adem ın oğullarından ikisi. Peş peşe birer kız kardeşle ikiz olarak doğmuşlardı. Beraber yaşayıp beraber büyüdüler. adem ın ilk çocuğu Kabil ve ikincisi onun ikiz kız kardeşi Aklima idi. Bunlardan sonra Habil ve ikizi olan Lebuda doğdu. Büyüdükleri zaman, Allahademe Kabili, Habilin, Habili de Kabilin kızkardeşi ile evlendirmesini emretti. adem zamanında, insanların çoğalması lazımdı. Bunun için, bir erkeğin kendi kız kardeşi ile evlenmesi helal idi, caiz idi. İnsanlar çoğalınca, buna lüzum kalmadı. Haram oldu. Kabilin kızkardeşi, Habilinkinden daha güzel idi. Bu sebeple Kabil, Habilin kendi kız kardeşi ile evlendirilmesine razı olmadı. Hatta, ben, kardeşim ile evlenmeğe daha layığım deyince, adem Kabile, “Kızkardeşin sana helal değildir” dedi. Fakat, Kabil babası ademin sözünü kabul etmedi ve düşüncesinde ısrar etti. Kabil, Allahın, babasına böyle bir evlendirmeyi emrettiğine inanmadı. adem Allahın emrinin böyle olduğunu, buna uymak gerektiğini Kabile izah etti. Fakat ne kadar izah edip, ikna etmeye çalıştıysa da Kabil bir türlü ikna olmadı. Bu ihtilaf büyüdü ve önemli bir mesele oldu. Bu durum karşısında adem , Kabil ile Habil arasındaki ihtilafı halletmek için; “Allah her şeyi bilendir. Bu işi halletmek için birer kurban adayınız” dedi. adem ın bu sözü üzerine aralarındaki ihtilafı halletmek için birer kurban getirdiler. Habil çobanlık, Kabil de rençberlik yapardı. Habil koyunları arasından en güzel bir koç seçip getirdi. Kabil ise buğdayları arasından en kötü kısımları toplayarak bir bağ buğday getirdi. Bu hususta da çok hasis davranmıştı. Hatta buğday demetini getirirken arasında çok güzel bir başak görmüş, onu bile alıp yediği de rivayet edilmiştir.
Habil ve Kabil, adem ın tavsiyesi üzerine kurbanlarını getirip, bir dağ üzerine koydular. Habilin kurbanı üzerine gökten beyaz bir ateş inip, yaktı. Böylece Habilin kurbanının kabul edildiği ve Kabilin haksız olduğu anlaşıldı. O zaman ilahi bir hikmetle Allah kabul buyurduğu kurban üzerine bir ateş gönderir, ateş onu yakıp yok ederdi. Kabul olunmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı. Kabul olunmayan kurban sahibinin yüzü insanlar arasında kara olurdu. Bu durum İsrailoğulları zamanına kadar böyle devam etti. Bundan sonra Allah kimin kurbanını kabul edip etmediğini kıyamete kadar gizledi.
Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmiştir: “Ey Resulüm, ehl-i kitaba ademin iki oğlunun haberini hakkıyla oku. Onlar, Allah rızasını kazanmak için kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan (Kabil) diğerine, “Seni muhakkak öldüreceğim” demişti. Kardeşi ona şöyle cevap vermişti, “Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.” (Maide suresi: 27)
Kabil kendi kurbanının kabul edilmediğini ve haksız olduğunu anladığı halde, ilahi hükme karşı gelip, haksızlığa dalıyor, nefsine zulmediyordu. Kardeşi Habile karşı, duyduğu derin bir kıskançlık ve nefret ile düşmanlık besliyordu. Hatta ona; “Yemin ederim ki, seni öldüreceğim” diyordu. Habil ise gayet yumuşak davranıyor, karşılık vermiyor ve Kabile nasihat ederek, “Eğer sen beni öldürmek için bana el uzatırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım” diyordu. Fakat Kabil doğru sözü dinleyip, anlayacak ve kabul edecek halden uzak olduğu için, Habile karşı olan tutumunu değiştirmedi. Onu öldürmeye kararlı idi. adem ın hacca gittiği bir sırada, Kabil ıssız bir yerde elinde bir taşla Habilin yanına gitti. Habil o sırada sürülerinin başında bulunuyordu. Habile, “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. Habil, “Niçin?” diye sebebini sordu. Cevabında, “Allah senin kurbanını kabul etti. Benimkini ise kabul etmedi. Sen, benim güzel kız kardeşimle evleniyorsun, ben ise senin güzel olmayan kardeşin ile evleniyorum. Hem ebeveynim, senin benden daha iyi olduğunu konuşuyorlar. Senin çocukların benim çocuklarıma karşı övünürler” dedi. Bunun üzerine Habil, “Benim bunda hiç bir günahım yok. Allahancak, müttekilerin kurbanını kabul eder. Beni öldürürsen kendi günahının yanında benimkini de yüklenirsin. Eğer böyle bir şey yaparsan bütün suç ve günah senin olur. Yerin de Cehennemdir ve zalimlerin cezası budur.” dedi.
