısım akıl arasında, çok çeşitli dereceler vardır. Şunu da bildirelim ki, müminlerin, dini ve dünyevi aklı olduğu gibi kafirlerin de, dini ve dünyevi aklı vardır. Kafirin dünya işlerine eren aklı, ahiret işlerine eren aklına nisbetle üstündür. Müminin ahiret işlerini anlayan aklı ise dünya işlerini anlayan aklından daha üstündür. Fakat, bu hal devamlı değildir. Dünya geçer, biter. Geçici işlere yarayan akıl, devamlı olan, bitmeyen işlere yarayan akıldan daha kıymetli olamaz.

Akıl ile zekayı birbirine karıştırmamalıdır. Zeka, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları bulmaya, benzeyiş ve ayrılışları anlamaya yarayan şeydir. Zeka için çeşitli tarifler yapılmış olup, bazıları şöyledir:

“Zeka; yeni icab ve vaziyetlere, zihnin en iyi şekilde uymasıdır.”

“Zeka; düşünceyi, hayatın yeni şartlarına uydurmaktır.”

“Zeka; problem, mesele çözmek kuvvetidir.”

Bu tarifler gösteriyor ki, zeka; sevk-i tabiiden, yani içgüdüden yukarı, akıldan aşağı, bir şuur basamağıdır. Aklın tatbikcisi gibi olan zeka, akıldan önce teşekkül etmektedir. Akıl sahipleri, teorik yollar ve kaideler ortaya koyar. Zeki kimse, bunların pratiğe tatbikini sağlar. Fakat, aklı az ise, akıl sahiplerinden öğrendiklerini kullanmakla kalıp, zaruri ve külli prensiplere, kendiliğinden ulaşamaz. Yani, zihni iyi işlemez ve istidlalleri doğru yapamaz. Zeka, düşünebilmek kuvvetidir. Fakat, düşüncelerin doğru olması için, akıl lazımdır. Zeki insan, düşüncelerinin doğru olabilmesi için, birtakım prensiplere muhtaçtır. Bu prensipleri idare eden akıldır. O halde, her zeki kimseyi akıllı sanmak doğru olamaz. Zeki bir kimse, büyük bir kumandan olabilir. Akıllılardan öğrendiği usulleri, yeni harb şartlarına uydurarak, kıtaları fethedebilir. Fakat, aklı az ise, bir hata ile, başarıları, felakete döner.

Bir arslanın zekası, insan zekası kadar kuvvetli olsaydı, bu arslan öteki arslanlardan, onbin kat daha korkunç olurdu. Akılsız, inançsız kimse de, kuvvetinin ve zekasının çokluğu kadar, cemiyetlere büyük tehlike olur.

Netice olarak; her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemiyeceği, bu işlerin akıl ile ölçülemeyeceği meydana çıkar.

Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü, akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı bazan doğruyu bulur, bazan da yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, değil din işlerinde, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz ahiret işlerinde, nasıl olur da akla uyulur?

İnsanların şekil ve ahlakları başka başka olduğu gibi, akıl, tabiat ve ilimleri de ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına hiç de uygun gelmeyebilir. Birinin tabiatine uygun olan bir şey, başkasının tabiatine uymayabilir. O halde, din işlerinde, akıl; tam bir ölçü, doğru bir senet olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam bir vesika ve doğru bir ölçü olur. Bunun için İslam alimleri; “Dinini ve imanını; insan düşüncelerinin neticelerine bağlama ve akıl ile inceleyerek varılan sonuçlara uydurma!” buyurmuşlardır.

Evet, akıl hüccettir, doğru yolu gösterir. Fakat, bunu selim olan akıl yapabilir, her akıl yapamaz.

Demek oluyor ki, selim olmayan akılların, yanılmalarından dolayı bir hakikati kabul etmemeleri, uygun bulmamaları, birşey ifade etmez. Selim olan akıllar, yani peygamberlerin “aleyhimüsselam” ve varislerinin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. İslamiyetin her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda, aşikar ve apaçıktır. Sened ve isbata lüzum olmadığı gibi, tenbihe ve haber vermeğe de gerek yoktur.”

