"Enter"a basıp içeriğe geçin

39. Mısır – Bilgenin Gayesi

“Ey Mısır! Ey Mısır! İlmin hayatta kalacak ama efsanelerde, sonraki nesiller inanamayacak”

Bu Bab, İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) Mısır hakkında açıkladıklarının sadece
bir kısmını ortaya koymaktadır. İmam’ın Mısır hakkındaki ilmi ve sırları hakkında daha
fazla bilgi, İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) “Mısır, Sen Ne Bilirsin Mısır Nedir”
adlı kitabında açıklanacaktır.

ısır toprakları, özellikle Kutsal Kitap ve Kur’an’da, Tanrı ve
yaratılış hikayesinde merkezi bir rol oynamıştır. O, birçok
ilahi gizemi ve efsaneyi içeren bir diyardır. Antik dünyayı
modern dünyaya bağlayan ve kıyamda büyük rol oynayacak

kutsanmış bir yerdir. Arapça (مصر) veya ‘Masr’ (Mısır) kelimesi, ‘Asr’ın
takipçisi’ (m-asr veya min-asr (asr’dan) من عصر)2 anlamına gelen bir sıfattır
ve Asr (ikindi vakti) ikinci Mehdi’dir. Bunun yanı sıra ‘Asr’, ahir zamana
– zira zaman tükenmek üzere – veya günün sonuna işaret eder. Bazı kritik
sorular ortaya çıkıyor: Eski Mısır’ın, İbrâhimî hikayeleri ve dini
uygulamaları şekillendirmedeki rolü nedir? İsrailoğullarının Tanrısı neden
Musa ve Dâvud’a (Onlara Selam Olsun) düşmanlarının diktiği gibi
tapınaklar dikmelerini emrediyor? Mısır dinleri tamamen batılsa, bu
Yahudiliği ve İbrâhimî dinleri de batıl yapmaz mı?

Ehl-i Beyt (Selâm Onlardandır) rivayetlerinde adı geçen karakterlerden
biri de Mısır Sahibidir. Bu karakter Yemâni’yle (minhusselam) güçlü bir
şekilde bağlantılıdır. O ve Yemâni (minhusselam) Süfyani’den önce ortaya
çıkar. İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Süfyani’den önce
Mısırlı ve Yemanî çıkar.” Bu kehaneti, Hz. Muhammed’in (O’na ve
Ailesine Selam Olsun) Vasiyetinde geçen “Ahmed” ve “Abdullah”
isimlerini iddia eden tek kimseler olan Mısır Sahibi Abdullah Haşim ve
Yemâni Ahmed El-Hasan dışında kimse hiçbir zaman farketmedi ve
gerçekleştirmedi. Ammar bin Yasir, kıyam öncesi ve kıyam zamanı olayları
anlattığı uzun bir rivayette şöyle demiştir:

“…Ve Şam’da üç kişi ortaya çıkacak ve hepsi hükümdarlık talep
edecektir, bir benekli adam, bir kırmızı adam ve bir de Kelb’de
ortaya çıkan ve halkı Şam’da tutan Ebu Süfyan’ın ailesinden bir
adam. Batı halkı Mısır’a gidecektir. Eğer oraya girerlerse, bu
Süfyani’nin alametidir ve ondan önce Al-i Muhammed’e (Onlara

Selam Olsun) çağıran bir kişi ortaya çıkacaktır. Türkleri karışıklık
bürüyecek, Romalılar Filistin’in üzerine inecekler ve Abdullah,
Abdullah’la yarışacak, nihayet orduları Kırkısya’da nehirde
buluşacak ve büyük bir savaş olacak. Fas’ın Sahibi çıkacak,
erkekleri öldürecek, kadınları esir alacak, sonra Kays’a geri dönecek.
Ta ki Süfyani adaya inecek, Yemâni ayaklanacak ve Süfyani
onların topladıklarını ele geçirecek. Sonra Kufe’ye gidecek ve Al-i
Muhammed’in yardımcılarını öldürecek. Onlardan bir adamı
öldürecek, sonra Mehdi, Şuayb bin Salih ile, onun bayrağı altında
ayaklanacak. O, Şam halkının Ebu Süfyan’ın oğlu için
toplandığını görürse, Mekke’ye gidecek. O zaman nefs-i zekiye
öldürülecek ve onun Mekke’deki kardeşi ve bir münadi gökten
seslenecek: “Ey insanlar! Hükümdarınız falancadır ve o, yeryüzünü
adaletsizlik ve zulümle dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracak
olan Mehdi’dir.”

Abdullah ismi, kıyam olaylarında iki kişi ile ilişkilendirilir, biri Süfyani
Abdullah, diğeri ise Kaim Abdullah’tır. El-Fitan kitabında şöyle yazılıdır:
“Adı Abdullah olan Benî Abbas’tan bir kimse hüküm sürerse – ve o, son
‘âyn’ın sahibidir – onlar bu işe onunla başlar ve onunla bitirirler. O, helâk
kılıcının anahtarıdır. Şam’da onun, “Müminlerin Emiri Abdullah’tan”
diyen bir mektubu okunsa, Mısır minberinden, “Müminlerin Emiri
Abdullah Abdurrahman’dan” diyen bir mektubun okunması uzun sürmez.
Eğer bu olursa doğu ve batı ehli iki yarış atı gibi Şam’a akın eder, her biri,
Şam’ı ele geçirenin dışında kimsenin krallığı kurmayacağını anlar ve her biri,
onu ele geçirenin krallığı ele geçirdiğini söyler. Diğer rivayetlerde de bu
devirde Şam’a doğru yarışan karakterlerin Mehdi ve Süfyani olduğu
açıktır. Daha sonra aynı kitapta (sayfa 205) şöyle denir: “Süfyani ve Mehdi
iki yarış atı gibi çıkar, Süfyani önüne çıkan her şeyi yıkıp geçer ve Mehdi de
önüne çıkan her şeyi yıkıp geçer.”Bu nedenle Süfyani ve

Mehdi’nin/Kaim’in her ikisinin de adı Abdullah’tır ve Mehdi/Kaim
Mısır’dandır ve adı Mısır Minberi’nde okunmaktadır ve o, Mısır’ın
Sahibidir.

Masum Bir Lider

Mısır Sahibinin adının Abdullah olması dışında, Ehl-i Beyt’in (Selâm
Onlardandır) rivayetleri Mısır Sahibini çok detaylı anlatmış ve İmam Ali
(minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Mısır’da emirlerin emiri kıyam eder ve
ordular hazırlanırsa…” Bu, Mısır Sahibi’nin liderler lideri olduğunun
açık bir göstergesidir. İmam Rıza (minhusselam) şöyle buyurdu: “Sanki
Mısır’dan gelen yeşile boyanmış sancakları görüyorum. Onlar Şam’a gelecek
ve vasiyetlerin sahibinin oğluna verilecektir.

Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Vasiyetinde bahsi
geçen Ahmed ve oğlu Abdullah dışında vasiyetlerin sahibi ve onun oğlu
kimdir? Açıkça Mısır Sahibi, Vasiyeti iddia eden bir emirdir. Müminlerin
Emiri Ali bin Ebi Talib (minhusselam) buyurdu ki: “Mısır’ın Sahibi
alametlerin alametidir ve onun alameti fevkeladedir. Onun kalbi Hasan, başı
Muhammed’dir ve büyükbabasının adını değiştirir. O huruç ederse, bilin ki
Mehdi kapılarınızı çalacaktır, bu yüzden o (kapılarınızı) çalmadan önce
bulutların üzerinden ona uçun veya buz üzerinde sürünerek bile olsa ona
gidin.”Uçarak veya buz üzerinde sürünerek bile olsa gitmeniz gereken bu
kişi, Mısır’ın Sahibi, Kaim ve Mehdi olan Doğu Siyah Bayraklarının
sahibidir. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle
buyurmuştur: “Sizin hazinenizin olduğu yerde üç kişi savaşacak, her biri bir
halifenin oğludur. Ve o, onlardan hiçbirine nasip olmayacak. Sonra doğudan
siyah bayraklar gelecek ve daha önce hiç kimsenin savaşmadığı gibi sizinle
savaşacaklar. Onu görürseniz buz üzerinde sürünerek bile olsa ona gidip biat

edin, çünkü o, Allah’ın halifesi Mehdi’dir.” Mısır Sahibi, Doğu Siyah
Bayraklarını kaldıran olarak anılır ve bu, onu tanımanın
alametlerindendir: “…Evliya gibi sabırlıdır. Siyah bayrakları o kaldırır.
Tohumu ikiye bölen Allah’a yemin ederim ki, Mehdi’nin yolunu açan da
O’dur.”

Tanımlama

Mısır Sahibinin fiziksel özelliklerine gelince, onun hakkında ‘İmam
Ali’nin Ahir Zaman Hakkında Söyledikleri’ kitabında (sayfa 328’de) şöyle
yazılıdır: “Uzun boylu, kırmızı yanaklı, yakışıklıdır ve büyükbabasının adını
değiştirir. İyi niyetli, temiz kalpli, düz saçlı, demir gözlü, doğru düşüncelidir.
Sakalı beyaz, güzel ve nurludur. Onun üst kısmı alt kısmından daha iyidir.
O, halka açık ama gizlilikte olur.”12 Bu tarifin Mısır Sahibi Abdullah için
geçerli olduğu müminler tarafından bilinmektedir. Fiziksel soyumun
ruhsal soyumdan farklı olduğu da bilinmektedir. Ben Abdullah Kerem
Haşim, ama aynı zamanda Abdullah bin Ahmed bin Muhammed’im. Bir
gün İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) yanıma geldi ve bana kendim
hakkında bilmediğim bir sır açıkladı.

İmam (minhusselam) buyurdu: “Soy ağacını ne kadar geriye
götürebilirsin?”

Ben dedim: “Benim adımın Süleyman oğlu Haşim oğlu Süleyman oğlu
Kerem oğlu Abdullah olduğunu biliyorum.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Dedelerinden birinin adı daha var,
bunda büyük bir sır vardır.”

