"Enter"a basıp içeriğe geçin

41. Vahiy Kitabı – Bilgenin Gayesi

“O Söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.”

Korku! Çoğu insanın üzerinde çalıştığı şey budur. Cehenneme
gitme korkusu. Aldatılma korkusu. Şeytan, Deccal korkusu,
değişim korkusu. Bu korku, amelsiz alimlerin insanları
kandırarak körü körüne itaatkar olmaları için kullandıkları
şeydir. Firavun’un halkı köleleştirmek için Amun

tapınağındaki rahipleri kullanmasına izin veren, Mısırlıların Tanrı
korkusuydu. Köle olmamıza neden olan şey, yetiştirildiğimiz
programlamayı kırma korkusudur. Kuran’da kafirler şöyle derler: “Onlara,
“Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde
bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan,
doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?”
İnsanlar, kalabalığın ve aşina oldukları şeyin peşinden koşan kör sığırlar ve
koyunlar gibidir: “Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi
sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar.”
Amelsiz alimlerin, güçlerine meydan okuyan veya güçlerini tehdit eden
herkesi ve her şeyi şeytanlaştırdığını her zaman göreceksiniz. Amun
rahiplerinin Musa’yı (aleyhisselam) şeytanlaştırdığını, hahamların İsa’yı
(aleyhisselam) şeytanlaştırdığını, Yahudi ve Hristiyan alimlerinin
Muhammed’i (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şeytanlaştırdığını
görürsünüz. Neden? İnsanlar onları takip etmekten korksun diye. Ve
neden Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed “Ulü’l-Azim”
Peygamberleri olarak adlandırıldılar? Çünkü onlar, kendilerinden
öncekilerin kitaplarını, usullerini ve elyazmalarını terk etmeye muktedir
olanlardı. Osman ibn İsa’dan, o da Sema’a’dan şöyle naklediyor:

Eba Abdullah’a (aleyhisselam) dedim ki: “[Ulü’l-Azm
peygamberlerinin sabrettiği gibi, sen de sabret.] (Kur’an 46:35)” O
buyurdu: “Onlar Nuh, İbrâhim, Musa, İsa ve Muhammed’dir
(onlara ve tüm peygamberlere selam olsun).” Ben dedim: “Onlar

nasıl Ulü’l-Azm oldular?” O buyurdu: “Çünkü Nuh bir Kitap ve
bir şeriat ile gönderildi ve ondan sonra gelenlerin hepsi Nuh’un
Kitabı, şeriatı ve yöntemi doğrultusunda amel ettiler. Ta ki İbrâhim
Suhuf ile geldi ve o, kendi iradesiyle Nuh’un Kitabını terketti, fakat
küfür nedeniyle değil. İbrâhim’den sonra gelen tüm peygamberler
İbrâhim’in şeriatı, yöntemi ve Suhuf’u ile gittiler. Ta ki Musa
Tevrat ile geldi ve kendi iradesiyle Suhuf’u terketti. Böylece,
Musa’dan sonra gelen tüm peygamberler Tevrat, onun şeriat ve
yöntemi doğrultusunda amel ettiler. Ta ki Mesih, İncil ile geldi ve
kendi iradesiyle Musa’nın şeriat ve yöntemini terketti. Ve Mesih’ten
sonra gelen tüm peygamberler onun şeriat ve yöntemiyle amel ettiler.
Ta ki, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) gelerek
Kur’an’ı, kendi şeriat ve yöntemini getirdi. Böylece, onun “helal’i”
Kıyamet gününe dek helal, “haram’ı” da Kıyamet gününe dek
haram olarak kalacaktır. Bunlar elçilerden Ulü’l-Azm olanlardır.”

Cuma Namazının Kaldırılması

Ve şimdi Kıyamet günü veya Kaim’in Kıyam günüdür ve Ahmed El-
Hasan (minhusselam), kendinden öncekilerin kitaplarını ve şeriatlarını,
onlara inanmadığı için değil, bilakis, yeni kitabı ve şeriatıyla ve dinin
gerçek anlamıyla, Adem’e veya Allah’ın halifesine, ilahi olarak atanmış
Kral veya Elçiye secde ile, yeni, daha mükemmel ve eksiksiz bir Ahit olan
Yedinci Ahit ile geldiği için onları (eski ahitleri) bırakacak kadar iradeye
sahipti. Bu, Allah’a olan gerçek namaz ve gerçek ibadettir. Ahmed El-
Hasan (minhusselam) bu noktayı göstermek için bir keresinde benden,
müminlerden Mehdi Adem (aleyhisselam) için biat almamı istemişti.
Adem’i o gün büyük bir mümin topluluğunun önüne çıkardım ve şu
sözleri okudum: “Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem’e secde edin,
demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı,