Hindistanda yaşamış İslam alimlerinin büyüklerinden Abdülaziz-i Dehlevi Farisi olarak yazdığı “Tefsir-i Azizi”de Fatiha suresini açıklarken, “Sırat-ı müstekim”i de uzunca bildirmiştir. Burada buyuruyor ki: “…Allahın merhameti sonsuz olduğundan, insanlarda, saadeti felaketten, doğruyu eğriden ve faideliyi zararlıdan ayırabilen bir kuvvet de yarattı. Bu çok kıymetli kuvvet, akıldır. Şaşmayan, yanılmayan akla akl-ı selim denir. Akl-ı selim sahibi olan kimse nefsine uymaz. İslam dinine uyar. Aklı dinlemeyen kimse ise nefsine uyar.

Allah, bütün insanlara, iman etmelerini emretti. İnsanlar arasından dilediklerine merhamet edip, bunların akla uyarak iman etmelerini nasib eyledi. Bu kullarının kalblerini iman ile doldurdu. Akıllarına uymayıp, Allahın davetini kabul etmiyenlerden, dilediklerini kendi taşkın, azgın hallerinde bıraktı. Dilediklerini de yine ihsan ederek, dilediği zaman hidayete kavuşturdu ve kalblerini iman ile doldurdu. Kendi hallerinde bıraktığı kullarından, gafletten uyanarak doğru yolu arayanlara da, merhamet ederek, hidayete kavuşturacağını vad etmektedir.

İmam-ı Gazali hazretleri, “El-Munkızü anid-dalal” adlı kitabında buyuruyor ki: “Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yani his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlamayacağı gibi, aklın da, peygamberlik makamında anlaşılan şeyleri ölçmesi mümkün değildir. Bunların doğru ve yanlış olduğuna karar veremez. “Akıl, doğruyu, iyiyi bulmaya yarayan bir alet ise de, yalnız başına bulamaz, noksandır.

Nakil yolu ile anlaşılan, yani peygamberlerin “aleyhimüsselam” söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı yokuşa çıkarmak için zorlamağa benzer. Bu durumda at yokuşa sürülür ve kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar; yahut, alışmış olduğu yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar. Sonunda eşyalar harab olur. Akıl da, ulaşamadığı ve anlıyamadığı ahiret bilgilerini çözmeğe zorlanırsa, ya yıkılıp, insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeğe kalkışarak yanılır ve herkesi aldatır. Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek iyilerini kötülerinden ayırmağa yarayan, bir miyar, bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremiyeceğinden, şaşırıp hayrete düşer. O halde peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka çare yoktur. Görülüyor ki, peygamberlere tabi olmak, aklın gösterdiği bir lüzumdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmağa kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Böyle bir davranış, gecenin koyu karanlığında bilinmeyen yerlerde, pervasızca yürümeğe ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer. (Bu da her an uçuruma, girdaba düşmeye sebep olur.) Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri, hayalleri ile izaha kalkışan maddeciler; akılları dışında bulunan meselelerin çoğunda yanılmışlar, bir yandan bazı hakikatleri meydana çıkarmalarının yanında, bir taraftan da, insanların saadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mani olmuşlardır. Tecrübelerin dışına taşmayan akıl sahipleri, bu acıklı hali, her zaman görmüş ve haber vermişlerdir.