Dedim ki: “Ondan ötesini bilmiyorum.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Git babana sor ve ne dediğini bana haber
ver.”

Fiziksel babama gittim ve sordum. Sonra İmam’a döndüm
(minhusselam) ve dedim ki: “Babam bana bir dedemin adını daha söyledi.
Benim adımın El-Hadi oğlu Süleyman oğlu Haşim oğlu Süleyman oğlu
Kerem oğlu Abdullah olduğunu söyledi.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, işte bu. El-Hadi. El-Hadi’nin ne
anlama geldiğini biliyor musun?”

“‘İlk’ mi?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Aynen, Abdullah El-Hadi, (yani) ilk

olan Abdullah. Bu isimle ilgili başka şeyleri de keşfedeceksin.”
Ve gerçekten, daha sonra İmam (minhusselam) bana vasiyette benim

adımın onunkinden önce geldiğini açıkladı: Abdullah, Ahmed, El-Mehdi.
Bu konuyu daha önce bu Kitap’ta tartışmıştık. Ayrıca El-Hadi adının
Arapçada ‘Vahid’, ‘Lider’, ‘Aldebaran Yıldızı’, ‘İki Gezegen Yıldızı (Mars)’
ve ‘Deve Sahibi’ gibi başka anlamları olduğunu da keşfettim. Meşhur bir
hadiste İmam Ali (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Mısır’da bir minber
kuracağım ve Şam’ı tuğla tuğla yıkacağım. Yahudileri ve Hristiyanları
Arapların tüm topraklarından çıkaracağım ve Arapları bu asamla
kovacağım.” (Ebaya) sordu: “Öldükten sonra dirileceğini mi söylüyorsun?”
İmam (aleyhisselam) buyurdu: “Dur ey Abaya, başka bir mezhebe gittin,
benden olan bir adam bunu yapar.”Bu hadiste, İmam Ali’nin
(minhusselam), kendisinden olan, Mısır’da minber kuran ve Şam’da
Süfyani ile savaşan Mısır Sahibi olan bir adamın, deve sahibinin deve
sürüsünü sürdüğü gibi asasıyla Arapları kovacağını söylediğini açıkça
görüyoruz.

Mısır Dünyanın Anasıdır

Mısır dünyanın anasıdır, bu, tüm Mısırlıların aşina olduğu meşhur bir
sözdür ve birçok yönden doğrudur. Mısır Afrika’dadır ve Afrika’daki en
eski uygarlıktır. Afrika, medeniyetin beşiği ve anası olarak kabul edilir.
Arapların, Hacer (aleyhesselam) aracılığıyla, Yahudilerin ise Sara
(aleyhesselam) aracılığıyla İbrâhim’in (aleyhisselam) soyundan geldiklerini
belirtmek de ilginç bir ayrıntıdır. İbrâhim Iraklı, Hacer ise Mısırlı idi,
dolayısıyla Mısır tüm Arapların anasıdır. Sara bir Iraklıydı, yani Irak tüm
Yahudilerin anasıdır. Ve Irak tüm Yahudilerin ve Arapların babasıdır.
Mısır sadece Arapların anası değildi, Mısır tüm dinlerin anasıydı.
Müslümanlar İncil ve Tevrat’ın Tanrısına inanırlar, Hristiyanlar Tevrat’ın
Tanrısına inandıklarını iddia ederler; bu nedenle Müslümanlar,
Hristiyanlar ve Yahudiler, özünde aynı Tanrı’ya ve dine inanırlar. Hz.
Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Tevrat’ı ve Tevrat’ın
Tanrısı’nı şu sözlerle tasdik etmiştir: “Tevrat’ı getirin.” O, getirildi. Sonra
altındaki minderi çekip üzerine Tevrat’ı yerleştirdi ve dedi ki: “Sana ve seni
indirene iman ettim.”İsa (aleyhisselam) Tevrat’ı tasdik ederek şöyle
demiştir: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için
geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.”
Ancak çok az bilinen şey, Musa’nın (aleyhisselam) Yahudilikten önce gelen
eski Mısır dininin çoğunu doğruladığıdır.

Ahit Sandığı

Ahit Sandığı, Tevrat’ta ve Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bir nesnedir.
İçinde Allah’ın Ruhunun bulunduğu ve kendisi aracılığıyla İsraillilerle
konuştuğu nesne olarak tanımlanır. Allah’ın ruhu ağaçtan Musa
(aleyhisselam) ile konuştuktan sonra, Sandık’ta ikamet etti ve onun içinde

İsrailoğullarıyla birlikte seyahat etti. İslami kaynaklarda Ahit Sandığı’na
“Sekîne tabutu” denir, Sekîne tabutu’nun gerçek çevirisi Sükunet
Tabutu’dur. Arapçadaki Sekîne İbranicede Şekina kelimesinin karşılığıdır.
Musa’ya sandığın tarifi, nasıl yapılacağı ve içine ne konulacağına dair
talimatlar verildi:

“Akasya ağacından bir sandık yapsınlar. Boyu iki buçuk, eni ve
yüksekliği birer buçuk arşın olsun. İçini de dışını da saf altınla
kapla. Çevresine altın pervaz yap. Dört altın halka döküp dört
ayağına tak. İkisi bir yanda, ikisi öbür yanda olacak. Akasya
ağacından sırıklar yapıp altınla kapla. Sandığın taşınması için
sırıkları yanlardaki halkalara geçir. Sırıklar sandığın halkalarında
kalacak, çıkarılmayacak. Antlaşmanın taş levhalarını sana
vereceğim. Onları sandığın içine koy. “Saf altından bir Bağışlanma
Kapağı yap. Boyu iki buçuk, eni bir buçuk arşın olacak. Kapağın
iki kenarına dövme altından birer Keruv yap. Keruvlar’dan birini
bir kenara, öbürünü öteki kenara, kapakla tek parça halinde yap.
Keruvlar yukarı doğru açık kanatlarıyla kapağı örtecek. Yüzleri
birbirine dönük olacak ve kapağa bakacak. Kapağı sandığın
üzerine, sana vereceğim taş levhaları ise sandığın içine koy. Seninle
orada, Levha Sandığı’nın üstündeki Keruvlar arasında,
Bağışlanma Kapağı’nın üzerinde görüşeceğim ve İsrailliler için sana
buyruklar vereceğim.”

Kutsal Kitab’a göre, Sandık’ın içinde üç eşya vardı: “Altın buhur
sunağıyla her yanı altınla kaplanmış Ahit Sandığı buradaydı. Sandığın içinde
altından yapılmış man testisi, Harun’un filizlenmiş değneği ve ahit levhaları
vardı.” Kur’an-ı Kerim bu konuyu teyit etmektedir: “Peygamberleri
onlara şöyle dedi: ‘Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.
Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn
ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler

taşımaktadır.’”Sandık’ta Harun’un (aleyhisselam) ailesinin bıraktığı
kutsal emanetler arasında onun tomurcuklanan asası ve Musa
(aleyhisselam) ailesinin bıraktığı kutsal emanetler arasında emirlerin yazılı
olduğu levhalar bulunmaktadır. Bunun dışında Şekina’nın, yani Allah’ın
Ruhu’nun hâlâ Sandık’ta bulunduğunu Kur’an-ı Kerim teyit eder ve
İmam Mehdi’nin Ahit Sandığı’nı geri getireceği rivayetlerde şöyle
bildirilir: “(Mehdi) Ahit Sandığını Antakya’daki bir mağaradan çıkarır ve
içinde Musa’ya (aleyhisselam) indiği gibi Tevrat ve Allah’ın İsa’ya
(aleyhisselam) indirdiği gibi İnciller vardır. O, Tevrat ehline Tevrat’la, İncil
ehline de İncil ile hükmeder.” Eba Mikail (aleyhisselam) bir keresinde bu
mağaradan ve bununla ilgili İmam Mehdi ve İmam Ahmed El-Hasan’dan
(minhusselam) duyduklarından bahsetti.

Eba Mikail (aleyhisselam) dedi ki: “Türkiye’de bir mağara vardır ki, orada
peygamberlere ve evliyalara (Onlara Selam Olsun) dair her şey vardır. O,
Allah’ın koruması altındadır, içinde öyle sayısız ve paha biçilemez harikalar
ve sırlar vardır ki, insanlara açıklanırsa, pek çok şeyin algılama biçimini
değiştirir. İçinde ölümcül hastalıkların, tüm hastalıkların, keşfedilen
hastalıkların ve henüz keşfedilmemiş hastalıkların tedavileri vardır. O,
Lokman Hekim’in (aleyhisselam) mağarasıdır ve içinde bir kısmına
insanların bu çağda ulaştığı, bir kısmı da henüz keşfedilmemiş birçok buluş
ve birçok ilim vardır. Bu sırlar İmam Mehdi Muhammed bin Hasan
(aleyhisselam) tarafından ortaya çıkarılacaktır. Ve mağarada, su gibi
sıvılardan katı maddeler yapmak gibi, İmam Mehdi (aleyhisselam) ortaya
çıkarıncaya kadar insanların bugün asla ulaşamayacakları ileri teknolojiler
vardır. Orada sudan yapılmış ölümcül bir silah bile vardır. Tozdan altın ve
pahalı metallerin nasıl üretildiğinin ilmi vardır. Su, gelmiş geçmiş en güçlü
şeydir.”

Dedim ki: “Bunlar Simya’nın sırlarıdır.”
Eba Mikail (aleyhisselam) dedi ki: “Simya, Kimya, Fizik, batıyı ve tüm

dünyayı meraklandıracak keşfedilmemiş bilimler. Çok, çok sırlar ve gizli
konular vardır.”

