“Kaim’in kıyamından önce on iki kişi çıkarak onu gördüklerini iddia edecekler, insanlar da onları yalanlayacak”
İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhur alametlerinden biri de Hicaz Kralı Abdullah’ın ölümüydü. Uzun yıllar Şii alimleri kitaplarında, televizyonda ve camilerde yaptıkları konuşmalarda Hicaz Kralı Abdullah’ın ölümünün İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhurundan hemen önce meydana gelen en yakın alametlerden biri olduğunu söylemişlerdi. Hepsi, Ehl-i Beyt’in (Selâm Onlardandır) kendi sözleriyle bunu açıkça bildirdiğini söylemişlerdi. Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurmuştur: “Hicaz’ı, ismi hayvan ismi olan bir adam yönetir. Uzaktan baktığınızda gözlerinin şaşı olduğunu görürsünüz, fakat yaklaşırsanız gözlerinde bir kusur olmadığını görürsünüz. Onun halifesi kardeşi olur, onun ismi Abdullah’tır. Eyvahlar olsun bizim Şiamıza onun elinden.” O bunu üç kez tekrarladı ve dedi ki, “Bana onun ölüm müjdesini verin, ben de size Hüccet’in zuhur müjdesini vereyim.”. İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Kim bana Abdullah’ın ölümünü garantilerse, ben de ona Kâim’i garantilerim.”
Rivayetteki tarif, aşırı derecede Şia karşıtı olduğu bilinen Kral Abdullah bin Abdul Aziz’e birebir uyuyor. Bu nedenle, adı bir hayvanın adı olan kardeşi Kral Fahd’ın yerine geçen bu kimse için “Eyvahlar olsun bizim şiamıza onun elinden” ifadesi geçiyor. ‘Fahd’ pars demektir. Kral Fahd da uzaktan şaşı görünüyordu ama yakından öyle görünmüyordu. Ahir zaman ile ilgili hiçbir kehanet, Kral Abdullah’a bu kehanetten daha uygun değildir. Lübnan’ı ziyaret ettiğimde bile, Hizbullah’ın sokaklarda büyük bir propaganda yaptığını ve Beyrut sokaklarında Kral Abdullah bin Abdul Aziz’in ölümünün, Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhurunun bir alameti olduğunu ve Hasan Nasrullah’ın Yemâni olduğunu iddia eden broşürler dağıttığını hatırlıyorum.
23 Ocak 2015 gecesi, haber kaynakları Hicaz Kralı Abdullah’ın vefat ettiğini tüm dünyaya duyurdu. Şii dünyası bunu kutladı ve inananlar bunu İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) yakında zuhur edeceğinin bir alameti olarak gördüler. Kral Abdullah’ın vefat ettiği gün, internette İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhurunu müjdeleyen bir video yayınlandı. Rastgele Facebook hesapları belirli bir haberi yayınlamaya başladı ve o da İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhur ettiği haberiydi. Müjdeyi taşıyanlar, halkı, rivayette belirtildiği gibi yapmaya teşvik etmeye başladılar. Rivayette, Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun), ona Kral Abdullah’ın ölüm müjdesini verin, o da size Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhurunu müjdeleyeceğini söylediği belirtiliyordu. İşte, onlar Kral Abdullah öldü dediler, bizim doğru olup olmadığımızı Allah’a sormak, Muhammed’e (O’na ve Ailesine Selam Olsun) sormak size düşer. O’ndan istihare aracılığıyla veya bir işaret göstermesi için veya dilediğiniz herhangi bir şekilde isteyin. Onlar Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vaadinin, hakkaniyetlerinin bir kanıtı olduğunu söylediler, çünkü onlar dışında hiç kimse Kral Abdullah’ın ölümü üzerine İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhur ettiğini iddia etmedi, bu yüzden onlar doğru söylüyorlar.
Buluşmanın Öyküsü
Bu kişiler, bir buçuk yıldan fazla bir süre boyunca İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam) ile birlikte olduklarını ve onun onları İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ile buluşmaya götürdüğünü iddia ettiler. Onlar, İmam Mehdi’yi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) gerçekten gördüklerini ve onunla buluştuklarını iddia ettiler ve buna tanıklık ettiler. Onlar, İmam Sadık’ın (minhusselam) şu rivayetinde bahsedilen ‘Onikiler’ olduklarını iddia ettiler: “Kaim’in kıyamından önce on iki kişi çıkarak onu gördüklerini iddia edecekler, insanlar da onları yalanlayacak.”
Buluşmalarının öyküsünü şöyle anlattılar: Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. Tüm övgüler Alemlerin Rabbi Allah’adır. Allah’ım, Muhammed ve Al-i Muhammed’e, İmamlar’a ve Mehdiler’e salat eyle. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi yeryüzünün doğusunda ve batısında olan siz mümin ensarların üzerine olsun.
