“Onu görürseniz, ona biat edin ve buz üzerinde sürünmek pahasına da olsa ona doğru gidin”
Kâim, insanlığın vaat edilen ve beklenen Kurtarıcısıdır. O’nun insanları yeni bir ahde veya yeni İslam’a davet edeceği hadislerde zikredilmiştir. İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Kâim kıyam ederse, insanları yeni bir İslam’a çağıracak ve onları yitik ve insanların ondan saptığı bir meseleye hidayet edecektir. Gerçekten de o, Mehdi adlandırıldı, çünkü yitik bir meseleye hidayet eder ve o, Kâim adlandırıldı, çünkü hak ile kıyam eder.”Kâim, müminler için gerçek bir ülke ve vatan, içinde Allah’ın hükmü ile hükmedildiği bir İlâhi Adalet Devleti kuran kimsedir. Kâim, bütün nebilerin, resullerin ve salihlerin ruhlarıyla birlikte dönen ve biyolojik bağlantılar yerine ruh bağlantılarına dayalı yeni bir ‘aile’ algısı oluşturan kimsedir.
Kâim’in Nihai Delili Ruh Alemidir
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “Din hakkında yazıyorum ve yazdım ki, ‘Reenkarnasyon ve ruhların dünyaya dönüşü gerçeği ile bir kereden fazla geldik. Ve biliyoruz ki her ruhun bir babası vardır ve ruh alemindeki babanın mutlaka fiziksel dünyada baba olması şart değildir. Her ruhun bir babası vardır ve biz bu dünyaya birçok kez geliriz. Ve her enkarnasyonda baba, anne ve kardeşler farklı olur. Bu, Kâim’i tanımamızın alameti ve nihai delilidir, zira İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Gerçekten de Allah gölgelerde ruhlar arasında seçim etti ve sonra onları bedenlere yerleştirdi. Bizim Kâim’imiz kıyam ederse; kişi, Allah’ın gölgelerde kendisine ortak kıldığı kardeşinden miras alır ve cismani doğumdan olan kardeşinden değil. Onu, bundan tanı. Kim (böyle) tanırsa o halde onun için başka bir delile gerek kalmaz.” Bu vesile ile ruh alemi ilmini bir kanıt olarak kullanıyoruz ve bu yüzden Al-i Muhammedin Kâimi de bizimle birliktedir.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet oğlum. Aferin!”
Kâim’e Karşı Yükümlülüklerimiz
Bir gün İmam’a (minhusselam) dedim: “İmam Sadık (minhusselam) buyurdu ki: “Şüphesiz müminin bir şeyi (parası) varsa, onu çocuklarına dilediği gibi harcayabilir, ama sonra Kâim kıyam ederse, (mümin) sahip olduğu (para ve malı) Kâim’e götürür ve ondan (paradan) arta kalanını geçimi için kullanır, eğer bunu yaparsa, yükümlülüklerini yerine getirmiş olur.” Yine İmam Sadık (minhusselam) buyurmuştur ki: “Şiamız ellerinde ne varsa hayır yolunda harcayabilir, fakat bizim Kâim’imiz kıyam ederse, o zaman bütün hazineler (mal ve servet hazineleri) olanlara haram olur. Onları Kâim’e getirmeleri gerekir ki, Kâim onları düşmanlarına karşı kullansın. Ve bu, Allah’ın şu sözleridir: ‘Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.’”Kâim’in, insanların parasını kendilerine haram kılacağı bir zamanın geleceğine dair bu rivayetin anlamı nedir?”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Doğrudur. Yani Kâim, insanlar arasında geçim konusunda adaletli olacak ve hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese eşit davranacak olan tek kimsedir.”