İslam dininde aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat akla uymayan bir şey de yoktur. ahiret bilgileri ve Allahın beğenip, beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak bilinebilseydi, binlerce peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. Böylece insanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görüp bulabilirdi ve Allah, (haşa) peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiç bir aklın, ahiret bilgilerini bulamıyacağı ve çözemiyeceği içindir ki, Allah, her asırda dünyanın her tarafına, peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak, Muhammed ı göndermiştir. Bütün peygamberler, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faidelenmek için çalışmağı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya işlerinden her birinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmışlar ve Allahın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir. O halde, insaf etmeli ki, Allahın sonsuz kudretinin inceliklerini meydana çıkaran, bugünkü teknik bilgilerinden ve tecrübelerden haberi olmayan ve İslam büyüklerinin kitaplarını okuyup anlamak şöyle dursun, bunların isimlerini bile işitmemiş olduğu sözlerinden anlaşılan bir cahilin, tam olmayan aklı ile, ortaya attığı bir düşünce, nasıl olur da, Allahın Peygamberinin sözlerinden üstün tutulur? Peygamberimiz kitaplarda yazılı ilim, sıhhat, fen, ahlak, hak, adalet ve bütün saadet kollarını kavrayan ve bindörtyüz seneden beri dünyanın her tarafında gelmiş geçmiş ilim tecrübe ve akıl sahiplerini hürmet ve hayranlıkta bırakan ve hiç birisinde kimse tarafından bir kusur ve hata bulunamamış olan emirleri ve sözleri, cahil bir kimsenin sözü ile lekelenemez. Bundan daha büyük bir bedbahtlık ve zavallılık olamaz. Tam akıl, şaşmayan, yanılmayan akıldır. Etrafa düşünceler savuran bu kimse, değil aklın erişemiyeceği şeylerde, belki kendi günlük işlerinde, hiç yanılmadığını iddia edebilir mi? Böyle bir iddiaya, başkaları inanır mı? Değil bir insan, bugün en akıllı tanınan hristiyanların, kendi aralarında, en akıllıları olarak seçtikleri mebusları, bütün akılları ile, bütün ilimleri ile, başbaşa vererek, yaptıkları kanunları, az zaman sonra, yine kendileri beğenmeyip değiştiriyor. Yeryüzünde hiç bozulmayan ve değiştirilemiyecek bir şey vardır. O da Allahın Kuran-ı kerimi ve Resulallahın hadis-i şerifleri, yani mübarek sözleridir.

Allah, Kuran-ı kerimin bir çok yerinde, kafirleri, akıllarını kullanmadıkları, yerleri, gökleri ve kendilerini inceleyerek düşünmedikleri ve böylece imana kavuşmadıkları için azarlamakta ve aşağılamaktadır.

Allah çok ihsan sahibi ve pek merhametli olduğundan, akıl nimetini verdiğinden başka, ayrıca peygamberler göndererek, hangi şeylerin iyi, hangi şeylerin fena olduklarını ve nefsin bütün arzularının kötü olduğunu bildirdi. Akıl, peygamberlerin iyi dedikleri şeyleri, nefsin isteklerinden ayırıp, kalbe bildirir. Kalb bunu dinlerse, insan saadete kavuşur. Şu halde insan, aklına uyarsa, yani aklın gösterdiği bir lüzum olan, peygamberlerin bildirdiklerine uyarsa saadete kavuşur.

Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremiyeceği, anlayamayacağı pek çok şeyler vardır. Bunlar ancak peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi peygamberler gönderilmezdi. ahiret azabları, peygamberler gönderilerek bildirilmezdi. Allah, İsra suresinin 15. ayetinde mealen; “Biz peygamber göndererek bildirmeden önce azab yapıcı değiliz.” buyurdu. Akıl çok şeyi anlarsa da, herşeyi anlaması mümkün değildir. Anlaması da, kusursuz ve tam olmaz. Çok şeyleri, peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır. Peygamberlerin gelmesi ile, insanların özür ve bahaneleri önlenmiştir. Nisa suresinin 164. ayetinde mealen; “Peygamberleri, müjde vermek için ve korkutmak için gönderdim. Böylece, insanların Allaha özür, bahane yapmaları önlendi.” buyurdu. Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. Bunu bilmeyen yoktur. Din bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmağa kalkışmak doğru olmadığı gibi; akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına bakmak da aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek ve peygamberlik makamına inanmamak olur. Halbuki önce, peygambere inanmak, Allahın peygamberi olduğunu tasdik etmek lazımdır. Böylece, Onun bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğu kabul edildiği gibi, şüphelerden kurtuluş nasib olur. Dinin temeli, peygambere inanmaktır. Bu da peygamberin Allah tarafından gönderildiğini, hep doğru söylediğini aklın kabul etmesidir. Akıl bu temel bilgiyi kabul edince, peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur. Peygamberin Allah tarafından gönderildiğini, Allahın bildirdiklerini haber verdiğini kabul etmemiş olan bir akla din bilgilerinden bahsetmek ve inandırmaya çalışmak çok zordur.