Her halükarda, Ahit Sandığı veya Sükûnet Tabutu, eski Mısır
dünyasında ve dininde bilinen bir nesneye benziyordu. Bu eşya, Yusuf
(aleyhisselam) zamanında kral olan Akenaton’un oğlu Tutankamon’un
mezarında bulunan Anubis Tapınağı idi. Aşağıda, Ahit Sandığı ile Anubis
Tapınağı arasındaki benzerliği karşılaştırmak için resimler bulunmaktadır
(Resim 1).
Resim 1: Anubis Tapınağı ve Ahit Sandığı

‘Sandık’ın tepesinde kanatlarını açmış Keruvlar da eski Mısır’dandı. Kral
Tutankamon’un lahitinde, köşeleri çevreleyen ve onu koruyan kanatlı
Keruvların görüntüsünü görebiliriz (Resim 2). Oldukça açık bir şekilde,
Ahit Sandığı’nın özellikleri ve tasarımı, Musa’dan (aleyhisselam) çok önce
eski Mısır’da zaten kullanılıyordu. Bu sadece iki şeyden biri anlamına
gelebilir, ya Musa (aleyhisselam) eski Mısır dininden ve kültüründen
çalıyordu ya da Musa’nın Tanrısı, eski Mısırlılara ilim ve dinlerini Firavun
ve amelsiz alimler tarafından bozulmadan önce veren aynı Tanrıydı.

Keruvlar’ın eski Mısır’daki diğer tasvirleri Sfenksler biçiminde,

Mezopotamya’da ise Lamassu şeklindeydi. Ahit Sandığı’nın tepesindeki
Keruvların kanatlı insanlar yerine kanatlı sfenksler olma olasılığı hakkında
yazılmış birçok çalışma vardır. Üzerinde durduğumuz nokta, Ahit
Sandığı’nın kesinlikle eski bir Mısır eseri olduğudur. İnsan başlı, kanatlı
yaratıklar, eski Mısır, Yunanistan, Babil, Fenike ve İran dahil olmak üzere
antik çağda dünyanın birçok kültüründe bulunabilir (Resim 3). Kutsal
Kitap’ta, insan/hayvan melezleri olarak Keruvlar’ın birçok tasviri vardır,
en belirgin olarak Vahiy Kitabı’nda, Yeşaya’da ve Hezekiel’in
vizyonlarındadır: “Her Keruv’un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne,
ikincisi insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne
benziyordu. Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar
Irmağı kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı.”

Dedim ki: “Babacığım, bana bu büyük sırdan bahseder misin?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Sırlar çoktur, özellikle hangi sırlar?”
Dedim ki: “Özellikle eski Sümer ve Mısır uygarlıklarında, aynı zamanda

gezegendeki hemen hemen her uygarlıkta, yarı insan yarı hayvan melezleri
veya birçok farklı hayvan türünden oluşan melez yaratıklar konusunu
bulursun. Bugün bizim fareler ve diğer hayvanlar üzerinde büyüyen kulaklar
veya diğer vücut parçaları ile deneyler yaptığımız gibi uzaylıların o günlerde
dünya üzerinde yapıyor olması mümkün mü? Bu yaratıklar gerçekten var
mıydı yoksa hepsi efsane mi yoksa tam olarak ne?”

Daha sonra İmam’a (minhusselam) bahsettiğim melez yaratıkları
gösteren müzelerden bir fotoğraf koleksiyonu gösterdim. Eski Mısır’dan
Sfenks veya eski Mezopotamya’dan Lamassu gibi yaratıklar.

İmam (minhusselam) buyurdu: “Oğlum, o yaratıkların hepsi farklı

gezegenlerden dünyaya ziyarete gelirdi.”
Dedim ki: “Allahu Ekber! Peki ya Lamassu? Lamassu, Burak [Hz.

Muhammed’i (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Miraca götüren yaratık] ile
aynı şey mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır, ona Atvir denir.”
Ben dedim: “Atvir?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Holfa denen bir gezegenden geliyorlar.

Çok barışçıl bir ırktırlar ve yarım akıllıdırlar.”
“Yani onlar yarı hayvan yarı insan mıydı?” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.”
Dedim ki: “Peki ya Amid [Sfenks şeklinde biçimlendirilmiş 124.000

peygamberden biri]?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Amid, barışı simgelemek için bu şekilde

dizayn edilmiştir, çünkü o günlerde bu yaratıkların melek olduğuna
inanırlardı ve bu yüzden Amid’e olan sevgilerinden dolayı onu bu görüntü ve
tasarımda tasvir ettiler.”

Dedim ki: “Vay be! Yani eski Mısır’da bu yaratıklar gelip giderler miydi?
Ve Anubis ve Thoth gibi tüm eski Mısır tanrılarının kökeni bu muydu?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet oğlum, Nil nehri’nin altında, eski
Kahire’nin ortasında, Amid’e (aleyhisselam) benzeyen bir heykel var. Suyun
ve nehrin yatağının altında. Boyut olarak Sfenks’ten daha küçüktür. Onu bir
gün bulacaklar, belki de çok yakında.”

Dedim ki: “Yani fetihden önce mi bulacaklar?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet. Bu haberi duyduğunda beni

hatırla. Onlar yakında Mısır’da yeni mezarlıklar ve yeni kalıntılar da
keşfedecekler.”

Dedim ki: “Dr. Salah El-Holi bir soru soruyor.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Dr. Salah ne soruyor?”
Dedim ki: “Dr. Salah, Asiye ve Firavun’u soruyor. II. Ramses’in karısı

Nefertari mi, değilse kim? Onu Ahmose’nin karısı Nefertari sanırdı.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, odur.”
Dedim ki: “II. Ramses’in karısı mı?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.”
Dedim ki: “Yani II Ramses Firavun mu, Allah ona lanet etsin?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.”

Kutsalların Kutsalı

Tevrat’ta Allah Musa’ya (aleyhisselam) İsrailoğullarının Kenan diyarının
fethine kadar çölde kurdukları ve kullandıkları tapınma evi olan Mişkan’ın
nasıl inşa edileceğine dair talimatlar verir. O, girişi olan bir avlu, karşılama
çadırı veya dış kutsal alan ve ardından Ahit Sandığı’nın büyük bir
perdenin arkasına yerleştirildiği Kutsallar Kutsalı odasından oluşuyordu:
“Perdeyi kopçaların altına asıp Levha Sandığı’nı perdenin arkasına koy.
Perde Kutsal Yer’le En Kutsal Yer’i birbirinden ayıracak.” Kenan’ın

fethinden sonra, Dâvud’a (aleyhisselam) Allah tarafından, Ahit Sandığı için
kalıcı bir Tapınak ve ev inşa etmesi için oğlu Süleyman’a (aleyhisselam)
talimat vermesi emredildi. Tasarım, Mişkan’ın düzeninin bir kopyasıydı.
Tuhaf olan, Mişkan ve Tapınak tasarımının her ikisinin de eski Mısır
Tapınaklarının neredeyse birebir kopyaları olmasıydı. Eski Mısır
Tapınaklarında girişi olan bir avlu vardı ve daha sonra, arka tarafında
Kutsalların Kutsalı olarak adlandırılan daha küçük bir oda bulunan kutsal
bir çadır veya alan vardı. Kutsalların Kutsalı, yalnızca rahiplerin girebildiği
ve içinde tapınağın adandığı Tanrı’nın heykelinin bulunduğu bir alandı.

İsrailoğullarının Tanrısı neden Musa’ya (aleyhisselam) ve Davud’a

(aleyhisselam), tıpkı Musa’nın (aleyhisselam) düşmanı II. Ramses’in
mabetlerini veya Mısır Tanrılarının tapınaklarını inşa ettiği şekilde
mabetler inşa etmelerini emretsin? Bu ancak Yahudilik sahte bir din ve
eski Mısır dininin bir kopyasıysa veya eski Mısır dininin kökeni
İsrailoğullarının Tanrısıysa açıklanabilirdi. Eski Mısır’ın Yahudilik,
ardından da Hristiyanlık ve İslam üzerinde büyük bir etkisi olduğunu
açıkça görebiliriz.

Altın Buzağı

Musa (aleyhisselam) kırk gün ve kırk gece Allah’la buluşmak için
kavminden ayrıldığında, İsrailoğulları bir Altın Buzağı yapan ve onlara
onu Tanrı kabul ettirip ona taptıran Samiri tarafından saptırıldı. Ama
neden özellikle Altın Buzağı? Onlar neye ibadet ediyorlardı? İsrailoğulları,

II. Ramses zamanında Mısır’dan ayrıldılar. Apis Boğasına tapınmanın
zirveye ulaştığı dönem II. Ramses dönemindeydi ve Sakkara’daki
Serapeum’da Apis gömmelerini başlatan da II. Ramses’ti (Resim 6).
Resim 6: Eski Mısır Apis Boğası Töreninden Bir Tasvir

Serapeum, kutsal saydıkları boğalar için devasa bir yeraltı mezar odası

kompleksiydi. Boğaları kutsal sayıyorlardı, çünkü boğalar Osiris’i temsil
ediyorlardı. Onlar özel işaretleri olan boğaları arar, onları Osiris’in
dünyadaki tezahürleri olarak görür ve onların Osiris’in güçleriyle dolu
olduklarını düşünürlerdi. Firavun, kurban edilen boğaların etini sık sık
yerdi, eğer eti tüketirse Osiris’in güçlerini kazanacağına inanırdı. Çok açık
bir şekilde, İsrailliler hâlâ eski Mısır tanrılarından ve eski Mısır dininin
uygulama ve geleneklerinden etkilenmişlerdi. Bu yüzden Musa
(aleyhisselam) onları terk ettiğinde, II. Ramses’in dinine geri döndüler.
Ama kendilerine zulmetmiş düşmanlarının Tanrısına neden tapsınlar?
Afrika kökenli Amerikalı köleler Amerika’ya getirildiğinde, çoğu ‘Yoruba’,
‘Macumba’ veya ‘Voudon’ gibi Afrika’nın ruha tapan dinlerinin
takipçileriydi. Onlar Afrika dinlerinin ruhları olan ‘Lwa’ ve ‘Orisha’ya
taparlardı. Afrikalılar köleleştirildiklerinde ve Amerika’ya
getirildiklerinde, köle sahipleri tarafından kendi inançlarını yaşamaları

