“Herkim ondan yüz çevirirse, Cehennem ehlindendir”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) 1999’da Irak’ta zuhur etmiş, İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) kendisini bir Elçi olarak gönderdiğini iddia eden, vaat edilen Yemâni olduğunu ilan eden ve insanları İmam Mehdi’ye biat etmeye çağıran bir zâttır. İmam Bakır (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Bayraklar içinde Yemâni’nin bayrağından daha hidayet edicisi yoktur. O, hidayet bayrağıdır. Çünkü sizi Sahibinize çağırır. Yemâni çıktığında insanlara ve herbir Müslümana silah satmak yasaklanacaktır. Yemâni çıktığında ona katıl. Çünkü onun bayrağı hidayet bayrağıdır. Hiçbir Müslümanın ondan yüz çevirmesi helal değildir. Herkim böyle yaparsa cehennem ehlindendir. Çünkü o, hakka ve doğru yola çağırır.” Yemâni karakteri, İslami ahir zaman rivayetlerinde ana karakterdir, zuhuru İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) zuhurundan önce gelir. Yemâni, aslında İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) zuhurunun en yakın ve kesin alametlerindendir. İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Nida kesindir, Süfyani kesindir, Yemâni kesindir, Nefs-i Zekiyye’nin öldürülmesi kesindir ve gökyüzünde bir elin gözükmesi kesindir.” Aslında Yemâni, Kaim’in ortaya çıkmasından önce aynı anda ortaya çıkan üç karakterden biridir ve bunlar Horasâni, Yemâni ve Süfyani’dir. İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Süfyani’nin, Yemâni’nin ve Horasani’nin hurucu aynı yılda, aynı ayda ve aynı günde olacaktır. Tıpkı bir zincirin halkaları gibi, birbirlerinin ardınca çıkacaklardır.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) insanları alenen Yemâni meselesine çağırmaya başladığında, insanları O’na (minhusselam) yönlendiren, bu önemli mesele idi. Eğitimli din alimleri ve eğitimsiz sıradan insanlar onun Davasına katılmaya başladılar. Hepsi Yemâni’ye itaat etme konusunda ilahi bir yükümlülük taşıdıklarını biliyorlardı. Ahmed El-Hasan’dan (minhusselam) başka hiç kimse Yemâni olduğunu iddia etmemiş ve bu kadar çok delil getirmemişti. O, Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Vasiyetinde geçen “Ahmed” olduğunu ve Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ashabı hakkında olan rivayetlerde bahsedilen “Basra’dan Ahmed” olduğunu iddia etti. Kur’an, İncil ve Tevrat konusunda da en bilge kişi olduğunu iddia etti ve bu üç dinin alimlerini münazaralara davet etti. İnsanlardan onun hakkında Allah’a sormalarını istedi ve insanları onun doğru sözlü olup olmadığı konusunda istihare yapmaya teşvik etti. Binlerce kişi Allah’tan Ahmed El- Hasan’ın (minhusselam) hak olduğunun söylendiği rüyalar gördüğünü ve yüzlerce kişi Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) yaptığı mucizelere tanıklık ettiğini iddia etti. O, tüm beklentileri karşıladı ve sesi insanların kalbini titretti. Günümüze ulaşan dört kayıtlı hutbesi vardır: Hac Hutbesi, “İmam Mehdi (aleyhisselam) ile Buluşma” Hutbesi, “Onların Büyüklerine Hutbe, Umulur Ki Dönerler” ve “Havza Öğrencilerine Hutbe”. Bu hutbelerde İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Allah’ın, İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ve Kaim’in (minhusselam) bir numaralı düşmanının din alimleri ve dini kurumlar olduğu şeklindeki ana mesajını tebliğ etmiştir. Bu, Ehl-i Beyt’ten böyle bildiren rivayetlerin gerçekleşmesiydi. İmam Sadık (minhusselam) buyurdu ki: “Kaim kıyam ettiğinde Resulullah’ın cahiliye devrinin cahil insanlarından çektiği eziyetlerden daha fazlasıyla karşlaşacaktır… Doğrusu Resulullah halka gönderildiğinde, halk taşlara, kayalara, taş ve tahtadan yontulmuş putlara tapıyordu. Bizim Kâimimiz kıyam edip halkın yanına geldiğinde ise hepsi Allahın Kitabı’nı ona karşı yorumlayacak ve Allahın Kitabı ile ona karşı delil sunacaktır.”Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir: “İmam Mehdi huruç ederse, bilhassa fakihlerden daha açık bir düşmanı olmayacaktır… ve elinde kılıcı olmasaydı, alimler onu öldürmek için fetva verirlerdi.”
Sistan Deccalı
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), milyar dolarlık bir kurum olan ‘Şii Dini Havzası’nı düşman edindi. Sözde Ayetullah El-Üzma Sistani’nin aslında rivayetlerde bahsedilen Sicistan (Sistan) Deccalı olduğunu iddia etti. Müminlerin Emiri (minhusselam) buyurmuştur ki: “Deccal, İsfahan adlı bir kasabadan küçük bir Yahudi köyünden çıkar, sağ gözü alınmış olur.” Ve Sistani’nin ataları aslen İsfahanlıdır. Ayrıca şöyle rivayet edilmiştir: “Ve doğudan, Sicistan’dan çıkacak olan Deccal’ın zuhuru…” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Sistani’nin, Büyük Deccal Amerika’nın Allah’ın Hakimiyetini Irak’ta tamamen ortadan kaldırmasına ve İnsanların Hakimiyetini tesis etmesine altyapı kuran ve yardımcı olan bir Deccal olduğunu iddia etti. Sistani’nin Londra’da sağ gözünden ameliyat olduğu ve birçok kişinin, onun sağ gözünün kör olduğunu iddia etmesi de ilginç bir ayrıntıdır.