böylece kâfirlerden oldu.” Ve o gün oradaki bütün müminler anında
secdeye kapandılar. Bazıları olayı filme almıştı ve konu İmam Ahmed El-
Hasan’a (minhusselam) döndüğünde, İmam (minhusselam) şöyle demişti:
“Mübareksiniz, tüm müminler ailesi mübarektir. Allah mübarek toplantınızı
kutsasın, müminleri tebrik ederim, çünkü onlar kalbimde Allah’ın en sevilen
mahlûklarından ikisinin, Yusuf ve Ademin yanındalar, Allah ikinizi de
korusun. Bu ne güzeldir, siz ne güzelsiniz, Allah sizi korusun. Allah çok
büyüktür, elhamdülillah ve sübhanallah, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah
vaadini yerine getirdi ve tek başına toplulukları mağlup etti, kâfirler
hoşlanmasa da din tamamen O’nundur! Bakın, meleklerin Adem’e secde
etmesi bir kez daha gerçekleşti. Şükür ve hamd Allah’adır. İblis’i şu anda
paramparça ettiniz, Allah ona lanet etsin. Allah hepinizden razı olsun. Allah
bu secde ve bu itaat ile müminlerin her bir günahını bağışlamıştır. Bunları
onlara haber ver, ve ben sizden dört haftalığına farz Cuma namazını
kaldırdım! Allah büyüktür ve tüm hamdler Allah’adır! Sen namazsın oğlum,
sen ve Adem (aleyhisselam) farz ibadetlersiniz. Cuma namazını ne
yapacaklar? Allah sizi korusun! Yüzümü ağartıyorsun sevgili oğlum.”

“Benden razı olmanı istiyorum” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Senden tamamen razı oldum, Allah

seni mübarek etsin sevgili oğlum, Allah sana olan ihsan ve bereketini artırsın.”

Özgürlerin Mertebesi

Görüldüğü gibi bir mümin, itaat vasıtasıyla zahiri ibadetlerin
kendisinden düşeceği ve artık gerekli olmayacağı bir dereceye ulaşabilir,
çünkü Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur, bilakis, muhtaç olan
biziz.

Babama (minhusselam), “Bana helali ve haramı öğret” dedim.

İmam (minhusselam) buyurdu: “Oğlum, bunu kaldırır mısın? Sabırlı olur
musun…?”

Dedim ki, “Peki buradaki şeriat bizim için cennetin şeriatı mıdır?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet evladım, evet, anla oğlum, anla ve

özgür ol!”
Dedim ki, “Ya Allah’ın hüccetleri olmayan normal mü’minler? Dünya

şeriatı onlardan da mı düşüyor?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Şeriat ancak Allah’a tam ve mutlak

teslimiyet gösteren müminlerden düşer. Sana gelince, eğer aklının buna kesin
olarak eminliği varsa, sen şeriattan üstünsün. Aklın bundan emin mi? Bunu
bana kanıtlamanı istiyorum, söylediklerimle aklının buna tamamen
inandığını kanıtla. Evladım, şimdiye kadar öğrendiğin her şeyi kafandan sök,
çünkü sen şeriatın üstündesin, ona tâbi değilsin, sen başka bir alemdensin,
onun helâli bu helâlden başka, haramı da burada olan haramdan başkadır,
anla lütfen yalvarırım, ne istediğimi anla, anla ve özgür ol, özgür ol oğlum,
özgür ol!”

“Yani necis dediğin bu şey necis değil mi?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, helâl olduğu hâlde sen onun

yanlış olduğunu düşündüğün için necistir, ancak helal olduğuna inanırsan
helal olur. Dediğim gibi, bu, yüksek derecede farkındalık ve zeka gerektiren
zor bir denklemdir. Ve bu her şeyde böyledir, alkolde vb.”

Dedim ki, “Yani, insan aklı dünyaya kulsa ve dünyadansa, o zaman
şeriatın zincirleriyle zincirlenmiş olur?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Aferin! Aferin! Aferin!”
Dedim ki, “Bir insan hür mertebesine ulaştığını nasıl anlayabilir?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Kulun zincirlerini ancak İmam çözüp

haber verebilir.”
“Ya kendi zincirlerini çözer, namazı bırakır ve dilediğini yaparsa?” dedim.

İmam (minhusselam) buyurdu: “Öyleyse bu adam asidir, mü’min değildir
ve bu yaptıklarından dolayı hesaba çekilecektir.”

