Eshab-ı kiramdan bir cemaatin, kıyametten konuştuğu bir sırada Peygamber efendimiz buyurdu ki: “On büyük alamet görülmeyince kıyamet kopmaz” ve “Duhan (duman), Deccal, Dabbet-ül-erd, Güneşin batıdan doğması, Îsa ın gökten inmesi, Yecüc ve Mecücün çıkması, doğuda, batıda ve Arabistanda yer batması, bunlardan sonra Yemenden bir ateş çıkıp halkı bir araya getirecektir.” İşte bu on büyük alamet bir hadis-i şerifde bildirilmektedir. Diğer sahih hadislerde Mehdinin geleceği bildirilmektedir. Bu alametlerin birisi ortaya çıkınca, diğerleri birbiri ardından ortaya çıkar. Bir hadis-i şerifde; “Kıyamet kopmadan önce, Allah benim evladımdan birisini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur ve dünyayı adaletle doldurur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adalet ile dolar.” buyruldu.
1- Deccal: Deccal hakkında bir çok hadis-i şerif vardır. Buyruldu ki: “Geçmiş peygamberler, şaşı, kör ve yalancı olan Deccalın, büyük fitne ve musibet olduğunu haber verip ümmetlerini, onun şerrinden, zararından korkuttular.” Zira adem dan kıyamete kadar, onun gibi büyük musibet, korkunç düşman dünyaya gelmemiştir. Ahır zamanda, kıyamete yakın meydana çıkıp, çok memleketleri istila eder. İnsanlara ilah olduğunu söyleyerek, onları aldatır. Dünyada kırk gün kalır. Onu, Îsa öldürür. (Bkz. Îsa )
2- Mehdi: Kendi ismi Muhammed, babasının ismi Abdullahtır. Fatıma evladından adil bir devlet reisi ve zamanın halifesi olup, mutlak müctehid derecesine yükselmiş ve veli olan mübarek bir zattır. Allah dilediği zaman yaratıp insanlara gönderir. İslam dinine yardım için gönderilir. Bir hadis-i şerifde; “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin, ikisi de kafir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kafir olan ikisi de, Nemrud ile Buhtünnasar idi. Beşinci olarak, yer yüzüne, benim evladımdan biri, yani Mehdi de malik olacaktır.” buyruldu.
3- Îsanın gökten inmesi: Îsa ölmedi. Diri olarak göğe çekildi. Şimdi göktedir. Kıyamete yakın, gökten inip Deccali öldürür. Mehdi de onun yanında olacaktır. Hadis-i şerifde; “Îsa yeryüzüne iner. Evlenir ve bir oğlu dünyaya gelir. Kırk beş sene yaşar. Sonra vefat eder ve benim kabrimde defn olunur. Ve ben, Ebu Bekir ile Ömer arasında Îsa ile beraber bir kabirden kalkarım.” buyruldu. (Bkz. Îsa )
4- Yecüc ve Mecüc: Allah Enbiya suresi 96. ayet-i kerimesinde mealen; “Yecüc ve Mecüc, seddi yıkıp her yüksek yerden süratle çıkarlar.” buyuruyor. Yecüc ve Mecüc denilen kimseler Nuh ın oğlu Yafesin soyundandırlar. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır. Herbirinin bin çocuğu olur. Sayıları çok fazladır. Arkasında kaldıkları seddi her gün oyarlar. Gece, eskisi gibi olur. Kafirdirler. Sed arkasından çıkınca insanlara saldırırlar. İnsanlar şehirlere, binalara saklanırlar. Yeryüzündeki bütün hayvanları yiyip bitirir, nehirleri içip kuruturlar. Îsa ve eshabı dua ederler. Boyunlarında yara hasıl olup, bir gecede hepsi ölür. Hayvanlar bunları yiyerek çoğalırlar. Pis kokularından dünya yaşanmayacak bir hal alır. Yecüc ve Mecücün çok eski zamanda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyamete yakın, yeryüzüne yayılacak iki kötü millet olduğu, Kuran-ı kerimde haber verilmiştir. (Bkz. Zülkarneyn)
5- Güneşin batından doğuşu: Peygamber efendimiz buyuruyor ki; “Güneş batıdan doğmayınca, kıyamet kopmaz. Güneş batından doğunca, bütün insanlar (yahudiler, hristiyanlar) iman ederler.” Fakat fayda vermez. Bir Cuma gecesi, her zamanki gibi güneş batar. Üç gün doğmaz. O zaman güneş, adet dışı olarak batıdan doğacaktır.
6- Dabbet-ül-erd: Kıyamete yakın çıkacak olan büyük bir hayvandır. Mekke-i mükerremede Safa tepesi altından çıkar. Onda her hayvanın rengi ve benzerliği bulunur. O kadar kuvvetlidir ki, kime kavuşmak istese yetişir. Onu öldürmek isteyen, başaramaz. Allah, Kuran-ı kerimde Neml suresi 82. ayet-i kerimede mealen; “Kıyamet kopmadan önce, onlar için yerden dabbe (hayvan) çıkarırız.” buyurdu.
7- Duhan (Duman): Büyük bir duman her tarafı kaplayacaktır. Resulallaha dumandan sorulunca; “Semanın (gökyüzünün) duman getirdiği güne muntazır ol ki, müşriklerin halini göresin” mealindeki Duhan suresinin 10. ayet-i kerimesini okudu. Sonra buyurdu ki: “Doğu ile batı arası dumanla dolar. Kırk gün, kırk gece kalır. Müminler nezle gibi küçük bir hastalığa tutulur. Kafirler, sarhoşlar gibi olup, burunlarından, kulaklarından ve arkalarından duman çıkar.”
8- Kıyamete yakın Medine-i münevvere harap olacak, Kabe-i muazzama Habeş renkli siyahi kimseler tarafından yakılıp, hazineleri talan edilecektir. İmam-ı Buharinin İbn-i Abbasdan bildirdiği hadis-i şerifde, Kabe-i muazzamayı yıkacak olan Habeşiler tarif buyurulmuştur.
9- Üç yerin batması: Hadis-i şerifde; “Kıyametten önce biri doğuda biri batıda ve biri de Arabistanda olmak üzere üç yer batar.” buyruldu.
10- Hicazdan ateşin çıkması: Resulallah efendimiz buyurdular ki: “Kıyametten önce Hicaz diyarından bir ateş çıkar. Basrada bulunan develerin boyunlarını aydınlatır.” Yani etrafa ışık saçar. Diğer bir hadis-i şerifde; “Ateş zuhur eder. İnsanları bir araya toplar, insanlar saf saf olur kaçarlar. Bir deve üstünde iki, üç, dört, beş kişi binip uzaklaşırlar. Kalanların hepsini kuşatır. Onları bir araya toplar. Onların arkalarından gider. Sabah-akşam onlardan ayrılmaz” buyuruldu. Bu ateş bütün alametlerin sonudur.
Alametlerin hepsinin tamam olmasından sonra misk ve anber kokusu gibi ferahlatıcı serin rüzgarlar esip, bütün müminler vefat eder. Dünyada Allah diyen kimse kalmaz. Kuran-ı kerimin bütün hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın hepsi cehalette kalır. Yeryüzünde yalnız kafirler kalıp, hayvanlar gibi türlü fesad, zulüm ve azgınlıklar yaparlar. Bütün cihan küfür, sapıklık ve fesad ile dolar. İşte bu halde sura üflenip, onların başına ansızın kıyamet kopar. Hadis-i şerifde; “Kıyamet, insanların kötüleri ve kafirler üzerine kopar.” buyruldu. Cennete ve Cehenneme gideceklerin adedi tamam olunca kıyamet kopar.
11- Surun üflenmesi: Sur, büyük bir boynuz şeklinde olup, vakti gelince, Allah, İsrafil adındaki meleğe emreder. Bir hadis-i şerifde; “İsrafil suru, ağzında lokma gibi tutup, kulağını açıp Allahtan, üflemek için izin bekler durur. Ben nasıl rahat olurum.” buyuruldu.
Sura birinci defa üfürüldüğünde, çıkan sesin heybetinden yedi kat göklerde olan melekler ve yedi kat yerde olan mahlukların hepsi kıyamet koptu sanarak yüzleri üstüne düşüp can verirler. Allah, Zümer suresi 68. ayet-i kerimesinde mealen; “Sura üflenip arkasından göklerde ve yerlerde olanlar düşer, ölürler. Ancak Allahın diledikleri müstesna…” Neml suresi 87. ayet-i kerimesinde mealen; “Ey Habibim! O günü hatırla ki, onda sura üflenir. Göklerde ve yerde olanlar, çok büyük korkuda olurlar. Ancak, Allahın bu korkudan korudukları müstesnadır.” buyurdu. Yalnız mukarrebun meleklerden sekiz tanesi kalır. Bunlardan dördü Cebrail, Mikail, Rıdvan ve Azraildir. Diğer dördü, Hamele-i arş melekleridir ki, birisi İsrafildir. Allahın emri ile Azrail , diğer yedi meleğin de ruhlarını kabzeder, alır. Sonra Allah onun da ruhunu alır. Her canlı ölümün tadını tadıp, fani olur. Allahtan başka her şey yok idi ve hepsi yine yok olacaklardır. Kıyamet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça dağılıp hepsi yok olacaklardır. Böyle olacakları Kuran-ı kerimde açıkça bildirilmektedir. El-Hakka suresinin 13-16. ayet-i kerimelerinde mealen; “Sura bir kere üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyamet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır.” ve Tekvir suresi 1-3. ayet-i kerimelerde mealen; “Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıktarı zamana…” ve İnfitar suresi 1 ve 2. ayet-i kerimelerde mealen; “Gökün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman…” ve Kasas suresinin son ayetinde mealen; “Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!” buyruldu.
Allah, sur üfürüldükten sonra, kıyametin kopmasını murad buyurduğu vakit, dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeğe başlar ve toz haline gelir. Denizlerin bazısı bazısına taşar, güneşin nuru giderek simsiyah olur. alemler birbirine girip; yıldızlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur. Gökler, gülyağı gibi erir ve değirmenin döndüğü gibi şiddetli bir şekilde hareket eder. Bazı kere toplanır, bazı kere de dümdüz olur. Allah, göklerin parça parça olmasını emreder. Yedi kat yerde ve yedi kat gökte ve kürside diri olarak kimse kalmaz. Her canlı vefat etmiş olur ve eğer ruhani ise, ruhu gitmiş olur. Yerde taş taş üstünde kalmaz. Göklerde hiç canlı kalmaz.
Birinci nefhada (surun birinci üfürülmesinde) olan ölüm, ikinci ölümdür. Çünkü bu ölüm, batıni hisleri de giderir, yok eder. Birinci ölüm ise, sadece konuşma, işitme, tatma gibi zahiri hisleri giderir. Birinci ölümde bazı cesetler hareket eder. (Peygamberlerin kabirlerinde namaz kıldığını bildiren hadis-i şerif bunun açık delilidir.) İkinci ölümden sonra yani birinci sur üfürülüp kıyamet koptuktan sonra ise, namaz kılıp oruç tutamadıkları gibi, ibadet de edemezler. Ruh basittir. Eğer cesette olursa his etmeğe ve harekete sebep olur. Bu iki nefha arasındaki ölüm zamanı alimlerin birçoğuna göre kırk senedir.