yasaklandı ve onlar Hristiyanlığı kabul etmeye zorlandılar, aksi takdirde
işkence görecek ve hatta öldürüleceklerdi. Dinlerini uygulamaya devam
etmek için Hristiyan figürlerini ve azizlerini kendi dinlerinin farklı Orisha
ve Lwa’larıyla ilişkilendirerek inançlarını gizlerlerdi. Görünüşte bir
Hristiyan azizine dua ediyor olacaklardı ama gerçekte Orisha veya
Lwa’dan birine ibadet ediyorlardı. Örneğin, onlar Simun Petrus’u
(aleyhisselam) ‘kuvvet’ ile olan ilişkisinden dolayı ‘Ogun’ ile
ilişkilendirdiler, çünkü Simun Petrus da ‘kuvvet’ ile ilişkilendirildi ve İsa
(aleyhisselam) tarafından ‘kaya’ olarak adlandırıldı. Yemaya’yı Hz.
Meryem (aleyhisselam) ile ilişkilendirdiler. Babalú-Ayé de Lazar ile
ilişkilendirilen birkaç isimden biridir. İbraniler Mısır’da köleleştirilirken,
ataları İbrâhim, İshak ve Yakub’un (Onlara Selam Olsun) dinini yaşamaları
yasaklandı. Onlar da tanrılarını ve peygamberlerini eski Mısır dininin
figürleri ve tanrılarıyla ilişkilendirmek zorunda kaldılar. Eski Mısır dininin
kökeni, Allah ve O’nun Osiris/Enok gibi peygamberleri idi, ancak
zamanla tüm ilahi dinlerde olduğu gibi bu dinde de bozulmalar oldu.
İsrailoğulları bu yozlaşmalardan etkilenmiş ve Musa’nın yokluğunda bazı
eski Mısır ibadet ritüellerine geri dönmüşlerdi.

Osiris Efsanesi

Osiris’in hikayesi, Allah’ın Osiris’i Mısır Kralı olarak atamasıdır. O,
ilahi olarak atanmış ve seçilmiştir. Kıskanç olan ve kendisini Mısır’ı
yönetmeye daha layık gören Set adında bir erkek kardeşi vardır. Osiris,
kardeşi Set tarafından öldürülür ve bedeni kesilerek suya atılır. Bu nedenle
Mısırlılar, Nil’de boğulan insanları kutsal sayarlardı. İsis sonunda Osiris’in
bedenini bulup onarır ve Osiris dirilir ve İsis Osiris’ten, kurtarıcı olan bir
çocuğa, Horus’a hamile kalır. Bu hikaye, İsrailoğulları için ataları
Yusuf’un (aleyhisselam) hikayesine benzerdi. Yusuf (aleyhisselam), İsrailliler
için kendi ataları ve Mısır’ı yönetmek için Allah tarafından atanmış kişi

olarak gördükleri Mısır’ın eski hükümdarıydı. Ona büyük saygı
duyuyorlardı. Yahudilerin rivayetlerinde şöyle yazılıdır:

“İsrailliler Mısır’ı terk etmeye hazır olduklarında ganimet
toplamakla meşguldüler ve Yusuf’un kemikleriyle meşgul olan tek
kişi Musa’ydı. O, Yusuf’un tabutunu Mısır’ın her yerinde aradı,
ama bulamadı. Serah, o nesilden hâlâ hayatta olan tek kişiydi.
Musa onun yanına gidip sordu: “Yusuf’un nereye gömüldüğünü
biliyor musun?” Kadın cevap verdi: “Onu buraya gömdüler.
Mısırlılar onun için metal bir tabut yaptılar ve suları bereketli olsun
diye onu Nil’e gömdüler.” Musa sonra Nil’e gidip kıyıda durdu ve
bağırdı: “Yusuf, Yusuf, Tanrı’nın, çocuklarını kurtaracağına dair
babamız İbrâhim’e ettiği ahdinin zamanı geldi. İsrail’in Tanrısı
RAB’bi onurlandır ve kurtuluşunu geciktirme, çünkü senden dolayı
geciktik. Kendini gösterirsen, iyi olacak; göstermezsen, ahdinden
mu’afız [tabutunu ortaya çıkarmazsan Mısır’dan çıkıp seni burada
bırakırız].” Yusuf’un tabutu hemen su yüzüne çıktı ve Musa onu
aldı.”

Diğer rivayetlerde ise Yusuf’un cesedinin Nil’e atılmasının asıl
sebebinin İsrailoğullarını esir tutmak olduğu ifade edilmiştir: “Kadın
Musa’yı Nil’in belli bir yerine götürdü ve ona şöyle dedi: “Bu yerde,
Firavun’un sihirbazları beş yüz talant (28.000 pound) ağırlığında kurşun bir
tabut yaptılar ve onu nehre attılar; Çünkü Firavun’a, ‘Eğer bu halkın, sizin
topraklarınızı asla terk etmemelerini sağlama almak isterseniz, Yusuf’un
kemiklerini bulamamalarını sağlayın’ demişlerdi.” Firavun ve sihirbazlar,
İsrailoğullarından gelecek bir kurtarıcının kehanetlerini bildikleri gibi,
Yusuf’un Tanrısının ona kemiklerinin Mısır’dan çıkarılacağını vaat
ettiğini de biliyorlardı. “Musa Yusuf’un kemiklerini yanına almıştı. Çünkü
Yusuf İsrail’in oğullarına, “Tanrı kesinlikle size yardım edecek, kemiklerimi

buradan götüreceksiniz” diye sıkı sıkı ant içirmişti.” İsrailoğulları için,
Yusuf’un (aleyhisselam) cesedinin hikayesi, Osiris’in hikayesiyle aynıydı.
Tahtı, kötü Firavun olan kardeşi tarafından gasp edilmiş ve cesedi sulara
atılmış, Allah tarafından atanmış bir hükümdar. Osiris’in bedeninin
yeniden ortaya çıkmasının, kurtarıcı Horus’un ortaya çıkması anlamına
geldiği gibi, Yusuf’un (aleyhisselam) bedeninin yeniden ortaya çıkması da
kurtarıcı Musa’nın (aleyhisselam) ortaya çıkması anlamına geliyordu.
İsrailliler daha sonra hem Ahit Sandığı, hem de içinde Yusuf’un
(aleyhisselam) cesedinin bulunduğu Tabut ile seyahat ettiler. “‘Yusufun
Tabutu’ ‘Sandık’ın önünde ilerledi. Ve dünya halkları onu görüp dediler ki,
“Tevrat’ın sandığının önünde ilerleyen bu tabutun özelliği nedir?” Sonra
İsrail dedi: “Bu, Tevrat’ın sandığı önünde yürüyen, bir ölünün tabutudur,
çünkü bu [adam] Tevrat verilmeden önce bu [Tevrat’ta] yazılan her şeyi
yerine getirdi. Bu nedenle, onunla ilerlemeyi hak etti.” Mukaddes Olan
(mübarek olsun O), Yusuf’a dedi ki, “Yusuf, seni bu dünyada küçük bir ödülle
ödüllendirmiş olmama rağmen, senin için asıl sermayeyi ahirete, İsrail’in
sonsuz bir kurtuluşla kurtarıldığı zamana sakladım. Yakub’un erdemi ve
senin erdemin aracılığıyla, onlar kurtarılacaklar, (Mezmurlar 77:15’te)
belirtildiği gibi, “Güçlü bileğinle kendi halkını, Yakup ve Yusuf oğullarını
kurtardın. Sela.”

Aynı kıssa, Ehl-i Beyt’in (Onlara Selam Olsun), İsrail oğullarının
büyüklerinden bahseden rivayetlerinde de zikredilmiştir. Hz. Muhammed
(O’na ve Ailesine Selam Olsun) ashabına şöyle dedi:

“İsrailoğullarının yaşlısı gibi de mi olamadınız?” Dediler ki: “Ey
Allah’ın Nebisi, İsrailoğullarının yaşlısı kimdir?” O dedi ki:
“Muhakkak ki Musa (aleyhisselam) İsrailoğullarını Mısır’dan
çıkarırken kayboldular.” O, İsrailoğullarına dedi ki: “Bu nedir?”
İsrailoğullarının alimleri ona dediler ki: “Muhakkak ki Yusuf’a
(aleyhisselam) ölüm geldiği zaman, kemiklerini yanımıza

almadıkça Mısır’dan ayrılmayacağımıza dair bizden yemin aldı.”
Musa (aleyhisselam) dedi ki: “Onun kabrinin yerini kim biliyor?”
“İsrailoğullarından yaşlı bir kadın” dediler. Böylece, Musa haber
salıp onu getirtti. “Bana Yusuf’un kabrini göster” dedi. Kadın da
“Sen bana hükmümü vermedikçe, sana onu haber vermem.” dedi.
Musa dedi: “Hükmün nedir?” Kadın dedi: “Cennette seninle
birlikte olmam.” Musa (aleyhisselam) bunu ona vermek istemedi,
bu yüzden Allah ona: ‘Onun hükmünü ona ver’ diye vahyetti.
Bunun üzerine kadın onunla birlikte nehre gitti ve dedi: “Şu suyu
çekiniz”, onlar da suyu çektiler ve “yeri kazınız” dedi, onlar da
kazdılar ve Yusuf’un kemiklerini çıkardılar ve o, topraktan dışarı
çıkarılınca, yol aniden gündüz gibi aydınlandı.”