Süfyani
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) çağrısına 1999 yılında başladı ve İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) tarafından açık şekilde atandı. İmam Sadık (minhusselam) buyurmuştur ki: “Süfyani’yi görürseniz, insanların en kötüsünü görmüşsünüzdür.” “Onun boynunda haç vardır” diye de rivayet edilmiştir. İmam Bakır (minhusselam) buyurmuştur: “Süfyani kızıl, sarışın ve mavidir. Allah’a hiçbir zaman ibadet etmemiştir.” Müminlerin Emiri (minhusselam) de şöyle buyurmuştur: “Süfyani, kırmızı bir sancakla çıkacaktır.”Aşağıdaki resimlerden de gördüğünüz gibi Ürdün Kralı Abdullah çocukken sarıydı. Gözleri mavi, ten rengi kızıldır, boynunda ve göğsünde haçlar var ve sancağı kırmızıdır. Bütün bunlara ek olarak, Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) zuhur ettiği yıl taç giydi.
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Süfyani, Ürdün’ün sözde kralıdır.” Dedim ki: “Şu anda Irak’ta olan olaylar, bunların hepsi Horasani’nin, Yemâni’nin ve Süfyani’nin Kufe’ye doğru hurucuna götürüyor, değil mi?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Bu, bu davada meydana gelen önemli olaylardan biridir, haklısın, aferin oğlum.”
Dünya Liderlerine Uyarılar
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), Allah Resulü’nün (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) İslam’ın başlangıcında yaptığı gibi yaptı. O (minhusselam), dünya liderlerinin birçoğuna, onları İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) zuhuruna kulak vermeye çağıran mektuplar yazdı. Mektuplarından birini İran’ın “Dini Lideri” Ali Hamaney’e gönderdi ve İran Cumhuriyeti’nin liderliğini İmam Mehdi’ye (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) devretmesini talep etti. Başka bir mektubu, eski ABD Başkanı George Bush’a gönderdi ve onu Irak’taki eylemlerinin sonuçları konusunda uyardı. Ayrıca, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Irak halkına seslenerek onlardan destek istedi.
Bunun ardından İmam (minhusselam), biri “Tevhid Kitabı” ve diğeri “Buzağı” adlı çok önemli iki kitap yazdı. Ayrıca ensarlarıyla birlikte bir ibadet evi inşa etti ve onlara birçok şey öğretti. Daha sonra onlar onun öğretilerini ve alıntılarını topladılar ve onlardan kitaplar yazdılar. Bundan ziyade İmam (minhusselam), peygamberlerin mirasından olduğu için davasının sembolünün Davud Yıldızı veya altı köşeli yıldız olduğunu, kendisinin de peygamberlerin varisi olduğunu bildirmiştir. Bu, alimlerin ona saldırmasına ve İslam’ı yok etmek için gönderilen bir İsrail ajanı olduğu söylentilerini yaymalarına neden oldu. İmam (minhusselam) Yıldız’ın, Irak bayrağındaki “Allahu Ekber” ibaresiyle aynı anlamı taşıdığını ve Yıldız’a saygısızlık edenin Allah’ın ismine saygısızlık ettiğini öğretti.
Taklit
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), dini konularda alimlere taklidin batıl olduğunu ve İslam’dan olmadığını öğretmeye başladı. Ayrıca Humus’un (dini 1/5 vergi) din alimlerine değil, İmam Mehdi’nin kendisine (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) verilmesi gerektiğini öğretti. Bu iki konu din alimlerinin tüm yetkilerini ellerinden alıyordu. Din alimleri, onlara Peygamberler (Onlara Selam Olsun) ile aynı yetkiyi veren Humeyni’nin Velayet-i Fakih yalanlarını öğretir ve vaaz ederlerdi. Alimler ayrıca, taklidin farz olduğunu ve her Müslümanın, kendisine uymak için bir alim seçmesi gerektiğini, eğer böyle yapmazlarsa, Allah’ın onların hiçbir iyiliklerini, namazlarını, oruçlarını ve hayır işlerini kabul etmeyeceğini öğretirlerdi. Alimler kendilerini İmam ve Allah haline getirmişlerdi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) tüm bu batıl inançlara karşı baltayı eline almaya başladı ve alimlerin Allah ve din adına fakirlerin paralarını çalarak onlar üzerinden zengin olduklarını anlattı.
Fakirler hastalandıklarında, alimler onlara Masumların türbelerini ziyaret etmelerini ve şifa için dua etmelerini söylerler. Alimler hastalandıklarında ise, şifa bulmak için Avrupa ve Amerika’nın en iyi hastanelerine giderler. Ancak “Amerika’ya Ölüm” diye neşitler söylerler. Dini kurumların ikiyüzlülüğü ve yolsuzluğu ilk kez İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) tarafından ifşa edildi. O, onların sahte temellerini bu şekilde ortaya çıkaran tek kişi olarak tarihe geçecektir.