Ben, ‘ben’den Allah’a sığınırım, sizin hizmetçiniz, Hüccetullah (İmam Muhammed bin Hasan Askeri) ile buluşmakla şereflendirilmiş 12 kişiden biri, Eba Cebrail’im. Sizlere buluşmanın hikayesini anlatacağım ve meselenin hassasiyetinden dolayı, bazı detayları açıklamayacağım. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın. Biz 42 kişiyiz, İmam Ahmed El-Hasan (aleyhisselam) ile 43. Aramızda bu mübarek davaya onu duymadan önce inananlar vardır, aramızda bu davaya onu duyduğu ilk günden inananlar vardır, ve aramızda ona, çok uzun olmayan zamandır inananlar vardır. Seyyid Babamız Ahmed El-Hasan (aleyhisselam) bizleri çeşitli ülkelerden topladı, Arap, İslam, Batı ve Asya ülkelerinden. Ta ki 1 yıl 6 ay önce hepimiz bir araya toplandık. Ve İmam Ahmed El- Hasan (aleyhisselam) bizimle birlikte ve bizim aramızdaydı. Hepimizin her gün belli zamanlarda bir araya geldiği bir yer vardı. Ve sabah namazından sonra Babamız İmam Ahmed El-Hasan’ın (aleyhisselam) her birimiz için özel olarak verdiği ödev ve görevleri yerine getirmek için giderdik. Ta ki o mübarek vadedilen gün geldi ve biz cani Hicaz Kralı Abdullah’ın helak olduğu haberini duyduk. Her zamanki gibi Allah’ın desteklediği o mübarek yerde toplanmıştık. Babamız (aleyhisselam) bu geceden önceki bazı gecelerde bizim aramızda bulunmazdı ve biz onu (aleyhisselam) çok özlerdik. Sabah namazına bir saat kala, Allah’ın cesur aslanı, kalpleri ve gözleri kamaştıran ihtişamıyla bize geldi, o (aleyhisselam) ve yanında değerli kardeşleriniz olan ashabından ikisi vardı ki, onlar İmam Ahmed El-Hasan’a (aleyhisselam) her yerde eşlik ederlerdi, nereye giderse onunla beraberlerdi. Ve o (aleyhisselam) gülümseyen halde bize geldi ve dedi: “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.” Herkes hasret ve özlemle onun (aleyhisselam) selamını aldı. Ve o (aleyhisselam) buyurdu: “Nasılsınız evlatlarım, iyisinizdir inşallah.”
Kardeşler cevap verdiler: “Elhamdulillah Baba, iyiyiz, elhamdulillah.” O (aleyhisselam) buyurdu: “Tağut Abdullah’ın (Allah ona lanet etsin) ölüm haberi size ulaştı mı?” Onlar dediler: “Evet, Allah ona lanet etsin.” O (aleyhisselam) buyurdu: “Bu Allah’ın günüdür. Bu, Allahu Teala’nın kendi salih, samimi kullarına vaat ettiği gündür.” Sonra o (aleyhisselam) buyurdu: “İmam Mehdi Muhammed bin Hasan Askeri’yi -ruhum ona feda olsun- görürseniz ne yaparsınız?” Onlar dediler: “Vallahi, vallahi, eğer o buradan gidip bir dağa sığınırsa, biz de onunla gideriz!” Böylece Babamız (aleyhisselam) buyurdu: “Vallahi gerçeği söylediniz! Zira Allah yeryüzünde sizin gibi ensarlar yaratmadı, ne sizden önce ne de sizden sonra.” Ve o (aleyhisselam) buyurdu: “Şimdi içinizden en iyilerinize işaret edip 10 kişiyi İmam Mehdi Muhammed bin Hasan Askeri (aleyhisselam) ile buluşmak için seçmenizi istiyorum.” Burada herkes kendi kardeşlerini seçmeye istekliydi ve kendini seçmek ya da kendisinin diğer kardeşlerinden üstün olduğu düşüncesi hiçbirinin aklından geçmiyordu. Böylece herkes birbirine “Ben seni seçiyorum” diyordu. Babamız (aleyhisselam) da onlara bakıp gülümsüyordu. Sonra o (aleyhisselam) buyurdu: “Muhammed ve Al- i Muhammed’e, İmamlara ve Mehdilere salat edin.” Herkes Muhammed ve Al-i Muhammed’e salat etti. Sonra Babamız (aleyhisselam) yeniden buyurdu: “Yüce ve Büyük olan Allah’a andolsun ki, Allah sizin gibi ensarlar hiç yaratmadı, siz yeryüzünde olan en iyi ensarlarsınız, yeryüzüne sizin gibi samimi, sadık, Allahu Teala’ya imanlı ensarlar gelmedi, gelmeyecek de.”