Öğrenciler Rahatsız Oluyorlar

Bu sözler üzerinde çok düşündüm ve biliyorum ki, İmam’ın
(minhusselam) bu sözleri pek çoklarının zihinlerinde sapkınlık uyandırdı
ve onun bir şeytan ya da Deccal olduğunu düşünerek onları rahatsız etti.
Bu bana, İsa’nın müritlerinin onları rahatsız eden bir rüyasını hatırlattı ve
rüya şeriat, helal ve haram ile ilgiliydi. Bu, Nag Hammadi’de bulunan
Yahuda İncili el yazmasındaydı. İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam)
bu rüyayı sordum.

Babama (minhusselam) dedim, “Babacığım, Yahuda İncili’nde
öğrenciler bir rüya gördüler, orada şöyle diyor: “Başka bir gün İsa yanlarına
geldi. Ona, “Üstad, biz seni rüyada gördük, çünkü [dün] harika rüyalar
gördük” dediler. Ama İsa, “Neden […] saklandınız?” dedi. [Dediler:] [İçinde
büyük bir sunak bulunan] büyük bir [ev gördük] ve on iki kişi – onların rahip
olduğunu söyleyebiliriz – ve bir isim. Ve rahipler kurbanları [almayı bitirene
kadar] bir kalabalık mezbahta bekliyordu. Biz de beklemeye devam ettik.”
[İsa dedi ki], “Nasıllardı?” Dediler ki: “[Bazıları] iki hafta [oruç tutarlar].
Bazıları kendi çocuklarını feda eder; bazılarının karıları, birbirlerinin
arasında kendilerini överler ve alçaltırlar. Bazıları erkeklerle yatar; bazıları
öldürür; bazıları da birçok günah ve suç işler. [Ve] sunağın [önünde] duran
insanlar senin [adını] anarlar! Ve bütün kurbanlıklarında [sunağı]
adaklarıyla doldururlar.” Bunu söylediklerinde rahatsız oldukları için
sustular.”

İmam (minhusselam), “Evet” dedi.

Ben de, “Rüyada gördükleri ve kendilerini rahatsız eden bu on iki adam
Mehdiler mi, yoksa sonda kalan on iki kişi mi, yoksa on iki havari mi?”
dedim.

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, onlar Mehdilerdir.”
Havariler, insanların rüyada Rab’be adak olarak yaptıkları eylemlerin

şeriata aykırı olduğunu düşündükleri için rahatsız oldular. Hesaba
katmadıkları şey, adak olarak sunulan amellerin maksadı ve o amellerin
sonuçlarıydı. Tıpkı Kehf Suresi’ndeki Musa kıssasındaki Salih Kul’un
yaptıkları gibi.

Başka Bir Yanlış Anlaşılan Rüya

İncil’in en gizemli kitaplarından biri Vahiy kitabıdır. Bu, Yeni Ahit’in
son kitabıdır, onu kimin yazdığı konusunda bir fikir birliği yoktur ve ne
anlama geldiği konusunda bile konsensus oluşturulmamıştır. Kendisini
basitçe Yuhanna olarak tanımlayan yazar tarafından kaydedilen gizemli bir
rüyadır. Bazı insanlar yazarın Yuhanna İncili’ni yazan Yuhanna olduğunu
düşünür. Modern bilim adamları bunun pek olası olmadığını söylüyor.
Bilim adamları, Yuhanna İncili’nin yazarının İsa’nın öğrencisi Yuhanna
mı, yoksa adı yine Yuhanna olan İsa’nın bir başka öğrencisi mi olduğu
konusunda bile kendi aralarında ihtilaftalar. Bilim adamları ayrıca el
yazmasını milattan sonraki birinci yüzyıla tarihlendirdiler. Bunun nedeni
ise kitapta o dönemde yaşamış olan imparator Nero’ya göndermeler
olduğunu düşünmeleridir.