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), din alimlerinin aslında İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun), İsa’nın (aleyhisselam) ve tüm peygamberlerin düşmanı olduğunu öğretmeye başladı. İsa’nın (aleyhisselam) düşmanlarının din alimleri olduğunu insanlara hatırlattı. Muhammed ve Al-i Muhammedin (Selam Onlardandır) düşmanları din alimleriydi. O, Muhammedin Ehl-i Beyti’nin (Selam Onlardandır) rivayetlerini aktardı. İmam Sadık (minhusselam) buyurur: “Onun (Kaim’in) düşmanları, taklit alimleridir, kılıcından ve otoritesinden korkarak ve onun sahip olduklarına gıpta ederek onun egemenliğini kabul ederler. Allah’ı hak ehlinden öğrenip tanıyanlar ona biat ederler…”Ayrıca İmam Sadık (minhusselam) buyurur ki: “Ve o, cizyeyi (Hristiyanlardan alınan dini vergiyi) kaldırır, kılıçla Allah’a çağırır… ve yeryüzünden bütün farklı mezhepleri kaldırır ve saf dinden başka bir şey kalmaz. Onun düşmanları, içtihat ehli alimlerin taklitçileri olur.” Ve İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Kaim (aleyhisselam) huruç ettiğinde Kerbela’dan Necef’e gider ve çevresinde insanlar olur. O, Kerbela ile Necef arasında 16.000 din alimini öldürür ve etrafındaki münafıklar şöyle der: ‘Bu, Fatıma’nın oğullarından değildir, aksi takdirde onlara merhamet ederdi…’”
Kaim’in hakimiyetinin başlangıcında karşılaştığı en büyük sorunun din alimleri meselesi olduğu açıktır. Kaim barışçıl olsa da ve sadece Allah’ın dinini yaymaya çalışsa da, din alimleri, İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) yaptıkları gibi, onu da öldürtmeye çalışacaklar, çünkü onun dini bu sahte din alimlerini işsiz bırakıyor, onları sahtekar ve yalancı olarak ifşa ediyor. Bugün dünyanın en büyük sorunu din alimleridir. Onlar zalim hükümet ve düzenlerin bir araç olarak kullandığı kimselerdir. İnsanlara lidere itaat etmeyi öğütler, tirana isyan ve itiraz edenin kafir olduğunu iddia ederler. Onlar sadece Ortadoğu’da değil, tüm dünyada Ortadoğu’nun tiranlarını koruyan ve onların otoritesini dayatan kimselerdir.
Yemâni’ye Karşı Mücâdele
Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) Şii alimlerine ve dini kurumlara karşı yürüttüğü bu savaş, onların İmam’a (minhusselam), davaya ve onların otoritelerine karşı büyüyen bir tehdit olarak algıladıkları şeye karşı nihai bir savaşa hazırlanmalarına neden oldu. 2007’de Şii alimleri, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ve ensarlarına karşı fetvalar çıkarmaya, onları kafir ve İmam Ahmed El-Hasan’ı (minhusselam) da Deccal ilan etmeye başladılar. Merceiyet, Irak güvenlik güçlerini İmam Ahmed El- Hasan’ın (minhusselam) ensarlarının evlerine baskın yapmaya, onları tutuklamaya ve onlara saldırmaya zorladı. Müminlerin çoğu masum bir şekilde öldürüldü, haklı bir sebep olmaksızın tutuklandı ve yasal süreç olmaksızın hapse atıldı. Şii milisler ve alimlerin yandaşları, din alimlerine karşı konuşuyor diye İmam Ahmed El-Hasan’ı (minhusselam) kafir saydıkları için arıyor ve öldürmek istiyorlardı.
