"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İdris

Kuran-ı kerimde ismi geçen peygamberlerden. Şit ın torunlarındandır. Allah, buna otuz sahife (forma) gönderdi. Eski Yunanlıların Hermens dedikleri kimse ve daha sonraki filozoflar; fizik, kimya ve tıp bilgilerini, İdris ın kitabından çaldılar. Kalem ile kitaplar yazan ve iğne ile dikiş diken budur. Daha önce, deriden elbise giyilirdi. Diri olarak göke kaldırıldı. Asıl ismi Ahnuh (Hanuh) dur. Kuran-ı kerimde ismi İdris diye bildirildi. Çok kitap okuduğu için ona bu lakap verilmiştir. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiğinden müselles bin nime (kendisine üç nimet verilen) de denilmiştir. İbranice olan Tevratda ismi Hanuh diye geçer. Bu. Arapçaya Ahnuh diye tercüme edilmiştir. Babilde veya Mısırda Münif denilen yerde doğduğu rivayet edilmiştir. ademin altıncı göbekten torunudur. İdrisin ademe kadar olan nesebi şöyledir: İdris Yerd, Mehlail, Kinan, Enuş, Şit , adem . İdrisin annesinin ismi, Berre veya Eşvettir. İdrisin pek çok evladı oldu. Aralarında en meşhuru Metüşelahtır. Resulallah efendimizin mübarek nuru İdristen ona geçti. Ondan oğlu Lameke, Lamekten de oğlu Nuha geçti. İdris adem ve Şit aleyhimesselamdan sonra kendisine kitap verildiği bilinen üçüncü peygamberdir. Kaç yaşında peygamber olduğu ve ne zaman vefat ettiği hakkında muhtelif rivayetler vardır. Eski Yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar; fizik, kimya ve tıp bilgilerini İdrisin kitabından aldılar. 105 veya 120 sene insanları hak dine davet ettiği rivayet edilmiştir. Kuran-ı kerimde İdrisin hayatı geniş olarak bildirilmemiştir. Kuran-ı kerimde sadece dört ayet-i kerimede (Meryem suresi 56, 57; Enbiya suresi 85, 86) zikredilmiştir. Hakkındaki diğer bilgiler, tefsir ve tarih kitaplarındaki rivayetlerden alınmıştır.

İdris yüksek vasıfları haiz idi. Mükemmel bir boy ile hoş bir surete ve güzel ahlaka sahip idi. azaları birbirine gayet mütenasip idi. Gür sakallı, iri kemikli ve az etli olup gözleri yaratılıştan sürmeli idi. Ekseriya sükut üzere bulunur, teenni ile (acele etmeden) ağır ağır konuşurdu. Konuşurken şehadet parmağı ile işaret ederdi. Yürürken çoğunlukla önüne bakar ve çok tefekkür ederdi. İdris ceddi Şite benzerdi. Peygamberliğinden önce de ibadetle meşgul olur, iyi kimselerle beraber bulunur, geçimini kendi çalışması ile temin ederdi.

İdrisin içerisinde büyüdüğü cemiyet, madden ve manen bozulmuştu. Onlar, Kabilin evladından bir cemaat idi. ademin ve Şitin gösterdikleri doğru yoldan ayrılmışlardı. Allaha ibadeti ve kulluk vazifesini yerine getirmeyi terketmişlerdi. Her türlü kötülüğü işliyorlar, haramları helal sayıyorlardı. adem ve Şit ın bildirdikleri meşru nikaha rağbet etmiyorlar, zina yapıyorlardı. Günahlara, oyun ve eğlenceye dalmışlardı. Bütün bunlara rağmen çok sabırlı ve kullarına pek merhametli olan Allah, dünyada ve ahirette Mesud ve huzurlu olacakları yolu göstermesi için onlara İdrisi peygamber olarak gönderdi, İdrise 30 sahife (forma) verdi. Cebrail dört defa geldi ve İdrise Allahın emir ve yasaklarını bildirdi. İdris da bunları insanlara tebliğ etti.