Allah, ilahlık makamında tecelli buyurup; “Ey alçak dünya! Senin içinde rablık davası edenler ve ahmakların rab tanıdıkları acizler nerededir ve senin güzellik ve letafetinle aldatarak ahireti unutturduğun kimseler nerededir?” der. Bundan sonra kahr, yok edici kuvveti ve hikmeti ile iftihar eder. Sonra, Mümin suresi 16. ayet-i kerimesinde mealen buyurulduğu gibi; “Mülk kimindir?” der. Hiç kimse cevap vermez. Kahhar olan Allah, kendi kendine mealen; “Vahid ve kahhar olan cenab-ı Allahındır.” buyurur. Hadis-i şerifde buyuruldu ki; “Allah; Ben azimüşşan, Melik-i deyyanım (yani kıyamet gününün tek hakimi ve sahibiyim). Benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve benden gayrı putlara ibadet edenler nerededirler? Şol kimseler ki, benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de asi olurlar. Cebbar ve zalimler nerededirler? Kibirlenen ve öğünenler nerededirler? Şimdi mülk kimindir?” buyurur.” Buna cevap verecek kimse bulunmaz. Hak sübhanehü ve tealanın murad ettiği bir zaman kadar sessizlik olur. O zaman arş-ı aladan makam-ı ehadiyyete kadar düşünen ve görünen bir nefs yoktur. Zira cenab-ı Hak, huri ve gılmanların ruhlarını da Cennetlerinde kabz buyurmuştur.
Bundan sonra cenab-ı Hak, Cehennem çukurlarından olan Sakardan bir kapı açar. Oradan ateş fışkırır. İşte bu ateş, ateşin içine atılan yün parçasını yaktığı gibi, ondört denizi kurutur, yeryüzünü kapkara eder ve gökleri sarı zeytinyağı yahut erimiş bakır gibi bir hale koyar. Sonra ateşin şiddeti göklere yakın olduğu vakit, Allah öyle bir dehşet ile men eder ki, ateş hiç eser kalmayacak şekilde, tamamen söner.
Bundan sonra Allah hazretleri, arş-ı alanın hazinelerinden birini açar. Onda hayat denizi vardır. Bu deniz, yer üzerine şiddet ile yağmur yağdırır. Yağmur, yeryüzünü kaplayıp, kırk arşın kadar yukarı yükselinceye kadar devam eder. O zaman, toprak olmuş olan insanlar ve hayvanlar, ot gibi biterler. Zira “Buhari” ve “Müslimin” bildirdikleri hadis-i şerifde buyuruldu ki: “İnsan, kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmıştır. Sonra yine ondan iade olunacaktır.” Diğer bir hadis-i şerifde; “Kişinin her yeri mahv olup çürür. Lakin kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan çıkmıştır. Yine ondan iade olunur.” buyruldu. (Kuyruk sokumu kemiği, omurganın son kemiği olup içinde iliği bulunmayan nohut kadar bir kemiktir)
Canlılar ve bütün azaları, mezarlarında yeşil ot gibi biter, hep o kemikten ortaya çıkarlar. Bazısı bazısına girmiş ağ örgüsü gibi dolanmış olur ki, birinin başı diğerinin omuzunda, öbürünün eli, diğerinin sırtında olur. İnsanın çokluğundan böyle karmakarışık olurlar. Hak teala, Kaf suresinin 4. ayet-i kerimesinde mealen; “Hakikaten biz biliriz ki, arz onlardan birini noksan etmez. Zira bizim indimizde mahfuz kitap vardır. Yani biz yarattıklarımızın hepsini biliriz.” buyurmuştur.
Bu dirilmek keyfiyeti tamam olunca, hesab üzere, sabi, yine sabidir, ihtiyar, yine ihtiyardır. Olgun yaşta olanlar, yine olgun, gençler yine gençtir. Yani alem-i fenadan alem-i bekaya intikal eyledikleri zaman ne haldeyseler, yine o suret ile belirirler. Allaharş-ı alanın altında bir latif rüzgar emreder. Bu rüzgar, yeryüzünü baştan başa kaplar ve yeryüzü toz gibi ince kum haline girer.
Bundan sonra Allah İsrafili diriltir. Beyt-i mukaddesin sahrasından sur üfürülür. Sur, ondört dairesi bulunan nurdan bir boynuzdur. Bir dairede, karada olan hayvanların adedince delikler vardır. Karada olan hayvanatın ruhları oradan çıkar. Arı sesi gibi sesler işitilir. Yerle gök arasını doldurur. Sonra her bir ruh, kendi cesetlerine girer. Hak teala bunlara kendi cesetlerini ilham eder. Hatta dağlarda ölmüş olan, vahşi hayvanların ve kuşların yemiş olduğu insanların ruhları, kendi cesetlerini bulur. Nitekim Allah, Zümer suresi 62. ayet-i kerimede mealen; “Kıyametin yok edici surundan sonra, ikinci bir sur üflenir, bu sese bütün beşeriyet tabi olur. Bu emir ile kalkıp hazır olurlar.” buyurmuştur.
İnsanlar, kabirlerinden ve yanıp kül oldukları, çürüdükleri yerlerden kalktıkları vakit görürler ki, dağlar pamuk gibi atılmış, denizler susuz kalmış, yerin kendisinde ise ne eğrilik ne de yükseklik var. Cümlesi dümdüz olmuş. Bir kağıt sayfası gibi görülür. İşte insanlar, kabirlerinin üzerine çıplak olarak oturdukları vakit, her tarafa hayretle ve düşünerek bakarlar. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifde; “İnsanların her biri, elbisesiz olup, hepsi çıplak ve sünnetsiz oldukları halde haşrolunurlar.” buyurdu. Diğer bir hadis-i şerifde; “İnsanlar kıyamet günü çıplak haşrolunurlar.” buyuruldu. Ayşe validemiz, bunu işittikleri vakit: “Bazısı bazısına bakmazlar mı?” diye sordu. Peygamber efendimiz Abese suresinin; “Kıyamet gününde herkesin hali, kendisini diğerinin halinden ve durumundan uzaklaştırır.” mealindeki 37. ayet-i kerimesini okudular. Peygamberimiz bu hadis-i şerifinde, kıyamet gününün şiddet ve meşakkatinden insanların birbirlerine bakamıyacağını anlatmayı murad buyurdular.
Herkes kabri üzerine çıkıp, oturur. Her biri şaşkın bir şekilde bin sene kadar dururlar. Sonra magribten (batıdan) zuhur eden bir ateşin gürültüsüyle halk mahşere sürülür. Bu zamanda her mahluk dehşete düşer. İnsanların, cinlerin, vahşi hayvanların her birini kendi ameli alıp; “Kalk mahşere git” der.
Ameli güzel olan kimsenin ameli, bazısına merkep, bazısına da katır suretinde görünür. Amel sahibini üzerine atıp, mahşere getirir. Bazısının da koç şeklinde görünür. Bazı kere amel, sahibini üzerine alır götürür, bazan da bırakır. Her müminin önünden ve sağ yanından, o zamanki karanlık içerisinde her tarafı aydınlatan bir nur olur.
Sol taraflarında nur yoktur. Belki karanlıkta hiç bir kimse hiç bir şey göremez. O karanlıkta kafirler hayrette kalır. İmanlarında şek ve şüphe olan kimseler ve bidat sahibi olanlar, mezhebsizler şaşırırlar. Ehl-i sünnet alimlerinin (rahmetullahi aleyhim) bildirdiklerine uygun olarak doğru inanmış olan sünni müminler ise, onların zulmet ve tereddütlerine bakıp, Allahın kendilerine hidayet nuru verdiğine hamd ederler. Zira cenab-ı Hak, müminler için, azab gören şakilerin hallerini ortaya koyar. Nitekim Cennet ehli ve Cehennem ehli ne yapmışlarsa hepsi belli olur. Onun için Allah mealen; “Arkadaşına nazar etti. Onu Cehennem ateşinde gördü” buyurdu. Araf suresinin 47. ayetinde de mealen; “Cehennem ehline baktıkları zaman, Cennet ehli; “Ey Rabbimiz! Bizi zalim kavimlerle beraber kılma derler” buyruldu. Zira, dört şey vardır ki, kadrini, kıymetini ancak dört kimse bilir. Hayatın kadrini ancak ölü bilir. Nimetin kadrini azab çeken bilir. Servetin kadrini fakir bilir. Cennet ehlinin kadrini, Cehennem ehli bilir.
Bazısının nuru, iki ayağı üzerinde ve parmakları ucunda görünür. Bazısının ki bir parlar, bir söner. Bunların nurları imanları kadardır. Kabirlerinden kalktıkları vakit, hareketleri de, amelleri miktarıncadır. Bir hadis-i şerifde, Peygamber efendimiz; “İki kişi bir deve üzerinde, beş kişi ve on kişi bir deve üzerinde haşrolunur.” buyurdu.
Allah bilir, bu hadis-i şerifin manası; “Bir kavim, İslamda birbirine yardım eder, dini, imanı, helali, haramı birbirlerine öğretirlerse, Allah onlara rahmet eder. Onların amelinden deve yaratır da, onun üzerine binerler, öylece haşrolunurlar” demektir. Bu ise, amelin zayıf olmasındandır. Çünkü bunların, kendi amelleri bir deve olamadığından, ancak birkaçının ameli bir deve olmakta ve buna müşterek binmektedirler.
Bunlar yolculuğa çıkan insanlara benzerler. Fakat hiç kimsenin bir hayvan satın almağa gücü yetmediğinden, hayvan alıp varacakları yere gidemezler. Bunlardan iki veya üç kişi, bir hayvan satın alıp, yolda ona müşterek binerler. Bu yolda, bazan bir deveye on kişi biner. Bunlar malda elini kısanlardır. Yani hasis olanlardır. Bununla beraber, selamete çıkarılırlar. Bu kimseler ahiret ticaretinde fayda görüp, kar edenlerdir. Bu takdirde Allahtan korkanlar, Allahın dinini yayanlar, binicilerdir. Bunun için, Allah Meryem suresi 85. ayet-i kerimesinde mealen; “Allahtan korkanlar, o gün, Rablerinin nimetlerine müşterek olarak giderler.” buyurdu.
“Sırat-ı müstekim üzere gidenle, gözleri ama olup yüzüstüne gittiği yolu bilmiyen müsavi midir?” mealindeki Mülk suresi 22. ayet-i kerimesinin tefsirinde buyuruldu ki; “Allah, kıyamet günü için müminlerin haşr olunması ile, kafirlerin haşrine, bu ayet-i kerimeyi misal kıldı.”