Kalbde tam iman hasıl olması için en yakın yol, Allahı hatırlamaktır. Rad suresinin 30. ayetinde mealen: “İyi biliniz ki, kalbler, Allahın zikri ile itminana, rahata kavuşur.” buyruldu. Yani, tam imana kavuşur. Düşünerek, akıl ile ölçerek, bu yüksek makama kavuşmak çok güçtür. Şu önemli hususa çok dikkat etmelidir. Peygamberin Allah tarafından gönderildiğini ve hep doğru söylediğini uzun uzun düşünüp kabul ve tasdik ettikten sonra, Onun yolunda, izinde bulunan, her şeyde Ona uyan bir kimse; her şeyi düşünerek yapmış ve hepsinde akla uymuş olur. Peygamberin her sözüne uyması, akla uymak olur. İnsanın aklı, bir şeyin var olduğunu anlar, kabul ederse, o şeyden meydana gelen ve o şeyi meydana getiren parçaların da var olduklarını anlamış, kabul etmiş demektir. Bu parçaların herbirlnin var olduklarını ayrı ayrı inceleyip, düşünüp anlamasına lüzum yoktur. O şeyin varolduğunu inceleyip kabul ettiği için, o parçaların hepsini inceleyerek kabul etmiş sayılır.

Aklın tarifinden İslam alimlerinin izahlarına göre şu netice çıkmaktadır: Aklı olmayan deli ve bunu kullanmıyan sefihdir. Akla uygun iş yapmamak sefahettir. Aklı az olan da ahmaktır. Yalnız akla uyan ona güvenerek aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kuran-ı kerimin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, İslam alimleridir. O halde, İslamiyette felsefe olmadığı gibi İslam felsefesi, İslam filozofu da yoktur. Felsefenin üstünde İslami ilimler, felsefecilerin üstünde de İslam alimleri vardır.

Akıl, göz; İslam bilgileri de ışık gibidir. Yani insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremiyor. Allah, görme organımızdan faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmıyan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmağa hakları yoktur.

Akıl da, yalnız başına maneviyatı ve faydalı, zararlı şeyleri anlayamaz. Allah, akıldan faydalanmak için, peygamberleri, din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyada ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akıl doğruyu bulamaz, işe yaramazdı. İnsanlar tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdı. İslamiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler, peygamberlerden faydalanamaz. Dünyada ve ahirette tehlikelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vasıtaları, mevki, rütbe ve para ne kadar bol olursa olsun, peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiç bir fert, hiç bir cemiyet mesud olamaz. Ne kadar neşeli, sevinçli görünseler huzursuzluktan içleri kan ağlamaktadır. Dünyada da ahirette de rahata ve saadete erenler, sadece peygamberlere uyanlardır. Onların gönülleri daima huzur içindedir.

Ehl-i sünnet alimleri, İslamiyetin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, isbat ettiler. Bu bilgilerden hiç birine, akıl ermediği için, karşı gelmediler. Böylece; kabir azabına, burada Münker ve Nekir denilen iki meleğin soracakları suallere, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye itirazsız hemen inandılar. Akıl, ermediği için, olmaz demediler. Çünkü bu büyükler, Kuran-ı kerime ve hadis-i şeriflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlıyabildiklerini anlattılar; anlayamadıklarına, olduğu gibi öylece inandılar. Anlamadıklarına; eski Yunan felsefecileri gibi yapmayıp, aklımız ermediği için anlıyamadık dediler. Yunan felsefecileri aklın erdiği şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine, anlıyamadıklarına inanmadılar. Peygamberlerin gönderilmeleri, Allahın beğendiği şeylerden bir çoğuna aklın ermemesi sebebiyledir. Onlar bunu bilemediler. Akıl hüccet olmasına rağmen tam hüccet değildir. Peygamberlerin gönderilmeleri ile tam hüccet olmuştur. Yani, o büyüklerin gönderilmeleri ile, akıl her şeyi öğrenebilmiştir. Allah, İsra suresinin 15. ayetinde; “Biz, peygamber göndermedikçe, azab yapıcı değiliz.” buyurdu.