Ehl-i Beyt’in (Selâm Onlardandır) rivayetlerinden, müminlerin Kâim’e (minhusselam) karşı mali bir yükümlülükleri olduğu açıktır. Ayrıca İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) sözlerinden açıktır ki, kıyam çoktan başlamıştır ve şu anda kıyamdayız. Kıyam’ın yüzde kırkının İlahi Adalet Devletimizin kurulması için para toplanması olduğu da O’nun (minhusselam) sözlerinden anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Kâim’in Devletini kurmasına yardım etmek için, temel ihtiyaçları dışında kalan tüm mallarını bu Çağrı’ya teslim etmek, her mümin erkek ve kadının görevidir. Maaş karşılığı çalışan kişiler, maaşlarının tamamını, geçimleri için ihtiyaç duydukları miktar düşüldükten sonra, tutarlı bir şekilde aylık olarak vermek zorundadırlar. Ev ve arazi gibi malları olanlar, onları İlâhi Adalet Devletinin kurulması davasına bağışlamak için satmalıdırlar. Kâim’i desteklemek, her halükarda gereklidir.
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim: “Farazi bir örnek kullanacağım, sadece bir örnek ama sormak istiyorum.”
İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet.” Dedim ki: “Bir kimse, Al-i Muhammedin Kâimi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) uğrunda bir zalimden çalarsa…” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu hırsızlık değildir.” Dedim ki: “Kâim’e para vermek için tefecilik yapana ne demeli?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Riba olmaz, riba kesinlikle caiz değildir.
Bu çok çirkin bir şeydir.” Ve bu, peygamberlere (Onlara Selâm Olsun) inanan kimselere yabancı bir şey değildir. “Elçilerin İşleri” kitabında, müminler, bir müminler topluluğu oluşturmak için evlerini satıp paralarını ve tüm eşyalarını İsa’nın (aleyhisselam) havarilerine verdiler. “İnananlar topluluğunun yüreği ve düşüncesi birdi. Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için “Bu benimdir” demiyor, her şeylerini ortak kabul ediyorlardı. Elçiler, Rab İsa’nın ölümden dirildiğine çok etkili bir biçimde tanıklık ediyorlardı. Tanrı’nın büyük lütfu hepsinin üzerindeydi. Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü toprak ya da ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının bedelini getirip elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese ihtiyacına göre dağıtılırdı.” Musa (aleyhisselam) ile olan toplulukta da aynısı oldu: “İsrailliler’e söyle, bana armağan getirsinler. Gönülden veren herkesin armağanını alın. Onlardan alacağınız armağanlar şunlardır: Altın, gümüş, tunç; lacivert, mor, kırmızı iplik; ince keten, keçi kılı, deri, kırmızı boyalı koç derisi, akasya ağacı, kandil için zeytinyağı, mesh yağıyla güzel kokulu buhur için baharat, başkâhinin efoduyla göğüslüğü için oniks ve öbür kakma taşlar. Aralarında yaşamam için bana kutsal bir yer yapsınlar.”Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ashabı ve ilk Müslümanların tüm servetlerini ve altınlarını getirip Allah Resulü’nün eteğine serdikleri hakkında çok sayıda rivayet vardır.
Mallarının Kâim’e verilmesine karşı çıkanlar, İlahi Adalet Devletine ve Kâim’e gerçekten inanmış değildirler ve Allah’ın kendilerine indirdiği farzları yerine getirmemişlerdir. Kâim’i ilahi bir adalet devleti kurması için ihtiyaç duyduğu şeylerle desteklemek, dinin tamamıdır.
Kâim’in zamanında müminin bir diğer vazifesi de, mümkün olan her yolla Kâim’e hicret etmektir. Bu konuda hadisler çoktur ve bir kafesin içinde dahi olsanız, o kafesten çıkıp, dizleriniz üzerinde emekleyerek veya buz üzerinde sürünerek bile olsa ona hicret etmeniz gerektiğini belirtir. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) şöyle buyurdu: “Biz, Allah’ın dünya yerine âhireti seçtiği Ehl-i Beyt’iz. Benim Ehl-i Beyt’im, ben gittikten sonra, musibetler, kovulma ve sürgünlerle karşılaşacak, ta ki bir grup doğudan siyah sancaklarla gelecekler. Onlar hayır isteyecekler ama onlara verilmeyecek, sonra savaşacaklar ve galip gelecekler, sonra istedikleri onlara verilecek ama kabul etmeyecekler ve önderliği benim ailemden bir adama verecekler. Sonra o, onu (dünyayı) zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır. Sizden kim bunu görecek kadar yaşarsa, buz üzerinde sürünerek bile olsa onlara gitsin.” Böylece, Kâim kıyam ettiğinde müminin yerine getirmesi gereken en önemli iki yükümlülük, bütün malını ona teslim etmek ve ona istediği şekilde hizmet etmek üzere hicret etmektir.