Bu hususlar Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmiştir. (Kabil) Habili öldürmek üzere hücum edince, Habil şöyle demişti: “Yemin ederim ki, eğer beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım. Ben şüphesiz isterim ki, sen kendi günahınla benim günahımı da (seni öldürmeye kastettiğim takdirde bana gelecek olan günahı) yüklenesin. Böylece Cehennemliklerden olasın. İşte zalimlerin cezası budur.” (Maide suresi: 28-29) Bu ayet-i kerimeleri Necmeddin Gazzi “Hüsn-üt-tenebbüh” adlı eserinde şöyle açıklamıştır: “Habil, böyle söylemekle kardeşine nasihat etti, onu uyandırmak, kardeşini öldürme işini yapmaktan sakındırmak istedi. Böylece, hem kendisi öldürülmekten ve hem de kardeşi böyle bir günahı işleyip, günahkar olmaktan kurtulacaktı. Bu sebeple, ayet-i kerimenin zahirinden anlaşıldığı gibi, Habil, bu sözü ile kardeşi Kabilden böyle bir günahın meydana gelmesini istemiş değildi.”
Kabil, Habilin sözlerini ve nasihatlerini dinlemedi. Şeytanın vesvesesine uyarak Habili öldürmek için kararlı ve ısrarlı davranıyordu. Nihayet onu öldürmek için harekete geçti.
Kabil, ıssız bir yerde Kardeşi Habili öldürmeye teşebbüs ettiğinde nasıl öldüreceğini bilemiyordu. Bu sırada şeytan insan kılığına girerek karşısına çıktı. Bir kuş tutup, kuşun başını taş üzerine koydu. Başka bir taş daha alıp kuşun başına vurarak başını ezmek suretiyle öldürdü. Böylece Kabile kardeşi Habili nasıl öldüreceğini gösterdi. Kabil bu hali görüp, kardeşini aynı şekilde öldürmek üzere harekete geçti. Habili tutup, başını bir taş üzerine koydu. Başka bir taş ile de vurarak şehid etti. Yeryüzünde dökülen ilk kan budur. İlk şehid Habil, ilk katil de Kabil oldu. İmam-ı Ahmedin bildirdiği bir hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: “Zulüm ile öldürülen her insanın kanından (günahından) ademin birinci oğlu Kabile bir pay ayrılır. Çünkü cinayeti adet edenlerin önderi odur.”
Kabil kardeşi Habili öldürünce, cesedini ne yapacağını bilemedi. Önce onu bir sahraya bıraktı. Yırtıcı kuşlar Habilin cesedi üzerine hücum etti. Bunun üzerine Kabil, Habilin cesedini bir torbaya koyup sırtına aldı ve taşımaya başladı. Ceset sırtında, ne yapacağını bilmez bir halde iken, yırtıcı kuşlar da cesedi yere bırakmasını bekleyerek üzerinde dolaşıyordu. Kabil böyle şaşkın bir halde iken Allah iki karga gönderdi. Bu iki karga birbirine hücum edip, dövüştüler ve neticede karganın biri diğerini öldürdü. Sonra da öldüren karga ayakları ve gagasıyla yeri kazıp, öldürdüğü kargayı yere gömdü. Kabil, bu hadiseyi görerek Habilin cesedini ne yapacağını öğrendi. Kabil kendi kendine; “Bana yazıklar olsun. Karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi. Habilin cesedini yere gömdü.
Bu hususta Kuran-ı kerimde şöyle buyruldu: “Nihayet Kabil nefsine uyarak kardeşini (Habili) öldürmeğe kalkışmış ve sonra onu öldürmüştü. Böylece ziyana uğrayanlardan olmuştu. Sonra Allah, bir karga gönderdi. Kabile kardeşinin ölü cesedini nasıl örteceğini göstermek için o karga yeri eşeliyordu. Kabil, bana yazıklar olsun kardeşimin cesedini örtemedim, dedi. Artık o pişmanlığa düşenlerden olmuştu.” (Maide suresi: 30, 31) Habilin öldürüldüğü yerin neresi olduğu hakkında muhtelif rivayetler vardır.