Nitekim Meryem suresi 86. ayet-i kerimesinde mealen; “Kafirleri yüzleri üzerine sürünerek, Cehenneme göndeririz.” buyrulmuştur. Bu mana; “Bazı kere yürürler, bazı kere de sürünürler” demektir. Çünkü cenab-ı Hak, başka bir ayet-i kerimede; “Yürürler” buyuruyor. Nur suresi 24. ayetinde mealen; “Ve yapdıklarını dilleri, elleri ve ayakları haber verir.” buyuruldu. Bunun gibi, ayet-i kerimedeki; “Kör olarak” manası da, “Kafirler, müminlerin önünde ve sağ yanında parlayan nurdan mahrum olurlar” demektir. Tamamen kör olurlar demek değildir. Yani karanlıkta kalır, göremezler demektir. Çünkü, biliyoruz ki, kafirler semaya bakarlar; göklerin yarıldığını, meleklerin indiğini, dağların yürüdüğünü, yıldızların döküldüğünü görürler. Bunun için, kıyamette olan amalıktan murad, karanlığa dalmaktır. Ve Allahın cemal-i ilahisini görmekten men olunmaktır. Çünkü, Allahın nuru ile mahşer yeri aydınlanır. Halbuki, o zaman, onların gözlerine perde gelip bu nurlardan bir şey görmezler.
Allah, onların kulaklarına da perde çeker. Kelamullahı işitmezler. Halbuki melekler, Araf suresinin 49. ve Zuhruf suresinin 70. ayet-i kerimelerini mealen; “Şimdi sizin üzerinize korku yoktur. Siz mahzun da olmazsınız. Siz ve zevceleriniz, Cennete sevinçle dahil oldunuz.” diye nida ederler. Müminler bunu işitir, kafirler işitmezler.
Kafirler konuşmaktan da men olunur. Onlar dilsiz gibidirler. Bu da Allahın; “Bu bir zamandır ki, onlar söylemezler ve söylemeğe izin de verilmez.” mealindeki Mürselat suresinin 35 ve 36. ayet-i kerimelerinden anlaşılmaktadır.
Resulallah efendimiz; “Sura üfürüleceği o gün, (mezarlardan kalkıp mahşere) bölük bölük gelirsiniz.” mealindeki Nebe suresi 18. ayet-i kerimesi hakkında sual edildiğinde ağladılar. Hatta mübarek gözlerinden akan gözyaşları toprağa damladı ve buyurdular ki: “Ey bu suali soran kişi, çok büyük bir işten sordun. Kıyamet günü ümmetim oniki sınıf olarak haşrolunur ve mahşer yerine gelirler:
Birinci sınıf insanlar, maymun suretindedir. Bunlar, insanlar arasında çok fitne çıkarırlar, karışıklık ve huzursuzluğa sebep olurlar. Allahın Kuran-ı kerimde (mealen); “Onların şirk (Allaha ortak koşma) fitneleri, katilden daha kötüdür” (Bakara suresi: 191) buyurduğu kimselerdirler.
İkinci sınıf insanlar, hınzır, suretinde haşrolunurlar. Onlar, haram yiyenlerdir. Allahın (mealen); “Onlar hep yalancılık için dinlerler ve hep haram yerler” (Maide suresi: 42) buyurduğu bunlardır.
Üçüncü sınıf insanlar, kör olarak haşrolunurlar. Onlar, hüküm vermekte haddi aşan doğru hüküm vermeyenlerdir, Allahın (mealen); “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emreder. Hakikaten, Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yok ki, Allah hükümlerinizi hakkıyla işitici, emanete ait işlerinizi hakkıyla görücüdür” (Nisa suresi: 58) ayet-i kerimesi bu kimseleri belirtmektedir.
Dördüncü sınıf insanlar, sağır ve dilsiz olarak haşrolunurlar. Onlar, dünyada iken kendi amellerini beğenen kimselerdir. Allahın (mealen); “Allah gururlu ve böbürlenen kimseleri sevmez” (Nisa suresi: 36) buyurduğu kimselerdir.
Beşinci sınıf insanlar, ağızlarında irin olarak haşrolunurlar. Dillerini çiğnerler. Onlar, sözleri işlerine ve hareketlerine uymayan alimlerdir. Allahın (mealen); “İnsanlara iyilik emreder de, kendinizi unutur musunuz?” (Bakara suresi: 44) buyurduğu kimseler gibi olanlardır.
Altıncı sınıf insanlar, vücudları ateşten yanmış, yara içinde haşrolunurlar. Onlar yalan yere şahidlik yapanlardır.
Yedinci sınıf insanlar, ayakları üzerine bağlanmış olarak haşrolunurlar. Onların son derece pis bir kokusu olur. Onlar, şehvetlerine tabi olan ve haramlar peşinde koşanlardır. Allahın (mealen): “Bunlar, ahireti dünya hayatına satmış kimselerdir” (Bakara suresi: 86) buyurduklarıdır.
Sekizinci sınıf insanlar, sarhoş gibi haşrolunup, sağa sola düşerler. Onlar, dünyada iken Allahın hakkına mani olan kimselerdir. Allahın hakkını yerine getirmeyenler olup, bunlar hakkında Allah (mealen); “Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin (mahsullerin) en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekat, uşr ve sadaka verin) (Bakara suresi: 267) buyuruyor.
Dokuzuncu sınıf insanlar, katrandan elbiseler içinde haşrolunurlar. Onlar, gıybetten sakınmayanlardır. Müminlerin arkalarından hoşlanmıyacakları şekilde konuşmuşlardır. Allah bunlar hakkında (mealen); “Müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız bir kısmınızı, arkasından hoşlanmıyacağı (sözle çekiştirmesin)” (Hucurat suresi: 12) buyurdu.
Onuncu sınıf olarak haşrolunacaklar ise, dilleri kafasından sarkmış olanlardır. Bunlar, dünyada iken söz taşıyıp, ara bozanlardır. Onbirinci sınıf insanlar ise, sarhoş olarak haşrolunurlar. Onlar, dünyada iken mescidlerde fuhuş ve kötü söz konuşanlardır. Onikinci sınıf insanlar ise, hınzır suretinde haşrolunurlar. Onlar dünyada iken faiz yiyenlerdir.”
Diğer bir rivayette Muaz bin Cebelin rivayet ettiği üzere, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Pişmanlık ve hasret günü olan kıyamet gününde Allah ümmetimi oniki bölük olarak haşreder. Birinci bölük, elsiz ve ayaksız olarak kabirlerinden haşrolunacaklardır. Bu zaman, Allah tarafından vazifelendirilen bir münadi şöyle seslenir: “Onlar komşularına eziyet ve sıkıntı verenlerdir. Tevbe etmeden ölmüşlerdir. İçinde bulundukları durum, kendilerine verilmiş cezadır. Dönüş yerleri de Cehennemdir. Allah, Kuran-ı kerimde bu kimseleri (mealen) şöyle bildirir: “Yakın komşuya da, yakın arkadaşa da, yolda kalmışa da iyilik ediniz,” (Nisa suresi: 36)
İkinci bölük insanlar, hayvan sureti üzere kabirlerinden haşrolunurlar. Kendileri için bir ses gelir. Bunlar, namazlarında gevşek davrananlardır. Tevbe etmeden öldüler. Bu halleri, kendilerine verilen bir cezadır. Cehenneme atılacaklardır. Allahın Kuran-ı kerimde şöyle buyurduğu kimselerden olurlar: “Onlar, namazlarından gafildirler.” (Maun suresi: 5)
Ümmetimden bir bölük de, yüzleri ay gibi parlak bir halde haşrolunurlar. Sıratı şimşek gibi geçerler. Allah katından bir münadi şöyle der: “Bunlar salih amel işleyip, günahlardan kaçınanlardır. Beş vakit namazı vaktinde ve şartlarına uygun olarak cemaatle kılarlar. Bunlar, tevbe edip öyle vefat ettiler. Allah, kendilerine saadet nasib etti. Onlar, Cennete gireceklerdir. Allah kendilerinden razıdır. Onlar da Allahtan razıdırlar. Allah, Kuran-ı kerimde (mealen) bunları şöyle bildirdi: “Gerçekten “Rabbimiz Allahdır” deyip de sonra amellerini ihlas ile yapanlara (ölüm anında) melekler inecekler şöyle diyecekler: (Gelecekten) korkmayın ve (geçene) mahzun olmayın! Size vad olunan Cennetle müjdelendiniz.” (Fussilet suresi: 30)
İnsanlar kabirlerinden kalktıklarında, yerlerinde kırk yıl bir şey yemeden içmeden, oturmadan, konuşmadan dururlar.” Eshab-ı kiram : “Ya Resulallah! Din ehli, iman sahipleri kıyamet günü nasıl bilinirler?” diye sual ettiler. Resulallah buyurdu ki: “Benim ümmetim abdest uzuvlarının pırıl pırıl parlaması nişanıyla bilinirler. Kıyamet günü Allah bütün mahlukatı kabirlerinden dirilttiğinde, melekler müminlerin başucuna gelirler ve başlarını mesh ederler. Biraz toprak serperler. Bu toprak, onların secde yerlerine gelir. Melekler bu yerleri mesh ederler. Oradan mesh izleri hiç gitmez. Bir ses gelir ki; “Bu toprak, kabirlerinin toprağı değildir. Onların köşk ve saraylarından getirilmiş topraktır.” Oraya çağırılırlar. Sıratı geçip Cennete girerler. Kendi yerlerini bilirler.”
İnsanlar dünyadaki işlerine göre haşr olunur. Hayatlarında çalgı çalmağa ve dinlemeğe devam edenler, kabrinden kalktığı vakit sağ eliyle onu alır ve atar. O çalgıya; “Lanet olsun sana! Beni Allahın zikrinden meşgul ettin!” der. O çalgı geri gelir ve; “Allah, aramızda hüküm edinceye kadar, ben senin arkadaşınım. O vakte kadar ayrılamam” der. Dünyada alkollü içki içenler, sarhoş olarak haşr olunur. İslamiyetin emrettiği şekilde örtünmeden sokağa çıkan kadınlar, kızlar, buralarından kanlar, irinler akarak haşr olunur. Zurnacı, zurna çalarak haşr olunur. Her kimse, hangi halle Allahın yolundan ayrılırsa, o hal üzere haşr olunur.
Hadis-i şerifde; “Şarap içen kimsenin ateşten şarap kabı boynuna asılır. Kadehi elinde olarak yeryüzündeki leşlerin hepsinden daha fena kokar ve bütün eşya ona lanet ederek haşr olunur.” buyuruldu.
Zulüm edilerek ölenler, zulüm olundukları şekilde haşrolunurlar. Hadis-i şerifde; “Allah yolunda öldürülüp, şehid olanlar, kıyamet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. Rengi, kan; kokusu, misk gibi olur. Huzur-ı Mevlada haşr oluncaya kadar, bu hal üzere bulunurlar” buyuruldu.
İnsan, cin ve şeytan, yırtıcı hayvanlar ve kuşlar, bir yerde toplanırlar. O zaman yeryüzü, beyaz gümüş gibi düz olur.
Melekler, yeryüzündeki bütün canlıların etrafında halka olup yeryüzünde bulunanlardan on kat daha fazladırlar.
Bundan sonra, Allah, ikinci kat gök meleklerine birinci kat gök meleklerini ve mahlukatı çevirmelerini emreder. Bunlar da, hepsinin yirmi mislinden ziyadedirler.