Bu itibarla, İsrailoğulları Musa (aleyhisselam) ile, ilk Hristiyanlar da İsa (aleyhisselam) ve ondan sonraki havariler (Onlara Selâm Olsun) ile birlikte hicret etmişlerdir, ve bu itibarla Müslümanlar da “inanç ve müminler topluluğu”nu kurmak için Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ile hicret etmişlerdir.
Kâim’in Kimliği
Kâim, insanların durumunu değiştirmek için kıyam ederek harekete geçecek olan kimsedir. Müslümanlar geleneksel olarak Kâim’in İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ve İmam Mehdi’nin de Kâim olduğunu düşünmüşlerdir, ancak aslında ikisi farklı insanlardır. İmam Mehdi’den bahsederken, 12. İmam’dan (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) bahsediyoruz, Al-i Muhammedin Kâimi’nden (minhusselam) bahsederken ise başka bir kişiden bahsediyoruz.
Müslümanlar, 1400 yıldan fazla bir süredir Kâim’in ortaya çıkmasını beklediler ve tüm peygamberler (Onlara Selâm Olsun) onun ortaya çıkışını beklerken İlahi Adalet Devleti kurmasına yardım etsinler diye onunla birlikte geri dönmek için dua ettiler. Onun gelişi, tüm peygamberlerin ve İmamların (Onlara Selâm Olsun) çabalarının doruk noktasıdır. Onun kimliği önemlidir ve birçok anlaşmazlık ve kafa karışıklığının merkezinde yer almıştır. Sünni Müslümanlar için o, Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ahir zamanda doğacak bir torunudur, onun adı ve babasının adı, Peygamber’in ve babasının adına benzerdir. Bu yüzden adının Abdullah oğlu Muhammed olması gerektiğine inanırlar (rivayetler bunu açıkça belirtmese de). Şiiler için 12. İmam, Muhammed bin Hasan El-Mehdi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Kâim’dir. İmam Ahmed El- Hasan’ın (minhusselam) takipçileri, İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) Al-i Muhammedin Kâimi olduğunu düşünürler. Peki gerçekte Kâim kimdir?
Kâim’in Tanımlanması
Rivayetlerde Kâim veya Mehdi tasvirine bakacak olursak, Kâim ile ilgili rivayetlerin çelişkili olduğunu görürüz. Bazıları Kâim’i veya Mehdi’yi 7 yıl hüküm süren birisi olarak tanımlarken, diğerleri onun hüküm süresini 19 yıl olarak kaydeder9, başkaları ise farklı zaman dilimlerinden bahseder. Onun fiziksel özelliklerini anlatan rivayetlere baktığımızda da çelişkiler görüyoruz, kimisi onu Musa (aleyhisselam) gibi uzun boylu ve esmer tenli10, kimisi de açık tenli olarak tanımlar. Bazı rivayetler onun 32 yaşında11 ortaya çıkacağından bahsederken, bazıları ise 40’lı yaşlarında12 çıkacağını kaydeder. Bazı rivayetler, savaşçı olan birçok savaşa katılmış bir Kâim veya Mehdi’den bahseder; diğer rivayetler, bir damla kan dökmeden tahta çıkan bir Mehdi’den bahseder.13 İşin aslı şu ki, Kâim’i veya Mehdi’yi anlatan rivayetlerdeki farklılıklar, rivayetlerin farklı insanları tarif etmesinden kaynaklanmaktadır.