Ebül-Hasen Ali bin Muhammed Rebi, Fedail-üş Şam ismindeki kitabında Kabdan, o da, Abdullah bin Ebu Muhacirden bu öldürme işinin Dımeşkda Kasiyun dağında olduğunu söylemektedir.
İbn-i Asakirin Aliden rivayet ettiği bir hadiste Resulallah şöyle buyurdu: “Dımeşkda (Şamda) Kasiyun denilen dağda, ademin oğlu, kardeşini öldürdü.”
adem bu hadiseye pek ziyade üzüldü. Bunun üzerine Cebrail , onu teselli için geldi ve; “Allah yakında sana bir evlat verecek ve ahır zaman peygamberi Muhammed onun neslinden gelecek” müjdesini getirdi. Bu Şit (Şis) idi. Bu sebeple ismi Şit (Allahın ihsanı, hediyesi) manasınadır. adem ın bütün çocukları ikiz doğduğu halde Şit tek doğdu.
Kabil kardeşi Habili öldürdükten sonra perişan, uykusu ve huzuru kaçmış bir halde idi. Büyük bir günah işlediğinden ve çok kötü bir iş yapmış olduğundan dolayı çok bedbaht idi. Babasına karşı mahcuptu. Cezadan korkuyordu. Evlenmek istediği ve bu sebeple katil olduğu kız kardeşini de alıp Adene kaçtı. Yıllarca avare ve başı boş dolaştı. Rivayet edildiğine göre şeytan, Kabilin karşısına çıkıp, kardeşin Habil ile kurban takdim ettiğinizde Habilin kurbanına ateş isabet edip yakması ve onun kurbanının kabul olunması Habilin ateşe tapması sebebiyledir. Sen de kendin için ve senden sonra gelecek neslin için bir ateş yak, ona tap diyerek Kabili aldattı. Kabil de bir yer yapıp, orada ateş yakarak tapmağa başladı ve böylece ateşperestlik ortaya çıktı.
İbn-i Abbasdan şöyle nakledilmiştir: “Kabil kardeşi Habili öldürdükten sonra kız kardeşinin elinden tutup kaçmak üzere yola çıkmıştı. Nud dağından aşağı inince babası adem ona; (Buradan çekip git! Ömür boyunca ürkek kalacaksın, korku içinde olacaksın. Gördüğün hiç kimseden de emin olmayacaksın” dedi.
Kabilin çocukları ve nesli azgın bir cemiyet halini alıp, Nuh zamanında tufanda helak edildiler.
Begavi hazretleri şöyle rivayet etmiştir; “Alimler buyurdu ki: Kabilin çocukları kendilerine, çeşitli çalgı aletleri yaptılar. Oyun, eğlenceye daldılar, içki içtiler, ateşe taptılar, fuhuş ve zina yaptılar. Nihayet Allah onları Nuh zamanında tufanda suda boğup helak etti.”
Abd bin Humeyd, Hasandan şöyle rivayet etmiştir: Hasan buyurdu ki: “Bana ulaşan bir haberde Resulallah: “Ey insanlar! ademin iki oğlu sizin için numunedir. Siz, o ikisinden hayırlı, iyi olanına benzeyiniz, şerli, kötü olanına (Kabile) benzemeyiniz” buyurdu.”
İslam alimlerinden Necmeddin Gazzi, “Hüsnüt-tenebbüh” adlı eserinde Habil, Kabil kıssasından ibret alınacak şu neticeleri çıkarmıştır:
1- Kabil, Allahın taksimine razı olmadı, kadere rıza göstermedi. İmam-ı Ahmedin, Tirmizinin ve Hakimin, Sad bin Ebi Vakkasdan bildirdiği hadiste, Resulallah şöyle buyurdu: “Allahtan hayır istemeleri, ademoğlunun saadetindendir. Allahın kazasına rıza göstermek, ademoğlunun saadetindendir. Allahtan hayır istemeyi terketmeleri, ademoğlunun şekavetindendir. Allahın kazasına razı olmamaları, ademoğlunun şekavetindendir.”
Taberani Kebirinde ve İbn-i Hibban Duafasında Ebu Hind ed-Dariden rivayet ettiği hadiste ise Resulallah şöyle buyurdu: “Allah; “Ben, Allahım. Benden başka ilah yoktur. Kim benim kazama razı olmaz ve benden gelen belaya sabretmezse, kendisine benden başka Rab arasın!” buyurdu.”