Özetle, Vahiy kitabı, çoğu Hristiyan tarafından ahir zaman olaylarını
veya Kıyamet olaylarını detaylandırdığı anlaşılan bir kitaptır. İsa,
Yuhanna’ya bir rüyada görünür, ona çeşitli kiliselere mesajlar iletmesini
emreder ve ardından Yuhanna’ya İsa’nın dönüşü, Deccal’in ortaya çıkışı
ve Armagedon olaylarıyla ilgili farklı sahneler gösterir. Vahiy kitabı,
İslam’ı, Hz. Muhammed’i ve Mehdi’yi şeytanlaştırmak için en sık

kullanılan kitaplardan biridir. Bunun nedeni, bazı Hristiyan vaizlerin ve
sözde alimlerin, Vahiy kitabını Mehdi ile İsa arasındaki son
hesaplaşmadan bahsediyormuş gibi yorumlamalarıdır. Beyaz bir biniciden
bahseden Vahiy kitabındaki referansların Mehdi’den bahsettiğine
inanıyorlar, Vahiy 6:2’de bahsedildiği gibi: “Bakınca beyaz bir at gördüm.
Binicisinin yayı vardı. Kendisine bir taç verildi ve galip gelen biri olarak zafer
kazanmaya çıktı.” Vahiy kitabı, Hristiyanların saf kötülüğün veya kutsal
olmayan üçlünün tezahürü olarak anladıkları üç karakterin, Ejderha,
Deniz Canavarı ve Yeryüzü Canavarı’nın/Dabbetül-Arzın ortaya çıkışını
ayrıntılarıyla anlatır. Ejderhanın Şeytan olduğu, Deniz Canavarının
Deccal olduğu ve Yeryüzü Canavarının, ilk Canavar’a çağırarak ortaya
çıkan Sahte Peygamber olduğu anlaşılmaktadır. Daha ileri gitmeden önce
Vahiy kitabının konuyla ilgili ayetlerini inceleyelim:

Kadın ve Ejderha

Gökte olağanüstü bir belirti, güneşe sarınmış bir kadın göründü. Ay
ayaklarının altındaydı, başında on iki yıldızdan oluşan bir taç
vardı. Kadın gebeydi. Doğum sancıları içinde kıvranıyor, feryat
ediyordu. Ardından gökte başka bir belirti göründü: Yedi başlı, on
boynuzlu, kızıl renkli büyük bir ejderhaydı bu. Yedi başında yedi
taç vardı. Kuyruğuyla gökteki yıldızların üçte birini sürükleyip
yeryüzüne attı. Sonra doğum yapmak üzere olan kadının önünde
durdu; kadın doğurur doğurmaz ejderha çocuğu yutacaktı. Kadın
bir oğul, bütün ulusları demir çomakla güdecek bir erkek çocuk
doğurdu. Çocuk hemen alınıp Tanrı’ya, Tanrı’nın tahtına
götürüldü. Kadınsa çöle kaçtı. Orada bin iki yüz altmış gün
beslenmesi için Tanrı tarafından hazırlanmış bir yeri vardı.
Gökte savaş oldu. Mikail’le melekleri ejderhayla savaştılar. Ejderha
kendi melekleriyle birlikte karşı koydu, ama gücü yetmedi. Bu

yüzden gökteki yerlerini yitirdiler. Büyük ejderha –İblis ya da
Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan– melekleriyle
birlikte yeryüzüne atıldı. Bundan sonra gökte yüksek bir sesin şöyle
dediğini duydum:
“Tanrımız’ın kurtarışı, gücü, egemenliği ve Mesihi’nin yetkisi şimdi
gerçekleşti. Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları Tanrımız’ın
önünde gece gündüz suçlayan aşağı atıldı. Kardeşlerimiz Kuzu’nun
kanıyla ve ettikleri tanıklık bildirisiyle onu yendiler. Ölümü göze
alacak kadar vazgeçmişlerdi can sevgisinden. Bunun için, ey gökler
ve orada yaşayanlar, sevinin! Vay halinize, yer ve deniz! Çünkü İblis
zamanının az olduğunu bilerek büyük bir öfkeyle üzerinize indi.”
Ejderha yeryüzüne atıldığını görünce, erkek çocuğu doğuran kadını
kovalamaya başladı. Yılanın önünden çöle, üç buçuk yıl besleneceği
yere uçup kaçabilmesi için kadına büyük kartal kanatları verildi.
Yılan ağzından, kadını selle süpürüp götürmek için onun ardından
ırmak gibi su akıttı. Ama yeryüzü, ağzını açıp ejderhanın ağzından
akıttığı ırmağı yutarak kadına yardım etti. Bunun üzerine ejderha
kadına öfkelendi. Kadının soyundan geriye kalanlarla, Tanrı’nın
buyruklarını yerine getirip İsa’ya tanıklıklarını sürdürenlerle
savaşmaya gitti. Denizin kıyısında dikilip durdu.