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Hac hutbesinde bunun olacağını öngörmüştü. O buyurmuştu:
“Ve tüm dünya yeryüzünde yeni bir Kerbela görecektir. Hakka ve Allahın Hakimiyeti’ne çağıran; insanların hakimiyetini, Amerikan Demokrasi’sini ve Sakife’nin amelsiz alimlerini reddeden az sayıda kimseler olan Hüseyin ve Ashabının bulunacağı bir Kerbela. Hüseyin’in ölüm emrini veren amelsiz alimler olan; Şureyh Kadı, Şimr bin Zil-Cevşen ve Şebt bin Rebi’nin bulunacağı bir Kerbela. Yezid, ibn Ziyad, Sir Caun (Hüseyin bin Numeyr) ve arkalarında olan Romalıların – Amerikalıların bulunacağı bir Kerbela. Ve dünya, kutsal bir toprakta Meryem oğlu İsa’nın yeni risaletinin destansı savaşını görecektir. Ve bu, İsa ve insanların inançlarına zarar vermelerinden korkan, baskı görmüş birkaç havarisinin bulunduğu kutsal bir toprak olacaktır. Bu, İsa’yı öldürmede ısrar eden Yahudi alimlerinin ve onların bu ısrarına boyun eğerek İsa’yı öldürmeye çalışan Romalıların – Amerikalıların da bulunduğu kutsal bir toprak olacaktır… Bırakın Rabbin iradesi böyle olsun; her zaman olduğu gibi, tağutlar zafer kazansın, elçiler ve müminler de öldürülsün, zira biz bu dünya için değil, ahiret için yaratılmışız. Allah’ım, eğer bu Seni memnun edecekse, o zaman memnun oluncaya kadar al. Ya da bu sefer Rabbin iradesi değişsin ki, böylece tüm dünya, ‘Kuvvet yalnızca Allah iledir’e yakininden başka elinde hiçbir şeyi olmayan ve bununla zafer kazanan, bu dünyanın daha önce hiç görmediği en kötü tağutları mağlup eden birkaç mazlum insan görsün. Bu amelsiz alimler diyecekler; aslında bazıları çoktan demiştir ki: “Ahmed El- Hasan’ı öldürün, zira o, alimler hakkında konuşuyor.” Evet, o, alimler hakkında konuşuyor, çünkü o, Allah Resulü’nün sünnetini eski haline getirmek istiyor. Onlar hangi alimlerdir? Onlar haktan bir şeye çağıranlarla kavga edenlerdir. Öyleyse, ben onları bugün hakkın tamamına çağırırken, peygamberlerin tarihine, imamların ve vasilerin tarihine, Muhammed ve Ali’nin tarihine, Hüseyin’in tarihine, İmam Mehdi’nin (aleyhisselam) tarihine, İsa’nın (aleyhisselam) tarihine çağırırken, bu nasıl olacaktır? İsa (aleyhisselam) demiştir ki: ‘Hizmetçim iki elim, bineğim iki ayağımdır, yeryüzü yatağım, taşlar yastığımdır. Kışın ısınmam Güneşin doğması ile, geceleyin ışığım Ay ile olur. Azığım açlık, sloganım korku, kıyafetim yün, meyve ile sebzem yaban ve sığırlar için biten şeylerdir. Yokluk içinde uyur, yokluk içinde kalkarım. Buna rağmen yeryüzünde benden daha zengini yoktur.’”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), evi bombalandıktan, ensarları öldürüldükten ve toprağı gasp edildikten sonra, hayatı artık bu Şii milisler ve Şii hükümeti tarafından apaçık tehlikede olduğu için saklanmak zorunda kaldı. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Buluşma Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:
“Çok yakında hangi günahı işlediğinizi, hangi hürmeti ihlal ettiğinizi göreceksiniz. Pişmanlık da size bir yarar sağlamayacaktır. Ve çok yakında, sizi terkedip gideceğim. Ey siz, Hüseyin bin Ali’nin (aleyhisselam) katillerinin zürriyeti! Sizin fakihleriniz ve müçtehitleriniz onu (aleyhisselam) sizden önce öldürdü, tıpkı Şimr bin Zil-Cevşen ve Şebt bin Rebi gibi; atalarınız da onlara yardım etti. Ve bugün eğer isteseydim, hanginizin Şimr bin Zil-Cevşen ve Şebt bin Rebi olduğunu söylerdim. Lakin heyhat! Hemen hemen tek bir hadisi bile anlamayan bu akılsızlarla ne yapabilirim? Ve sakın sevinmeyin, ey zalimler! Sizi terk ediyor olduğum için ve topraklarınızdan hicret ettiğim için (sevinmeyin)! Çünkü babam, Muhammed bin Hasan El-Mehdi (aleyhisselam) ile birlikte dönmem uzun sürmeyecektir. O (aleyhisselam) size, kılıçların gölgesi altında, kılıç ve ölüm haricinde bir şey vermeyecektir. Ey sizler, atalarınızın yaptıklarıyla tatmin olanlar ve Şimr’e tabi olanlar! Allah’ın laneti sizin bu zamanınızda onun üzerine olsun! Ve ey Şebt bin Rebiye tabi olanlar, Allah’ın laneti sizin bu diyarınızda onun üzerine olsun! O zaman pişman olmanız da bir fayda sağlamayacaktır. Ey peygamberlerin ve peygamber evlatlarının katilleri! Sizler, ellerinizle yapmış olduklarınız yüzünden, ve sahtekar dillerinizin söylediği dalavereler, yalanlar, iftira ve batıl ittihamlar yüzünden bu dünyada ve ahirette hüsrandan başka bir şey bulamayacaksınız. Babam, bana yaptıklarınız ve hürmetimi ihlal etmeniz yüzünden, size kızgın ve üzgün bir şekilde gelecektir.
Sonra, ilim size hiçbir şekilde yarar sağlamayacağı zaman kime komplo düzenlediğinizi ve Allah’ın, Muhammed’in, Ali’nin ve Ehl- i Beyt’inin (Onlara Selam Olsun) hangi hürmetini ihlal ettiğinizi anlayacaksınız. Siz ey sapmış gruplar, ey Kitabı terkedenler, ey isimlere tutunanlar, ey kelimeleri tahrif edenler, ey peygamberlerin ve peygamber evlatlarının katilleri! Yüce Allah, ceddim Hüseyin’in (aleyhisselam) boynunun vurulmasına izin verdiği gibi, benim boynumun vurulmasına izin vermeyecektir. Ve bu sondur ve bugün Allah’ın büyük günüdür. Ve bu, ilk uyarılardandır ve şüphesiz, bu büyük uyarılardandır. Bu, insanoğluna bir uyarıdır. Ben, babam Muhammed bin Hasan El-Mehdi’ye (aleyhisselam) dönecek, yalan ve yanlış suçlamalarınızla beni nasıl tekzip ettiğinizi ve hürmetimi nasıl ihlal ettiğinizi söyleyeceğim! Sonunda da hiçbir suç işlememişken; sadece hak ile geldiğimi ve yalanlarınızdan eser bırakmayacağımı bildiğiniz için; beni nasıl da hapsetmeye ve öldürmeye çalıştığınızı anlatacağım. Sizler, tıpkı komünistler gibi, Allah’ın varlığını inkar edenlerle el sıkışır ve onları hiçbir şekilde reddetmezsiniz. [Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!]”