İki İsim, Üç İsim
İmam Bakır (aleyhisselam) babasından, o da dedesinden (aleyhisselam) rivayet ettiğine göre, Müminlerin Emiri Ali (aleyhisselam) minberde iken şöyle söyledi: “Ahir zamanda oğullarımdan, biraz kızarıklığı olan beyaz tenli, büyük karınlı, geniş uyluklu, geniş omuzlu olan, sırtında, biri derisiyle aynı renkte, diğeri ise Allah Resulü’nün (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) benine benzeyen iki ben olan bir adam çıkacaktır. Onun, biri gizli, diğeri aşikar olan iki ismi vardır, gizli olan Ahmed, aşikar olan da Muhammed’dir. Sancağını kaldırdığında, Doğu ile Batı arasındakiler onun için aydınlanır. Ve o, elini hizmetkarlarının başlarına koyar ve öyle bir mümin kalmaz ki, kalbi demir parçasından daha şiddetli olmasın. Ve Allah ona kırk kişi gücünü verir. Kabrinde iken sevinmeyen ve kabirlerde birbirlerini ziyaret ederek Kâim’in kıyamını müjdelemeyen tek bir ölü kalmaz.”
Gerçek şu ki, Ahmed ve Muhammed isimleri iki kişiye atıfta bulunuyor ve onlar Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Vasiyetinde bahsedilen iki isimdir: Ahmed El-Hasan (minhusselam) ve Muhammed bin Hasan (O’na ve Ailesine Selâm Olsun).
Nitekim aynı mantık ve prensiple Vasiyette “üç ismi vardır…” denildiğinde, Ahmed, Abdullah ve El-Mehdi olmak üzere üç ayrı kişiden; birinci, ikinci ve üçüncü Mehdiden söz edilmektedir. Bunlar İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), Abdullah Haşim ve üçüncü Mehdi olan El-Mehdi’dir. Kâim’i ya da Mehdi’yi anlatan rivayetler kimi zaman İmam Mehdi’ye (O’na ve Ailesine Selâm Olsun), kimi zaman İmam Ahmed El- Hasan’a (minhusselam), kimi zaman da diğer Mehdilerden birine atıfta bulunur. O zaman Al-i Muhammedin Kâimi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) kimdir?
2018 yılının Kasım ayında bir gün İmam (minhusselam) bana şöyle dedi: “Vasiyet yanında mı?”
Ben dedim: “Evet.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Oku!” Ben dedim: “Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vefat ettiği gece Ali’ye (minhusselam), “Ey Hasan’ın babası, bana kağıt ve mürekkep getir” dedi ve vasiyetini şuraya gelene kadar dikte ettirdi ve dedi:
“Ya Ali, benden sonra 12 İmam olacak, onlardan sonra da 12 Mehdi. Sen, ey Ali, 12 İmam’ın ilkisin. Allah seni Kendi semasında, Ali Murtaza, Müminlerin Emiri, Sıddık’ul Ekber, Faruk’ul Azam, Memun ve Mehdi adlarıyla isimlendirmiştir. Bu isimlerin senden başka kimseye atfedilmesi doğru değildir. Ey Ali, sen benim Ehli-Beytim ve kadınlarım üzerine, onlar hayattayken ve ölüyken Vasimsin. Kimi tutarsan, yarın beni bulur ve kimi boşarsan, ben ondan beri olurum. Kıyamette ne ben onu görürüm, ne de o beni. Ve sen benden sonra ümmetime Halifem’sin. Eğer vefat zamanın yetişirse, bunu hayırsever, çok bağışlayan oğlum Hasan’a teslim et. Onun vefat zamanı yetişirse, onu oğlum Zeki, Şehit, Maktul Hüseyin’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu oğluna, ibadet edenlerin Seyidi, alnı kabarlı Ali’ye teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu, oğlu Muhammed Bakır’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu, oğlu Cafer-i Sadık’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı geldiğinde, onu oğlu Musa Kazım’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı geldiğinde, onu oğlu Ali Rıza’ya teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu oğluna, Emin ve Taki olan Muhammed’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı gelirse, onu oğlu Ali Nasih’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı gelirse, onu oğlu Hasan Fazıl’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, bunu oğluna, Al-i Muhammed’in Mustahfazı (Emanetçisi) olan Muhammed’e teslim etsin. Bunlar 12 İmam’dır. Ve ondan sonra, 12 Mehdi olacaktır. (Onun da vefat zamanı gelirse) o da onu oğluna, yakın olanların ilkine teslim etsin. Onun üç adı vardır; bir adı benim ve babamın adı gibi, Abdullah; Ahmed, üçüncü isim de El-Mehdi’dir. O, müminlerin ilkidir.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Son cümleye başından itibaren bak.” Dedim ki: “Abdullah, Ahmed, El-Mehdi’ni mi kastediyorsun?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, kendine neden adının ilk olduğunu sordun mu?”