Sonra Allah’a hamd ve senalar etti. Daha sonra birkaç saniye sessiz kaldı ve buyurdu: “10 kişi seçmelisiniz.” Sonra buyurdu: “10 grup oluşturun, her grupta 4 mümin olsun ve 4 kişiden oluşan her grup kendilerini temsil edecek 1 kişiyi seçsin.” Böylece müminler Babamızın (aleyhisselam) buyurduğu gibi yaptılar. Herbir grup bir kişi seçti ve toplam 10 kişi seçildi. Ve Babamız (aleyhisselam) buyurdu: “Sabah namazının vakti girdi”, ve kardeşlerimizden birine işaret ederek buyurdu: “Kalk ve ezan oku.” O, ezanı okudu ve biz Seyyid Babamızın (aleyhisselam) İmamlığı ile cemaat namazı kıldık. Böylece biz 12 kişi çıktık ve Seyyid Babamız (aleyhisselam) da bizimleydi ve hepimiz hasret, özlem ve heyecanla doluyduk. Meselenin büyüklüğünden dolayı kalbimiz sanki ışık hızıyla çarpıyordu, vücudumuz, kasırgalı bir kış gününde sallanan bir ağaç gibi titriyordu. Böylece İmam Mehdi Muhammed bin Hasan Askeri’nin (aleyhisselam) bulunduğu yere geldik. Onunla (aleyhisselam) görüştük. Selamlaştıktan ve iki buçuk saatten fazla süren uzun sohbetten sonra, o (aleyhisselam) gerçekleşecek olan gayb meselelerine, evrensel olaylara dikkatimizi çekti ve en küçük ayrıntılarına kadar o meselelerden haberdar etti. Ve o (aleyhisselam) dünyada nelerin gerçekleşeceğinden en küçük ayrıntılarına kadar tek tek anlatarak bizi bilgilendirdi. Bunlardan Irak, Mısır, Türkiye, İran, Japonya, İtalya, Büyük Şeytan Amerika (Allahın laneti onun üzerine olsun), Kuzey Kore, Güney Kore, Katar ve Ürdün’le ilgili yaşanacak olayları tüm detaylarıyla, hatta gününü ve saatini bile zikrederek anlattı. Biz de bu fırsatı değerlendirip Samiri ve Buzağı’ya meydan okuyoruz, Allah onlara, sözde ‘Ofis’in ashabına lanet etsin, ki o ofisi sahtekarlık ve hile ile İmam Mehdi’ye (aleyhisselam) atfediyorlar, halbuki O (aleyhisselam) onlardan beridir. Ve sayfanın (Facebook sayfası) lanetli sahibine ve sesin lanetli sahibine4 meydan okuyoruz ki, bir tane gaybi mesele (gelecekte gerçekleşecek olay) öne sürsünler ve gerçekleşeceği gün de dahil, tüm detaylarını açıklasınlar. Biz de aynısını yapacağız; sizlere, şimdiye kadar hiç kimsenin duymadığı ve duymayacağı ve bu zamana kadar hiç kimsenin konuşmadığı gayptan bir meseleyi açıklayacağız, sizler bunu ilk kez bizden duyacaksınız, ve bu gerçekleşecek inşallah. Ve sizlere, gününü, saatini ve dakikasını da zikretmekle en küçük ayrıntılarını açıklayacağız. Böylece eğer iddia ettiğiniz gibi hak iseniz, o zaman bizim size meydan okumamızı kabul edin. Aksi takdirde yalancı, münafık, ahlaksız, bozguncu ve kafirsiniz! O zaman kılıç dışında sizi tedavi edecek bir ilaç kalmayacak, ve o zaman geldiğinde, Yüce ve Büyük Allah’a andolsun ki, size merhamet etmeyeceğiz ve yuvalarınızı ezip dağıtacağız; sapkınlık, küfür, Ehl-i Beyt’e (Onlara Selam Olsun) karşı yalan ve iftira dolu yuvalarınızı! O zaman pişmanlık ve tevbenin de size bir yararı olmayacaktır!
Başlangıçta on iki kişi kim olduklarını açıklamadı. Güvenlik açısından bunu bir sır olarak sakladılar ve asla alenen tanıklık etmediler. 2015 yılının Temmuz ayı civarında bu mektubun yayınlandığı sırada, müminlerin bildiği tek şey, onların, 12 Mehdi’nin (Onlara Selam Olsun) bazılarını içerdiğiydi. İnsanlar, aşağıdakilerin on iki kişiden olduklarını biliyorlardı:
1. Enkarnasyonu Mikail (aleyhisselam) olan Eba Mikail
2. Enkarnasyonu Musa (aleyhisselam) olan Eba Rıza
3. Enkarnasyonu Cebrail (aleyhisselam) olan Eba Cebrail
4. Enkarnasyonu Habib ibn Mezahir (aleyhisselam) olan Eba Nasih
5. Enkarnasyonu İbrâhim (aleyhisselam) olan Eba Cafer
Kayıp Hatıralar
2017 yılının Temmuz ayında, buluşmanın hikayesinin yayınlanmasından tam iki yıl sonra, Abdüssettar Mahmud Hasan Kazımi kırk kişi meselesi hakkında sorularına cevap bulmak için bana geldi. Buluşmanın hikayesi hakkında benimle bir tartışmayı gündeme getirerek bu buluşmanın fiziksel bir buluşma olup olmadığını sordu. Ayrıca kendisinin ve bazı müminlerin, kendilerinin kırk kişiden olma ihtimali hakkında tartıştıklarını da söyledi. Babamla (minhusselam) konuyu görüştüm.
İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum: “Babacığım, Adem’in (aleyhisselam), ‘kırklar’ın seninle kendi bedenleriyle buluşmadığını ve sen hafızalarını sildiğin için seninle buluşduklarını bile hatırlamadıklarını söylediğini duydum. Duydum ki hatta kırk kişiden bazıları, sen onlara hatırlatana kadar kırk kişiden olduklarını bilmiyorlardı. [O sırada medyadan sorumlu olarak atanmış kişi] ve [O sırada Cuma namazlarının lideri olarak atanan kişi] kırk kişiden olabileceklerini düşünüyorlar, ancak henüz hatırlamıyorlar. Adem’i (aleyhisselam) aramıştım, o da ‘evet’ demişti, bunu kırk kişi için söylemişti.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Ona söyle, Ahmed El-Hasan selamlarını gönderiyor ve Allah açıklayıncaya kadar bu konuyu bir daha açmamanı söylüyor; asla kendini kırk kişiden biri sanma, yoksa pişman olursun diye ekliyor.”
Dedim ki: “Bana dedi ki, kendisi öbür kişiyle konuşmuş ve Cafer-i Tayyar’ın makamının (o kişinin ruhunu kaybetmeden önceki enkarnasyonu) Meysem-i Tammar’ın makamından daha yüksek olduğunu görmüşler, Meysem-i Tammar kırk kişiden biridir. Öyleyse Cafer nasıl olmasın?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Ona ne onun, ne öbürünün, ne de aralarından herhangi birinin kırk kişiden olmadığını söyle. Buna kim karar verdi? Cafer’in Meysem’den daha iyi olduğunu kim söyledi?”
Dedim ki: “Rivayetlere göre Cafer, peygamberleri hesaba çeker ve onları yargılar, tıpkı Hamza ve benzerleri gibi dedi.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah’a sığınırım. Ona de ki, bilmediğin şeyler hakkında konuşma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun. Ona söyle, ‘sen iyi bir mümin ve iyi bir adamsın, bu yüzden kendini labirentlere sokma ki, nasıl çıkacağını bilemezsiniz.’”
Dedim ki: “O gerçekten iyi bir adamdır.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Eğer bu meseleyi insanlara açıklamaya ihtiyaç olsaydı, ertelemezdik. Bu mesele ve diğer hususlar (hakkı tespitte veya kulun Allah ile olan münasebetinde) bir şeyi arttırıp eksiltmez.”
Konuşma böyle sonlandı ve İmam (minhusselam) bu konuyu benimle daha fazla tartışmadı ve ben de bir süre bu konuyu onunla konuşmadım. İmam bana bu yolda ne duyarsam duyayım, tepki vermeden önce beklemem gerektiğini öğretmişti. Daha önce insanlar bana saldırdığında da bana bu tavsiyede bulunmuştu ve ben bunu her zaman aklımda ve kalbimde tuttum.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Sevgili oğlum, bir şeyi anlamanı istiyorum, söylemediğim hiçbir şey hakkında düşünme ve doğru ya da yanlış olsa bile onu yargılama. Asla benim söylediklerimden başkasını söyleme, galiplerden olursun ve Allah’ın azabından güvende olursun. Sabırlı ol. Muhakkak ki sen 12 Mehdiden birisin, anlamalısın ki bu ve bunun dışındaki şeyler, insanlardan görüp işiteceklerine kıyasla çok basit meselelerdir. Sana başından beri söylemedim mi? Sonunda bu konuda (bu Çağrı’nın belirli bir aşamasında) yalnızca 12 veya 13 kişinin kalacağını bilmiyor musun?! Biliyorsun.”
Ashab-ı Kehf
Ashab-ı Kehf Kur’an-ı Kerim’de geçen bir kıssadır ve Kehf (Mağara) Suresi adını buradan almıştır, bu nedenle çok önemli bir kıssadır. Ayrıca Efes’in Yedi Uyuyanları olarak adlandırılan, Hristiyan rivayetlerinde de geçen bir hikayedir. O, Hristiyanlığın ülkede yasak olduğu ve zalim bir imparator olan Gaius Messius Quintus Traianus Decius’un hüküm sürdüğü bir dönemde Allah’a ve İsa’ya (aleyhisselam) inanan yedi gencin hikayesini anlatır. Onlar toplumdan çekilmeye karar verdiler ve derin bir uykunun onları ele geçirdiği bir mağaraya sığındılar ve uyanıp mağaradan çıktıklarında yüzlerce yıl sonra, Hristiyanlığın, devletin resmi dini olduğu, devletin de adil bir mümin olan Kral II. Theodosius tarafından yönetildiği başka bir zamanda kendilerini buldular.
Bu kıssanın Ehl-i Beyt’in (Selâm Onlardandır) rivayetlerinde Kaim (minhusselam) ve Ashabı (Onlara Selam Olsun) ile bağlantısı olduğu zikredilmiştir. İmam Ali (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Bizimle sizin durumumuz, Mağaranın Mağara Ashabı ile olan durumu gibidir.”İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), müminlerin kendisine koştukları müstahkem mağaradır. Mağaranın hikayesi, Kırk Kişi’nin hikayesiyle yakından bağlantılıdır.