Yine Ebu Nuaymın rivayet ettiği hadiste Resulallah buyurdu ki: “Kim rızkına razı olmaz, şikayetini herkese yayar, ona sabretmez, Allaha arz etmezse, Allaha kavuştuğu zaman Onu gadablı olarak bulur.”
2- Kabil, ebeveynine karşı geldi, onlara itaat etmedi ve üzdü. Bu, büyük günahlardandır. Tirmizi ve Hakimin Abdullah bin Amrdan rivayet ettikleri hadiste Resulallah şöyle buyurdu: “Allahın rızası, babanın rızasında, Allahın gazabı, babanın kızmasındadır.” Taberaninin rivayet ettiği hadiste; “Allahın rızası, ebeveynin rızasında, gazabı ise, onların kızmasındadır” buyruldu.
Ebu Nuaymın Ayşeden rivayet ettiği hadiste ise; “Ebeveynine karşı gelen kimseye, istediğini yap. Çünkü ben seni af ve mağfiret etmeyeceğim denir.” buyruldu.
3- Kabil, hem bir peygambere, hem de hocası durumunda olan babasına muhalefet etti. Ebeveyne itaat etmek vacibdir. Fakat, ebeveyn, günah ve içinde zarar olan bir şeyi emrederse, o zaman itaat edilmez.
İsfehani “Et-Tergib” adındaki kitabında Hibban bin Musadan şöyle nakletti. Hibban bin Musa dedi ki, İbn-i Mübareke: “Baba ve anne bir şeyi emrettiklerinde ne yapacağız” diye sordum. İbn-i Mübarek “Baba itaate, anne ise, iyilik yapmaya daha layıktır” dedi.
4- Kabil, hem bir peygamber, hem hocası ve hem de salih bir zat olan babası hakkında su-i zanda bulundu. Halbuki Allah Kuran-ı kerimde mealen; “Ey iman edenler, zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır.” buyurdu. (Hucurat suresi: 12)
İbn-i Adiy ve Hatibin, Enesden rivayet ettiği hadiste, Resulallah şöyle buyurdu: “Kişinin güzel zannı, (hüsnü zan sahibi olması) kulluğunun güzelliğindendir.” Hakkında su-i zan edilen ve töhmete uğrayan bir kimsenin halini, herhangi bir şekilde iyi bir şeyle tevil etmeye çalışmalıdır.
5- Kabil, insanların sözlerine kıymet verdi. Onlar arasında aşağı duruma düşmekten korktu. Böyle bir düşünce kişiyi dine ve akla muhalif iş yapmaya götürür. Nitekim Kabilin kardeşine, herkes senin benden üstün olduğunu konuşuyor demesi ve neticede kıskançlığından onu öldürmesi böyle olmuştur.
6- Kabil kendisi için olmayan şeyi dava etti, batıl bir davada bulundu. Maverdi şöyle dedi; “Rivayet edildi ki, yeryüzünde vaki olan ilk batıl (boş) dava, Kabilin kardeşi Habile karşı kendi kızkardeşi ile evlenmeye ondan daha layık olduğu davası ve iddiasıdır.” İbn-i Macenin Ebu Zerden rivayet ettiği hadiste Resulallah “Kendisi için olmayan şeyi dava eden bizden değildir. Böyle bir kimse, Cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurdu.
7- Nefsi tezkiye (temize çıkarmak), ona kıymet vermek ve onu üstün görmek. Allah Kuran-ı kerimde, “Nefsinizi tezkiye etmeyiniz. Allah takva sahibini en iyi bilendir.” buyurulmaktadır. Eğer Kabil, nefsini tezkiye edip, kendisini kardeşinden üstün görmeseydi, kendisini nimete kardeşinden daha layık görmezdi. İşte, nefsini tezkiye eden, üstün gören, Kabile benzemiş olur. Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde ve Buhari “Edeb-ül-müfred” kitabında, Taberani de “Kebir”inde: İbn-i Ömerden şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir: “Kim kendini büyük görür, böbürlenerek yürürse, Allaha kavuştuğunda Allahı gazaplı olarak bulur.”
8- Akraba ile alakayı kesmek. Bu büyük günahlardandır. Kabil, kardeşine ilk sırt çevirendir; akrabalar arasında ilk taşkınlık yapan da odur.