Sonra, üçüncü kat gök melekleri inip hepsinin etrafını halka şeklinde çevirirler. Bunlar da hepsinin otuz mislinden daha çoktur.
Sonra, dördüncü kat gök melekleri, hepsinin etrafını halka gibi kuşatarak çevirirler. Bunlar da hepsinin kırk mislinden ziyadedir.
Daha sonra beşinci kat göğün melekleri nazil olup, halka meydana getirirler. Bunlarda hepsinin elli mislinden fazladır.
Sonra, altıncı kat gök melekleri nazil olup, hepsinin etrafını yine halka olarak çevirirler. Bunlar da hepsinin altmış mislinden ziyadedirler.
En sonra, yedinci kat gök melekleri nazil olup, bir halka olarak hepsini çevirirler ki, bunlar, cümlesinin yetmiş mislinden fazladırlar.
Bu sırada halk karma karışık olur. Sıkışıklıktan ve kalabalığın çokluğundan bin ayak bir ayak üzerindedir. Herkes, günahına göre kulaklarına, boğazına, göğsüne, omuzlarına, dizlerine kadar hamamdaki gibi bir tere batar. Bazısı da, susuz olan bir kimsenin su içtiği sırada terlemesi şeklindeki görünüşü gibi müteessir olur.
Nasıl ızdırap ve terleme olmasın? Bir kimsenin, elini uzatsam dokunurum zannedeceği kadar güneş başlarına yaklaşır. Güneşin sıcaklığı bugünkü sıcaklığının yetmiş katı fazla olur. Eğer güneş, bugün kıyamet günündeki gibi yeryüzü üzerine doğsa; her şeyi yakar, taşları eritir, ırmakları kuruturdu.
Bu zamanda mahlukat, Arasat meydanında beyaz yerde, gayet şiddetli sıkıntı çeker. Bu beyaz yeri, Allah; “O gün, Vahid ve Kahhar olarak yeryüzünü başka şekle, gökleri de başka şekle çevirdiğim zamandır. O gün, her şey bana itaat eder.” mealindeki İbrahim suresinin 48. ayet-i kerimesinde beyan buyurmuştur.
O sıcağı çok dehşetli günde şöyle bir ses duyulur: “Ey insanlar, gölgeye gidiniz!” Müminler, münafıklar ve kafirler olmak üzere üç bölük halinde giderler. Bunlar gidince gölge; hararet, duman ve nur olmak üzere üç kısma ayrılır. Hararet, münafıkların başı üzerinde durur. Çünkü onlar dünyada iken, Allahın kendilerine haber verdiği Cehennemden sakınmadılar. Duman da kafirlerin başı üzerinde durur. Çünkü onlar dünyada iken, her türlü kötü istekleri peşinde koştular ve aydınlık içinde yaşadılar. ahiret için birşey yapmadılar. ahiretleri bu yüzden karanlık oldu.
Nur bulutu ise, müminlerin başı üzerinde durur. Onları nura boğar. Çünkü müminler dünyada iken, her türlü sıkıntı, zulmet ile karşı karşıya olmalarına rağmen; imanlarını korudular ve ahiretlerini mamur edip nurlandırdılar. Allah Kuran-ı kerimde, müminler hakkında mealen buyurdu ki: “(Hatırla) o günü ki, mümin erkeklerle mümin kadınları, nurları önlerinden ve sağ taraflarından koşar bir halde göreceksin. (Melekler onlara şöyle derler): “Bugün size, müjde olsun! Altlarından ırmaklar akan Cennetlerin içinde ebedi olarak kalacaksınız.” İşte en büyük kurtuluş budur. O gün, münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler: “Bize bakın (yahut bizi bekleyin), nurunuzdan bir parça ışık alalım.” (Müminler tarafından istihza suretiyle onlara şöyle) denilecek: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayın.” Derken aralarına, bir kapısı bulunan bir sur çekilmiştir; (müminler içeride, kafirler ise dışarıda kalmıştır). Surun içi rahmet doludur, dışında azab… Münafıklar, müminlere şöyle bağırırlar: “Bizler sizinle beraber (dünyada ibadet eder) değil miydik?” Müminler; “Evet bizimle beraberdiniz; fakat siz, kendinizi nifaka düşürüp helak ettiniz. Müminlerin felaketini beklediniz. Şüphelendiniz ve uzun ömür hülyası, sizi aldattı; ta Allahın emri (ölüm) gelinceye kadar… Bir de, Allaha karşı, sizi, aldatıcı şeytan aldattı. (Ey münafıklar), artık bugün ne sizden, ne de o kafir olanlardan (kurtulmanız için) bir karşılık, bedel kabul edilmez. Sığınacağınız yer ateştir; size yaraşan odur. O, ne kötü bir gidiş yeridir!” (Hadid suresi: 12-15)
Resulallah buyurdu ki: “Allah yedi sınıf kimseyi arşın gölgesinde gölgelendirir. Halbuki o gün ondan başka hiç bir gölge yoktur. 1. Adalet ile hüküm eden devlet reisleri ve valiler, 2. İbadet eden gençler, 3. Kalbi mescidlere bağlı olanlar, yani namazı ve cemaati gözetenler, 4. Allah için birbirini seven iki mümin. Bu sevgi ile bir araya gelip, ayrılırken de bu sevgi üzere olanlar, 5. Güzel bir kadın, çirkin bir iş için kendini çağırınca; “Ben Allahtan korkarım” diyenler, 6. Sadaka verirken riya (gösteriş) etmeyenler. Şöyle ki, sağ eli ile verdiğini sol eli bilmeyenler, 7. Allah deyip, gözünden yaş akanlar.”
O zaman, yeryüzünde bulunanlar çeşitli şekillerdedirler. Dünyada kibr edip, büyüklenenler, mahşerde zerre kadardır. Hadis-i şerifde kibirlilerin zerre gibi olacakları bildirilmiştir. Onlar hakikaten zerre kadar küçük değildirler. Belki ayaklar altında kalıp çiğnendiklerinden, zelil ve hakir olmalarından; “Zerreler gibidir.” buyurulmuştur.
Bunların arasında tatlı, soğuk ve saf sular içen bir kavim vardır. Zira, sabi (küçük çocuk) iken vefat eden mümin çocuklar, babalarının etrafında, Cennet ırmaklarından doldurdukları kaselerle dönerler ve onlara su verirler.
Bir kısım insanları, başlarına yakın bir gölge, mahşerin hararetinden muhafaza eder. Bu gölge, onların dünyada verdikleri zekat ve sadakalardır.
Bu halde bin sene kadar dururlar. Müddessir suresindeki; “Sura üfürüldüğü zaman” mealindeki ayet-i kerimeyi işitinceye kadar bu halde dururlar.
Sura üfürmenin dehşetinden tüyler ürperir, gözler nereye bakacağını şaşırır, mümin ve kafirler gidecekleri yere sevk olunur. Bu, kıyamet gününün şiddetini fazlalaştıran bir azabdır.
Melekler ve bulutlar, arş-ı ala karar kılıncaya kadar, akılların alamayacağı tesbihler ile tesbih ederler. Bu şekilde, arş-ı ala, beyaz arzın üzerinde karar kılar. Bu zaman, hiç bir şeyin takat getiremeyeceği azabdan, başlar aşağı eğilir. Bütün halk sıkıntı içinde, mahbus ve şaşkın kalıp, şefaat ararlar. Peygamberlere ve alimlere korku gelir. Evliya ve şehidler, Allahın hiç takat getirilemeyecek olan azabından feryad ederler. Bunlar, bu hal üzereyken, güneşin nurundan ziyade bir nur bunları içine alır. Zaten güneşin hararetine takat getiremiyen kimseler, bunu müşahede ettikleri anda karma karışık olurlar. Bin senede, bu hal üzere kalırlar. Allah tarafından kendilerine bir kelime sudur etmez.
Bu vakit insanlar, adem a varırlar ve; “Ey insanların babası! Halimiz pek fenadır” derler. Kafirler ise; “Ya Rab! Bize merhamet et. Bizi şu şiddet ve meşakkatten kurtar” derler.
İnsanlar adem a: “Ya adem! Sen aziz ve şerif bir peygambersin. Allah seni yarattı. Melekleri sana secde ettirdi. Sana ruh verdi. Kaza ve hesaba başlaması için bize şefaat eyle! Allah ne murad ederse, onunla mahkum olalım. Ve nereye emrederse, herkes oraya gitsin. Her şeyin hakimi ve maliki olan Allah, mahluklarına dilediğini yapsın” diye yalvarırlar.
adem özür beyan edip, onları Nuha gönderir. Aralarında bin sene meşveret ettikten sonra Nuha giderler. O da özür beyan ederek, İbrahime gönderir. Yine aralarında bin sene meşveret ettikten sonra İbrahime giderler. O da özür beyan edip Musaya gönderir. Musa da özür beyan ederek Îsaya gönderir. Îsa da özür beyan edip; “Siz peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Muhammed a gidiniz. Zira O, davetini ve şefaatini ümmeti için hazırladı. Çünkü kavmi Ona çok kere eza ettiler. Mübarek alnını yarıp, mübarek dişini kırdılar. Kendisine delilik isnad ettiler. Halbuki, o yüce Peygamber, onların iftihar cihetinden en iyisi ve şeref cihetinden en yükseği idi. Onların tahammül olunmayacak eza ve cefalarına mukabil, Yusuf ın kardeşlerine söylediği: “Şimdi sizin başınıza kakmak yoktur. Erhamürrahimin olan cenab-ı Allah, size mağfiret eder.” mealindeki Yusuf suresinin 92. ayet-i kerimesi ile cevap verirdi.” buyurur. Îsa , Peygamberimizin faziletlerini anlatır, hepsi Muhammed a bir an evvel kavuşmak ister.
Hemen Muhammed ın minberine gelip; “Sen Habibullahsın! Habib ise, vasıtaların en faydalısıdır. Bize Rabbinden şefaat eyle! Zira, peygamberlerin birincisi olan adem a gittik, bizi Nuh a, Nuh a gittik, İbrahim a gönderdi. İbrahim da Musa a gönderdi. Musa a gidince Îsa a, Îsa da, size gönderdi. Ya Resulallah! Senden başka gidecek bir yer yok” derler. Resulallah efendimiz “Allah izin verir ve razı olursa, şefaat ederim” buyurur. Peygamber efendimiz Suradikat-i celal yani celal perdesine varır. Allahtan şefaat için izin ister. Kendisine izin verilince, perdeler kalkar ve arş-ı alaya girer. Secdeye kapanarak bin sene secdede durur. Bundan sonra, cenab-ı Hakkı bir hamd ile hamd eder ki, alem yaratıldığından beri, hiç kimse, Allahı böyle medh etmemiştir. Bu müddet içinde insanların halleri pek ziyade kötüleşir. Meşakkat ve zahmetleri artar. Her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekatını vermiyenlerin boynuna deve yüklenir. Onların boyunlarındaki şeyler öyle ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olurlar. Sığır, koyun zekatı vermiyenler de buna benzer. Bunların feryadları adeta gök gürlemesini andırır.