Buzağı ve Samiri
İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) birçok taraftarını öldürüp hapse attıktan sonra, İmam’ın Irak’ı terk etmesiyle Şii kurumunun şeytani planının bir sonraki aşamasına geçildi. İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) veya ona inananların herhangi bir suç işlediklerini kamuoyuna kanıtlayamadıkları için, geri kalan müminlerin Irak’ta özgürce inançlarını yaşamalarına izin vermek zorunda kaldılar. Hatta tüm ülkede ofisler açmalarına ve resmi yayınlar yapmalarına bile göz yumdular. İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) ensarları veya İmam’ın kendisi herhangi bir suç işlemiş olsaydı, hükümet onların resmi ofisler ve ibadet merkezleri açmalarına, bir uydu istasyonu işletmelerine ve insanları açıkça imana çağırmalarına asla izin vermezdi. Bütün bunları yalnızca kendi kontrolleri altında yapmalarına izin verdiler, sadece Irak’ta değil, Birleşik Krallık, Avustralya ve dünyanın diğer bölgelerinde de.
İran ve Irak istihbarat servisleri, sonunda dinin en üst kademelerine sızdılar. İnanç mensuplarından bir kısmını da kendi bünyelerine katarak onları dinin başına getirdiler. Sonra İmam’ın (minhusselam) sesini taklit etmesi için birini ayarladılar ve ona “Muharrem Hutbesi” adlı bir hutbe hazırlattılar. Onun adına bir Facebook sayfası açtılar, resmi bir ofis kurdular ve ofisin, İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) tek temsilcisi ve kapısı olduğunu iddia ettiler. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) 2007’den beri asla toplum içinde görülmeyecek, hiçbir video ya da fotoğrafta yer almayacaktı. Ama ofisin Paltalk odasında pek çok ses kaydı olacaktı. İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) inananların çoğu, onun gerçekten sesin, ofisin ve Facebook sayfasının arkasında olduğunu zannediyordu. Ta ki 2015 yılına kadar. 2008’den 2015’e kadar olan bu döneme ‘Buzağı Fitnesi’ dönemi denir.
İmam (minhusselam) bütün bunların olacağını önceden haber vermiş ve bu sebeple ‘Buzağı’ adlı bir kitap yazmış ve ensarlarına bırakmıştı. Kitap, Musa’nın (aleyhisselam) kırk gün kırk gece kendilerinden ayrıldığında İsrailoğulları’nın yaşadıkları fitneyi ve Samiri’nin, altından bir buzağı yapıp onları ona tapmaya ikna etmesini anlatıyor. Bu buzağı hareket etmiyordu ve canlı değildi, ama tıpkı ofisin arkasındaki sahtekarın ses çıkardığı gibi ses çıkarıyordu. İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) inananlar, Buzağı’ya (sahte sese ve sahte ofise) paralarını verdiler ve İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) 2007’den beri onlardan herhangi biriyle iletişim kurmadığını bilmeden onların her emrine uydular. İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) gerçek ensarlarının çoğu, onun öldüğüne ikna oldular; para ve güç amaçlı bu komplonun bir parçası olmaya karar verdiler.
Gaybet Yılları
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bir gaybete girdi ve Irak’ı terkederek ortadan kayboldu, yanına en güvenilir ve sadık arkadaşlarından sadece birkaçını aldı. Mehdi İbrâhim olarak enkarne etmiş Eba Cafer (aleyhisselam) ve eşi de bu sahabelerdendi. İmam (minhusselam) (Irak’tan) ayrılmak zorunda bırakılınca, bazı sahabeleri ona eşlik edebilmek için büyük fedakarlıklar yapmak zorunda kaldılar.
İmam (minhusselam) bir gün şöyle buyurdu: “Onun (Eba Cafer’in) Ümmü Cafer’den (aleyhesselam) başka bir kadınla evlenmesini istemem. O, onunla kalmalıdır, çünkü o çok büyük bir kadındır ve ona aşırı derecede güveniyorum.”
Dedim ki: “Ona ve sana hizmet edenlere hizmet edeyim!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Biliyor musun oğlum? Benim yanımda kalsınlar ve bu davadan başka bir şeyle meşgul olmasınlar diye yıllar önce çocuklarını bıraktılar. Onlara selam olsun, onlar son derece harikalar.”