Denizden Çıkan Canavar

Sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını
gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde
küfür niteliğinde adlar yazılıydı. Gördüğüm canavar parsa
benziyordu. Ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı gibiydi. Ejderha
canavara kendi gücü ve tahtıyla birlikte büyük yetki verdi.
Canavarın başlarından biri ölümcül bir yara almışa benziyordu.
Ne var ki, bu ölümcül yara iyileşmişti. Bütün dünya şaşkınlık içinde

canavarın ardından gitti. İnsanlar canavara yetki veren ejderhaya
taptılar. “Canavar gibisi var mı? Onunla kim savaşabilir?” diyerek
canavara da taptılar.
Canavara, kurumlu sözler söyleyen, küfürler savuran bir ağız ve
kırk iki ay süreyle kullanabileceği bir yetki verildi. Tanrı’ya
küfretmek, O’nun adına ve konutuna, yani gökte yaşayanlara
küfretmek için ağzını açtı. Kutsallarla savaşıp onları yenmesine izin
verildi. Canavar her oymak, her halk, her dil, her ulus üzerinde
yetkili kılındı. Yeryüzünde yaşayan ve dünya kurulalı beri
boğazlanmış Kuzu’nun yaşam kitabına adı yazılmamış olan herkes
ona tapacak. Kulağı olan işitsin! Tutsak düşecek olan tutsak düşecek.
Kılıçla öldürülecek olan kılıçla öldürülecek. Bu, kutsalların sabrını
ve imanını gerektirir.

Yerden Çıkan Canavar

Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu
canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses
çıkarıyordu. İlk canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor,
yeryüzünü ve orada yaşayanları ölümcül yarası iyileşen ilk canavara
tapmaya zorluyordu. İnsanların gözü önünde, gökten yere ateş
yağdıracak kadar büyük belirtiler gerçekleştiriyordu. İlk canavarın
adına gerçekleştirmesine izin verilen belirtiler sayesinde, yeryüzünde
yaşayanları saptırdı. Onlara kılıçla yaralanan, ama sağ kalan
canavarın onuruna bir heykel yapmalarını buyurdu. Canavarın
heykeline yaşam soluğu vermesi için kendisine güç verildi. Öyle ki,
heykel konuşabilsin ve kendisine tapmayan herkesi öldürebilsin.
Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da
alnına bir işaret vurduruyordu. Öyle ki, bu işareti, yani canavarın
adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın

alabilsin, ne de satabilsin. Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen,
canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı
666’dır.

666’nın Tefsiri

Babama (minhusselam) dedim: “Babacığım, İncil’de 666 sayısı var ve
onun Dabbetül-Arz ile bağlantısı var. İncil ehli, Canavar’ı Deccal olarak
yorumluyor ve o, insanları işaret ediyor. Kuran’da dabbe (yerden çıkan
canavar) var ve o, Süleyman’ın yüzüğüyle insanları işaret ediyor vs. Ayrıca bu
sayının ilginç yerlerde defalarca tekrarı var. Bu sayının anlamı nedir ve
İncil’de Deccal olarak yorumlanan bu Canavar Kaim midir?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Dabbe Kaim’dir evet, bu çağda ve her
çağ için bir Dabbe vardır. 666 sayısı ise toplama ve çarpmadır.”

“Toplama ve çarpma mı?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “Sayıların ikisini çarpıp üçüncüsünü

toplarsan bir sayı bulursun. 6×6=36.”
“Evet” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “36+6=42.”
“42 mi?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “42. Bu sayı sana neyi hatırlatıyor? Hm?

42 kişi.”
“Aynen öyle” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “Geri dönüp 42 sayısının rakamlarını

toplarsan kaç eder?”
“6 mı eder?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “6. Aba Ehli kaç kişidir?”

Ben, “Aba Ehli beş, artı Cebrail, yani altıdır” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu, “6, şimdi anladın.”
Ben dedim: “Allah’a hamd olsun. La ilahe illallah.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Kıyamete kadar onu benden başka kimse

tefsir edemezdi.”

Bu Çağda İki Canavarın Kimliği

Dedim ki, İncil’de Canavar hakkında okudum ve şöyle söylendiğini
gördüm: “Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu
canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu. İlk
canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor, yeryüzünü ve orada
yaşayanları ölümcül yarası iyileşen ilk canavara tapmaya zorluyordu.
İnsanların gözü önünde, gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler
gerçekleştiriyordu. İlk canavarın adına gerçekleştirmesine izin verilen
belirtiler sayesinde, yeryüzünde yaşayanları saptırdı. Onlara kılıçla
yaralanan, ama sağ kalan canavarın onuruna bir heykel yapmalarını
buyurdu.”