İsrailoğullarından bu yaşlı kadının adı Serah idi ve o, Yusuf’un kardeşi
Aşer’in kızıydı. O, Yusuf’un yeğeniydi ve Musa’yı (aleyhisselam) görmek
için yaşadı. Yusuf’u taşıyan tabuta gelince, o, Ahit Sandığı’nın önünde
taşındı ve İsrail oğullarının yolunu aydınlattı. Yusuf (aleyhisselam)
Metatron’dur ve o, Abdullah’tır. Ve o, burada zikredilen ve adı Allah’ın
adını taşıyan Melek’tir: “Yolda sizi koruması, hazırladığım yere götürmesi
için önünüzden bir melek gönderiyorum. Ona dikkat edin, sözünü dinleyin,
başkaldırmayın. Çünkü beni temsil ettiği için başkaldırınızı bağışlamaz.”
İsrailoğullarına yolculuklarında ilk Mehdi ve Yemâni (sağ el) olan, Musa
(aleyhisselam) ile konuşan Ahmed (minhusselam) ve Abdullah eşlik etti:
“Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak
için kendimize yaklaştırdık.” “Mûsâ, ateşin yanına gelince, o mübarek
yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: Ey Mûsâ! Şüphesiz
ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” Kutsal Kitap’ta, Mısır’dan Çıkış
Kitabı’nda, Allah’ın Musa (aleyhisselam) ile yanan çalıdan bir melek
aracılığıyla konuştuğu belirtilir: “Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin

Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı
Dağı’na, Horev’e vardı. RAB’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde
ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor.” Musa
(aleyhisselam) ile dağda konuşan Ahmed El-Hasan’dır (minhusselam). Ehl-
i Beyt’in (Selâm Onlardandır) rivayetleri, Kaim (minhusselam) zamanında
Musa (aleyhisselam) ile konuşanın geleceğini haber vermiştir. Müminlerin
Emiri (minhusselam), Kaim’in (minhusselam) kıyamından önceki olayları
anlatırken şöyle der: “O zaman, Tur’da ağaçtan Musa’yla konuşanın
zuhurunu bekleyin.” İşte bu çağda, ağaçtan Musa ile konuşan, Yemanî,
Ahmed (minhusselam), Yedinci Ahit’i kabul eden kimselerle, Allah’ın
seçilmiş ümmetiyle birliktedir ve onlara önderlik etmesi için kendi
Meleğini, Abdullah’ı kendinden önce göndermiştir. Tıpkı Vasiyet’te
“Abdullah” adının “Ahmed” adından önce geldiği gibi, Yusuf’un
tabutunun neden Ahit Sandığı’ndan önce geldiği de şimdi anlaşılıyor. O
zamanda Allah’ın seçilmiş kavmi olan İsrailoğullarının yanlarında
Yusuf’un cesedi ve Musa ile Ruh suretinde konuşan ses olduğu gibi, bu
zamanda Allah’ın seçilmiş kavmi olan Ensarların da yanlarında yaşayan
Yusuf, Abdullah, ve Musa ile fiziki olarak konuşan ses, Ahmed vardır.

Eski Mısır’da İnanç ve Tek Tanrıcılığın Yönleri

Bir yaratıcıya, O’nun ilahlığına ve birliğine olan inancın tezahürü, eski

Mısırlılar arasında belirgindir. Onların dini kavramlarının birçoğu
yaratılışın kökeni, insanın yaratılışı, dirilme, yargı, mükâfat ve cezaya olan
inançlarını ve nihayet edebi gelenekten geride bıraktıkları, insanların
davranış ve amellerini, ayrıca yaratıcılarıyla olan ilişkilerini yöneten ahlak
hakkındaki görüşlerini, insanların ve eylemlerinin, ve yaratıcılarıyla, sonra

içinde yaşadıkları çevreyle ve ister yakın çevrelerinde, örneğin aile içinde,
isterse de daha geniş çevrelerde, örneğin genel olarak toplum içinde diğer
insanlarla olan ilişkilerini ortaya koymaktadır.

Bu, diğer kutsal metinlerde görünenlere çok benzeyen eksiksiz bir
kanunlar, öğretiler ve ahlaki eğitim sistemidir ve İslam dininin
çağırdığından çok farklı değildir, daha ziyade muhtemelen Eski Ahit’te ve
özellikle Özdeyişler Kitabı’nda ortaya çıkan öğretilerin kökenidir, bu
konuya daha sonra değineceğiz. Aşağıdaki bölümde, imana yönelik bu
doğal içgüdüyü, tevhid eğilimini, Yaradan’la irtibat kurmaya ve O’na
uymaya yönelik dürtüyü ortaya koyan ve doğrulayan yönlerden bazılarını
kısaca göstereceğiz:

Yaratılış Algıları İle İlgili:
Eski Mısırlılar, büyük yaratıcıyı ve yaratılış araçlarını çevreleyen,

mitolojik bir formda sunulan bir dizi efsaneye sahipti, ancak bu efsanelerin
kökleri gerçeğe dayanıyor ve kökenleri açıktır. Bu, onun temellerini gerçek
kaynaklardan aldığını doğruluyor. Bu efsanelerden ilki, yaratılıştaki İunu
(Ayn Şems – Heliopolis) tanrılarının Ennead’ı olarak bilinir.

Efsane, kendi benliğini yaratan, yani doğmamış ve doğurmamış olan
ebedi bir Tanrı’nın hikayesini anlatır, ve O, tam veya mükemmel olarak
tercüme edebileceğimiz ‘Atum’ olarak bilinirdi.

Atum yaratılış sürecine başlamadan önce, evren, karanlığın ortasında
ışığın ortaya çıkışını simgeleyen bu ilkel okyanusun ortasından parlak
beyaz bir ilkel höyük ortaya çıkana kadar, tam bir kaos halinde, tamamen
karanlık tarafından yönetilen sonsuz sulardan oluşuyordu. “Ben Ben”
dedikleri bu höyüğün üzerine yaratıcı Tanrı Atum yerleşti. O tek
başınaydı ve saf beyaz bir Anka kuşu şeklindeydi. Ve O, gökleri ve yeri,
sonra da insanları yaratmaya başladı. O hapşırdı ve O’ndan iki ilahi unsur,
hava ve nem (Shou ve Tefnut) ortaya çıktı, sonra bu iki unsur bir birlik
şeklinde birleşti, böylece yer (erkek) ve gökyüzü (dişi) ortaya çıktı, sonra o

iki unsur, yer (Geb) ve gök (Nut) birleşti, onların birleşmesinden yarı
tanrı, yarı insan olan ilk insanlar ortaya çıktı ve bunlar dört kişiydi, ikisi
erkek, Osiris ve kardeşi Set ve ikisi dişi, İsis ve Neftis’ti. Ve insanlığın geri
kalanı onlardan geldi.

Osiris, kız kardeşi İsis ile, Set ise kız kardeşi Neftis ile evlenmiş ve Osiris
(iyiliğin temsili) ile Set (kötülüğün temsili) arasında bir çatışma çıkmış ve
olay Set’in, kardeşi Osiris’i öldürmesiyle son bulmuştur ve bu, Ennead
Efsanesi’ni tamamlayan başka bir hikayedir.

Bu yaratılış mitinden çıkarılabilecek pek çok hakikat yönü vardır ve
bunlar:
− Tapılan, yaratıcıdır, Atum’dur. O yaratır ve yaratılmamıştır: Atum

ismi, mükemmel veya eksiksiz anlamına gelen yaratıcının bir sıfatı
olarak yorumlanabilir. Ya da belki de ilk yaratılan varlığın, yani
insanlığın babası olan Âdem’in ismi konusunda bir karışıklık olduğu
için, zamanla yaratık olmaktan çıkarılarak yaratıcı konumuna
getirilmiş ve yaratılış ona atfedilmiştir.

− Yaratılışın başlangıcı iki temel unsurla başlamıştır, bunlar hava ve
nemdir (su) ve onlar olmasaydı gök ve yer ya da genel olarak hayat
ortaya çıkmazdı, bu da Yüce Allah’ın şu sözüyle bağlantılıdır: “Biz
diri olan her şeyi sudan meydana getirdik.”

− İnsanların yaratılışı, gök ve yerin birleşmesinden sonra başladı. Bu,
dört çocuğun; Osiris ve karısı İsis, Set ve karısı Neftis’in doğumuyla
sonuçlandı. İnsanların ve yarı tanrıların yaratılışı, Adem’in oğulları
Kabil ve Habil’in ve iki kız kardeşin doğumuyla tam olarak örtüşüyor.
Sonunda Kabil kıskançlıktan kardeşi Habil’i öldürdü ve bu olay hayır
ile şer arasında sonsuz mücadelenin başlangıcı oldu, Mısır efsanesinde
olduğu gibi.

− Bu benzerliğin son göstergesi, yaratıcı Tanrı Atum’un, ışığın ve
parlaklığın ortaya çıkışını simgeleyen, ilkel sudan çıkan ilkel höyük
üzerine yerleşmesinin tasvirinde bulunur. Belki bu bize Kur’an-ı
Kerim’de göklerin ve yerin yaratılışından bahsederken Allah’ın
buyurduğu “Arş’ı suyun üzerindeydi”35 ayetini de hatırlatmaktadır.
Böylece, bu fikrin kurgusal ve mitik bir örtüyle sarmalanmış olmasına
rağmen, ilk yaratılışın hikayesi konusunda bir anlayışa sahip olmaya
başlayabiliriz.

İkinci yaratılış teorisi, “Memfis” şehrinin ebedi yaratıcısı ve efendisi olan
“Ptah” öğretisi olarak bilinir. Bu öğretide “Ptah”, tüm tanrıları, yaratıkları
ve her şeyi ancak kalbindeki irade ve dilindeki sözle yaratan ezeli bir
yaratıcı olarak karşımıza çıkar, yani kalbiyle düşünüp diliyle konuştuğu
için yaratılış ortaya çıktı. Buradaki yaratılışın iki unsuru, yaratılışın sözde
“Memfetik doktrini”ni içeren Ptah’ın ünlü levhasında yazılı olan aşağıda
tasvir edilen metinde belirtildiği gibi, “dil tarafından telaffuz edilen emir
veya söz”e karşılık gelen “Hv” ve “kalpteki irade”ye karşılık gelen “Sia”dır.
O diyor ki; “Bütün ilahlara hayat bahşeden Ptah çok büyüktür, Atum’un
sureti olarak (iradeyle) kalpte ve dille yaratmıştır.”