Akıl, insan için çok kıymetli bir nimet, Allahın büyük bir ihsanıdır. “Berika” kitabında buyuruluyor ki: “Cebrail , aklı, hayayı ve imanı adem a getirdi ve dedi ki: “Ya adem! Allah hazretleri selam etti ve sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabul etsin buyurdu.” adem aleyhısselam aklı kabul eyledi ve Cebrail , iman ile hayaya; “Siz gidin”deyince, iman dedi ki: “Allah hazretleri bana akıl nerede ise, sen de orada ol! diye emreyledi.” Ondan sonra haya da aynı şekilde, Allah tarafından emrolunanı beyan ederek, her ikisi, akıl ile beraber adem da kaldılar. Buradan açıkça anlaşılıyor ki, Allah kime akıl verirse, haya ile iman onunla beraberdir. Aklı olmayanın hayası ve imanı yoktur.

İslam alimleri buyurdular ki: Müslümanların bilmesi, öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulum-i İslamiyye yani müslümanlık bilgileri denir. Bu bilgiler nakli ilimler ve akli ilimler olmak üzere başlıca iki kısma ayrılır.

Nakli ilimler; Edille-i şeriyye denilen dört ana kaynaktan çıkmış olan bilgiler olup, bunlara din bilgileri de denir.

Akli ilimler ise, matematik, mantık ve tecrübi bilgilerdir. Bunlar; his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe ve hesab edilerek elde edilir. Bu bilgiler, din bilgilerinin anlaşılmasına ve onların tatbik edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan lüzumludurlar. Bunlar, zamanla artar, değişir, gelişip ilerler.

Nakil yolu ile gelen bilgiler çok yüksek olup, aklın, insan gücünün ve dimağının üstündedir. Bunlar, hiç bir zaman, kimse tarafından değiştirilemez. Dinde reform olmaz sözünün manası budur. İslamiyet, akıl ile elde edilen bilgileri yasaklamamış, sınırlamamıstır. Ancak akli bilgilerin, nakil bilgileri ile birlikte öğrenilmesini ve sonuçlarının dine uygun, insanlara faydalı olarak kullanılmasını; zulüm, işkence ve felaket vasıtası yapılmamasını emretmiştir. Akıl ilimleri, İslam bilgilerinin bir kısmı olup İslamiyete lazımdırlar, İslamiyet bunları men etmez, emreder.

Akılla alakalı olarak hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

“Allah aklı yarattığında, ona gel buyurdu. O da geldi. Sonra git buyurdu. O da gitti. Sonra otur buyurdu. O da oturdu. Sonra konuş buyurdu. O da konuştu. Sonra sus buyurdu. O da sustu. Sonra da buyurdu ki: Bana, senden sevgili ve daha kerim olan bir mahluk yaratmadım. Seninle tanınırım. Seninle hamd edilirim. Seninle itaat olunurum. Seninle alırım, seninle veririm. Seni hesaba çeker, muhatab ederim, Sevab sana, ceza da sana. Sana en büyük ikram da sabırdır.”

“ahirette sizi kurtaracak olan aklınızdır. Akıllı insan, Allaha itaat eden insandır.”

“Allahın ilk yarattığı şey akıldır. Allahakla şöyle hitab etti: İzzet ve celalim hakkı için senden daha kıymetli bir mahluk yaratmadım. Seninle insanları muhafaza eder, seninle verir, seninle sevab kazandırır ve seninle cezalandırırım.”

“Kıyamet günü insanlar, akılları nisbetinde Allaha yakın olurlar.”

“Akıl, sahibini hidayete erdirir, felaketten kurtarır. Kişinin aklı tamam olmadıkça imanı tamam olmaz. Dini de müstekim (doğru) olamaz

“Aklı olmayan, güzel ahlaka sahip olamaz.”

“Her şeyin bir direği vardır. Müminin direği ise akıldır. Kişinin ibadeti aklı nisbetindedir.”

“İnsanın bineği, dinin direği, abidlerin hedefi, müminin sermayesi akıldır.”

“Allah indinde en sevimliniz, akılca en üstün olanınızdır.”

“Sizin akılca en üstününüz, Allahtan en çok korkanınızdır.”

“Akıllı kimse, Allaha iman edip, peygamberleri tasdik eden ve ibadetini yapandır.”