İmam Ahmed El-Hasan’la (minhusselam) Kırk Kişi’nin kıssası hakkında daha sonra yaptığım konuşmalardan anladığım şudur: Kırk kişi, dünyanın dört bir yanından İmam Ahmed El-Hasan’ı (minhusselam) seven ve ona gerçekten inanan müminlerdi. Mağara, İmam (minhusselam) için bir metafordur. Müminler Mağaraya veya İmam’a (minhusselam) yaklaştıklarında, yani manevi olarak yaklaştıklarında, bir künye alırlar. Bu, “Eba” ve ardından bir unvan, örneğin Eba Sadık veya Eba Nasih şeklinde gelir. Mağara’ya girdikten sonra, mümin belli miktarda nefsi fena etme derecesine ulaşmış olur, ‘İsra ve Miraç’ta Allah’ın perdesinde Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) için meydana gelen açılış gibi, müminler için de İmam’ın perdesinde bir açılış açılır.
2015’ten önce bir buçuk yıl boyunca her gece müminler götürülür ve İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ile görüşürlerdi. Her sabah evlerine dönmeden önce hafızaları silinir ve normal hayatlarına devam ederek işlerine, okullarına, ailelerine vb.ne giderlerdi. Geceleri bu süreç yeniden tekrarlanırdı. Buluşmalar fizikseldi ve rüya değildi ama aynı zamanda kimse kırk kişinin evlerinde olmadığını fark etmezdi. Nasıl ki Ashab-ı Kehf mağarada bir an gibi görünen bir uykuya dalıp uyandıktan sonra kendilerini yüzlerce yıl sonraki bir devirde bulmuşlardıysa, kırk kişinin durumu da böyleydi. Her biri dünyanın bir köşesinde uyur ama İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ve birbirleriyle aynı yerde uyanırlardı.
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “Bu buluşmanın, başka bir alemde, hakikat aleminde veya benzeri bir yerde gerçekleştiğini ve dünyada olan fiziki yahut maddi bir buluşma olmadığını duymuştum.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Buluşma dünyevi, fiziksel bir buluşmaydı ve başka bir alemde değildi.”
O bir buçuk yıl içinde İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ile görüşen müminler, pek çok eğitimden geçtiler ve imanlarında imtihan edildiler. İmtihanlar o kadar yoğundu ki, kırk kişi anılarını muhafaza etmiş olsaydı, gördükleri ve deneyimledikleri şeylerden dolayı hayatlarını normal bir şekilde devam ettiremezlerdi. Bu imtihanlardan birinde İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) müminleri bir dağın zirvesine çıkarmıştı.
Bir gün İmam’a (minhusselam) dedim: “Hatırlama konusunda, kırk kişi ile buluştuğun zaman onlardan biri bir dağın tepesinde dururken, ona atla dedin de atlayıp öldü ve sen onu hayata döndürdün mü?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Bunu sana biri mi söyledi?” Dedim ki: “Musa (aleyhisselam) bir gün benimle konuşuyordu ve bana ‘Baba (O’na ve Ailesine Selam Olsun) seni neyle imtihan etti?’ diye sordu ve sonra ‘bir şeylerle’ diyerek cevap verdim ve cevap vermekten kaçındım. O da ‘İmam, ensarları kafa karıştıran şeylerle imtihan etti’ dedikten sonra bir dağdan atlama olayından söz etti ama ayrıntıya girmedi. Ancak yaklaşık bir yıl sonra bir gece, sanki o sahneyi hatırladım ve sen müminleri bir dağın zirvesine çıkarmıştın ve sonra onlardan atlamalarını istedin, biri ileri çıkıp atladı, atlayınca düşüp öldü ve sen onu hayata döndürdün. Bu, önümde beliren anıların kıvılcımlarıydı. Sonra bir gün konuşurken bana şöyle dediğini hatırladım: ‘Seni bir dağa götürüp atla desem, korkar mısın?’”
İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet, şimdi sana icabet edeceğim. Evet, o imtihan gerçekleşti.”
Dedim ki: “Atlayan kişi kimdi? Ben orada mıydım?” İmam (minhusselam) cevap vermekten kaçındı. Ayrıca ben İmam’la (minhusselam) olan konuşmalarımdan, mağaraya ulaşan kırk kişinin artık bir imtihanda olmadıklarını, çünkü zaten imtihan olunduklarını, yani zincirlerin, zahiri ibadetlerin, kural ve kanunların onlardan düştüğünü ve onların özgürleşmiş kullar haline geldiklerini anlamıştım. Bu aynı zamanda onların imanda sabit oldukları bir aşamaya geldikleri anlamına da geliyordu.