Dedim ki: “Çocukları kaç yaşındaydı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Çocuklarının en küçüğü beş aylıktı ve şimdi genç bir adamdır.” Dedim ki: “Sübhanallah! Beş aylık mı?!” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Fedakarlığın büyüklüğünü düşünsene.” Dedim ki: “Evet, senin hakikatine andolsun, onlar gerçekten de büyük imana sahipler. Onları nereye bıraktılar?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Onları büyütmek üzere geride kalan müminlere bıraktılar.” Dedim ki: “Eba Cafer’in de içinde bulunduğu o toplulukta, çok sayıda çocuğunuz olduğunu duydum.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bugün 16 yaşından küçük 178 erkek ve kız çocuğu var.” Dedim ki: “Seninle cemaatten kaç kişi var, Babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “799, fakat bu sayı artar ve azalır.” Dedim ki: “Artar ve azalır mı?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Çünkü onları farklı görev ve işler için farklı yerlere gönderiyorum.”
Dedim ki: “Yani yeryüzünü senin için mi hazırlıyorlar?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, buna katkı sağlıyorlar.” Dedim ki: “Onlar, seninle birlikte Irak’tan ayrılanlardan mıydılar?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Az bir kısmı onlardan oluşuyor. Onlar senin hayranındır oğlum. Senin resmin (burada) her yerdedir.” İmam’la (minhusselam) olan cemaati hiç ziyaret etmemiştim ve bunun sebepleri çoktur. Onları burada saymama gerek yok ama benim bu müminler topluluğundan uzak tutulmam ilahi planın bir parçasıdır, tıpkı Yusuf’un (aleyhisselam), kendi ailesine ‘Ben Yusuf’um’ deyinceye kadar, Mısır’da on yıllar boyunca onlardan uzak tutulduğu gibi ve tıpkı Musa’nın (aleyhisselam) Midyan’da uzun yıllar kavminden uzak tutulduğu gibi. İmam (minhusselam) ile konuştuğum zaman o cemaatten uzakta buluşurduk. İmam’la (minhusselam) olan topluluk, en yüce müminler ve meleklerden oluşan bir grubu temsil eder. Bazıları 313 ve 50’dendir, ama hepsi değildir.19 313 ve 50’den bazıları şu anda benimledir. Diğerlerine gelince, hâlâ bize katılmalarını bekliyoruz.
Başka bir zamanda, İmam (minhusselam) onunla beraber olan müminleri tarif ederken şöyle buyurmuştu: “Bak gözümün nuru, burada benimle olanlar hiçbir durumdan sarsılmazlar. Anlaman için sana bir örnek vereceğim. Onlara Hüccet Muhammed bin Hasan Askeri’nin irtidat ettiğini söylersem etkilenmezler. Üzülürler ama en şiddetli fırtınalar onları etkilemez.”
Böylece İmam (minhusselam) kendi gaybet yıllarında küçük bir mümin grubu ile Irak’tan ayrılarak 800’e yakın bireye ulaşan bir topluluk kurdu. Bu kişiler, İlahi Adalet Devletine zemin hazırlamak amacıyla dini tüm dünyaya yaymak için çalışırlar. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) da o yıllarda Sudan da dahil olmak üzere bazı Afrika ülkelerinde yaşadı. Sudan’da yakın arkadaşlarından biri olan Eba Nasih (aleyhisselam) ile birlikte yaşadı. Eba Nasih’in (aleyhisselam) enkarnasyonu Habib ibn Mezahir’dir. O da başından beri İmam’ın (minhusselam) yanında olan bir zattı. Bu süre zarfında İmam (minhusselam) ayda 500 dolar kazanan bir şirkette mühendis olarak çalışıyordu. Çok fakir bir yaşam tarzı sürer ve kirasını ödeyip yemeğini satın aldıktan sonra aylık maaşının geri kalanını davayı yaymak için harcardı.
Bir gün İmam (minhusselam) o zamandan bahsederek şöyle dedi: “Ben o devirde Sudanlı selefi bir adamla komşuydum. Şii olduğumu biliyor ve beni kafir sayıyordu. Her gün evimin elektriğini keserek bana zarar vermeye çalışırdı ve ben her gün gidip onun kestiği kabloları onarmak zorunda kalırdım. Bunu asla itiraf etmedi, ben de ona durmasını söylemedim. Bir gün yanıma geldi ve beni yere sermek için iki eliyle göğsüme bastırdı. Ellerini tuttum ve dikeldim.”
Dedim ki: “Sana fiziksel olarak saldırmaya mı çalıştı?! Allah ona lanet etsin!”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Ona lanet etme oğlum, onun bildiği bir şey yoktur. Cahildir, yaptığının doğru olduğunu zannediyor. Dünyada çok sayıda böyle insan vardır. Onların hidayet olmaları için dua et evlat ve onlara hakkı göstermek için gece gündüz çalış.”
Dedim ki: “Allah’tan mağfiret dilerim, Babacığım.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah seni mübarek kılsın, oğlum. Biliyorsun ki uyuduğum öyle bir gece yoktur ki, Allah’tan bütün müminleri bağışlamasını dilemeyeyim.”