Ekin zekatını, yani uşrunu vermiyenlerin boynuna ekin denkleri asılır, dünyada hangi cins ekinin zekatını vermemiş ise, o çeşitten denkler yüklenmiştir. Eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa dolmuştur. Bunların ağırlığından, o insanlar “vaveyla”, “va-sebura” diyerek feryad ederler. Altın, gümüş ve kağıt para ve sair ticaret malı zekatlarını vermeyenler de başında yalnız iki örgüsü bulunan dehşetli bir yılanı yüklenir. O yılanın kuyruğu burnuna girmiş ve boynuna halka olmuştur. Boynu üzerinde değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Bağırarak; “Bu nedir?” deyince, melekler onlara; “Bunlar dünyada zekatını vermediğiniz mallarınızdır” derler. İşte bu dehşetli hal; “Dünyada esirgedikleri, kıyamet günü boyunlarına takılır.” mealindeki Al-i İmran suresinin 182. ayet-i kerimesi ile bildirilmiştir.
Diğer bir fırkanın ise, avret yerleri gayet büyümüş olur. Oralarından cerahat ve irin akar. Onların fena kokusundan etrafta bulunanlar çok rahatsız olurlar. Bunlar zina yapanlar ve İslamın örtünme emrine dikkat etmeden sokağa çıkan kadınlardır.
Diğer bir fırka da ağaç dallarına asılırlar. Bunlar dünyada livata yapanlardır.
Diğer bir fırkanın dilleri ağızlarından çıkmış ve göğüslerine sarkmıştır. İnsanın görmek istemediği gayet çirkin bir halde olan bu kimseler yalan söyleyen ve iftira edenlerdir.
Bir fırka da karınları yüksek dağlar kadar büyümüş olduğu halde bulunur Bunlar, dünyada faizli mal ve para alıp verenlerdir. Bu gibi haram işleyenlerin günahları, fena halde açığa vurulur.
Allah; “Ya Muhammed, başını secdeden kaldır! Söyle, dinlenir. Şefaat et, kabul olunur.” buyurur. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz; “Ya Rabbi! Kulların arasından iyileri ve kötüleri ayır ki, zamanları gayet uzadı. Her biri, günahlarıyla Arasat meydanında rezil ve rüsvay oldular.” der.
Bir nida gelir; “Evet ya Muhammed!” buyurulur. Cenab-ı Hak, Cennete emredince, her cins zineti ile zinetlenir. Arasat meydanına getirilir. O derece güzel kokusu vardır ki, beşyüz senelik yoldan duyulur. Bu halden kalbler ferahlanır. Ruhlar dirilir. Lakin kafirler, mürtedler ve müslümanlarla alay edenler, Kuran-ı kerime hakaret edenler, gençleri aldatarak imanlarını çalanlar ve amelleri habis olanlar, Cennetin kokusunu duymazlar.
Cennet, arş-ı alanın sağ tarafına konulur. Bundan sonra, cenab-ı Hak, Narın (Cehennem) getirilmesini emreder. Cehenneme korku gelir, feryad eder. Kendisine gönderilen meleklere; “Allah, bana azab ettirmek için bir mahluk yarattı da, onunla bana azab mı edecek” der. Onlar da; “Allahın izzeti ve celali ve ceberutü hakkı için, Rabbin seninle asilerden, İslam düşmanlarından intikam almak için, bizi sana gönderdi. Sen bunun için halk olundun” derler. Cehennemi dört tarafından çekerek götürürler. Ve yetmişbin ip takıp çekerler, her bir ipte yetmişbin halka vardır. Dünyanın bütün demiri toplansa onun bir halkası kadar olamaz. Her halkada, zebani denilen azab meleklerinden yetmişbin melek vardır. Dünyadaki dağları koparmak, onlardan yalnız birine emrolunsa, parça parça ederdi. O vakit, Narın öyle bir bağırması ve gürültüsü, öyle bir ateş saçması ve şiddetli dumanı vardır ki, bütün gökyüzünü simsiyah eder. Mahşer yerine bir senelik yol kalınca, meleklerin ellerinden kurtulur. Gürültüsü, gümbürtüsü ve sıcaklığı tahammül olunmayacak dereceye varır. Mahşerdekilerin hepsi, bundan ziyadesiyle korkar. “Bu nedir?” diye sorarlar. “Cehennem, zebanilerin elinden kurtulmuş, size yaklaşıyor da, onun gürültüsüdür” denilince; herkesin dizinin bağı çözülüp, oldukları yere çökerler. Hatta peygamberler ve mürselin de kendilerini tutamaz. İbrahim, Musa, Îsa arş-ı alaya sarılır. İbrahim kurban ettiği İsmail ı; Musa biraderi Harun ı ve Îsa validesi Meryemi unuturlar. Her biri; “Ya Rabbi! Bugün nefsimden başka bir şey istemem” der. O zaman Muhammed ise; “Ümmetime selamet ve necat ver ya Rabbi! diye niyazda bulunur.
Orada buna tahammül edebilecek kimse bulunmaz. Nitekim cenab-ı Hak, Casiye suresinin 28. ayet-i kerimesinde mealen; “Her ümmeti, dizleri üzere cenab-ı Hakkın korkusundan çökmüş olarak görürsün. Her biri, dünyada işledikleri amellerin kitabına davet olunurlar.” buyurmuştur. Cehennemin böyle kurtulup kükremesi üzerine, herkes boğulma derecesine gelir ve kederlerinden yüzleri üzerine kapanırlar. Bu da, Allahın Furkan suresinin 12. ayetinde mealen; “Nar, ehl-i mahşeri uzak mahalden gördüğü vakit, nas (insanlar) ondan boğuk ve çirkin ve gayet büyük ses işitirler.” buyurmasıyla sabittir.
Allah, Mülk suresinin 8. ayetinde mealen; “Gayz ve şiddetinin çokluğundan, Nar ikiye ayrılacak gibi olur.” buyurur. Bunun üzerine, Peygamberimiz ortaya çıkıp, Cehennemi durdurup; “Hakir ve zelil olarak geriye dön! Ta ki, sana ehlin güruh güruh gelsinler” buyurur. Cehennem de; “Ya Muhammed, bana müsaade et! Zira, sen bana haramsın” der. Arşdan; “Ey Cehennem! Muhammed in kelamını dinle! Ve Ona itaat et” diye bir nida gelir. Sonra Resulallah efendimiz, Cehennemi çeker, arş-ı alanın sol tarafında bir yere yerleştirir. Mahşerdeklier, Peygamber efendimizin bu merhametli muamelesini birbirine müjdelerler. Korkuları bir miktar azalır: Enbiya suresinde 107. ayet-i kerimenin; “Seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” meal-i şerifi zahir olur.
Bu zamanda nasıl olduğu bilinmeyen mizan kurulur. Mizanın iki kefesi, yani gözü vardır. Birisi nurdan ve biri zulmetten yani karanlıktandır.
Bundan sonra, Allah zamandan, mekandan, cisimden münezzeh ve beri (uzak) olduğu halde, kudretini göstermesi üzerine, insanlar Ona tazim ederek, secdeye varırlar. Fakat kafirler, mürtedler, secde edemezler. Zira, onların belleri demir kesilip secde etmeleri mümkün olmaz. İşte bu da, Nun suresi, 42. ayet-i celil-i ilahiyyesinin mealen; “Gözlerden perde kaldırılıp sıkıntıların arttığı zamanda secde etmeğe çağrılırlar. Fakat secde edemezler.” bildirdiği gibidir.
İnsanlar secdede iken, Zat-ı celle ve ala hazretleri nida eder. Yakından ve uzaktan işitilir. İmam-ı Buharinin rivayet ettiği gibi, cenab-ı Hak hadis-i kudside; “Ben azim-üş-şan herkese mücazat eden deyyanım, (Yani, kıyamet günün tek hakimi ve sahibiyim.) Bana hiç bir zalimin zulmü tecavüz etmez. Eğer tecavüz ederse, ben zalim olurum.” buyurur.
Bundan sonra, hayvanat arasında hükmeder. Boynuzlu koyundan, boynuzsuz koyunun hakkını alıverir. Dağ hayvanlarıyla kuşlar arasını ayırır. Sonra da bunlara; “Toprak olunuz” der. Hemen hayvanlar toprak oluverirler. Kafirler, bunu temenni edip her biri, “Ne olaydı, toprak olaydım” derler.
Sonra, Allah tarafından nida olunup; “Levh-i mahfuz nerededir?” buyurur. Bu ses, akıllara hayret verecek surette işitilir. Allah; “Ey Levh! Tevrat, İncil ve Kuran-ı azim-üş-şandan sende yazdığım şey nerededir?” der. Levh-i mahfuz der ki: “Ya Rabb-el-alemin! Bunu, Cebrail dan sual buyur!”
Bu vakit, Cebrail titrer bir halde getirilir. Hayretinden diz üstü çöker. Cenab-ı Hak buyurur ki: “Ya Cebrail! Bu levh, senin, benim kelamımı ve vahyimi kullarıma nakleylemiş olduğunu söyler, doğru mudur?” Cebrail ; “Ya Rabbi! Doğrudur” der. Allah; “Onu nasıl yaptın?” buyurur. Cebrail ; “Ya Rabbi! Tevratı, Musa a; İncili, Îsa a; Kuran-ı kerimi, Muhammed a inzal ve her bir resule risaleti ve her bir suhuf sahibi peygambere de sahifelerini ulaştırdım” der.
Daha sonra, “Ya Nuh!” diye bir nida gelip, Nuh titriyerek huzur-i ilahiye gelir. Ona hitaben; “Ya Nuh! Cebrail senin resullerden olduğunu söylemektedir. Sen ne dersin?” buyurulur. Nuh ; “Evet ya Rabbi! Doğrudur” diye cevap verir. “Kavminle ne iş gördün?” diye sorulur. Nuh ; “Ya Rabbi! Onları, gece ve gündüz imana davet ettim. Benim davetim onlara bir fayda vermedi. Benden kaçtılar” diye cevap verir. Bunun üzerine; “Ey Nuh kavmi!” diye nida olunup, Nuh kavmi grup halinde getirilir. Onlara; “Bu kardeşiniz Nuh benim gönderdiklerimi size tebliğ ettiğini söylemektedir. Siz ne dersiniz?” buyurulunca; onlar, “Ey bizim Rabbimiz, o yalan söylüyor. Bize bir şey tebliğ etmedi” deyip, kendilerine gönderilen ve Nuh tarafından tebliğ edileni inkar ederler.
Allah; “Ya Nuh! Senin şahidin var mıdır?” buyurur. Nuh ; “Ya Rabbi! Benim şahidim Muhammed ile ümmetidir” diye cevap verir. Allah; “Ya Muhammed! Bu Nuh, benim gönderdiklerimi ümmetine tebliğ ettiğine seni şahid kılıyor. Sen ne dersin?” buyurur. Peygamberimiz. Nuhun risaleti tebliğ ettiğine şahid olup; “Biz Nuhu insanlara peygamber olarak gönderdik. Onları Allahın azabı ile korkuttu. Allahtan başka şeylere ibadet etmeyiniz dedi.” mealindeki Hud suresinin 25. ayet-i kerimesini okur. Cenab-ı Hak, Nuh ın kavmine; “Sizin üzerinize azab hak oldu. Zira, azab kafirler üzerine layıktır.” buyurur. Böylece, hepsinin Cehenneme atılması emrolunur. Ne amelleri tartılır, ne de hesab olunurlar.