Bir gün İmam’a (minhusselam) dedim ki: “Adem (aleyhisselam) beni her ziyarete geldiğinde aynı şeyi tekrarlıyor, diyor ki, belki de biz, Kral Abdullah’ın öldüğü gece, Baba (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ile olan kırk kişidendik. Bunu bana çok söylüyor.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Adem oyuncudur.” Güldüm ve “Bunda ne var ki?” dedim. İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Seni zarflıyor. Senin bir şey bildiğini ve ondan sakladığını zannediyor.” Dedim ki: “Senin, sadece 12 veya 13’ün kalacağını, buna ben ve onun dahil olmadığını, çünkü ben ve onun imtihanın dışında olduğunu söylediğini söyleyip duruyor.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, doğru söylüyor.” Dedim ki: “İmtihanın dışında olanların kırk kişiden olduğunu da söylüyor.” İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet, doğru söylüyor.”
İnanılmaz Gerçekler
Bir hikayenin tuhaf, şüpheli, kanıtsız veya inanılmaz görünmesi, onun olmadığı anlamına gelmez. Aslında iman budur. İnanılmaz olana inanmak. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Miraç yolculuğu yaptığında, tavanının açıldığını ve kanatlı bir yaratığa binerek bir gecede Mekke’den Kudüs’e gidip geri döndüğünü iddia ettiğinde, bu çok inanılmaz bir hikayeydi. Zira o, Allah’la ve tüm peygamberlerle (Onlara Selam Olsun) görüştüğünü iddia etti. Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) etrafındakiler büyük şüphelere kapıldılar ve bazıları Peygamber’in delirdiğini söylemeye başladılar. Bazıları da dedi ki: “Buna kim inanır?” Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ashabından biri olmuş Ebû Bekir’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bunu gerçekten söylediyse, doğru söylüyordur.” Cemaatin şaşkınlığını görünce, “Bu kadar şaşılacak ne var? Daha anlaşılmaz bir şey söylerse bile ona inanırım. Allah’tan vahiy aldığını söylüyor ve ben de ona inanıyorum” dedi.
Bunun için ona ‘Sıddık’ (inancı tasdik eden) sıfatı verildi. Nihai sonucu ne olursa olsun, Ebu Bekir o anda onurlu bir duruş sergiledi. Gerçekten o anda doğru söyledi, çünkü bir insan nasıl olur da Resul’ün (O’na ve Ailesine Selam Olsun) meleklerle konuştuğuna, Allah ile konuştuğuna, Cennet’i ve Cehennem’i gördüğüne ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar bildiğine inanır, aynı zamanda bir gecede Mekke’den Kudüs’e gidip döndüğünü söylerse onu yalanlar? Bilakis, zamanımızın Elçisini bulduğumuzda ve onun Allah’tan gelen gerçek bir elçi olduğuna kanaat getirdiğimizde, her halükarda ona ve söylediği her şeye inanmalıyız. İman budur ve Ehl-i Beyt’in (Selâm Onlardandır) bize öğrettiği de budur.
Sahabeden biri İmam Sadık’a (minhusselam) dedi ki: “Canım sana feda olsun, şüphesiz bize senden bir adam gelir, büyük meseleler nakleder ve bununla göğüslerimiz ağırlaşır, sonunda onu yalanlarız.” Bunun üzerine İmam Sadık (aleyhisselam) buyurdu: “Bunu benden nakletmiyor mu?” Adam: “Evet” dedi. İmam Sadık (aleyhisselam) buyurdu: “Gecenin gündüz, gündüzün gece olduğunu mu söylüyor?” Adam: “Hayır” dedi. İmam Sadık (aleyhisselam) buyurdu: “O meseleyi bize geri döndürün, zira onu yalanlarsanız bizi de yalanlamış olursunuz.” Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Ebû Zer’e dedi: “Ey Ebû Zer, sana İmam Ali’nin şarap içtiğini söylesek, ne dersin?” dedi. Ebu Zer dedi ki: “Ali şarap içmez” ve sonra Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) dedi ki: “Allah senden razı olsun ey Ebu Zer, otur.” Sonra Resûlullah (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “Ey Selman, sana İmam Ali’nin şarap içtiğini söylesem ne dersin?” Selman, “Şarap içmek caizdir derdim, çünkü Ali hak ile, hak da Ali iledir.”
On iki Kişi’den Birinin Dönekliği
Bu dine yapılan en büyük ihanetlerden biri, on iki kişiden birinin irtidat etmesiydi. Bu, müminler için büyük bir şoktu ve aniden oldu. Eba Rıza Mehdi Sabah Salim Derviş, bu Çağrıya ilk inanan ve çağıran olduktan sonra, inanmamaya karar verdi ve insanlara bu dinin batıl olduğunu, kendisinin de aldatıldığını söylemeye başladı. 12 kişinin asla irtidat edemeyeceğini düşündükleri için insanlar şok oldular. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “Benden sonraki halifelerin sayısı, İsrail kabilelerinin sayısı gibi 12’dir, ve onlardan 12 havari vardı, zira Allah şöyle buyurdu: “Eğer havariler dediyse, ey İsa…” Hişam bin Zeyd dedi ki: “Peygamber’e: “Senin havarilerin kimlerdir, ya Resulullah?” diye sordum ve o buyurdu: “Benden sonraki İmamlar, Ali ve Fatıma’nın soyundan on iki İmam, onlar benim havarilerim ve dinimin Ensarlarıdır, Allah’ın selâmı onların üzerinedir.”