Dedim ki: “O zaman bundan sonra ben de böyle yapacağım.” Eba Mikail (aleyhisselam) İmam’ın (minhusselam) gaybetinde meydana gelen bir başka olayı anlatır. “Hicaz Kralı Abdullah’ın vefatından önce, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) daha önce kendisiyle görüşmemiş olan bazı müminleri çağırmaya ve onlarla görüşmeye başlamıştı. Bir gece İmam (minhusselam) bir yerde müminlerden birini bekliyordu. O mümin de İmam’ı (minhusselam) aramaya çıktı, fakat bulamadı. Ancak gece geç saatlerde büyük bir taşın üzerinde oturmuş birini gördü. Mümin, bunun İmam olup olmadığından emin olmadığı için adama yaklaşmadı. Eve döndü, İmam’dan (minhusselam) özür diledi ve ona şöyle dedi: ‘Efendim, buluşacağımız yerde seni aradım ama bulamadım. Taşın üzerinde oturan sen miydin?’ Abdullah, kardeşim! İmamın cevabı ne oldu biliyor musun? İmam (minhusselam) şöyle cevap verdi: ‘Oturmamı hangi taş kaldırır? Onun üzerinde otursaydım; gökler ve yer onun çığlığını duymaktan sarsılırdı. Ben öleceğim ve hiç kimse hakkımı tam olarak bilemeyecek.’”
Fedakarlıklar
İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) hikayesiyle ilgili en üzücü şeylerden biri, vazgeçmek ve her şeyi kaybetmek zorunda kaldığıdır. Irak’tan ayrıldığında annesini son görüşüydü ve annesi onun yokluğunda vefat etti ve o, annesinin cenazesine bile katılamadı. Belli ki, İmam (minhusselam) çocuklarıyla görüşmüyordu. Pek hoş olmayan hikayeler duymuştum ve İmam (minhusselam) geçmişinden, özellikle de ailevi meselelerden bahsetmekten her zaman kaçınsa da, ailesinin onun yanında olmadığını ve destekçilerinden olmadığını anlayabiliyordum.
İmam (minhusselam) bir gün şöyle buyurdu: “Senin için olan korkumun ve sana olan sevgimin bir sınırı yoktur, benim belimden olan çocuklarım var ki, bir gün bile olsun aklıma gelmiyorlar ve ben, senin için korktuğumun ve seni sevdiğimin yüzde biri kadar bile onlar için korkmadım. Anlaman için yüzde biri kadar dedim, oğullarım ve kızlarım senin ayağının tozuna feda olsunlar.”
Bunu söylemesinden son derece utandım ve başımı önüme eğdim ve “Yüce ve Büyük olan Allah’tan mağfiret dilerim” dedim.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Benim üç çocuğum var. Abdullah, Musa ve Zeyneb. Allah’ın bana söylediği, malım ve bu dünyadan sahip olduklarım sadece bunlardır. Oğlum, ben bu davada büyük facialar gördüm, biliyorsun. Başıma gelen her şeyi sana anlatmama gerek yok.”
Dedim ki: “Güç ve kuvvet yalnız Allah iledir. Babacığım, Melike’ye her baktığımda senin çocuklarını düşünüyorum ve senin başına gelenler beni mutlu olmaktan alıkoyuyor. Vallahi, bir an bile unutmuyorum. Senin ellerinden öperim, çünkü sen bir babasın ve babaların en büyüğü de sensin.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Allah seni kutsasın oğlum, teşekkür ederim.”
Son Aşama
İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) gaybetinde elde ettiği en önemli şey, son aşamaya gelmesiydi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu çağda hayati bir rol oynamıştır. Bu kitapta daha önce bahsettiğimiz gibi, Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Mahlukattaki Allah mertebesine ulaşmış ve elçiler gönderme yetkisi kazanmıştır. O, Allah’ın Son Elçisi idi ve İmamlar ile Mehdileri (Onlara Selam Olsun) kendi elçileri olarak gönderdi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu aşamada Cebrail (aleyhisselam) rolünü oynuyor. O, Allah Resulü İmam Mehdi Muhammed’den (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) gelen vahyi veya mesajı Mehdilere (Onlara Selam Olsun) taşıyan kişidir. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu çağda vahyin tamamıdır.
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Apaçık açılış, marifette kemalat, tam marifet.”
Dedim ki: “Aha! Fena olma mı?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Son mertebe, en son, her şeyden vazgeçmektir. O, hakikatin hakikatidir, kemalattır.” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) kemalatın son mertebesine ulaşmış, beşeri duygu ve arzulara esir olmanın ötesine geçmiştir. İmam veya Mehdi olmaktan daha büyük bir şey olmuştur. Örneğin İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) herhangi bir cinsel istek ve içgüdüsü yoktur. İmam (minhusselam) şöyle buyurdu: “Ben öyle bir içgüdüye sahip değilim, çünkü ben aklımı, nefsimi ve bedenimi uzun zaman önce terk ettim.”
Ayrıca İmam Ahmed El-Hasan’ı (minhusselam) hep çok az uyuyan ve uzun bir süre hiç uyumadan kalan biri olarak tanıdım. Bazen altı gün hiç uyumadan kalırdı.
Bir keresinde İmam (minhusselam) bana geldi ve “Baban üç gündür uyumuyor” dedi.