İdris insanlara şöyle emretti; “Allahdan başka ilah yoktur. Yalnız Ona ibadet ediniz. Allahın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmak sureti ile kendinizi Cehennem azabından koruyunuz. Dünyaya rağbet etmeyiniz, ona gönül bağlamayınız. Dünya sevgisini içinizden atınız. İşlerinizde ve insanlara olan muamelenizde adaletten ayrılmayınız. Size bildirdiğim şekilde ve vakitlerde namaz kılınız, oruç tutunuz, mallarınızın zekatını veriniz. Cünüp olduğunuzda, ondan temizlenmek için yıkanınız.” Ayrıca; “Domuz, eşek ve köpek eti yemeyiniz. Sarhoş eden ve aklı gideren içki ve maddelerden sakınınız” buyurarak bunları Allahın emri ile onlara haram kıldı.

İdris , hilal görüldüğü zamanı ve daha başka vakitleri ümmeti için bayram yaptı.

İdris bizzat kendisi Allahın emir ve yasaklarını büyük bir dikkatle yerine getirirdi. Her gün onikibin tesbih okur; çok ibadet ve taat ederdi. İdris bizzat Allahın kendisine ihsan ettiği bir mucize olarak, ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilirdi. Daima; “Ağaçların yaprakları kadar” diyerek tesbih okumaktan hoşlanırdı. Ağaçlardaki yapraklara müvekkel olan melekler, İdrise her bir ağaçta ne kadar yaprak olduğunu bildirirlerdi. İdrisin meleklerle çok ünsiyeti ve yakınlığı vardı. Melekler cemaatler halinde onu ziyarete gelirler, ona görünürler ve onunla sohbet ederlerdi. İdris onların her birinin ismini, yaptığı işi, okuduğu tesbihi bilir; havada uçup giderlerken onları tek tek görürdü.

Yine Allahın verdiği bir mucize olarak, İdris havadaki bulutlara dağılmaları için emir verebilirdi. O emir verdiği zaman, bulutlar derhal dağılırlardı. Hatta, bulutlar, onun emrine itaatlerini sözle de ifade ederlerdi. Bir mucizesi de, gökyüzüne çıkıp, melekut aleminin hayrette bırakan hallerini seyretmesiydi.

Bütün bunların yanında, kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri haber verdi. Onlara Resulallahın vasıflarını da bildirdi. Peygamber efendimizin mübarek vasıflarını şöyle anlattı: “O, ahır zaman nebisi, bütün kötülüklerden masundur (korunmuştur). Yüksek bir ahlak üzere yaratılmıştır. Göklere ve yere dair her meseleyi, her acı ve elemin şifa ve devasını Allahın izni ile bilir ve duası kabul olur. alem Onun dini ve daveti ile ıslah olur, düzelir.”

İdris kendisinden sonra meydana gelecek olan Nuh tufanını da bütün tafsilatı ile anlatmıştır. İdrisin peygamberliğine delalet eden bu kadar açık mucizeleri görmelerine rağmen kavminden pek az kimse ona itaat etti. Bir rivayete göre kavminden ona bin kişi iman etti, pek çoğu karşı geldi. Bunun üzerine İdris o memleketten başka bir yere hicret etmeye karar verdi. Kendisine iman edenlere de böyle yapmalarını emretti. Fakat müminlere memleketlerinden ayrılmak zor geldi. İdrise : “Biz Babilden ayrılırsak, böyle bir yeri nasıl buluruz?” dediler. Babil, Süryani dilinde nehir demektir. Burada Babilin Dicle ve Fırat nehri olması muhtemeldir. İdris onlara; “Biz buradan Allah için hicret ettiğimizden, İnşaallah Allah bize Babil gibi bir yer nasip eder.” buyurdu. Nihayet, İdris ve ona iman edenler, mallarını ve mülklerini bırakarak, birlikte Babilden ayrıldılar. Uzun bir yolculuktan sonra Babilyun denilen bir yere geldiler. Burada geniş bir vadiyi ve Nil nehrini gördüler. İdris Nil nehrinin kenarında durup, Allahı tesbih eyledi. Sonra yanındakilere; “İşte, sizin terk edip geldiğiniz gibi bir nehir” dedi. Bu mıntıkaya Araplardan başka bütün milletler Babilyun; Araplar ise Mısır derler. Mısır ismi, Nuh tufanından sonra buraya gelip yerleşen Mısır bin Ham ismindeki bir şahsa nisbeten verilmiştir.