Dedim ki: “Bunu daha önce başkalarının sorduğunu duydum. Ve bunun bir hata olduğunu ve orijinal Vasiyette Ahmed, Abdullah, El-Mehdi yazdığını düşünüyordum. Aslında üzerinde pek düşünmedim.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu bir hata değildir.” Dedim ki: “Ama bu demek oluyor ki ben Mehdilerin birincisiyim, sen Mehdilerin ikincisi misin?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Artık sen en öndesin. Hatırlıyor musun, bana bir keresinde Âdem’in (aleyhisselam) sana Vasiyetten bahsettiğini söylemiştin?”
Dedim ki: “Evet, içinde bir süpriz olduğundan bahsetti, biri diğerinden önce gelecek.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Bunu kastetmiştir.” Dedim ki: “Ama sen 12. İmam, İmam Mehdi’nin (aleyhisselam) vasisi değil misin?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet ve işte buradayım, onun vasisi olarak.” Dedim ki: “Ben de senin vasinim ama sen benden sonra mısın?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet ve aynı zamanda senden önceyim.” Dedim ki: “Nasıl benden önce ve benden sonra oluyorsun?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Artık insanlar Ahmed’in, Muhammed’in vasisi olduğunu biliyorlar ve bilmeye devam edecekler.” Ben dedim: “Evet.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Fakat insanlarla yüzleşen kimdir? O, sensin!” Dedim ki: “Aha! Yani, kastettiğin şu ki, Ahmed, Muhammed’in (O’na ve
Ailesine Selâm Olsun) vasisi ve Abdullah, Ahmed’in vasisidir ama o, Ahmed’den önce ölür, Harun’un Musa’dan önce öldüğü gibi ve sonra El-Mehdi senin vasin olur, Harun’un ölümünden sonra Yuşa’nın Musa’ya vasi olması gibi, böyle mi?”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, hemen hemen böyle, tek fark Abdullah’ın Ahmed’den sonra kalması, ondan önce ölmemesidir, yani vücudun biyolojik ölümünü kastediyorum.”
Dedim ki: “O zaman sen Mehdilerin ilkisin ve sen ölüyorsun, ben de Mehdilerin ikincisiyim ve benden sonra El-Mehdi var ama aynı zamanda ben senden önceyim ve insanların karşısına çıkıyorum?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Aferin!” Dedim ki: “Yani bu andan benim vefatıma, yani senin vefatından sonrasına kadar, insanların karşısında en önde olan ben miyim?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Ben onlara göründükten sonra bile her zaman yanlarında olmayacağım.” Ben dedim: “Neden babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Ben ancak bir süreliğine ortalıkta görüneceğim ve sonra insanların gözünden kaybolacağım.” Dedim ki: “Nedeni nedir?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Oğlum, insanların benim varlığıma alışmasını istemiyorum ve sebebi şu ki, yeryüzünü sana hazırlıyorum.” Ben dedim: “Benim için mi?!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, bir süreliğine zuhurum senin makamına kuvvet vermek içindir, fakat şeref, izzet ve hürmet sana ve davamıza kalacaktır.”