Ve biz, İsa (aleyhisselam) ile on iki havarisinden bir Sünnet’e sahibiz ve onlar, onun sırlarının koruyucuları, havarileri ve inancının destekçileriydiler. İçlerinden biri, Yahuda İskariot adında yakın bir sahabesi irtidat etmeyi ve İsa’ya batıl olduğunu söylemeyi seçtiğinde, diğerleri kaçtı ve bir diğeri İsa’yı (aleyhisselam) tanıdığını inkar etti. “Şeytan, Onikiler’den biri olup İskariot diye adlandırılan Yahuda’nın yüreğine girdi. Yahuda gitti, başkâhinler ve tapınak koruyucularının komutanlarıyla İsa’yı nasıl ele verebileceğini görüştü.”
Hıyanet haberini işitince İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) gittim ve şöyle dedim: “O, kırk kişinin ve buluşma kıssasının olmadığını ve her şeyin batıl ve yalan olduğunu; ayrıca onun ve arkadaşının seni kandırabildiklerini ve senin İmam olmadığını anladıklarını söylüyor.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Yalan söylüyor oğlum, sana yalan söylüyor, söyle ona delilini getirsin. Bir gün ona lanet edeceğini hiç düşünmüş müydün?”
Dedim ki: “Asla, hiç aklımdan geçmedi. Ben onun kırk kişiden biri olduğunu, ebedî bahçelere gideceğini ve yeryüzünün asla yıkılmayan sütunlarından biri olduğunu zannediyordum.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Ben, senin bu davada olağanüstü şeyler göreceğin düşüncesini her zaman zihnine yerleştirmeye çalışıyordum.”
Dedim ki: “Yalan söylüyor ve hatta ‘kırk kişi yok, buluşma yok ve hepsi yalan ve kimse bir şey hatırlamıyor’ diyor.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “O halde ona söylemen gerek ki, o zaman sen de bu işe ortaksın, eğer bu hikayenin tamamı Adem’in (aleyhisselam) uydurmasıysa, o zaman sen de onun ortağısın.”
“Kral Abdullah’ın öldüğü gece, İmam Mehdi ile buluşmanın ana hikayesi, nasıl hatırlamayan şahıslara dayandırılabilir?” diye merak edenler için birkaç noktayı belirtelim: − Birincisi: Bu hikayede olup bitenleri tam olarak hatırlayan kişiler var, olayları kısmen hatırlayanlar var ve hiç hatırlamayanlar var. − İkincisi: Kırk kişinin İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ile buluşmasının kıssası, tıpkı İmam Ahmed El-Hasan’ın İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ile buluşmasının kıssası gibi başladı. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) bir rüyada onunla belirli bir türbede buluşmak istediğini gördüğünü, bu yüzden uyandığında gidip İmam Mehdi’yi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) orada bulduğunu anlatır.
− Son ve en önemlisi: İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) zuhuruna ve bu dine olan inancımız, kırk kişinin veya 12 kişinin veya herhangi bir kimsenin hikayesine değil, hakkaniyetini, ezelden beri her peygamberin öne sürdüğü delillerin aynısı ile ispatlamış ilahi olarak atanmış bir Hükümdara, bir Allah Halifesine olan inanca dayanıyor. Dalaletten bir güvence olan Kutsal Vasiyet, Allah’ın Hakimiyetine Çağrı ve başka hiçbir insanda bulunmayan İlâhi İlim. Buluşma kıssası, sadece vuku bulan hadiselerin rivâyeti olup, bu dinin sâbit olduğu sağlam temelden hiçbir şeyi artırmaz, eksiltmez, eklemez veya ortadan kaldırmaz.
Gerçek bir mümin için, on iki kişinin hikayesi ve tanıklığı o kadar da önemli değildir. Önemli olan, havarilerin tanıklığı değil, ilahi olarak atanmış Elçi’nin ne ile geldiğidir. Kriterleri karşıladı mı? İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam), Resûlullah’ın Vasiyetini iddia ederek geldi. İlmini gösterdi. Gezegende, bir hükümdar atama yetkisine sahip tek zatın Allah (Subhanehu ve Teala) olduğunu söyleyen tek kişi oydu.
Babam kendisinin gönderildiği gibi, beni insanlara imtihan olarak gönderdi. Vasiyeti iddia etmemi söyledi, ben de ettim. İlim göstermemi sağladı, ben de bu kitapla gösterdim. Bugün beni, hükümdarı yalnızca Allah’ın atayabileceğini alenen iddia eden tek kişi yaptı. Ayrıca benim hakkımda gerçek rüyalar gördüğüne, istihareler ettiğine ve Allah’ın, kendilerine benim hak olduğumu söylediğine tanıklık eden binlerce kişi var ve benden gördükleri mucizelere tanık olan şahitlerim var. Günün sonunda önemli olan tek şey budur. Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) peygamberliği, onun gece göğe yükseliş hikayesi veya başka bir şeyle değil, yukarıda geçen kriterler çerçevesinde teyit edildi. Hikâyelere, kişiyi tanıdıktan sonra inanırız. Bu kişi dinin tamamıdır ve din, Vasiyet Sahibi’ne tutunarak güvende olur.