Gerçek şu ki, bu yaratma doktrini, Allahın Kutsal Kitabı’nda “Bir şeyi

dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir, o da hemen
oluverir” dediği, Allah’ın her şeyi yaratma biçimiyle tam bir uyum
içindedir. Burada da, başlangıçta irade veya niyet olduğunu ve ardından
sözün veya emrin geldiğini görüyoruz. Bu, Kutsal Kitap’ta Meryem oğlu
İsa’nın (aleyhisselam) Allah’ın kelamı olduğunu bildiren tasviri için
“Başlangıçta söz vardı” ifadesiyle de uyumludur. Bu açık eşleşme, eski
Mısırlıların bu gerçeği idrak ettiğini ve bunun farkında olduğunu, bunun
da Kaf ve Nun aracılığıyla olduğunu kanıtlamaktadır.

İnsanın Yaratılışı:
Eski Mısır’ın insanın yaratılışına ilişkin algısında dikkat çekici olan

şeylerden biri, Kur’an’ın ve diğer kutsal kitapların kanıtladığı önemli bir
gerçeğin – insanın çamurdan, özellikle de kilden yaratıldığının ve onun bu
yaratılışla, bir çömlekçi çarkının önünde oturan bir koç şeklinde tasvir

edilen “Khnum” olarak bilinen bir Tanrı’ya atfedildiğinin farkına
varmasıdır. Tıpkı çanak çömlekler oluşturulduğu gibi, O da yaratılışı ve
onun çiftini elleriyle oluşturur (Resim 8). Tabut metinleri olarak bilinen
bir Mısır metni, bu Tanrının ne yaptığından bahseder: “O (Khnum),
Shu’nun (havanın) ruhu, insanları çarkında şekillendirir. O, insanları tasvir
etti ve tanrıları şekillendirdi. Her şeyi kendi elleriyle şekillendirdi. Bütün
cisimlere şekil veren O’dur.” İnsanın nasıl ve hangi maddeden yaratıldığı
konusundaki bu anlayış, Kur’an’ın “O, insanı çömlek gibi bir çamurdan
yarattı”38 ifadesiyle hemen hemen aynıdır.
Resim 8: Bir çömlekçi çarkı üzerinde bir insan oluşturan tanrı Khnum

Mahşer ve Hesaplaşma İnancı İle İlgili:
Eski Mısır inancında ortaya çıkan en belirgin özelliklerden biri, eski

Mısırlıların, diğer hayata geçişten başka bir şey olmayan geçici bir dünya
hayatı karşılığında ebedi ve ölümsüz bir hayatın varlığına olan kesin
inancıdır. Ölüme “Minit” deniliyordu, kelimenin tam anlamıyla kişinin
sonsuzluk ve süreklilik kıyılarına vardığı dayanak veya liman anlamına
geliyordu. Eski Mısırlılar, ruhun ebedi olduğunu ve ölmediğini, bedenin
ise ölümlü ve geçici bir gemiden başka bir şey olmadığını fark etti. Ayrıca,
onlar, ruhun geri dönmesini kolaylaştırmak için fiziksel bedeni

mumyalama yoluyla ve bedenin çürümesi durumunda ölü kişinin imajını
koruyan heykeller yaparak, onu korumaya çalıştılar.

Ayrıca, onlar, ölümden sonraki hayatın, bir kişinin, Ölüler Diyarı’nın
yargıcı olan Osiris’in huzurunda sorumlu tutulduğu, bu dünyada yaptığı
iyi ya da kötü amelleri ve bu temelde uygun ödül veya sonunda cezayı
aldığı zorlu bir yargı yolculuğundan geçtikten sonra ölümsüzlüğün tadını
çıkarmayacağı bir hesap yeri olduğunu fark ettiler. Yargılama sahnesi,
Ölüler Kitabı’nın 125. Bölümü’nde tasvir edilir ve ayrıntıları, İbrâhimî
dinlerdeki Kıyamet Günü’nün tanımıyla neredeyse büyük ölçüde örtüşen
harika bir sahnede tasvir edilir. Ölen kişi, merkezinde amellerinin
tartıldığı terazinin bulunduğu mahkeme salonuna götürülür ve sonunda
yargıç Osiris, kabininde duruşmayı izlemek için oturur. Tartılardan
birine, mumyalandıktan sonra özellikle bu an için vücudunda korunan tek
organ olan merhumun kalbi yerleştirilir. Terazinin karşı tarafında, adaleti,
gerçeği ve dengeyi temsil eden bir kuş tüyü veya “Ma’at” adlı dişi bir tanrı
görüntüsünde adalet sembolü bulunur. Tanrıların katibi Thoth elinde,
ölünün yaptıklarını okuduğu bir levha tuttuğunu, teraziyi izlediğini ve
tartmanın sonucunu kaydettiği görürüz. Mahkeme 42 yargıç tarafından
denetlenir. Her biri sırayla ölen kişiye yapmış olabileceği günahları sorar.
Kuş tüyü ağır gelirse, amellerinin iyi ve kendisinin dürüst olduğuna,
kaderinin “Civanperçemi Tarlaları” olarak bilinen bir cennet olacağına ve
ölülerin yargıcı olan Hakim ile karşılaşacağına işaret eder. Ancak kalp ağır
basarsa, bu onun birçok günahını ve kabahatini gösterir, bu nedenle kalbi
“Ammit”e veya yiyiciye, tartının yanında veya altında gizlenen ve kalbi ya
da onun bağırsaklarını yiyip yutan bu efsanevi yaratığa atılır.

Burada, bir kişinin kalbinin, amellerini temsil ettiğini ve onun, kalbine

göre sorumlu tutulduğunu görüyoruz ve bu, özellikle İslam’daki kalp ile
ilgili aynı kavrama benziyor, örneğin Resulullah’ın rivayetinde ifade edilir
ki: “Ameller, niyetlere göre değerlendirilir. Herkes, niyetine göre mükâfatını
alır…” Ve niyet kalple yapılır. Bu, Kur’an ayetiyle tamamen eş
anlamdadır: “İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, artık o, hoşnut olacağı
bir hayat içinde olacaktır.”

Bu duruşma sahnesinde ayrıca, mahkeme katibinin (Thoth), elinde ölen
kişinin kendisine tanık olması için amellerinin okunduğu bir kayıt
tuttuğunu, tartı ve onun yargısının sonuçlarını da kaydettiğini görüyoruz.
Bu bize Kur’an-ı Kerim’deki şu ayeti hatırlatıyor: “O gün siz huzura
alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz. İşte o vakit, kitabı sağ eline verilen
kimse der ki: Gelin, kitabımı okuyun!”

Bu durumda ölünün, günahlardan ve suçlardan masum olduğunu
kanıtlamaya çalışmaktan başka seçeneği olmaz ve bu nedenle o, kendisini
izleyen ve gözlemleyen yargıçlarla aynı sayıda olan 42 günahın her
birinden kendini aklamaya çalışır.

Ölen kişinin inkar ettiği günahların en göze çarpanları şunlardır:
“Öldürmedim, öldürmeyi emretmedim, hırsızlık yapmadım, fakirin elinden yemeğini almadım, şer
yoluna girmedim, yalan söylemedim, tanrıların emirlerine karşı gelmedim, zarar vermedim, zina
etmedim, terazinin ağırlığını bozmadım vb.” Sonra, “Ben temizim, ben temizim, ben temizim” der.

Bundan önce, kendisi aleyhinde şahitlik etmesin diye tartıdaki kalbine
yalvarır ve şöyle der: “Ey kalbim, annemin kalbi ve babamın kalbi, şahit olarak bana karşı
çıkma, çünkü sen benim bedenimdeki yoldaşımsın. Bu yargıçların önünde adımı lekeleme.”

Bunlar, eski Mısır’ın Kıyamet Günü algısı ve yargı yönteminin bazı
tasvirleriydi, yargının ardındaki nedenleri anlamaları ve şiddetli ceza
korkusu ile cennete ve ölümsüzlük dünyasına gireceklerine dair büyük
umutlarıydı. Bu algılar çok sayıdadır ve başta Kur’an olmak üzere kutsal
kitaplardan okuduklarımızdan çok da farklı değildir.

Ahlak ve idealleri saflaştırmak ve salih davranışı artırmak:
Eski Mısırlılar ve onların bilgeleri, öncelikle doğru davranış için bir

işaret vermek, ahlak ve görgü kurallarını saflaştırmak ve onları yükseltmek,
günahlardan ve kınanması gereken davranışlardan kaçınmakla ilgilendiler.
Disiplinli mirasları, çağlar boyunca düzenli olarak ortaya çıkan, birbirini
tamamlayan ve yeni deneyimler ve bilgelik ekleyen birçok bilgelik ve öğüt
kitabıyla doluydu. Bilgelerinin belki de en önde gelenleri Ptahhotep, Ani,
Amenemope ve Ankh Şaşanki idi. Onların öğütleri ve bilgelikleri hayatın
tüm yönlerini kapsıyordu. Bazıları terbiye ve kişinin kendisine, ailesine ve
topluma karşı davranışlarını incelerken, bazıları insanın genciyle,
yaşlısıyla, şefiyle, tâbisiyle olan ilişkisini ele alırken, bir kısmı da yaratıcıyı
gözlemleme, O’nun emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma
konusunda uyarılarda bulunmuştur. Aşağıda, özellikle İslam dininin ve
diğer dinlerin doğrudan veya dolaylı olarak teşvik ettiği ve talep ettiği bazı
alıntılara yer veriyoruz. Örneğin, bilge Ptahhotep’in erken evlilik
çağrısında bulunduğunu ve bunu kişi için iffet saydığını görüyoruz. Ayrıca
karısına bakmak için çağrıda bulunur ve onu “efendisi için karlı bir mülk”

olarak nitelendirir. Bu bize Yüce Allah’ın “kadınlarınız sizin tarlanızdır”
sözünü hatırlatır.

Ayrıca, o, sahibinin gıyabında bir eve izinsiz girilmemesi konusunda
şiddetle uyarıda bulunur ve bu, Kur’an-ı Kerim’in şu buyruğu ile
tutarlıdır: “Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, izin almadan,
halkına selam vermeden girmeyiniz.”

Bilge Ani de gıybete karşı uyarır ve bunu büyük bir suç olarak görür,
“Sizin yanınızda olmayan başkası hakkında konuşmayın, bu büyük bir
suçtur” der. Ve bu, Cenab-ı Hakk’ın “İnsanları arkalarından çekiştirenin,
onların haysiyetleriyle oynayanın vay haline!” buyruğuna ve Allah Resûlü
Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun): “Sizden biriniz,
tiksindiğiniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” söylemine
uygundur.