Dedim ki: “Ama neden dünyayı kendin için değil de benim için hazırlıyorsun? Sen dünyanın Efendisisin.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Sonra anlayacaksın, müsterih ol oğlum.”
Dedim ki: “Ne diyeceğimi bilmiyorum.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hiçbir şey söyleme. Senin, baban ve efendin için ne anlam taşıdığını anlayacaksın.” Ağladım ve “Teşekkür ederim babacığım” dedim. İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah seni mübarek kılsın oğlum ve herkese tek tek selamımı ilet ve onlara söyle ki, ben herkesi affediyor, bütün günahlarını siliyor ve herkesi annesinden doğduğu gün gibi pirüpak yapıyorum, artık onların kayda alınacak bir günahı yok. Hepsini, herkesi, her insanı affediyorum. Benim önümde hepsi günahlarından arınmıştır. Hepsine haber verdikten sonra filancaya hatasını söyle. Ve ona de ki, bizi ve Ahmed El-Hasan’ı aldatmaya çalıştığını zaten biliyorduk ama ne yazık ki kendinden başkasını kandıramadı. Onu affettiğimi söyle.”
Dedim ki: “Allah, Muhammed ve Al-i Muhammed’e, İmamlara ve Mehdilere salat ve selam etsin! Teşekkür ederim, ey merhametli ve cömert olan kimse! Senin sözlerinle tüylerim diken diken oldu. Gerçekten de o, kendisinden başka kimseyi kandırmadı. Teşekkür ederim babacığım.”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Oğlum, bu mağfiretten sonra kimsenin kusurunu ne kadar küçük olursa olsun gündeme getirmeni istemiyorum. Onları Allah yolunda kardeş yap, kadınlar kadınlara, erkekler de erkeklere sarılsın, her biri kalbiyle ve diliyle birbirine mağfiret ve sevgisini beyan etsin. Ve herkes bilsin ki, Allah kalplerde olanı görür ve işitir. İyi geceler canım oğlum. Daima ve ebediyen Allah’ın emaneti ve himayesi altında ol.”
Dedim ki: “Allah’ın emanet ve himayesi altında ol, sevgili Babacığım.”
Al-i Muhammedin Kâimi
Bir gün İmam (minhusselam) bana dedi ki: “Al-i Muhammedin Kâimi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) kimdir?”
Dedim ki: “Sen, Ahmed El-Hasan.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır. Yanılıyorsun.” Dedim ki: “Kim o zaman?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “O başka birisidir. Dünyevi adı A harfiyle başlar. Annesi Romalıdır ve Harun Sadık (aleyhisselam) adında bir oğlu var.”
Dedim ki: “Ben mi?!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Al-i Muhammedin Kâimi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Abdullah’tır. Ahmed El-Hasan’ın oğlu Yusuf.” Ben ağlamaya başladım. İmam (minhusselam) buyurdu: “Al-i Muhammed’in Kâimi sensin, oğlum.” Dedim ki: “Ama sen değil miydin Babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Ne zaman? Ben sadece görünürdeydim. Bu, Kufe’de okuyacağım konulardan biridir ve insanlar ondan kaçacaktır, bu onun küçük bir parçasıdır. Şimdiye kadar bunu hissetmedin mi?”
Dedim ki: “Bana söylediklerin dışında Al-i Muhammedin Kâimi olduğum hiç aklımdan geçmedi. Hep sen olduğunu düşünmüşüm.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Sen benim azizim ve gözümün nurusun, fakat sana benden önce hükmedeceğini söylediğimde bunu bilmeliydin. Abdullah, Ahmed, El-Mehdi.”