9- Malın en kıymetsizini, kötüsünü tasadduk etmek, mekruhtur. Halbuki Allah Kuran-ı kerimde: “Sevdiğiniz şeyden infak (ve sadaka vermedikçe) pek çok hayra (iyiliğe veya Cennete) kavuşamazsınız.” (al-i İmran suresi: 92) buyurdu.
10- Kendi günahı sebebiyle duçar olunan bela ve musibetten dolayı başkasını kınamak ve ondan intikam almayı istemek. Kabil, kurbanı kabul edilmeyince, kardeşine kızdı, seni öldüreceğim dedi. Eğer, dikkatli hareket etseydi, nefsine kızar ve onu düşman bilirdi. Çünkü, takdim ettiği kurbanın kabul edilmemesine işlediği günahlar sebep olmuştu. Yani kendisi sebep olmuştu. Şayet, nefsini kınasa, onu haksız bulsa ve tevbe etse idi, onun için hayırlı olurdu. Halbuki, kardeşi Habil, Kabile, “Allah, ancak müttekilerin kurbanını kabul eder.” demişti. Fakat, Kabil bu nasihat ile uyanıp taat ve ibadete dönmedi. Başına musibet gelen herkes, bunun daha önce işlemiş olduğu günahlar sebebiyle olduğunu bilmelidir. Nitekim Allah Kuran-ı kerimde mealen; “Sana ne isabet ederse, o nefsindendir.” (Nisa suresi: 79) buyurmaktadır.
11- Kabil, kardeşi Habili öldürmekle şeytana uydu. Şeytana ilk benzeyen Kabil oldu. Çünkü o da şeytan gibi Allaha asi oldu.
Allahın, öldürmeyi haram kıldığı bir nefsi haksız olarak öldürmek de Kabilin kötü hallerindendir. Bu ise şirkten sonra en büyük günahlardandır. Bir parça söz ile de olsa, bir müslümanın öldürülmesine yardım eden kimsenin, alnında “Allahın rahmetinden ümidini kesen kimse” diye yazılı olarak Allahın huzuruna çıkacağı hadis-i şerifde bildirilmiştir.
12- Haksız yere haset, kin ve buğz besledi. İbn-i Mesudun rivayet ettiği hadiste Resulallah şöyle buyurdu: “Hasetten sakınınız. Çünkü ademin iki oğlundan birisi, diğerini hasetten dolayı öldürdü. Haset, her hatanın aslıdır.”
Beyheki “Şuab-ul-Îman” adındaki eserinde Ahnef bin Kaysın, “Hasetçi kimse için rahat yoktur” sözünü nakletmiştir.
13- Nefsin arzu ve isteklerine göre hareket etmek. Kabil gibi olmaktan sakınmak lazım geldiği gibi, Habil gibi olmaya da çalışmak lazımdır. Hasanın rivayet ettiği şu hadiste buna işaret vardır: “ademin iki oğlu sizin için numunedir. O ikisinden iyisine benzeyiniz. Kötü olanına benzemeyiniz.”
14- Kabil babası adem , annesi Havva, kardeşleri ve yakınları hakkında şeytanı sevindirdi. Çünkü kardeşi Habili öldürdü. Bir kimsenin babası, salih bir zat olur da o kimse babasının ahlakına, güzel hallerine uymayan bir iş yaparsa, babasının düşmanını sevindirmiş olur. Böyle yapan kimse Kabile benzer, şeytana dost olur. Halbuki kerim olan, salih olan kimsenin oğluna da kerim olmak yakışır.
Habilin, kardeşi Kabile karşı muamelesi ise birtakım güzel hasletler ihtiva etmektedir.
1- Allah için kurban yaptı. İslamiyette, sadaka vermek, kurban kesmek, doğru yolda bulunmak, kısaca, Allaha yaklaşmaya vesile olan her şey kurban demektir. Tevhid itikadından sonra insanın Allaha yakın olmasına vesile olan en büyük ibadet, namazdır. Çünkü Kuran-ı kerimde mealen; “Secdene (namazına) devam et de (Rabbinin rahmetine) yaklaş; (ey Resulüm) buyrulmaktadır. (Alak suresi: 19)
Yine hadiste; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği vakittir.” buyrulmaktadır.
Muhammed bin Selame Kudai, Aliden rivayet ettiği hadiste, Resulallah şöyle buyurdu: “Namaz her mütteki müminin kurbanıdır.” (Onun Allaha yakın olmasına vesiledir.)