Dedim ki: “La havle ve la kuvvete illa billah! Neden Babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Yapmam gereken çok iş vardı, sadece birkaç dakikalık uykuya ihtiyacım var, bu bana yeter.” İmam (minhusselam) genellikle gizemli şekillerde çalışır. O (minhusselam) bir anda uzun mesafeler kat etme kabiliyetine sahiptir. O (minhusselam) rüya alemini bir iletişim yolu olarak kullanma yeteneğine sahiptir. Ne zaman başımın belada olduğunu veya ne zaman ona ihtiyacım olduğunu bilme yeteneğine sahiptir. Ne zaman İmam’a (minhusselam) ihtiyaç duysam ve ona kalbimden seslensem, beni duyar ve hemen benimle iletişime geçer. Çoğu zaman İmam (minhusselam) rüyamda bana gelir, bana bilgi verir ve bu., gerçek olur. Örneğin, en dikkat çekici örneklerden biri, İmam’ın (minhusselam) bir süreliğine bir görev için gittiği ve birkaç aydır onunla konuşmadığım zamandı. Bir gece rüyada gördüm ki, İmam (minhusselam) yanıma gelerek “bu gece seninle konuşacağım” dedi ve gerçekten o gece geri gelip aynen rüyada söz verdiği gibi benimle konuştu.
Bu aslında çok önemlidir, çünkü onun da İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ile görüşmeleri böyle başlamıştı. O, İmam’ı rüyasında görür ve İmam ona, onunla belirli bir yerde buluşmasını söylerdi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Buluşma Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:
“Ve bu buluşmanın hikayesi de şöyleydi; bir gün uyuyordum ve bir rüya gördüm. (Rüyada) İmam Mehdi (aleyhisselam), İmam Askeri’nin (aleyhisselam) kardeşi olan Seyid Muhammed’in (aleyhisselam) türbesinin yakınında duruyordu. Ve bana kendisiyle buluşmamı emretti. Sonra uyandım. Saat 02:00 idi. Dört rekat gece namazı kıldım. Tekrar uyudum ve İmam Mehdi’nin (aleyhisselam) onunla buluşmamı istediği, başka bir rüya daha gördüm. Ve uyandım, saat 04:00 idi. Böylece gece namazlarını bitirdim ve ardından sabah namazını kıldım. Bu rüyaların ardından iki gün sonra, İmam Askari ve İmam Hadi’nin (Onlara Selam Olsun) bulunduğu Samarra’ya yollandım. Sonra Seyid Muhammed’in (aleyhisselam) bulunduğu beldeye geri döndüm. Ardından, İmam Kazım ve Cevad’ın (Onlara Selam Olsun) bulunduğu Bağdat’a gittim. Daha sonra da, İmam Hüseyin (aleyhisselam) ve şehitlerinin bulunduğu Kerbela’ya gittim, Allah’ın selamı onların üzerine olsun. İmam Mehdi (aleyhisselam) ile gece, İmam Hüseyin’in (aleyhisselam) türbesinde buluştum. Sonra sabahleyin, onunla (aleyhisselam), Kerbela’da Sidra sokağının sonunda bulunan İmam Mehdi Makamı’nda buluştum. Böylece, Makam’da yalnız olarak oturduk. Neredeyse, Makam Bekçisi’nden başka hiç kimse yoktu. O da, bizden uzakta, kadınların ibadet alanının orada ayakta duruyordu.”
Ayrıca İmam (minhusselam) bir kimsenin şüphe, iman veya küfür durumunda olup olmadığını bilme yeteneğine sahiptir. Buna rağmen bunu asla göstermez. Bilakis birisini mahcup etmemek için zahiri ile muhatap olurdu ve insanlar her zaman iman iddiasında bulunurlardı. İsa (aleyhisselam) da aynı yeteneğe sahipti ve bu, Kur’an’da şöyle zikrediliyor: “İsa, onların inkârlarını sezince, ‘Allah yolunda yardımcılarım kim?’ dedi. Havariler, ‘Biziz Allah’ın ensarları! Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız’ dediler.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bir keresinde bana şöyle dedi: “Bu ne kadar zor oğlum, ne kadar zor ki, birileri sana ‘Canım sana feda olsun’ der ve sen onlara ‘Allah seni mübarek kılsın’ dersin. Oysa [söylediklerinin] tersini görürsün, onların yalan söylediğini ve münafık olduklarını görürsün.”
İmam (minhusselam) kişinin yüzüne bakarak, ilk bakışta onun geçmiş hayatında kim olduğunu anlayabilme yeteneğine sahiptir. O, bir insanın enkarnasyonlarını ve yaşamıyla ilgili her ayrıntıyı anlatabilir. Onun ne zaman doğduğunu ve ne zaman öleceğini söyleyebilir. Ayrıca yüzlerine bakarak onların belirli bir bilgiyi veya haberi duymaları için iyi bir zaman mı yoksa kötü bir zaman mı olduğunu söyleyebilir. İmam (minhusselam) apaçık bir açılıştan sonra Allah’ın hemen hemen her sıfatını veya kabiliyetini kazanmıştı.
İmam’la İlişkim
Okuyucunun merak ettiği şeylerden bazıları da İmam Ahmed El- Hasan’ı (minhusselam) nasıl tanıdığımdır. Onu ne zamandır tanıyorum? İlk buluşmamız nasıldı? Ona (minhusselam) şu soruları sorsanız, size şu sözlerle cevap verirdi: “Ben onu bu dünyaya geldiği günden beri hiç bırakmadım.”