Ani ayrıca yabancı bir kadına yaklaşmamanız, hatta özellikle evli bir
kadınsa ona bakmamanız konusunda uyarır, çünkü ona göre o, kıvrımları
bilinmeyen derin bir nehirdir, ve o, bunu da bedeli ölüm olan bir suç
olarak görür. Bu anlamı, Eski Ahit’in Özdeyişler Kitabı, Bölüm 5 ve 6’da
buluyoruz. Bu da bize Allah’ın “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece
çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”47 sözünü hatırlatmaktadır. Ayrıca
Ani’nin alkol içmeye ve kişinin dilinin kontrolünü kaybetmesi, ne
söylediğini bilmemesi, hakarete ve aşağılanmaya maruz kalması gibi kötü
etkilerine karşı uyarıda bulunduğunu görüyoruz. Onun, oğlunu suç olarak
adlandırdığı aldatma ve yalan yere yemin etme konusunda uyardığını
görüyoruz. Ayrıca, Ani oğluna, annesine iyi davranmasını öğütler ve ona
şöyle der: “Annene iki katı yemek ver ve onun senin elini tuttuğu gibi sen de
onun elinden tut, çünkü sen ona ağır bir yük oldun ve o seni hiç şikayet

etmeden taşıdı ve aylarca süren hamilelikten sonra doğduğunda seni kucağına
aldı. Göğüsleri üç yıl ağzında oldu, pisliğine hiç kızmadı.” Anneye yönelik
bu iyi muamele tavsiyesi, Kur’an-ı Kerim’de bildirilenlerin hemen hemen
aynısıdır: “Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu
ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında)
taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır.”

Bunlar, Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlara büyük ölçüde tekabül eden, eski
Mısır bilgelerinin bize bıraktığı pek çok hikmet ve nasihatten bazılarıdır.

En belirgin olanı, Tevrat’ta Özdeyişler Kitabı’nda belirtilendir ve biz
bunu, MÖ 12. yüzyılın ünlü Mısırlı bilgesi Amenemope’nin ünlü
papirüsünde yazdıklarıyla neredeyse aynı buluyoruz. O, 30 bölümde
bilgeliğini ve oğlu ‘Hor-em-makher’e öğütlerini kaydetti.

İlginç bir şekilde, bu bilgenin öğütleri ve dersleri, Eski Ahit’teki
Özdeyişler Kitabı ile neredeyse aynıdır, o kadar ki, araştırmacıların çoğu
İbranice versiyonu eski Mısır versiyonunun doğrudan çevirisi olarak kabul
etmiştir. Ayrıca, Amenemope derslerinin, önceki eski Mısır bilgelerinin
sözlerinin ve bilgeliklerinin bir uzantısı olduğunu, en eskisinin MÖ 3. bin
yılın ortasına kadar uzandığını görüyoruz. Ayrıca Özdeyişler Kitabı’nın da
30 bölüme ayrıldığını ve bir babadan oğula benzer dersler ve öğütler
içerdiğini belirtmek ilginç bir ayrıntıdır. Amenemope’nin oğluna tavsiyesi
şöyle başlıyor: “Sözlerimi duymak için kulak ver ve onları anlamak için
yüreğini koy, çünkü onları kalbine koyarsan faydalı olur.” Aynı başlangıcı
Özdeyişler Kitabı’nda da okuyoruz: “Kulak ver, bilgelerin sözlerini dinle,
öğrettiğimi zihnine işle. Sözlerimi yüreğinde saklarsan mutlu olursun.”

Eski Mısırlıların kalpten, bir anlayış ve idrak merkezi olarak
bahsettiklerini görüyoruz, tıpkı Kur’an-ı Kerim’in dediği gibi, “Onlar
Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” Veya Yüce Allah’ın

deyimiyle, “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek
kulakları olsun?” Ve Amenemope’nin hiçbir sebeple hiçbir insanla alay
etmemek hakkında söylediği sözlerden biri de, “Topal olanı hor görme ve
ona yüzünü asma, çünkü insan balçıktan ve samandan yapılmıştır ve Allah,
onun yaratıcısıdır.” Bu bize Yüce Allah’ın şu sözünü hatırlatır: “Ey
müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar,
kendilerinden daha iyidirler.”

Amenemope, ölçeği tahrif etmek ve ölçüyü azaltmak konusunda şöyle
buyuruyor: “Ölçüyü kötüye kullanmayın ve ölçüyü gereği gibi yerine getirin
ve hile yapmayın, çünkü Allah aldatan adamdan nefret eder.” Aynı anlamı
Özdeyişler Kitabı’nın 11. Bölümü’nün başında da buluyoruz: “RAB hileli
teraziden iğrenir, hilesiz tartıdansa hoşnut kalır.” Aynı anlamı Kur’an-ı
Kerim’de de buluyoruz, “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!
Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat
kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp
tartarlar.”Yüce Allah Rahman Suresi’nde de şöyle buyurmaktadır:
“Ölçüde haddi aşmayın, tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.”

Amenemope yalan söylenmemesi konusunda da uyarıyor: “Mahkeme
salonuna girmeyin, yalan söylemeyin ve tanıklarınız ayaktayken cevap
vermekten çekinmeyin. Hakim huzurunda doğruyu söyleyin ve kimsenin
üzerinizde yetki sahibi olmasına izin vermeyin.” Ve yine aynı uyarıyı
Özdeyişler Kitabı’nda görüyoruz: “Yalancı tanık cezasız kalmaz, yalan
konuşan kurtulamaz.”

Bunlar, kökenlerini eski Mısır bilgeliği literatüründe bulduğumuz
birçok kaynaktan, hatta Ani ve Ptahhotep’in özdeyişleri gibi,

Amenemope’nin özdeyişlerinden bile daha eski kaynaklardan örneklerdir
ve bunların hepsini burada anlatmamız mümkün değildir. Ama hepsi
kaynağın bir olduğunu ve eski Mısırlıların en azından ahlaklarında hak
dine uyduklarını ve iyiliğe çağırıp kötülüğü yasakladıklarını
doğruluyorlar.

Son olarak, önemli bir soruyu yanıtlamalıyız: Eski Mısırlılar bu kadar
çok tanrıya sahipken tek bir Tanrı’ya mı inanıyorlardı? Cevap şu ki, onlar
Tanrı’nın bir olması gerektiğine inanıyorlardı, ancak çoğulluk, bu ikincil
tanrıları sadece Mutlak Yaratıcının bir niteliği ve O’nun gücünün bir
tezahürü olarak görmelerinden kaynaklanıyordu. Tevhid inancının
tezahürü, papirüslerden birinde bir metinde bir cümle ile Mutlak
Yaratıcıya tesbih ve övgü şeklinde ifade edilen Allah’ın tek olduğudur:
“Sen Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’sın, Bir ve Tek Tanrı’sın, Ra-Horakhty (Ra-
Horus). O’nun dengi yoktur.”

Bu paragraf tek tanrıcılığı ve yüce Tanrı’nın büyüklüğünü vurgular. Bu,
Kur’an-ı Kerim’deki Tevhid Suresi’nin neredeyse harfi harfine
tercümesidir: “De ki: “O, Allah’tır, Tektir. Allah, Samed’dir. O doğurmamış
ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”
Resim 10: Yukarıda bahsedilen papirüsün bir resmi

[Dr. Muhammed Salah El-Holi’nin bu bölümü burada bitiyor]

Mısır’daki Enkarnasyonlar
Mısır Sahibi’nin yeryüzündeki ilk enkarnasyonu Enok’tu. İmam

Ahmed El-Hasan (minhusselam), Enok’un Osiris olduğunu ve Büyük
Piramitleri inşa edenin de o olduğunu açıkladı. Osiris bir Mısır Kralı’ydı

ve Mısır topraklarına Allah tarafından atanmıştı. Enkarnasyonlarından bir
diğeri de Amid’dir (aleyhisselam). İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam)
şöyle buyurmuştur:

“Sfenks, 124.000 peygamberden biridir. O, büyük ilme sahip bir
adamdı ve birçok mucizesi vardı. Onun adı Amid Peygamber’dir
(aleyhisselam). Sfenksi Amid Peygamber’in (aleyhisselam) Ensarları
inşa etti ve (Sfenksin) yüzü Amid Peygamber’in (aleyhisselam)
yüzüdür. Burası büyük Mısır’dır, mübarek Mısır toprakları Mekke,
Necef ve Kerbela’dan sonra dünyanın en pak yeridir ve piramitler
Sfenks’ten daha eskidir. Piramitleri yapan bir dahidir ve o,
Allah’tandır. Onu, Allah tarafından bu görev için gönderilmiş bir
adam, o zamanda önemli bir sebep için ve gelecekte, Kaim’in
zamanında önemli bir meseleyi korumak için inşa etti. Piramitlerde
toplanan enerji Mısır’da depremleri önler ve bunun yanı sıra birçok
faydası da vardır. Ve piramitlerin sırlarını ortaya çıkaran,
Mehdi’nin adamlarındandır ve o, Allah’ın sırlarından bir sırdır.
Mısır Sahibi, piramitleri açandır. O, sahibi tarafından yapıldı ve
sahibi tarafından açılacaktır. Piramitlerin içinde 124.000
Peygamberden altısının mezarı bulunmaktadır. O, bir açılışa
sahiptir, içine bir şey koyarsanız ilk haline geri döner. İçine canlı
tavuk koyarsanız yumurtaya döner, bir insan, uzvu eksik veya
kesilmiş halde oraya girerse sakatlığından önceki haline döner.
Hastalar iyileşir, yaşlılar yeniden gençleşir. Ve Mısır’da geniş ve
büyük bir hazine var ki, komşuları üzerine iyiliklerle dolup
taşacaktır.”