2- Yanında bulunan şeyin en güzelini kurban yapmak. Bu ise, takvadandır. Takva, Allah için yapılan kurbanın kabulüne sebeptir. Habil, “Allah ancak müttekilerinkini kabul eder.” demekle buna işaret etmiştir. Her müminin bu haslete sahip olması gerekir. İşte Habilde bu güzel haslet olduğu için Allah kurbanını kabul etti.
3- Kendisinde bulunan nimeti izhar için o nimeti zikretmek, söylemek de Habilin ahlakından idi. Nitekim Habil, “Allah ancak müttekilerinkini kabul eder. Ben, Allahtan korkarım.” demekle, kendisinde, Allahın ihsan ettiği takva ve Allah korkusu nimetinin bulunduğunu ifade etmiştir. Bunlar en büyük nimetlerdendir. Bu nimetlerin şükrü yerine getirilirse, başkalarının bu hususlarda kendisine uymaları sağlanır. Diğer ibadet ve taatlar yerine getirilirse o zaman bu nimetler pek kıymetlidir. Habilin Kabile, bu nimetlerle övünmesi, Kabilin aklını başına toplayıp, Hakka tevbeye yönelmesi içindi. Nitekim Allah Kuran-ı kerimde mealen, “Rabbinin nimetini zikret.” (Duha suresi: 11) buyurdu. İbn-i Ebi Hatem, Hasandan bu ayet-i kerimenin tefsiri hususunda, “Eğer bir hayra isabet edersen, onu arkadaşlarına, dostlarına söyle” manasını nakletmiştir.
İbn-i Cerir de, Ebu Nedreden şunları nakletti: Müslümanlar, kendilerinde bulunan nimetten bahsetmeyi o nimetin şükründen sayarlardı.
Bir kimsenin kendisine verilen nimetten bahsetmesinin şükür olması, o nimetten bahsederken kendisinde ucub, riya ve nefsi üstün görmek gibi kalb hastalıklarından bir şey bulunmadığı zamandır. Şayet böyle bir şey karışırsa, bu şükür değil, nimete karşı nankörlük olur.
4- Habil kardeşi Kabile takvayı tavsiye etmişti. Çünkü o, Kabile, “Allah, ancak müttekilerinkini kabul eder” derken, “Eğer sen müttekilerden olsaydın, Allah senin kurbanını red etmezdi” demek istemişti. Habilin bu sözü Kabili takvaya irşad ve onu gaflet ve masiyetten (günahlardan) uyarmak için idi.
Süfyan-ı Sevri buyurdu ki: “Kalplerde takva bulununca amellerdeki illetler (eksikler) ona zarar vermez.”
Fudale bin Ubeyd buyurdu ki: “Allahın benden hardal tanesi kadar bir şeyi kabul etmesi, benim için dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir. Çünkü Kuran-ı kerimde Allah mealen; “Allah ancak müttekilerinkini kabul eder” (Maide suresi: 27) buyurmaktadır.
5- Hilm, eza ve cefaya tahammül, istenmeyen hallere sabretmek, intikam hissini terketmek, kötülüğe mukabele etmemek de Habilin ahlakından idi.
6- Habil, her halinde Allah ile beraber ve ona yönelmiş vaziyette idi. Çünkü o, Allah için kurban etti ve sonra, “Allah ancak müttekilerden kabul eder, ben Allahtan korkarım” dedi. Allaha çok tevbe eden müminler de böyledir. Onlar da Habil gibi Allaha güvenip, dayanırlar. Yine Habil, “Ben alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım” sözü ile her ne kadar kardeşine nasihati murat etmiş ise de, kendi nefsine de nasihat etmektedir. Çünkü, arif olan zat, başkasına bir şeyi hatırlatınca, aynı zamanda kendi nefsine de hatırlatır. Yoksa, arif ve hikmet ehli olamaz.
Şayet bir kimse, Allahtan korktuğunu söyler de, Allahtan korkanların yaptıklarını yapmazsa, o kimse yalancıdır. Selef-i salihinden bazısı şöyle demiştir: “Ne zaman, kendimi Kitap ve sünnete arzettiysem, yalancı olmaktan korkmuşumdur.”
7- Habilin güzel hasletlerinden birisi de, kardeşinden gelen ezaya katlandığı halde, ona eziyetten uzak durması, sakınmasıdır. Çünkü o, kardeşine, kendisini öldürmek için elini uzatsa da, kendisinin ona elini uzatmayacağını söylemişti.
8- O, Allahın kazasına teslim olmuştu.