Bundan sonra; “ad kavmi nerededir?” diye nida olunur. Nuh ın kavmine yapıldığı gibi, Hud ile, kavmi olan ad kavmi arasında muamele cereyan eder. Peygamber efendimiz ile ümmetinin hayırlıları şehadet ederler. Peygamberimiz Şuara suresinin 123. ayet-i kerimesini okur. Bu kavim de Cehenneme atılır.
Bundan sonra; “Ya Salih ve Semud” diye nida olunur. Salih ve kavmi gelirler. İnkarları üzerine Peygamberden şehadet taleb olunur. Peygamberimiz, Şuara suresinin 141. ayet-i kerimesini okur. Onlar da, evvelkiler gibi Cehenneme atılırlar.
Kuran-ı azim-üş-şanın haber verdiği gibi, ümmetler, birbiri ardınca Allahın huzuruna gelirler. Furkan suresinin 38. ve İbrahim suresinin 8. ayet-i kerimeleri bunu haber vermektedir. Burada tenbih vardır. Bunlar asi ve azgın kavimlerdir. Barih, Marih, Duha, Esra kavimleri ve bunlar gibi kavimler, onlardandır. Bunlardan sonra nida, Eshab-ı res ve tüba ve İbrahim ın kavmine gelir. Bunların hiç birinde mizan kurulmaz ve hesab sorulmaz. Bunlar, o gün Rablerinden mahcubdurlar. Allahın kelamını onlara bir tercüman söyler. Çünkü, bir kimse kelam-ı ilahiye mazhar olursa, o kimse azab olunmaz.
Bundan sonra, Musaya nida olunur. Şiddetli rüzgarda yapraklar nasıl titrerse, öyle titreyerek gelir. Cenab-ı Hak, ona hitaben; “Ya Musa! Cebrail, risaletini ve Tevratı kavmine tebliğ ettiğine şehadet ediyor” buyurur. Musa ; “Evet ya Rabbi” der. “Öyle ise, minberine çık! Sana vahy olunan şeyleri oku!” buyurulur. Musa minbere çıkar okur. Herkes kendi mevkiinde sükut eder. Tevratı daha yeni nazil olunmuş gibi okur. Yahudi alimleri, sanki bundan evvel, Tevratı hiç görmemiş, bilmemiş gibi olurlar.
Davuda nida olununca, sanki şiddetli rüzgarda titreyen yaprak gibi, son derece titreyerek gelir.
Allah; “Ya Davud! Cebrail Zeburu ümmetine tebliğ ettiğine şehadet ediyor” deyince, Davud ; “Evet ya Rabbi” der. Cenab-ı Hak; “Minberine çık ve sana vahy olunan şeyi tilavet eyle” buyurur. Davud minbere çıkar. Güzel sesle Zebur-i şerifi okur. Bu zamanda, beni İsraile iki kısım olmaları emr olunur. Bir kısmı müminler ile, bir kısmı da, kafirler ile beraberdir.
Bundan sonra; “Îsa nerededir?” diye bir ses işitilir. Îsa getirilir. Allah ona hitaben; “Ya Îsa! Sen insanlara Allahdan başka, beni ve annemi ilah edininiz dedin mi?” (Maide suresi: 116) buyurur.
Îsa Allaha hamd ile çok senalar eder. Sonra; “Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ve takdis ederim ki, hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söyledimse, hakikaten sen onu bilirsin. Ya Rabbi! Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben senin zatında olanı bilmem. Ya Rabbi! Sen gaibleri bilensin” mealindeki Maide suresi 116. ayet-i kerimesi ile cevap verir.
Bunun üzerine cenab-ı Hak, cemal sıfatını gösterir ve mealen; “Bu zaman, sadıklara sıdkının menfaat vereceği zamandır.” (Maide suresi: 119) buyurur ve; “Ya Îsa! Sen doğru söyledin. Minberine git! Sana Cebrailin tebliğ ettiği İncili tilavet eyle” der. Îsa ; “Evet ya Rabbi! der. Sonra tilavete başlar. Tilavetin tesirinden herkesin başı yukarı kalkar. Zira, Îsa rivayet cihetinden insanların en ziyade hakimidir. Okumada, o kadar tazelik ve nezaket gösterir ki, hristiyanlar, ruhbanlar, kendilerini, İncilden hiç bir ayet bilmiyorlarmış zan ederler.
Sonra, nasara (hristiyanlar) da, iki kısım olurlar. Bozuk olanları kafirlerle, bozulmamış olanları da müminlerle haşr olunur.
“Muhammed nerededir?” diye bir nida daha işitilir. Peygamberimiz gelir. Cenab-ı Hak; “Ya Muhammed! Cebrail sana Kuran-ı kerimi tebliğ ettim diyor” buyurur. O da; “Evet ya Rabbi” der. Cenab-ı Hak; “Ya Muhammed, minberine çık ve Kuran-ı kerimi kıraat et” buyurur. Peygamberimiz Kuran-ı kerimi tilavet edip, gayet güzel ve tatlı bir şekilde okur. Müminleri müjdeler. Onların yüzleri güler ve sevinirler. Kuran-ı kerime inanmayanların, bu mübarek kitaba (haşa) çöl kanunu diyenlerin ise, yüzleri gayet çirkin olur.
Buraya kadar beyan olunan peygamberlere olunacak suali; “Biz kendilerine peygamber irsal olunan kavme elbette sual ederiz. Peygamberlere de sual ederiz.” mealindeki Araf suresi 6. ayet-i kerimesi haber vermektedir.
Kitaplar okunduktan sonra, celal perdeleri tarafından nida gelir; “Ey mücrimler, şimdi sizler ayrılınız!” (Yasin suresi: 59) buyurulur. Bu nida üzerine, mevkıf (Arasat meydanı) harekete gelir. O zaman, herkesi büyük bir korku alır. Birbirlerine girerler. Bundan sonra nida gelir; “Ya adem! Evladından nara layık olanları gönder!” buyurulur. adem ise; “Ya Rabbi! Ne kadar?” diye sual eder. Cenab-ı Hak; “Binde dokuzyüzdoksandokuzu Nara ve biri Cennete” buyurur. Kafirlerden, Ehl-i Sünnetten ayrılmış mülhidlerden ve gafillerden, çıkara çıkara, ancak Rabbimiz teala hazretlerinin bir avuç buyurduğu kadar mümin geride kalır. Nitekim Sıddık; “Rabbimizin buyurduğu avuçlarından bir avuç kalır” buyurmuştur.
Bundan sonra, bir münadi herkesi ayrı ayrı çağırır. Herkes, tek tek hesaba çekilir. “Yaptıklarının hepsine, o gün dilleri ve elleri ve ayakları şehadet eder.” mealindeki Nur suresinin 24. ayet-i kerimesi bunu bildirmektedir.
Bir kimse Allahın huzurunda durdurulur. Cenab-ı Hak ona; “Ey fena kul! Sen mücrim ve asi oldun” der. O kul; “Ya Rabbi! Ben işlemedim” deyince; “Senin aleyhine deliller ve şahidler vardır” denir. O kimsenin Hafaza melekleri getirilir. O kimse; “Onlar benim üzerime yalan söylediler” der. Nahl suresi, 111. ayetinde mealen; “O gün herkes getirilir. Herkes kendi nefsi ile mücadele eder” buyurulur. Sonra ağzına mühür vurulur. Bu da; “Kıyamet gününde, ben azim-üşşan, mücrimlerin ağızlarını mühürlerim. Ne ki kazanıp kesb ettiler ise, bize elleri söyler ve ayakları şehadet eder.” mealindeki Yasin-i şerifin 65. ayet-i kerimesi ile bildirilmiştir. asilerin azası şehadet edip Cehenneme götürülmeleri emr olunur. Mücrimler (din düşmanları, haram işleyenler, namaza ehemmiyet vermeyenler) azalarını kınamaya, bağırmağa başlarlar. azası da mealen; “Bu şehadet bizim ihtiyarımızla değildir. Bizi Allah söyletti. Her şeyi söyleten Odur.” der. Bunlar, Fussilet suresinin 21. ayet-i kerimesinde bildirilmektedir.
İnsanlar bu zamanda bir yerde toplanırlar. Onların üzerine siyah bir bulut gelir. O bulut, insanlar üzerine suhuf-i müneşşere yani amel defterlerini yağdırır. Müminin sahifesi, sanki gül yaprağı üzerine yazılmıştır. Kafirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir.
Sahifeler uçarak iner. Herkesin sağ veya sol tarafından gelir. Bu, ihtiyari değildir. Nitekim, cenab-ı Hak, İsra suresinin 13. ayetinde mealen; “Biz azim-üş-şan insan için sahifesi açılmış olarak kendisine vasıl olan kitap göndeririz.” buyurmuştur.
Hesabdan sonra, bütün insanlar Cehennemin üzerinde bulunan Sırat köprüsüne gönderilecektir. Müminler, bu köprüden geçip, Cennete gidecek, kafirler geçemeyip Cehenneme düşeceklerdir.
(Sırat köprüsü deyince, bildiğimiz köprüler gibi sanmamalıdır. Nitekim; “Sınıf geçmek için, imtihan köprüsünden geçilir” diyoruz. Her talebe imtihan köprüsünden geçer. Hepsi buradan geçtiği için, köprü diyoruz. Halbuki, imtihanın, köprüye benziyen hiç bir tarafı yoktur. İmtihan köprüsünden geçenler olduğu gibi, geçemeyip, yuvarlananlar da olur. Fakat bu, köprüden denize yuvarlanmağa benzemez. İmtihan köprüsünün nasıl olduğunu, buradan geçenler bilir. Sırat köprüsünden de herkes geçecek, bazıları da geçemeyip Cehenneme yuvarlanacaktır. Fakat, bu köprü ve buradan geçmek ve Cehenneme düşmek, dünya köprüleri gibi ve imtihan köprüsü gibi değildir. Bunlara hiç benzemez.)
Sırat köprüsünden geçemeyip düşen mücrimler, Cehennem hazenesine, yani azab meleklerine teslim olunurlar. Ağlamaya ve inlemeye başlarlar. Hele müminin ve müvahhidinin asileri Cehenneme konulurken, gayet dehşetli ağlarlar. Melekler, bunları yakalayıp atarlarken; “İşte bu vad olunduğunuz kıyamet günüdür.” derler. Bu hal Enbiya suresinin 103. ayet-i kerimesinde bildirilmektedir.
Cehennem ehlinin en çok feryad edip ağladıkları dört yerden birincisi, sur üfürüldüğü; ikincisi Cehennemin, meleklerden kurtulup mahşer ehli üzerine sıçradığı; üçüncüsü ademi, Allaha şefaatçi göndermek için çıktıkları vakit; dördüncüsü ise Cehennemdeki azab meleklerine teslim olundukları zamandır.