Böylece, İdris kendisine iman edenlerle beraber burada yerleşti. İnsanları Allahın emirlerini yapmaya çağırıp, emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münkere (iyilikle emredip, kötülükten nehyetmeye) devam etti. Allah ona 72 lisan ile konuşmayı nasip etti. Her kavmi kendi lisanı ile hak dine davet etti. Harp aletleri yapıp kafirlerle cihad yaptı. Onlardan pek çok esir aldı. İnsanlara şehir kurmak sanatını ve idarecilik ilmini öğretti. 100 şehir kurdu. Bunların en küçüğü Diyarbakır yakınında bulunan Reha şehridir. Her millet öğrendikleri bu kaidelere göre kendi bölgelerinde pek çok şehirler kurdu.

İdris bunlardan başka insanlara, muhtelif ilimleri de öğretti. Pek çok kimseye hikmet ve riyaziye (matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alakalı ince ve derin meselelerden bahsetti. Allah ona semaların esrarını, terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alakalı derin bilgileri, senelerin sayısını ve hesap ilmini öğretti. İdris bunların yanında kavmine kalem ile yazı yazmasını, elbise dikip giymeyi de öğretti. Bundan önce insanlar, hayvan derisi giyerlerdi. Bu ilimler, Allahın bildirmesi ile oldu. Yoksa insanoğlunun aklı ve zekası, sadece araştırma yolu ile bu bilgilere ulaşamazdı.

Süleymaniye Kütüphanesi 623 nolu “Tezkiret-ül-Hükema” isimli eserin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Muhtelif milletlerin alimleri, riyaziye (matematik), mantık, tabiiye ve ilahiyattan ibaret olan hikmetten ilk önce kimin bahsettiği hususunda değişik sözler söylemişlerdir. Ancak bu meseleyi dikkatli ve derinlemesine inceleyenler hikmetin, İdrise verilen peygamberlik bilgilerinden olduğunu görmüşlerdir. Bütün bu bilgiler, bunları İdristen öğrenen kimseler vasıtasıyla zamanımıza kadar gelmiştir.”

İdris insanlara hikmetli sözler ile pek çok nasihatte bulundu. Onun bu kıymetli sözlerinden bazıları şunlardır:

Akıllı kimse, sultanlara, alimlere ve dostlarına hakaret gözü ile bakmasın. Yoksa sıkıntıya düşer, dinine zarar gelir, mürüvvetini yok eder.

Akıllı kimse, hikmeti arar. Umumi bela ve musibetten dolayı boşuna ızdırap gösterip, kendisine zarar vermez.

Akıllı kimsenin mertebesi yükseldikçe, tevazusu artar.

Akıllı kimse başkalarının ayıbına bakmaz. Kişinin ayıbını yüzüne vurmaz. Malı çoğaldıkça, mağrur olup, ahlakını bozmaz.

Nefsini temiz tutmayanın aklı yok demektir; onu akılla medh eyleme.

Nadan (cahil), mertebesi yüksek olsa da, basiret ehlini hakir ve aşağı görür.

Akıllı kimsenin dünyadaki mertebesi ne kadar aşağı olsa da basiret ehli yanında yüksektir.

Bir kimse; adaletli devlet reisi, hükmü geçerli kadı (Hakim), tabib-i hazık ve akar su bulunmayan bir yerde yerleşse canını ve malını zayi etmeye çalışmış olur.

İlim ve salih amele kavuşmak isteyen, cehaleti ve kötü işleri bıraksın. Nitekim her sanattan anlayan kimse, terzilik yapmak istediği zaman, onunla alakalı aletleri alır, diğerlerine ait olanları bırakır.

ahiret ile dünya sevgisi asla bir arada bulunmaz.

Dua ettiğiniz zaman niyetiniz halis olsun, namaz ve oruçlarınızda da böyle yapınız.

Yalan yere yemin etmeyiniz.

Adi ve düşük kazançlardan sakınınız.

Sultanlarınıza itaat ediniz. Büyüklerinize tevazu gösterip dillerinizden Allaha hamdı düşürmeyiniz.

Hikmet, insan için hayattır.

Kavuştukları nimetlerden dolayı insanları hased etmeyiniz. Çünkü, insanlar bu nimetlerden az faydalanırlar.

Kendisine yetecek miktardan fazlasını elde etmeye çalışanı hiç bir şey doyuramaz.

İdrise ; “İnsanların hüsn-i zannı nasıl elde edilir?” diye soruldu. İdris ; “İnsanları güzel bir şekilde karşılamak, onlara güler yüz göstermek, onlara iyi muamele etmek suretiyle” buyurdu.

Dostlar arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfaat temin etme ve kendisinden bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.