Gayba İman
Gayb’a inanmak, imanın temelidir. Peygamberler (Onlara Selam Olsun), onlara Allah’tan mesajlar getiren Cebrail (aleyhisselam) ile imtihan edildiler. Onların, vahiy ile veya Cebrail (aleyhisselam) tarafından getirilen mesajlara ve bu mesajların gerçekten Allah ile olan iletişim araçları olduğuna inanmaları gerekiyordu. Müminler, Elçilerin (Onlara Selam Olsun) şahitliklerine inanmak zorundaydılar. Bugün mahlukattaki Allah olan Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) de Mehdileri ve mukarreb müminleri gayba imanla imtihan etmektedir. Bu çağda vahyin tamamı olan İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), müminin gayba olan imanını örtülü iletişimlerle imtihan ediyor. İlk başta İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam) kırk kişi ile yazılı olarak, bir kağıt veya bir ekran üzerinde kelimeler veya tabiri caizse beyaz üzerinde siyah ile iletişim kurdu. Mehdilerin ve bu devirde enkarne etmiş mukarreb peygamberlerin (Onlara Selam Olsun), başlangıçta İmam (minhusselam) ile iletişimleri kısıtlıydı ve onu görmüyorlardı. Onların Ahmed El-Hasan (minhusselam) aracılığıyla İmam Mehdi’ye (O’na ve Ailesine Selam Olsun) olan imanları, Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ashabının imanından daha büyüktür. Bu nedenle İmam Sadık (minhusselam) buyurdu ki, “O, müttakîler için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar” âyeti, Kâim’in kıyamının hak olduğunu kabul edenler hakkındadır.” İmam Bakır (minhusselam) buyurmuştur: “Resûlullah (O’na ve Ailesine Selam Olsun) bir gün ashabı ile otururken, iki kez “Allah’ım, beni kardeşlerimle buluştur!” dedi. Çevresindeki ashabından orada bulunanlar: “Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ey Allah’ın Resulü?” dediler. O da: “Hayır, bilakis siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise ahir zamanda gelen, beni görmeden bana inanan bir kavimdir. Onlar daha babalarının sülbünden ve analarının karnından çıkmadan önce, Allah onları isimleriyle ve atalarının isimleriyle bana bildirdi. Zorluklar ne kadar büyük olursa olsun, imanları sarsılmaz” dedi.”Onlar kimlerdir? Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun), İmam Ali’ye (minhusselam) onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey Ali, imanda insanların en harikuladesi ve yakin bakımından en büyükleri, ahir zamanda gelen bir kavimdir. Peygamber’i görmediler ve Hüccet onlardan perdelendi, bu yüzden beyaz üzerindeki siyaha inandılar.”
Gayba imanın Kaim ve Kıyam zamanında önemli bir rol oynadığını rivayetlerden apaçık görmekteyiz. Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) duaları Allah tarafından her zaman kabul edilir ve o, ahir zamanda kardeşleriyle buluşmak için dua etti. Bu, Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ahir zamanda İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) olarak enkarne edeceği anlamına geliyordu. Kardeşlerini görmek için dua etti, isimlerini de biliyordu. Dönüşü zamanı gezegendeki 1.9 milyar Müslümanın hepsinin onun kardeşleri olması mantıksızdır, bilakis o, belirli bir cemaatten bahsediyor. Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun), peygamberlerden başka kardeşleri kimlerdir? Böylece Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun), geri dönen tüm peygamberlerle birlikte ahir zamanda enkarne etmek için Allah’a dua etti. Onlar, son derece yüksek bir iman ve yakine sahip olacaklardı. Neden mi? Çünkü bu sefer Cebrail ve kalplerindeki ses ya da vahiy aracılığıyla değil, onlarla yazılı olarak iletişim kuracak bir kimse tarafından imtihan edileceklerdi. Rivayet, bu adamın kendilerinden perdelenmiş bir Hüccet olduğunu ama onların ona inandığını söylüyor. Bu kişi İmam Ahmed El- Hasan’dır (minhusselam). Ve evet, imtihanlarını geçtikten ve imanları tamamlandıktan sonra, bu dünyada onunla fiziksel olarak buluşurlar ve buluştular da. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) kanıyla etiyle halifesi Eba Sadık’ı alenen ilan ettiğinde, İmam Ahmed El-Hasan’dan (minhusselam) ve İmam Mehdi’den (O’na ve Ailesine Selam Olsun) gelen tüm mesajlar, sadece ve sadece ondan gelir.
İmam (minhusselam) bana şöyle dedi: “Kapımdan, senden bana gelmeyen benim Ensarım değildir. Sen benim kapımsın, ben de babam İmam Mehdi Muhammed bin Hasan’ın (aleyhisselam) kapısıyım.”