"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ahd ve misak (kalubela)

adem dan ve bütün zürriyetinden ahd alınmasına denir. Lügatte, söz verme, sözleşme ve antlaşma demektir. Dindeki manası ise, Allah, adem ı yaratınca, kıyamete kadar bütün zürriyetini zerreler halinde onun belinden çıkarıp, mükellef tutması, onlara; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap buyurması, onların da; “Evet, sen Rabbimizsin” diye cevap vermeleridir. Ancak kafirler, dünyaya gelince verdikleri bu ahdi (sözleşmeyi) bozmaları sebebiyle imansız oldular. Müslümanlar ise, dünyaya gelince bu ahdlerine sadakat gösterip, İslam fıtratı (dini, yaratılışı) üzere kaldılar. Ahd ve misak, halk arasında Kalubela diye bilinir.

Ahd-ü misak hususunda itikat edilmesi, inanılması gereken husus şudur: Allah kullarından ahd almıştır. Onlar Allahın rububiyetini (Rab olduğunu) tasdik ve itiraf etmişlerdir. Bu ahdin yerini, zamanını ve nasıl olduğunu tam olarak bilmek itikadi bir mesele değildir.

Ancak Allahademi ı yaratınca belini mesh buyurdu. Onun sulbünden kıyamete kadar gelecek olan zürriyetini, Cennette veya Mekke-i mükerreme ile Taif arasında veya başka bir yerde belinin sağ ve sol taraflarından çıkardı. Her insanın zerresini birbirinden ayırdı. adem onlara baktı ki, onların zerreler halinde olduğunu gördü. El-Vakıa suresinin 8 ve 9. ayet-i kerimelerinin meal-i şerifi: “İşte bu sağdakiler, Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bana bunların amellerinden bir fayda ve zarar yoktur. Bu soldakiler, Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından Cehennemlik olanlardır. Bana bunlardan da ne bir fayda, ne bir zarar yoktur.”

adem Allaha; “Ya Rabbi! Cehennem ameli nedir?” diye sordu. Allah da; “Bana şirk koşmak ve gönderdiğim peygamberlere inanmamak ve ilahi kitaplarımda (peygamberlere verilen kitaplar) olan emir ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmektir.” buyurdu.

Bunun üzerine adem Allaha dua ederek; “Ya Rabbi! Bunları kendilerine şahid kıl, umulur ki Cehennem ehlinin amelini işlemezler” dedi. Allah onlara hayat, akıl ve konuşma kabiliyeti verdi. Kendilerini şahid yapıp; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurdu. Hepsi; “Rabbimizsin. Biz şehadet eyledik” dediler. Allah melekleri ve ademi de şahid tuttu ki onlar, Allahın rububiyetini ikrar ettiler.

Ahdin alınmasından sonra tekrar zerreler halinde adem ın beline iade edildiler. Ahid sırasında geçici olarak verilen ruhlar tekrar onlardan alınıp arşın hazinelerine gönderildi. adem ın bütün zürriyetinden ahd alındığı için, onların hepsi dünyaya gelmedikçe kıyamet kopmaz. Onların hayatları yalnız ruhani bir hayat idi. Cismani bir hayat değildi.

Ahd ve misak, Kuran-ı kerim ve hadis-i şerif ile sabittir. Nitekim Araf suresi 172. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyrulmaktadır: “Hani, Rabbin ademoğullarından, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahid tutmuş; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (buyurmuştu). Onlar da; “Evet, (Rabbimizsin), şahid olduk” demişlerdi. (İşte bu şahid tutma) kıyamet günü; “Bizim bundan haberimiz yoktu” dememeniz içindi. Yahud; “Daha evvel atalarımız (Allaha) şirk koşmuştu. Biz de onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi o batıl yolda olanların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helak mı edeceksin?” dememeniz içindi…”