İnsanda bulunan en faziletli cevher, akıldır. Sahibini pişman ettirmeyen en kıymetli şey, salih ameldir.

İşleri tedbir ve tanzimde en mühim şey çalışmaktır.

En koyu karanlık cehalettir.

İyi hasletlerin en üstünü, kızgınlık halinde doğruluk, sıkıntı halinde cömertlik, ceza vermeye gücü yettiği halde af etmektir.

Akıllı ile cahili birbirinden ayıran şey, akıllının konuştuğu lehine, cahilin ki ise aleyhinedir.

Ölüme hazırlıklı olmak sebebiyle ölümden korkmamak, kişinin faziletindendir.

Hiç bir kimse Allahın mahluklarına iyilikte bulunması ile yaptığı şükür gibi, hiç bir şeyle nimetlerine, şükür yapamaz.

İnsanlar için en faydalı şey, kanaat ve kadere rıza göstermektir. En zararlısı ise, aç gözlülük ve kızmaktır. Çünkü, kanaat ve kadere rıza gösteren huzurlu olur. Aç gözlü ve hırslı olan ve kızan kimse, daima gamlı ve kederli olur.

Dalalet ve helakin temeli; kişinin hayır işleri, Allahın lütfu ve ihsanı sayıp, kötülükleri, fitne ve fesadı, şeytanın işleri ve tuzaklarından saymamasıdır.

Bir arkadaşına, dostuna iftira eden kimse, mutlaka onun cezasını çeker. İnsanlar için durum böyle olursa, hep kötülüklerin sebebi Allahdır diye, Allaha iftira eden kimse bunun mesuliyetinden nasıl kurtulur.

İyilik de, kötülük de mutlaka sahibine ulaşır. Kendisine hayır ulaşan ve hayra vesile olan kimseye ne mutlu. Kendisine kötülük ulaşan ve kötülüğe sebep olan kimseye ise hakikaten çok yazık.

Her şeyi değiştirmek mümkün fakat, bir şeyin tabiatını, aslını değiştirmek imkansızdır. Kötü ahlaktan başka her şeyi değiştirmek mümkündür. Her şeyi def etmek mümkün, fakat kaza bundan müstesnadır.

Senin ve yer ehlinin yanında en beğenilen şey, insanlar arasında adalet, hikmet ve hak ile konuşan doğru dildir.

Yolu; selamet, rahmet, başkalarına eziyetten vazgeçmek olanın yolu, Allahın yoludur. Yolu; helak etmek, kötü huylu olmak ve başkasına eziyet vermek olanın yolu ise şeytanın yoludur.

Ey insan, acıktığın zaman sabi çocuk gibi, doyduğun zaman azgın köle gibi, mülk sahibi olduğun zaman haddi aşan cahil gibi olma.

Dosta, düşmana herkese nasihat et. Böylece dostuna karşı yapman icabeden bir vazifeyi yapmış olursun. Düşmanın ise, senin nasihatini öğrenince, senden korkar ve seni kıskanır. Eğer o akıllı olsa idi, senden utanır ve işlerinde sana müracaat ederdi.

Sıkışık ve darlık zamanında, kişinin cömertlikte bulunması, onun cömertliğine; mala ve dünyaya düşkün olduğu halde, şüphelilerden bile sakınması, kişinin doğruluğuna; kızgınlık sırasında, affetmek ise hilmine (yumuşaklığına) delalet eder.

İnsanların kendisini sevmesini, yardım etmelerini, onların kendisinden güzel ve iyi yönleri ile bahsetmelerini isteyen kimsenin, onlara aynı şekilde davranması gerekir.

Kişinin hayır ve hikmeti elde etmesi ve kendisini ayıplardan muhafazası üç şeye sahip olmak ile mümkündür: 1- Vezir. 2- Veli. 3- Arkadaş. Kişinin veziri; aklı, velisi; iffeti, arkadaşı; salih amelidir.

İdris buyurmuş ki: “Bizler, peygamber olduğumuz halde, dünyanın ömrünü bilemedik.”

“Erd küresinin ömrünü, yani yaratıldığı günden kıyamete kadar olan zamanı, eski müneccimler, yani astronomlar, seyyare yıldızların adedince bin sene, yani yedibin sene demişlerdir. Zira onlar, gezegen adedini yedi biliyordu. Tarihlerin çoğunda yazılı bulunan ve bazı din kitaplarına da geçmiş olan yedibin sene, buradan gelmektedir. Bazıları da, burç adedince, onikibin sene, bir kısmı da, meridyen derecesi adedince, üçyüzaltmışbin sene dediler. Bu üç sayı da, zan ve faraziye halindedir.