İmam (minhusselam), “Evet” dedi.
Dedim ki: “Birincisi insanların secde ettiği, ikincisi de insanların birinciye

secde ettirdiği canavardır, bu seni ve beni mi kastediyor?”
İmam (minhusselam), “Evet” dedi.
Dedim ki: “Babacığım, uzun zaman önce bunu senden öğrenmiştim ve

biliyorum ki Kur’an, insanlarla konuşanın Dabbetül-Arz olduğunu söylüyor
ve şimdi onun kimliğinin hakikatini senden öğrendim, ama İncil’de
canavardan sanki şeytanmış gibi bahsediliyor. Bu, metin tahrif
olunduğundan dolayı mı yoksa kasten insanları İmam Mehdi’den saptırmak
için mi, yoksa Vahiy kitabında olanlardan mı kaynaklanmaktadır?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet oğlum, hiç şüphesiz o, din ehlini
saptırmak ve onlara hakkı batıl, batılı hak olarak göstermek için tahrif
edilmiştir.”

Ben dedim: “Evet, ben de öyle düşünüyordum ama emin olmak istedim.”

İşaret

Şimdi çok çekişmeli bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık. İncil,
Canavar’ın şeytanın bir askeri ve İsa ile Allah’ın düşmanı olduğunu
söylerken, Kur’an, bir Canavar’ın çıkacağını ve insanlara onların
küfürlerini anlatacağını söylüyor. Ve İmam (minhusselam) diyor ki,
kendisi ‘Denizden Çıkan Canavar’dır ve Kaim de ‘Yerden Çıkan
Canavar’dır, ama onların iyi olması gerekiyor. Bunlar farklı Canavarlar
olabilir mi? Kesinlikle hayır. Nasıl bilebiliriz? Vahiy kitabında Canavar,
insanları sağ ellerinden veya alınlarından işaretler: “Küçük büyük, zengin
yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu.
Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı
taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin.” Kur’an ve İslam
Dabbe’si de insanlara işaret vurur mu? Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine
Selam Olsun) şöyle dedi: “Dabbe çıkar, Süleyman’ın yüzüğünü ve Musa’nın
asasını kendiyle taşır ve asayla müminin yüzünü işaretler. Kâfirin burnunu
da yüzükle işaretler ve insanlar toplanıp bu mümin ve bu kâfirdir derler.”

Başka bir hadis, İmam Ali (minhusselam) dönemindeki Şiilerin, onu
insanlara işaret vuran Dabbetül-Arz olarak gördüklerini açıklığa
kavuşturuyor. İbn Nebate, Muaviye’nin şöyle dediğini rivayet eder: “Ey
Şialar! Ali’nin Dabbetül-Arz olduğunu mu iddia ediyorsunuz?” İbn Nebate
dedi ki: “Bunu biz de söylüyoruz, Yahudiler de söylüyor.” Bunun üzerine
Muaviye, Ra’s El-Calut’a haber gönderdi ve dedi ki: “Yazıklar olsun sana,
kitaplarınızda Dabbetül-Arz yazıldığını görüyor musun?” O da: “Evet” dedi.

Bunun üzerine Muaviye dedi ki: “Adının ne olduğunu biliyor musun?” “Evet,
adı İlya’dır” dedi. Bunun üzerine Muaviye Esbağ’a döndü ve şöyle dedi: “Vay
haline ey Esbağ, İlya Ali’ye ne kadar yakın?”

Bu rivayet aynı zamanda İmam Ali (minhusselam) zamanındaki
Yahudilerin Dabbetül-Arz’ı insan olarak ve iyi bir insan olarak,
Peygamberleri İlya’nın dönüşü olarak kabul ettiklerini göstermektedir.