Cehennemlik olanlar mahallerine gidince; Arasat meydanında yalnız, müminler, müslimler, hayr ve ihsan edenler, arifler, Sıddıklar, veliler, şehidler, salihler ve resuller kalır. Îmanlarında şüpheleri olanlar, münafıklar, zındıklar, bidat sahipleri (yani Ehl-i sünnet itikadında olmayan müminler) Cehenneme gönderilmişlerdir.
Allah bütün müminleri sırat üzerinden geçirir. Müminler, derecelerine göre Cennete götürülür. İnsanlar güruh güruh geçerler. Sırası ile; resuller, nebiler, Sıddıklar, veliler, arifler, hayr ve ihsan edenler, şehidler, sonra da diğer müminler götürülür. Müslümanlardan günahları affedilmeyenler yüz üstü düşerler, bazıları da Arasatta mahbus kalırlar. Îmanı zayıf olanlardan bazısı sıratı yüz senede, bazısı da bin senede geçerler. Bununla beraber, Cehennemde yanmazlar.
Arasat meydanına mevkıf ve mahşer yeri de denir. Burada bulunanların nasıl davet edileceklerini alimlerimiz başka başka söylediler. Tefsirlerde anlatıldığı gibi sahih hadis-i şeriflerde de beyan buyuruldu. Bu bildirilenlere göre; Allahın en önce hüküm edeceği, katillerdir. Ve en önce ecirlerini vereceği kimseler, imanı doğru olan amalardır. Bir münadi; “Dünyada görmekden men olunanlar nerededirler?” diye bağırır. Onlara; “Siz cemalullaha nazar etmeğe herkesten daha fazla layıksınız” denilir. Bundan sonra cenab-ı Hak, onlara; “Sağ tarafa gidiniz!” buyurur.
Bunlar için bir sancak bağlanıp Şuayb ın eline verilir. Şuayb onlara imam olur. Onlarla beraber, hesabsız nur melekleri vardır. Sayılarını Allahtan başka kimse bilmez. Ve sıratı yıldırım gibi geçerler. Sabırda ve hilmde onlardan birinin vasfı, Abdullah ibni Abbas hazretleri ve bu ümmet içinde ona benzeyen kimseler gibidir.
Bundan sonra; “Belalara sabr edenler nerededir?” diye nida olunur. Ve cüzzam hastaları ve sari hastalıklara yakalanmış olanlar getirilir. Allah, onlara selam verir. Onlar da sağ tarafa emr olunurlar. Onlar için de, yeşil bir sancak bağlanır. Eyyub ın eline verilir. Eshab-ı yeminin imamı olur. Mübtela olanın sıfatı sabır ve hilmdir. Ukayl ibni Ebi Talib ve bu ümmetten onun emsali gibi olanlar böyledir.
Bundan sonra; “İslam düşmanlarının yalanlarına, iftiralarına aldanmayıp, Ehl-i sünnet itikadına sımsıkı sarılan ve bu doğru imanını ve namusunu kemal derecede muhafaza eden imanlı ve iffetli gençler nerededirler?” diye nida olunur. Bunlar da getirilir. Allah bunlara da selam verip, merhaba der. Ve murad buyurduğu kelam ile iltifat eder. Bunlara da; “Sağ tarafa gidiniz” buyurulur. Bunlar için de, bir sancak bağlanıp Yusuf ın eline verilir. Yusuf onların imamı olur. Böyle gençlerin sıfatı; haramlardan, yabancı kadın ve kızlardan sakınmaktır. Raşid bin Süleyman ve bu ümmetten onun emsali gibi olanlar böyledir.
Bundan sonra bir nida daha gelir; “Allah için birbirlerine muhabbet edenler ve müslümanları sevenler ve kafirleri, mürtedleri sevmeyenler nerededir?” denir. Onlar da Allahın huzuruna götürülür. Allah, onlara da merhaba deyip, ne murad buyurur ise, onunla iltifata mazhar olurlar. Sağ tarafa gitmeğe emr olunurlar. Allahın düşmanlarını sevmeyenlerin sıfatı da sabır ve hilmdir. Çünkü onlar, dünyevi sebeplerden dolayı müminlere ne darılırlar, ne de kötülük ederler. Ali ve bu ümmetten ona benzeyenler bunlardandır.
Bundan sonra, bir münadi daha çıkar; “Allahın korkusundan haram işlemeyenler ve ağlayanlar nerededir?” denir. Onlar da götürülür. Bunların gözyaşları, şehidler kanı ve ulemanın mürekkebi ile tartılır. Gözyaşı ağır gelir. Bunların da sağ tarafa gitmesi emr olunur. Onlar için her renkle süslenmiş bir sancak bağlanır. Zira bunlar, her çeşit haram işliyenlerin arasında bulundukları; “Allah rahimdir, affeder” diye aldatılmağa çalışıldıkları halde, haram işlememişler, her türlü günahtan sakınarak Allahın korkusundan ağlamışlardır. Mesela, biri Allahın, biri dünyaya düşkün olmak korkusundan ve öbürü pişmanlıktan ağlamıştır. Bunların sancakları Nuh a verilir. alimler, onların önlerine geçmek isterler ve; “Bunlara Allah için ağlamalarını biz öğrettik” derler. Bir nida gelir; “Ya Nuh, olduğun gibi dur!” denir. Nuh durur. O cemaat de onunla durur.
Ehl-i sünnet alimlerinin mürekkebi ile şehidlerin kanı tartılır. Ulemanın mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emr olunurlar. Şehidler için safranlı bir sancak emr olunur. Yahyanın eline verilir. Yahya önlerinden gider. alimler önlerine geçmek isterler ve; “Şehidler bizim ilmimizden öğrenerek çarpıştılar. Biz onlardan ileri gitmeğe daha fazla layıkız” derler. Bu zamanda cenab-ı Hak lütfunu izhar edip; “Alimler benim indimde peygamberim gibidir” buyurur. Ulemaya hitaben; “Dilediğiniz kimselere şefaat ediniz” buyurur. alimler aile fertlerine, komşularına, mümin kardeşlerine ve kendilerine bağlılık gösteren talebelerine şefaat ederler.
Ulemadan her biri için bir meleğe nida ettirilir. Melek, insanlara seslenip; “Filan alime Allah şefaat etmekle emr eyledi. Kim ki onun bir işini görüverdiyse, yahut bir lokma yemek yedirdiyse, yahut bir içim su verdiyse, yahut kitaplarını gençlere yaydı ise, onlara şefaat edecektir” der. O alime iyilik yapanlar, kitaplarını dağıtanlar kalkarlar. O da bunlara şefaat eder.
Hadis-i şerifde bildirildiğine göre, en önce şefaat edenler resullerdir. Sonra nebiler, sonra ulemadır. Ulema için bir beyaz sancak bağlanır. İbrahim gizli marifetleri ortaya koymak bakımından resullerin en ziyade ileride olanıdır. Bu sancak kendisine verilir.
Bundan sonra yine bir münadi; “Çalışıp da, hakkını alamayan, nafakası için her gün çalışıp terleyen fakirler nerededir” diye nida eder. Fukara da, Allahın huzuruna götürülür. Allah, taltif edip; “Merhaba, ey dünya kendileri için zindan olan kimseler!” buyurur. Bunlara da Eshab-ı yemin ile beraber olmaları emr olunur. Bunlar için de, bir sarı sancak bağlanıp, Îsa ın eline verilir. Îsa, bunlara imam olur.
Bundan sonra yine bir münadi; “Agniya yani şükreden, mallarını, paralarını dini kuvvetlendirmek, müslümanları zalimlerden korumak için veren zenginler nerededir?” diye nida eder. Onlar da götürülür. Onların ihsan ettiği şeyleri cenab-ı Hak, beşyüz sene saydırır. Yani zenginlik ile ne yaptıklarının hesabını sorar. Bunlar için de bir sancak bağlanıp, Süleyman a verilir. Süleyman bunlara imam olur. Bunlara da, Eshab-ı yemine ulaşmalarını emr buyurur.
Bundan sonra, “Ehl-i bela nerededir?” denir. Onlar da getirilir. Onlara; “Sizi Allaha ibadetten men eden şey nedir?” denilir. Onlar da; “Allah, bizi dünyada dertlere, sıkıntılara mübtela kıldı. Onun için zikrinden ve hakkıyla ibadetten mahrum olduk” derler. Onlara; “Size gelen bela mı, yoksa Eyyuba gelen bela mı çok idi?” denilir. Onlar; “Eyyub a gelen çok idi” derler. “Öyle ise, onu Allahın zikrinden ve Onun dinini kullarına yaymaktan ve hakkını yerine getirmekden bela men etmedi de sizi mi etti?” denir.
Bundan sonra; “Gençler ve memlukler (köle ve cariyeler) nerededir?” derler. Onlar da, Allahın huzuruna getirilir. Onlara; “Sizi Allaha ibadetten men eden şey nedir?” denilir. Onlar da; “Allah bize cemal ve güzellik verdi. Onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. Gençlik, bizde hep kalacak sandık. Allahın dinini öğrenmedik. Hakkını yerine getiremedik” derler. Memlukler de; “Kölelik, cariyelik ve beylere kulluk edip dünya büyüklerine tapındık. Dinimizi öğrenmedik ve aldandık. Ya Rabbi senin hakkını yerine getirmekten mahrum olduk” derler. Onlara hitaben; “Siz mi, yoksa Yusuf mı daha güzel idi?” denilir. Onlar; “Yusuf daha güzel idi” derler. “Öyle ise Yusufu, kul emrinde iken hakkullahı yerine getirmekten hiç bir şey men etmedi de sizi mi etti denir.
Bundan sonra; “Çalışmayan, tembel, fukara nerededir?” diye nida olunur. Onlar da getirilir. Onlara da; “Sizi Allahın hakkını yerine getirmekten men eden nedir?” denilir. Onlar; “Sanat öğrenip iş yapmadık; kahvelerde, sinemalarda, oyun yerlerinde vakit geçirdik. Allah da, bizi dünyada fakirlik ile mübtela kıldı. Fakirlik ve tembellik bizi hakkullahı yerine getirmekten men etti” derler. Onlara; “Siz mi fakirlikte ziyade idiniz, Îsa mı?” diye sual olunur. Onlar da; “Hazret-i Îsa bizden daha fakir idi” derler. “Öyle ise, o kadar fakirlik onu hakkullahı yerine getirmekten, din bilgilerini yaymaktan men etmedi de, sizi mi etti?” denir.
Bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sahibini düşünsün! Peygamberimiz duasında; “Ya Rabbi! Gençlik ve fakirlik fitnesinden Zat-ı üluhiyyetine sığınıyorum.” diye dua ederdi.
Geçmiş ümmetlerden bir zahid vardı. O, sahih olarak bir şeye malik olmadı. Hakikaten bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. Seyahati esnasında, ancak bir bardak, bir kara kilim ve bir tarağı vardı. Bir gün, birinin eli ile su içtiğini gördü. Bardağı attı. Bir gün de bir adamı, eliyle sakalını tararken gördü. Tarağı da attı. “Benim hayvanım, ayağım; evim, mağaralar; yemeğim, yerin otları; içeceğim, ırmakların sularıdır” derdi. (Halbuki, İslam dini böyle değildir. Çalışıp helal kazanmak ibadettir. Çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını İslamiyetin emrettiği iyi yerlere vermek lazımdır.)