Endülüs alimlerinin büyüklerinden, Ebu Abdullah-i Kurtubinin Tezkiresinden Abdülvehhab-ı Şaraninin hülasa ettiği “Muhtasar” ismindeki kitabında, dünyanın ömrünün (360 bin X 360 bin) yani yüzyirmidokuzmilyar altıyüzmilyon sene olduğu yazılıdır.

İdrisin hem sözleri hem de işleri hikmetli idi. İdris insanları üç tabakaya ayırdı. Zahidler, sultanlar ve tebea yani halk. Yalnız Allahtan istedikleri ve Ondan asla gafil olmadıkları için zahidleri, diğer iki sınıftan üstün tuttu. Böylece İdris gerek sözleri ve gerekse işleri ile insanlara günlük hayatlarında lazım olan pek çok şeyi öğretti. Zamanla, insanlar çoğaldı. İdris emri altındaki yerleri dört iklime (bölgeye) ayırdı ve oralara kendi adına idare edecek kimseler tayin etti. Her bölgenin ayrı ayrı örf ve adetlerini tespit etti. İdrisin tayin ettiği bu vekiller, onun gibi, insanlara Allahın emir ve yasaklarını anlattılar. Her bir ülkeye tayin edilen bu vekillerin isimlerinin; İlavus, onun oğlu Lavus, İskalinus ve Emun olduğu nakledilmiştir.

İdris yeryüzünün meskun yerlerini dört bölgeye ayırıp, her birine bir vekil tayin edince, Mısırdan ayrıldı. Yeryüzünü dolaşarak tekrar oraya döndü. Bir müddet sonra aşure gününde semaya (göğe) kaldırıldı. Nitekim, Kuran-ı kerimde Meryem suresi 57. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyrulur: “Biz onu yüksek bir mekana kaldırdık.” tefsir alimleri ayet-i kerimede “Yüce mekan” ile muradın, peygamberlik ve Allaha yakınlık mertebesi veya Cennet veya altıncı yahut dördüncü kat sema (gök) olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Sahihayn (Buhari ve Müslim) de Malik bin Sasaanın, Enes bin Malikten rivayet ettiği hadiste Resulallah şöyle buyurdu: “Ben dördüncü kat semaya (göğe) vardığımda, İdris (peygamber) ile karşılaştım. Cebrail bana; “Bu gördüğün İdristir. Ona selam ver dedi. Ben de ona selam verdim. O da benim selamıma cevap verdi. Sonra (bana); Merhaba salih kardeş, salih peygamber!” dedi.” alimlerden bir kısmı İdrisin hayatta olduğunu söylemektedirler.

Tabiin devrinin büyük alimlerinden Vehb bin Münebbih, İdrisin diri olarak göke kaldırılışını şöyle anlattı; “İdris zamanında yeryüzünde yaşayanların yaptıkları ibadetler her gün Allaha arz ediliyordu. Bu arz sonunda melekler, bilhassa Melek-ül mevt (Azrail ) İdrisin bu haline hayran kaldı. Onu ziyaret etmek ve sohbette bulunmak için Allahtan izin istedi. Allah ona müsaade etti. Melek-ül mevt, İdrise insan suretinde geldi, İdris dehr orucu (bütün sene oruç) tutuyordu. İftar vakti gelince, Melek-ül mevti yemeğe davet etti. Fakat Azrail, İdris ile yemek yemedi. Bu hal üç iftar vakti devam etti. Üçüncü gece olunca, İdris Melek-ül mevte; “Artık senin kim olduğunu öğrenmek istiyorum” dedi. Azrail kendisinin Melek-ül mevt olduğunu söyledi. “Allahtan, seni ziyaret etmek ve seninle sohbet etmek için izin istedim. Allah bana izin verdi. Ben de geldim” dedi. Bunun üzerine İdris ona; “Senden bir ricam var” dedi. Melek-ül mevt; “Nedir?” dedi. İdris ; “Bir anlık benim ruhumu al” dedi. Bunun üzerine Allah Melek-ül mevte; “Onun ruhunu al” diye vahyetti. Melek-ül mevt İdrisin ruhunu aldı. Fakat bir müddet sonra Allah, tekrar iade etti. Melek-ül mevt, İdrise ; “Niçin ruhunun kabzedilmesini istedin” diye sordu. İdris ; “Ölümün acısının ve sıkıntısının nasıl olduğunu tadayım da ona göre hazırlanayım, diye ruhumu kabzetmeni istedim” dedi.