Ehl-i Beyt’in rivayetleri, Al-i Muhammedin Kâimi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) Ahmed El-Hasan’ın oğlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İmam Bakır (minhusselam) şöyle buyurdu: İmran oğlu Musa, Tevrat’a baktı ve Al-i Muhammedin Kâimi’ne iktidar ve faziletten ne verileceğini okudu, bunun üzerine: “Rabbim, beni Al-i Muhammedin Kâimi yap” dedi. Ona “O, Ahmed’in oğullarındandır” denildi ve Tevrat’ın ikinci kitabına baktı ve aynısını buldu ve daha önce söylediklerinin aynısını söyledi ve ona, Allah’ın daha önce söylediği aynı şey söylendi. Sonra Tevrat’ın üçüncü kitabına bakıp aynısını gördü ve aynısını söyledi, Allah tarafından da ona aynısı söylendi (Kâim Ahmed’in oğludur).” Kâim’in zuhur edeceği yaştan bahseden çeşitli rivayetler de vardır: “… O, 32 yaşında muvaffak bir genç olarak zuhur eder.” Ben İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) tarafından ilk atandığımda, Vasiyeti alenen iddia ettiğimde, Babamdan bir atama mektubu ile ortaya çıktığımda ve onun vasisi olarak isimlendirildiğimde 32 yaşındaydım ve bu, 2015 yılında gerçekleşti. Kral Abdullah’ın vefatından sonra, tıpkı İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) yaptığı gibi halka göründüm. Rivayetler de Kral Abdullah’ın vefatından sonra hem Hüccet’in hem de Kâim’in ortaya çıkacağını belirtiyor: “…Bana onun ölüm müjdesini verin, ben de size Hüccetin (İmam Mehdi’nin) zuhur müjdesini vereyim…”Ve diğer rivayette şöyle denilmiştir: “Kim bana Abdullah’ın ölümünü teyit ederse, ben de ona Kâim’i teyit ederim.” Ve ben, vasiyeti iddia eden ve onu insanlara karşı delil olarak kullanan kimseyim, tıpkı Babamın benden önce yaptığı gibi: “…O kendisi bu meseleyi sizlere karşı delil olarak kullanmadıkça ve sizleri ona davet etmedikçe, bu mesele asla gerçekleşmeyecektir.”
Kâim’in Hükmünde İlahi Tedbir
Biri sorabilir ki, öyleyse İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) kitaplarında neden Kâim olduğunu ima etmiştir? Bu sorunun pek çok yanıtı var, bazılarını şimdilik belirtmeyeceğiz, çünkü tüm sırları açıklamanın zamanı henüz gelmedi ama size bir neden vereceğim. Adem’in (aleyhisselam) zamanından günümüze kadar, yeryüzünde her zaman ilahi olarak tayin edilmiş bir hükümdar mevcut olmuştur. Adem’in (aleyhisselam) zamanından beri, Kabil’in oğulları olan İblis’in oğulları (Allah’ın laneti onların üzerine olsun), ilahi olarak atanmış hükümdarları zehirlemek, hapsetmek ve/veya öldürmek için her zaman komplo kurmuş ve planlar yapmışlardır. Ademoğulları yeryüzünde her zaman zulme maruz kalmışlardır ve bu nedenle Allah, müminleri özgürleştirecek ve İlahi Adalet Devleti kuracak bir Kâim vaat etmiştir.
Kabil’in çocukları her zaman gelecek bir Kurtarıcının farkında olduklarından, İbrâhim (aleyhisselam) doğduğunda, Nemrut, Nuh Ailesinden (aleyhisselam) bu Kurtarıcı’yı öldürmeyi planlamıştı. Musa doğduğunda, Firavun, İsrail’in Kâimi’ni veya Kurtarıcısı’nı öldürmek amacıyla İbraniler’den doğmak üzere her erkek çocuğun öldürülmesini emretti. İsa Beytlehem’de doğduğunda ve yıldızı Doğu’da görüldüğünde, Yahudiye Kralı Hirodes onun kıyamını önlemek için masumların kılıçtan geçirilmesini emretti. On ikinci İmam’ın doğumu, onu öldürmek ve kıyamını engellemek için aktif olarak onu arayan Abbasi Halifesi Mu’tamid’den gizlendi.