Ebu Davud, Tirmizi ve Ahmed bin Hanbel; Ömer bin Hattabdan şöyle rivayet ettiler: “Resulallaha bu ayet-i kerime hakkında sorulduğunda şöyle buyurdu: “Allah ademi yaratınca, beline kudretiyle mesh buyurdu. Ondan zürriyetini çıkardı ve şöyle buyurdu: “Bunları Cennet için yarattım. Cennet ehlinin amelini yapacaklar.” Sonra Allah yine ademin belini mesh buyurdu. Ondan zürriyetini çıkarıp ve, “Bunları Cehennem için yarattım. Onlar, Cehennem ehlinin amelini işleyecekler” buyurdu. Orada bulunan Eshab-ı kiramdan birisi; “Ey Allahın Resulü! “Madem ki her şey ezelde takdir edilmiş” öyleyse niçin amel yapıyoruz?” diye sordu. Bunun üzerine Resulallah şöyle buyurdu: “Allah bir kulu Cennet için yaratmışsa ona Cennet ehlinin amelini yaptırır. Hatta, Cennet ehlinin amellerinden bir ameli yaparak vefat eder ve Allah onu Cennete koyar. Allah bir kimseyi Cehennem için yaratmışsa, ona Cehennem ehlinin işlerini yaptırır. Sonunda Cehennem ehlinin işlerinden birini yaparak vefat eder de Allah onu Cehenneme koyar.” Buharinin ve Müslimin bildirdiği diğer rivayette ise; “İbadet yapınız! Herkese ezelde takdir edilmiş olan şeyi yapmak kolay olur.” buyruldu. Yani, ezelde said denilene, saidlerin işleri yaptırılır. Bundan anlaşılıyor ki, ezelde said denilenlerin ibadet yapmaları ve şaki denilenlerin isyan etmeleri, sağlam yaşamaları ezelde takdir edilmiş olanların gıda ve ilaç almalarına ve hastalanmaları, ölmeleri takdir edilmiş olanların da, gıda ve ilaç almamalarına benzemektedir. Açlıktan, hastalıktan ölmesi ezelde takdir edilmiş olana, gıda ve ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması ezelde takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır.

Abdullah bin İmam Ahmed, babasının Müsnedinde bu ayet-i kerime ile alakalı olarak Ubey bin Kabdan, şöyle nakletmiştir: Allahademin zürriyetini topladı. Onlara suret ve konuşma kabiliyeti verdi. Onlara; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sual etti. Onlar da; “Evet” diye cevap verdiler. Böylece Allah, onları kendilerine şahid kıldı. Onlardan ahd-ü misak aldı. Sonra Allah, “Bunu bilmiyorduk dememeniz için yedi kat göğü, yeri ve babanız ademi size şahid tutuyorum” buyurdu. “Biliniz ki, benden başka ilah ve Rab yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak koşmayın. Şüphesiz, ben size ahdimi ve misakımı bildirecek, hatırlatacak peygamberler göndereceğim. Size kitaplarımı indireceğim.” buyurmuştu. O zaman ademin zürriyeti; “Biz şehadet ederiz ki, sen bizim Rabbimizsin ilahımızsın. Senden başka Rab, senden başka ilah yoktur” dediler. Ve Allaha itaat ettiklerini itiraf ettiler. adem , zürriyetinden ahd ve misak alındığı bu sırada peygamberleri de kandiller gibi parlak ve nurlu bir halde gördü. Peygamberlerden de risalet ve nübüvvet (peygamberlik) ahdi alındı. Bu husus Kuran-ı kerimde Ahzab suresi 7. ayet-i kerimede mealen şöyle bildirildi: “Hani biz peygamberlerden söz almıştık…”

Allah, kullarının ne düşündüklerini ve ne cevap vereceklerini bildiği halde; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sual buyurmasında hikmetler vardır. Çünkü, dünya hayatı bir imtihan hayatıdır. Burada insanların işleri, sözleri tespit edilecek, ahirette bunlara göre muamele olunacaktır. İlahi adalet tecelli edecek ve hiç kimse; “Ya Rabbi! Ben bilmiyordum. Bana bir şey söylenmedi, hiç bir şey için söz vermemiştim. Eğer ben imtihan yeri olan dünyaya gelseydim emirlerine muhalefet etmezdim” gibi bir mazerette bulunamayacak. Bu hususta hiçbir hüccet ve delilleri olmayacaktır. Burada daha başka hikmetler de vardır.