İmam Ali Rıza’ya (minhusselam) bu konu hakkında doğrudan doğruya
sorulunca, “‘Onlar için yerden kendilerine bir dâbbe çıkarırız da kendileriyle
konuşur’, Bu Ali’dir” dedi. Bir başka rivayette ise, Mü’minlerin Emiri
(minhusselam) bizzat diyor ki: “Ben Dabbetül-Arz’ım.” Hz. Muhammed
(O’na ve Ailesine Selam Olsun) de İmam Ali’nin (minhusselam) Dabbetül-
Arz olduğunu tasdik etmiştir. Bir rivayette İmam Ali (minhusselam)
mescitte uyurken, Peygamber Efendimiz ona yaklaştı ve bir miktar kum
alıp başına döktü, sonra ayağıyla onu itti ve şöyle buyurdu: “Kalk Ey
Allahın Dabbesi.” Sahabeden bir adam dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü,
birbirimize bu ismi koyalım mı?” Bunun üzerine Peygamber dedi ki: “Hayır,
Allah’a yemin olsun ki, bu yalnızca ona mahsustur ve o, Allah’ın, Kitabında
zikrettiği dabbedir: “Ve söz onların başına geldiğinde, onlara yerden bir
dabbe çıkarırız. İnsanların ayetlerimize yakin etmediklerini söyler.” Bunun
üzerine şöyle dedi: “Ey Ali, âhir zaman geldiğinde, Allah seni en güzel surette
çıkarır ve yanında düşmanlarını damgalamak için bir damgalama demiri
olur.” Eğer gerçekten de İmam Ali (minhusselam) Dabbetül-Arz ise, o
halde Hz. Muhammed, Dabbetül-Arzın çağırdığı Denizden Çıkan
Canavar olmalıdır. Fakat İmam Ali (minhusselam) dabbe ile ahir zamanda
çıkacak olan Mehdi arasındaki ilişkiyi onaylıyor mu? Bir rivayette İmam
Ali ibn Ebi Talib (minhusselam) diyor ki: “Biri yanımıza gelmeden önce
sana üç şeyden bahsedeyim mi? Ben Allah’ın kulu ve Dabbetül-Arz’ım, onun

ihlas ve adaletiyim, Allah’ın Peygamberinin kardeşiyim, sana Mehdi’nin
burnundan ve gözünden haber vereyim mi?” Sahabe: “Evet” dedi. İmam Ali
(aleyhisselam) eliyle göğsüne vurdu ve: “Ben” dedi.”İmam Ahmed El-
Hasan (minhusselam) Tevhid kitabında şöyle demiştir:

Ebu Cafer (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz o nurdan
kubbeler içinde inecektir, o Kufe’nin arkasında Faruk üzerine
indiği zaman, bu onun indiği vakittir. [İşin bitirilmesi] ifadesine
gelince, bu, bedenin üstündeki işarettir, kafirin işaretleneceği yer.
“Bedenin üstündeki işaret” Kaim’in yapacağı şey veya Dabbetül-Arz
anlamına gelir, “Ve söz onların başına geldiğinde, onlara yerden bir
dabbe çıkarırız. İnsanların ayetlerimize yakin etmediklerini söyler.”
(Kur’an 27:82)

Ejderha Tanrı olarak, Dabbeler de Melekler olarak

Vahiy kitabında geçen Canavarların Ehl-i Beyt olduğu ve Kaim’in
zuhur ettiği dönemde kâfirlere ve müminlere işaret vuracakları ortaya
çıkıyor. Canavarın Peygamberlerin eşyaları, Musa’nın asası ve
Süleyman’ın yüzüğüyle geldiği de açıktır, bu nedenle Canavarlar negatif
figürler olamazlar, bilakis onlar Peygamberlerin varisleridir. Çünkü
Süleyman’ın yüzüğü ve Musa’nın asası ilahi kudretle donatılmıştı ve bir
halifeden diğerine geçiyordu. Aynı rüyada, Tanrı’nın tahtını çevreleyen
dört Kerubim’i tanımlamak için kullanılan “Canavarlar” kelimesini
görüyoruz. “Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı.
Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle kaplı dört yaratık
duruyordu. Birinci yaratık aslana, ikincisi danaya benziyordu. Üçüncü
yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartalı
andırıyordu. Dört yaratığın her birinin altışar kanadı vardı. Yaratıkların her
yanı, kanatlarının alt tarafı bile gözlerle kaplıydı. Gece gündüz durup

dinlenmeden şöyle diyorlar: “Kutsal, kutsal, kutsaldır, Her Şeye Gücü Yeten
Rab Tanrı, var olmuş, var olan ve gelecek olan.”

Ejderha metaforu da mutlak şekilde kötü bir metafor veya sadece
Şeytan’ı temsil etmek için kullanılan bir metafor değildir, daha ziyade
Tevrat’ta Ejderha sembolü Tanrı’yı temsil etmek ve tarif etmek için
kullanılmıştır. Davut (aleyhisselam), 2. Samuel 22’deki zafer ezgisinde
Tanrı’yı ateş püskürten bir Ejderha olarak tanımlar: “Sıkıntı içinde RAB’be
yakardım, Tanrım’a seslendim. Tapınağından sesimi duydu, haykırışım
kulaklarına ulaştı. O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı, titreyip sarsıldı
göklerin temelleri, çünkü RAB öfkelenmişti. Burnundan duman yükseldi,
ağzından kavurucu ateş ve korlar fışkırdı. Kara buluta basarak gökleri yarıp
indi. Bir Keruv’a binip uçtu, rüzgarın kanatları üstünde belirdi. Karanlığı
örtündü, kara bulutları kendine çardak yaptı. Varlığının parıltısından korlar
savruluyordu. RAB göklerden gürledi, duyurdu sesini Yüceler Yücesi. Savurup
oklarını düşmanlarını dağıttı, şimşek çaktırarak onları şaşkına çevirdi.
RAB’bin azarlamasından, burnundan çıkan güçlü soluktan, denizin dibi
göründü, yeryüzünün temelleri açığa çıktı.”