Mısır Sahibi, Akenaton (aleyhisselam) zamanında Mısır üzerine bir
hükümdar olarak, Yusuf (aleyhisselam) olarak enkarne etti. İsrailoğullarını
Metatron olarak Mısır’dan çıkardı ve Yeremya Peygamber (aleyhisselam)
olarak Mısır’a gitti ve orada şehit oldu. Büyük İskender (aleyhisselam) ve
Malik Eşter (aleyhisselam) olarak Mısır’ı yönetti. Bir kez daha, bu çağda,

Mısır topraklarına hükmetmek için bir Mısırlı olarak doğdu ve geri
döndü.

Mısır’ın Kurtarıcısı

Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Ehl-i Beyti’nin

rivayetleri, Mısır’ın benzersiz bir tasvirini ve insanlık tarihinin bu kritik
döneminde Mısır’ın rolünü içerir. İmam Ali bin Ebi Talib (minhusselam)
Cifr kitabında Kaim zamanında Mısır’ı tarif ederken şöyle demiştir: “Mısır
Mehdi’nin desteğidir.” Ayrıca, buyurdu ki: “Mısır, müminin elinin
tuttuğu bir takviye ve destektir ve o, Mehdi’nin sağ kanadı olur.”

Ancak Mısır’ın İmam Mehdi’ye destek olarak bu büyük rolü, Mısır
halkının acılarının yoğunlaşacağı en karanlık dönemlerden biri olacağı için
o dönemde Mısır halkının içinde bulunacağı yoksulluk, aşağılanma, fitne
ve yıkımın şiddetiyle ilgilidir. Mısır halkı, ülkenin kaynaklarını tüketen,
servetini yağmalayan, topraklarını ve halkını en ucuz fiyata satan ahlaksız,
yozlaşmış yöneticilerin belasından muzdariptir.

Mısırlılar o kadar bıkmış olacaklar ki, kurtarıcıları olan Mısır Sahibi’nin
gelmesi için feryat edecekler. İnsan yapımı rejimler tarafından atanan
yöneticilerin elinde maruz kaldıkları bir aşağılanma, ihanet ve tiranlık
çağından sonra, Mısırlılar nihayet kurtuluşlarının halk tarafından değil,
Allah tarafından atanan bir hükümdarın elinde olduğunu ve Yüce Allah’ın
onlar için baştan beri takdir ettiği şeyin bu olduğunu anlayacaklar, bu
yüzden, (seçilmeleri için) kendilerini dayatan ve yönetimi gasp eden
zorbaların yerine, Mısır Sahibi’nin kendilerine hakim olmasını
isteyeceklerdir.

Böylece İmam Ali’nin (minhusselam) Cifr’deki sözlerini anlıyoruz:
“Sahip Kinana (Mısır’ın eş anlamlısı) halkını uykudan uyandıracak ve Allah
onları ölülerin dirilişiyle diriltecektir. Muhakkak ki her şey için bir ecel ve her
gaybetin bir dönüşü vardır.”

Mısırlıların bu gerçeğe uyanmaları, onları öldükten sonra diriltmekle eş
değerdir. Mısır Sahibi’nin kendine çağırmadığı da rivayetlerden çok
açıktır, öyle ki, Mısır halkı, o onların arasındayken ondan habersiz olur.
“Ve bir süre sonra, kulakları ve gözleri doldurduktan sonra, hiç kimsenin
karşı çıkmadığı ve varlığına itiraz etmediği (Mısır’ın) Kaim’i, (yani) Sahibi
kıyam edecektir.” Ayrıca “kendileriyle beraberken onu kimse görmez”63,
yani o (minhusselam) karşılarındadır, onu işitebilir ve görebilirler ama onu
tanımazlar ve hakikatinden habersizler. Mısır tahtında oturan bir fatih
olarak onlara dönene kadar onlardan gaybeti devam edecektir. Al-i
Muhammed’in (Selâm Onlardandır) rivayetlerinde bu dönüşün Mısır
halkına müjdelendiği pek çok beyan vardır.

Mısır Sahibi Mısır’ı fethettikten sonra halkı için yapacağı işler arasında
şunlar vardır:

Mısır’ın zenginliğini geri kazandırır ve yoksulluğu giderir: “Ne gariptir
ey Mısır halkı, Allah yolunda sâbit olduğunuz müddetçe, Allah sizin bozulan
halinizi iyileştirecek, vaadlerinizi yerine getirecek, muhtaçlarınızı zengin
edecek ve borçlarınızı ödeyecektir.”

Mısır’ın küresel itibarını yeniden tesis eder: “Mısır Sahibi, insanlar
ahlaksızlığa alıştıktan sonra Mısır’ın görkemini yeniden kendisine kazanır ve
onu güvenliğe kavuşturur.”

Mısır’ın sırlarını ve hazinelerini ortaya koyar: “Mısır Sahibi uzun bir
gaybet ve sessizlikten sonra çıkacak, Sırlar Mağarası’nı açıp ‘intikam,
intikam’ diye seslenecektir.”

Kudüs’ü fetheder: “Allah orada (Mısır’da) nurlu kandilini – salihlerin
örneği olan bir sahibi – aydınlattıktan sonra Kudüs’e girmenin müjdesi
onlaradır.”

Aynı zamanda, “Mısırlılara, Kudüs’e gireceklerini, Kudüs’le ilgili bir
görevlerinin olduğunu ve Mısır Sahibi’nin Mehdi’nin hükümdarlığının
yolunu açacağını müjdele.”

Mısır Minberini inşa eder ve Mısır’ı İmam Mehdi için bir medya
merkezi yapar: “Ve öğrendim ki, ahir zamanda Mehdi’nin büyük minberi
Mısır’da olacak ve bunun yolunu kuvveti demir ve kalbi kuvvetli olan bir
adam açacaktır, Allah ona ariflerin açılışını verecektir.”

Rivayetlerdeki olayların anlatımı, Mısır Sahibi Eba Sadık Abdullah
Haşim’in (minhusselam) biyografisine tekabül etmektedir. Uzun yıllar
Mısır’da bulunmasına rağmen asla insanları kendine çağırmadı ve Mısır’ın
Sahibi olduğunu söylemedi, aksine Allah’ın Hakimiyetine ve Büyükbabası
İmam Mehdi’ye (aleyhisselam) Çağrısı, rivayetlerde de buyurulduğu gibi
halk arasında nefret uyandırdı: “Sarımsak kokusu gibi nefret uyandıran bir
çağrısı vardır; Yahudilerin Mısır’a, hırçın bir köpeğin saldırdığı gibi
saldırmasından sonra, o ve efendisi oradan aşağılanarak çıkarlar.”

Abdullah Haşim Eba Sadık’ın (minhusselam) başına gelen de tam olarak
budur. Kendisinin ve ashabının Mısır’da kurdukları medya platformu ile
İmam Mehdi’nin Çağrısını tüm dünyaya ulaştırmayı başardı, daha sonra
rivayetlerde de belirtildiği gibi 2015 yılının üçüncü ayında Doğu Siyah

Bayraklarını kaldırdı. “Evliya gibi sabırlıdır ve siyah bayrağı o
kaldıracaktır.”

Daha sonra Mısır’ın yetkili makamları ve güvenlik güçleri onunla
savaştı, ailesini alıp ülkeyi terk etmeye zorlanana kadar kendisi ve ashabı
yıllar boyu sık sık hapsedildi, yargılandı ve Mısır İstihbaratı tarafından
arandı.

Sürgün yıllarında Mısır Sahibi’nin, halkına yapılan haksızlık ve zulme,
yöneticilerin ülkeyi getirip sonunda Siyonistlerin, Suud ve hain Arap
hükümdarlarının yuvasına çevirdiği bu duruma yüreğinin sızlamasını
izledim. Mısırlılar için istediği Mısır’dan, Mısır’ı olması gerektiği gibi
yöneteceğinden bahsederken onu dinledim. Eba Sadık tarafından
yönetilen, geri kalanlar kırıntılarla yaşarken kimsenin milyonları
biriktirme hakkına sahip olmadığı Mısır. Aksine, zengin, ihtiyaçlarını aşan
fazlalığı devrettikten sonra servet eşit olarak paylaştırılır. Daha sonra,
herkesin aynı yaşam standardına ve lükse sahip olacağı şekilde insanlar
arasında yeniden dağıtılır.

Eba Sadık tarafından yönetilen Mısır’da özel okul, yabancı okul veya
üniversite diye bir şey yoktur, ancak her bireyin kendisi ve çocukları için
en iyi eğitimi alma hakkı vardır. Tesisatçı mühendisle, usta doktorla
eşittir. Herkes en iyi okullara gitmek için eşit fırsata sahiptir.

Eba Sadık tarafından yönetilen Mısır’da basit insanlar gelirleri nedeniyle
sağlık hizmetlerinden veya sosyal hizmetlerden mahrum bırakılmaz.
Aksine, herkes finansal kaygılar olmaksızın optimal ve eşit sağlık
hizmetlerinden yararlanır. Onun, Mısır’ın kimsenin bilmediği
hazinelerinden, konumlarından ve ihtiyacı olan herkesi nasıl
zenginleştirebileceğinden, hatta bu zenginliğin komşularına taşmasından
bahsettiğini duydum.

Halkımla birlikte arzu ettiğim ve hayalini kurduğum Mısır’ı,
yaşadığımız her zulüm anında gördüğümüz Mısır’ı O’nda gördüm.

O’nda gençliğin hayalini kurduğu Mısır’ı, bir zamanlar “devrimin
gençleri” olarak bilinenleri gördüm ve onlara diyorum ki, beklediğiniz
hükümdar buradadır, halkı gibi yaşayan ve saraylarda yaşamayı reddeden
hükümdar buradadır. Zalimlere boyun eğmez, halkının hürriyet ve
haysiyet içinde yaşaması için kendini feda eder.

Sadece destekçilerinden biri olarak değil, ailesi ve halkı için daha iyi bir
yarın hayal eden Mısırlı bir kız olarak Mısır hakkında konuşmasını
dinledim ve o zaman anladım ki, Mısırlılar olarak uzun bir aşağılanmadan
sonra, yine başımızı kaldırıp dik duracağız.