Sonra İdris şöyle dedi: “Ey Melek-ül mevt! Benim sana başka bir ricam daha var.” Azrail ; “Nedir o rican?” dedi. İdris ; “Beni semalara götür, Cenneti ve Cehennemi göreyim” dedi. Allah, Melek-ül mevte semaya götürmesi hususunda izin verdi. Melek-ül mevt onu semalara götürdü. Cehenneme yaklaşınca, İdris Melek-ül mevte; “Benim sana bir ricam var” dedi. Melek-ül mevt; “Nedir o rican?” dedi. İdris “Malike söyle Cehennemi açsın, tabakalarını göreyim” dedi. İdrise Cehennem gösterildi. Sonra, Cenneti görmek istedi. Cennet de ona gösterildi ve Cennete girmesine izin verildi. Cennete girip, bir müddet geçtikten sonra, Melek-ül mevt; “Artık çık, seni yerine götüreyim” deyince, İdris ; “Buradan çıkmam” dedi. Allaharalarında hakemlik yapmak üzere, onlara bir melek gönderdi. O melek gelip, İdrise , “Niçin çıkmıyorsun” dedi. İdris ona şöyle cevap verdi: “Allah; “Her nefs ölümü tadacaktır buyurdu.” Ben ise, ölümü tattım. Yine Allah; “Herkes Cehenneme uğrayacaktır.” buyurdu. Ben oraya uğradım. Allah; Onlar oradan “Cennetten” çıkmayacaklardır buyurdu. İşte ben bunun için çıkmam” dedi. Bunun üzerine Allah Melek-ül mevte; “O, oraya benim iznim ile girdi, yine benim emrim ile oradan çıkar” buyurdu. İşte; “Biz onu yüksek bir makama yükselttik.” ayet-i kerimesinden murat, budur.

İdris diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyreyledi. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.

Peygamberimizden bin sene önce, Hicazdaki Huzaa hükümetinin reisi olan Amr bin Luhay, putperestliği Şamdan Mekkeye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, putun, yani heykelin içine girip söylerdi. Peygamberimizin dünyayı teşrif ettiği, İslamiyetin başladığı, birçok putlardan işitilmişti. Bu sözlerle, çok kimselerin müslüman olduğu, Mirat-ı Mekke adlı tarih kitabında uzun yazılıdır.

Şeytanlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Romada ve Peştede, son zamanlarda Adanada konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhunun bulunduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını, yani tenasüh olduğunu sanmışlardır. Böyle zan etmenin yanlışlığını dinimiz açıkça bildirmektedir. Eskiden kahinler, cinnilerden bazı şeyler işiterek falcılık yaparlardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslümanlar, putperestlerden işiterek öğrenmedi. Kuran-ı kerimden ve Muhammed dan öğrendi. Müslümanlar puta tapanlar gibi cinden korkmaz. Muhafaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi, ayet-i kerime ve dua okuyup, Allaha sığınanlara da bir şey yapamazlar.

Putperestliğin ademin vefatından sonra, İdrisin peygamber olarak gönderilmesinden önce çıktığı da rivayet edilir. İdris peygamber olarak gönderilmeden önce, duaları makbul bazı salih kimseler vardı. Bunların isimleri, Ved, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr idiler. Bunlar vefat edince, onları sevenler, teselli bulmak için, onların suretlerini yapıp, evlerinde sakladılar. Zamanla bu suretlerin yapılış maksadı unutuldu. Onlara tapmağa başladılar. Bu suretlere tazim ve hürmette çok ileri gittiler. Bu sırada şeytan onlara şöyle vesvese verdi: “Bu suretler, yeryüzünün tanrılarıdır. Ecdadınız onlara ibadet ederlerdi” deyip insanları doğru yoldan saptırdı. Nuh tufanı ile bu putlar kayboldu. Fakat tufandan sonra şeytan onları çıkarıp, her birini bir kabileye verdi. Putperestlik, İslamın zuhuruna kadar devam etti. İslamiyet gelince putperestliğin kökünü kazıdı. İslamiyet, zatında ve sıfatlarında asla Allaha şerik, ortak kabul etmez.