Büyük günahların sahibinin kalbinde iman varsa, azabdan sonra şefaate kavuşur. Allah, onlara ikram eder. Binlerce seneden sonra, onları Cehennemden çıkarır. ahiret hallerini iyi bilen Hasen-ül-Basri ; “Keşke böyle olan kişi ben olsaydım” buyururdu.
Kıyamet gününde mizanında ağır gelecek hiç hasenesi (iyiliği) olmayan bir müslüman getirilir. Allah, imanına hürmeten, ona rahmet olarak; “İnsanlara git, sana hasene ve sevab verecek bir kimse ara. Onun ikramı sebebiyle Cennete girersin!” buyurur. O kimse gider. İnsanlar arasında arzusuna kavuşturacak bir kimse arar. Fakat halini anlatacak bir kimse bulamaz. Kime söyler ve kime sorarsa; “Benim mizanımın da hafif gelmesinden korkuyorum. Ben, senden daha çok muhtacım” cevabını alır. Bu haline çok üzülür. Yanına bir kişi gelerek; “Ne istiyorsun?” der. Bu da; “Bir haseneye (sevaba) muhtacım. Onu belki bin kişiden istedim. Her biri bahane edip esirgediler” deyince; bu kişi ona; “Allahın huzuruna vardım. Sahifemde bir sevabtan başka sevab bulamadım. Bu da beni kurtarmağa yetmez. Onu sana hibe edeyim de al!” der. O kimse, ferah ve sevinç içinde gider. Allah, o kulun halini bildiği halde; “Nasıl geldin?” diye sual eder. O kişi ile olan konuşmasını anlatır. Allah hasenesini veren kulu da huzuruna çağırır. “Îman sahiplerine benim keremim, senin kereminden, ihsanından daha çoktur. Din kardeşinin elinden tut. Cennete gidiniz” buyurur.
Mizanın iki gözü beraber olup, sevab gözü ağır gelmezse, Allah; “Bu, ne Cennet ehlindendir, ne de Cehennem ehlindendir” buyurur. Bunun üzerine, bir melek yalnız “üf” yazılmış olan bir sahife getirip seyyiat (günah) kefesine kor. O göz hasene üzerine ağır basar. Çünkü “üf” lafzı, anaya, babaya isyan kelimesidir. Kişinin bununla, Cehenneme atılması emr olunur. O kişi, iki tarafa bakınır. Allah tarafından kendisinin çağrılmasını taleb eder. Allah bunu çağırır. Ve; “Ey asi kul! Niçin seni çağırmamı istiyorsun?” buyurur. O kul; “Ya Rabbi! Anama, babama asi olduğum için Cehenneme gideceğimi anladım. Onların azabını bana ilave buyur da, Onları Cehennemden azad et!” deyince, Allah; “Anana, babana dünyada asi oldun. ahirette ikram ettin. Onların elinden yapış da, Cennete götür” buyurur.
Cennete gönderilmeyenleri melekler yakalarlar. Çünkü melekler, ahiret ahkamını çok iyi bilirler. Hatta, ahiretten nasibi olmayan bir kavme nida olunur; “Bunlar ahiretin odunudur. Cehennemi doldurmak için halk olundular” denilir. Onlara hitaben Allah Saffat suresi 24. ayetinde mealen; “Onları durdurun, onlar sual olunacaklardır.” buyurur.
Bunlar habs olunurlar. Ta ki, kendilerine, Saffat suresi 25. ayet-i kerimesindeki gibi mealen; “Size ne oldu ki, birbirinize yardım, etmiyorsunuz?” buyuruluncaya kadar kalırlar. Böylece, teslim olurlar. Günahlarını itiraf ederler ve Cehenneme gönderilirler.
Bu şekilde ümmet-i Muhammedin büyük günah işleyenleri getirilir. İhtiyar, genç, erkek, kadın nerede ise, hepsi bir araya toplanır. Cehennemin bekçisi olan Malik onlara bakar ve; “Siz eşkıya zümresindensiniz. Amma, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. Cehenneme sizden güzel kimse gelmedi” der. Onlar da; “Ya Malik! Biz Muhammed ın ümmetindeniz. Lakin işlediğimiz günahlar Cehenneme sürükledi. Bizi bırak da günahlarımıza ağlayalım” dediklerinde, Malik onlara; “Ağlayın! Fakat şimdi size ağlamak fayda vermez!” der.
Bir ihtiyar erkek, ellerini beyaz sakalı üzerine koyup; “Ah gençlik geçti. Elem, üzüntü arttı. Zelil ve rezil oldum” diye ağlar. Nice orta yaşlılar; “Dertlerim, sıkıntılarım arttı!” diyerek ağlarlar. Nice delikanlılar; “Ah gençliği elden kaçırdım! Yani gençliğimin kıymetini bilmedim” ve nice kadınlar da saçlarından tutup; “Eyvah! Yüzüm kara oldu. Rezil oldum” diye ağlarlar.
Allah tarafından; “Ya Malik! Bunları birinci Cehenneme koy” diye nida gelir. Cehennem bunları içine alırken; “La ilahe illallah” diye bağrışırlar. Cehennem bu sözü işitince, bunlardan beşyüz senelik öteye kaçar. Yine şöyle bir nida gelir; “Ey Cehennem! Bunları içine at! Ya Malik! Bunları birinci Cehenneme koy.” Bu zaman gök gürültüsü gibi bir gürültü işitilir. Cehennem bunların kalblerini yakmak isteyince, Malik, Cehennemi men ederek; “Ey Cehennem, kendisinde Kuran-ı kerim olan ve iman kabı olan kalbi, Rahman olan Allaha secde eden alınları yakma!” der. Bu hal üzere, Cehenneme atılırlar. Bir kişinin feryadının, Cehennem ehlinin seslerinden daha çok olduğu görülür. Bunu Cehennemden çıkarırlar. Allah ona; “Sana ne oldu ki, Cehennem ehlinin en çok bağıranı sensin?” buyurur. O kişi; “Ya Rabbi! Beni hesaba çektin. Senin rahmetinden daha ümidimi kesmedim. Bilirim, sen beni işitirsin. Onun için çok bağırdım” der. Allah; “Bir kimse Allahın rahmetinden ümidini keserse, o kimse ehl-i dalalettir.” mealindeki Hicr suresi 56. ayet-i kerimesi ile hitab buyurup; “Git seni mağfiret ettim” der.
ahiretin şaşılacak işlerinden biri de şudur: “Bir kişi daha huzur-i manevi-i ilahiye götürülür. Allah, onu hesaba çeker. İyilik ve kötülükleri, sevab ve günahları tartılır, O kimse, Allahın o anda hiç bir şeyle meşgul olmadığını, yalnız kendisinin hesabiyle ve vezniyle meşgul olduğunu yakinen bilir. Halbuki öyle değildir. Belki o anda bin kere binlerce, sayısını Allahtan başka kimsenin bilmiyeceği miktarda kimselerin hesabına bakılır. Onların her biri o anda sadece kendi hesaplarının görüldüğünü zanneder.
İşte bu zamanda, kişi oğluna gelir ve; “Ey oğul! Sen kendin elbise giymeye kadir değilken ben sana elbiseler giydirdim. Sen acizken seni doyurdum ve su verdim. Sen kendine zarar veren şeyleri def etmeye ve fayda veren şeyi istemeye kadir değilken çocukluğunda seni muhafaza ettim. Nice meyveleri benden isteyince satın alıp sana getirdim. Sana dinini, imanını öğretip, Kuran-ı kerim hocasına gönderdim. Lakin, işte kıyametin, şiddetini görüyor ve günahımın çokluğunu biliyorsun. Bir miktarını üzerine al da günahım azalsın, bir iyilik, bir sevab ver ki mizanım onunla fazlalaşsın” der. Oğlu ondan kaçar ve; “O bir sevaba, ben senden daha çok muhtacım” diye cevap verir.
Böylece, evlad ile ana arasında da bu muamele geçer, zevc ve zevce de birbirleriyle böyle konuşurlar. Kardeş kardeşle de aynı muameleyi yaparlar. İşte Allahabese suresindeki 24. ayetinin; “O gün insan kardeşinden ve ana evladından kaçar.” meal-i şerifi bu hali haber vermektedir.
İmam-ı Rabbani hazretleri “Mektubat”ın 2. cildinde 67. mektubunda buyuruyor ki:
“Muhammed ın kıyametten haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur. Kabir azabı, kabrin ölüyü sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual sorması, kıyamette her şeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, kürre-i arzın (yer küresinin), dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerine toplanması, yani ruhların cesedlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyamette sual ve hesab ve dünyada yapılmış olan şeylere, orada, ellerin, ayakların ve her azanın şehadet etmesi; iyilik ve kötülük defterlerinin uçarak sağ veya sol taraftan verilmesi; iyiliklerin ve günahların, oraya mahsus bir terazide tartılması haktır, doğrudur. Orada sevabı ağır gelen, Cehennemden kurtulacak, az gelen, ziyan edecektir. Oradaki terazi, bilinmiyen bir terazi olup, ağır ve hafif gelmesi dünya terazisinin aksinedir. Yukarı çıkan kefe ağırdır, aşağı inen hafiftir. Orada yer çekimi kuvveti yoktur.
Orada önce peygamberler , sonra salih kullar yani evliya-i kiram (rahmetullahi aleyhim), Allahın izniyle, günahı çok olan müminlere şefaat edecektir. Peygamberimiz; “Ümmetimden büyük günahları olanlara şefaat edeceğim.” buyurdu.
Müminlere mükafat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet ve kafirlere azab için hazırlanmış olan Cehennem şimdi vardır. Her ikisini de, Allah, yoktan var etmiştir. Kıyamette her şey yok edilip, tekrar yaratıldıktan sonra ebedi olarak varlıkta kalacaklar, hiç yok olmayacaklardır. Sual ve hesabdan sonra, müminler Cennete girince, burada sonsuz kalacaklar, Cennetten hiç çıkmayacaklardır. Bunun gibi, kafirler de, Cehenneme girince, Cehennemde sonsuz kalacaklar, ebedi olarak azab çekeceklerdir. Bunların azablarının azaltılması caiz değildir. “Onların azabları hafifletilmiyecek, onlara hiç yardım olunmayacaktır.” mealindeki ayet-i kerime meşhurdur. Kalbinde zerre kadar imanı bulunanı, günahlarının çokluğu sebebi ile Cehenneme soksalar da, günahları kadar azab edip, sonunda, Cehennemden çıkarırlar ve yüzünü siyah yapmazlar. Kafirlerin yüzleri ise, siyah yapılır. Müminler, Cehennemde zincirlere bağlanmaz. Onların boyunlarına tasma da takılmaz. Böylece kalblerindeki zerre kadar imanın şerefi ve kıymeti belli olur. Kafirler ise zincirle bağlanır ve ellerine de kelepçe vurulur.” (Bkz. Cennet-Cehennem).