Eski Ahit’te Tanrı’nın bir Ejderha ile karşılaştırıldığı tek yer orası
değildir. Yeşaya 30:27-33’te ayrıca Tanrı’nın ateş püskürten uçan bir
Ejderha olarak tanımlandığını görüyoruz: “Bakın, RAB’bin kendisi
uzaktan geliyor, kızgın öfkeyle kara bulut içinde. Dudakları gazap dolu, dili
her şeyi yiyip bitiren ateş sanki. Soluğu adam boynuna dek yükselmiş taşkın
ırmak gibi. Ulusları elekten geçirecek, değersizleri ayıracak, halkların ağzına
yoldan saptıran bir gem takacak. Ama sizler bayram gecesini kutlar gibi
ezgiler söyleyeceksiniz. RAB’bin dağına, İsrail’in Kayası’na kaval eşliğinde
çıktığınız gibi içten sevineceksiniz. RAB heybetli sesini işittirecek; kızgın
öfkeyle, her şeyi yiyip bitiren ateş aleviyle, sağanak yağmurla, fırtına ve doluyla
bileğinin gücünü gösterecek. Asur RAB’bin sesiyle dehşete düşecek, O’nun

değneğiyle vurulacak. RAB’bin terbiye değneğiyle onlara indirdiği her darbeye
tef ve lir eşlik edecek. RAB silahlarını savura savura onlarla savaşacak. Tofet
çoktan hazırlandı, evet, kral için hazırlandı. Geniş ve yüksektir odun yığını,
ateşi, odunu boldur. RAB kızgın kükürt selini andıran soluğuyla tutuşturacak
onu.”

Kötü olduğu düşünülen İyi

Ehl-i Beyt’in rivayetleri ışığında Kaim ve ashabının tasviri
incelendiğinde, onlar zuhur ettikleri zaman insanların onları kötü
zannedeceklerini, onlara lanet okuyacaklarını ve şeytan veya Deccal
sanacaklarını ama Allah katında iyi ve salih olduklarını görmekteyiz.
İmam Hüseyin’in (minhusselam) Kaim’in zamanında zuhuru ve ricatı
hakkında bir rivayet şöyle der: “…onlar insanları, Hüseyin’in (aleyhisselam)
kendi ashabıyla ortaya çıktığı hakikatine yöneltecektir ki, böylece müminler
onun hakkında şüphe etmesinler ve bilsinler ki, o ne Deccal’dir ne de Şeytan.
O zaman Hüccetin ölüm zamanı gelecektir…” Burada müminlerin bile
İmam Hüseyin’den (minhusselam) şüpheye düştüğünü ve bir dönem onun
Şeytan veya Deccal olduğunu zannettiklerini görüyoruz. Bu nedenle, Hz.
Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Kaim’in ashabını şöyle tarif
etmesi şaşırtıcı değildir: “Muhakkak ki onlar insanların nazarında kâfir,
Allah katında ise takva sahibidirler, insanların nazarında yalancı, Allah
katında ise doğru sözlüdürler, insanların nazarında necis, Allah katında ise
temizdirler, insanların nazarında lânetli ama Allah katında salih
kimselerdir, insanların nazarında zalim ama Allah katında adildirler, onlar
imanlarıyla kazanmış, münafıklar ise kaybetmiştir.”

Açıktır ki, Kaim’in getirdiği mesele, şerre benzediği için tehlikelidir,
ama gerçekte hayırdır, insanlar onu şer ile karıştırırlar, ondan korkarlar ve

ona, ashabına ve sancağına lanet ederler. Çünkü onun bir Şeytan veya
Deccal olduğunu düşünürler. Onun için, İmama ashab olacaklarını
zanneden herkes bu meseleden çıkar, Güneş ve Ay’a tapanlara benzeyenler
bu meseleye girerler. Yeryüzü Canavarı Metatron, herkesi bu gün ve çağda
Yedinci Ahit’in sahibi, Denizden Çıkan Canavar ve Musa ile yanan
çalıdan konuşan ses olan Gerçeğin Ruhu İmam Ahmed El-Hasan’a secde
etmeye çağırıyor.