İblis oğullarının tek bir amacı olduğu açıktır: Allah’ın Halifesinin kıyamını ve İlahi Adalet Devletinin kurulmasını engellemek. Dolayısıyla hem korunma aracı olarak hem de müminleri imanlarında imtihan etmek için Allah’ın düşmanlarını biraz şaşırtmak ilahi takdirin bir parçasıdır. İmam Cafer-i Sadık (minhusselam) şöyle buyurmuştur: “Size bizden bir adam hakkında bir şey söylersek, onda değil de oğlunda, ya da oğlunun oğlunda çıkarsa, inkar etmeyin.” Kur’an-ı Kerim’de Hz. İmran’a (aleyhisselam) Mesih’in babası olacağına dair bir söz verildi; ancak kendisine bir kız çocuğu – Meryem (aleyhisselam) – verildiğinde, Allah’ın, planını değiştirdiğini düşündü ve hayal kırıklığına uğradı. Allah’ın vaadi doğruydu, İmran’ın çocuğu hakkında bir şeyler söylemişti ama bu Meyrem ile ilgili değil, Meryem’in oğluyla ilgiliydi. Allah’ın vaadi, Meryem aracılığıyla, oğlu İsa’nın (aleyhisselam) dünyaya gelmesi şeklinde gerçekleşti. İsa’nın (aleyhisselam) görünürde çarmıha gerilmesinde olduğu gibi, Allah’ın menfaatlerini korumak ve Allah’ın planlarını gerçekleştirmek için insanlar bir şeye inandırıldılar. İsa’nın (aleyhisselam) bir amacı gerçekleştirmesi için çarmıha gerildiğine inandırıldılar.
Görünen belirsizlik, tedbir gereğidir ve Allah, yeryüzündeki Hücceti aracılığıyla kesin olarak açıklığa kavuşacağına karar verene kadar, tamamen açık olmayan daha yüksek bir amaca hizmet eder. Böylece bir dönem Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) Kâim ve İsa’nın Benzeri olduğu düşünüldü, fakat durum böyle değildir, bu yalnızca Allah’ın, imanlarında sabit olanları imtihan etmesi ve onları şüpheye düşenlerden ayırması için, ayrıca Allah’ın menfaatlerini ve O’nun planını korumak içindi. İlâhî tedbir, hem düşmanlara karşı bir koruma hem de müminler için bir imtihandır. Yeşaya kitabında şöyle geçiyor: “Çünkü benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız benim yollarım değil” diyor RAB. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım da sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir.”
Bir başka açıklama da, aslında Ahmed ve Abdullah’ın ikisinin de Kâim olarak kabul edilebileceğidir, çünkü Abdullah’ın ruhu, Ahmed’in ruhunun bir kopyasıdır. Ancak cismani şekilde Kâim olarak hüküm sürecek olan kişi Abdullah’tır. Müslümanların çoğu, Mehdi’nin adının Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ve O’nun babasının adına benzeyen bir isim olacağını iddia eder. Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) adı Muhammed, babasının adı da Abdullah’tı. Bunlar iki isimdir, iki isim ise iki kişidir ve iki kişi Ahmed El-Hasan ve Abdullah Haşim’dir. Ben Ahmed’im ve Ahmed Abdullah’tır.
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “İnsanlar neden Salih Kul karakterinin Hızır olduğunu söylediler? O, Hızır mı yoksa Salih Kul mu?”
İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Muhakkak ki, ikisi de O’dur.” Dedim ki: “O zaman oradaki kimdi? Ben mi sen mi? Daha önce bana, Salih Kulun kendin olduğunu söyledin, şimdi o, Hızır’dır dedin ve Hızır’ın Yeremya Peygamber olduğunu söyledin. Ama Yeremya, İsrail peygamberlerinden bir peygamber değil miydi ve Musa’dan (aleyhisselam) çok sonra gelmedi mi?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Seni rahatlatacağım, defalarca söyledim, ben senim, sen de ben, sen bendensin ve sen benim bir parçamsın, bu parça bana ait olan her şeyi benimle paylaşıyor, çünkü o, ‘ben’im ve o, ‘ben’dendir.”