İnsanlar bugün dünyada, ezelde kendilerinden alınan bu ahdi hatırlamıyorlar. Fakat bu ahdin alındığını peygamberler ve ilahi kitaplar, haber vermektedir. Bununla beraber bu ilk ahdi hatırlayanlar da olmuştur. Nitekim Ali; “Ben Rabbime verdiğim sözü hatırlıyorum” buyurmuştur. Bu konuda, İslam alimlerinin birçok yazıları mevcuttur. Abdülvehhab-ı Şarani, “El-Kavaid-ül-keşfiyye fis-sıfat-il-ilahiyye” adlı eserinde, ahd-ü misak konusunu uzun açıklamıştır.

Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Nitekim Rum suresi 30. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyurulmaktadır: “Öyleyse sen, yüzünü hanif (muvahhid olarak) dine, Allahın fıtratına çevir ki, Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” Her doğan bu ahd üzere dünyaya gelir demek; Allahın insanı İslam fıtratı üzere yaratmasıdır. Allahın yarattığı fıtrat üzere doğması da denilmiştir. Allah insanları bu yaratılışla yaratmıştır. İnsanların hepsi Allahın; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine karşılık; “Evet sen bizim Rabbimizsin” diye cevap vermişlerdir. Bu sebeple insan o zaman yaratanını ikrar ve itiraf etmeğe, tanımaya söz vermiştir. Buradaki yaratılıştan murat, her ferde mahsus olan ayrı fıtratlar değil, bütün insanlarda müşterek olan umumi fıtrattır. İnsanın insan olma bakımından asıl fıtratı (yaratılışı), yaratanına boyun eğmek, Ona kulluk etmektir. Nitekim Zariyat suresi 56. ayet-i kerimede mealen; “Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” buyrulmaktadır. Bu sebeple dinsizlik fıtrata muhalif olduğu gibi, Allahtan başkasına kulluk etmek de insanın fıtratına uygun düşmez.

Enes bin Malikten rivayet edilen hadiste; “Fıtratullah, Allahın dinidir” buyrulmuştur. Buna göre, bütün insanlar, ezelde kabul ettikleri tevhid itikadı üzere yaratılmışlardır. Bu sebeple, Resulallah, “Her doğan, İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu yahudi, hristiyan ve dinsiz yapar.” buyurmuştur. Bu da, bütün çocuklar müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyaya gelir. Bundan sonra anaları, babaları hristiyan, yahudi ve dinsiz yapar demektir.

hadiste, müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin gençlikte olduğu da bildirilmiştir. Evlat, ana baba elinde bir emanettir. Çocukların temiz kalpleri kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiç bir şekle girmeyip temiz bir toprak gibidir. Böyle toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hasıl olur. Çocuklara iman, Kuran-ı kerim ve Allahın emirleri öğretilir ve yapmağa alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler. Bu saadete anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmazsa, bedbaht olurlar, yapacakları her fenalığın günahı, ana, baba ve hocalarına da verilir. Allah, Tahrim suresi 6. ayetinde mealen; “Kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!” buyuruyor. Bir babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı, farzları, haramları öğretmek ve ibadete alıştırmakla, dinsiz ahlaksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün dinsizliklerin ve fenalıkların başı, fena arkadaştır. İnsan, bu fıtrata muhalefet etmediği müddetçe, Allahın Rabbi olduğunu itiraftan ayrılmaz. İslam fıtratı üzere olmak, ilahi ahd-ü misakın bir alametidir. İnsanlar, bu fıtratı muhafaza edip, ona muhalefet etmekten sakınmak ile mükelleftir. İslam fıtratına (yaratılışına) uygun olarak yaşayanlar, ezelde vermiş oldukları söze sadakat göstermiş, bağlı kalmış olurlar. Bu fıtrata muhalefet edenler ise verdikleri sözde durmamış ve imanlarından dönmüş olurlar.