"Enter"a basıp içeriğe geçin

33. İlahi Adalet Devleti – Bilgenin Gayesi

“Andolsun, Zikir’den sonra Zebûr’da da, ‘Yere muhakkak benim salih kullarım varis olacaktır’ diye yazmıştık”

Dinin tüm temeli, Allah tarafından atanan Hükümdar’a itaat üzerine kuruludur ve tüm din, Allah tarafından atanan bu yöneticinin, sadık, fakir, zayıf ve mazlumların dünyaya varis olmalarını sağlaması ile ilgilidir. Yeryüzünde adaleti, eşitliği, barışı ve refahı ancak bu yönetici ya da hükümdar tesis edebilecektir. Dünyayı Allah tarafından atanan bu hükümdarın yönetmesi, Allah’ın yönetmesine eşittir, çünkü Allah, iradesini bu hükümdarın kalbine yerleştirir ve hükümdar mahlukat içinde Allah’ın temsilcisi, Allah’ın dili ve Allah’ın elidir. Her kim zamanının hükümdarını tanımadan ölürse, cehalet ölümüyle ölmüş olur. Zamanın hükümdarına biat etmek ve İlâhi Adalet Devletine hizmet etmek farzdır, tıpkı Âdem’in (aleyhisselam) bir hükümdar olduğu ve meleklerin ona secde edip itaat etmeleri gerektiği gibi ve tıpkı Dâvud’un (aleyhisselam) bir hükümdar, Süleyman (aleyhisselam), İskender (aleyhisselam) ve Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) – hepsinin birer hükümdar olduğu gibi, her mümin de ilâhî olarak atanan elçiyi kendi zamanında bir hükümdar olarak kabul etmeli ve sadece dini bir rehber olarak görmemelidir.

İlâhi bir Elçi ve Halifenin üç şey [Allah tarafından atanmış bir vasi olarak selef(ler)inin vasiyetinde isminin zikredilmesi suretiyle ilahî atama, Allah’tan ilham edilmiş ilim ve Elçinin, insanların değil de Allah’ın Hakimiyetine çağırması] ile nasıl tanındığını daha önce anlatmıştık. Zerdüşt, Kiros, Sokrates ve Platon (Onlara Selam Olsun) gibi peygamberler de dahil olmak üzere, ilâhî veraset, Adem’den Muhammed’e (Onlara Selam Olsun) kadar bu modeli izlemiştir. Platon’un Devlet’inden Zerdüşt’ün öğretilerine kadar, hükümdarların ilâhî hakkının kökleri, olgun etik zekaya ve Kutsal Ruh’un rehberliğine dayanıyordu. Zerdüştiler, Kutsal Ruh (Khvarenah) Allah tarafından atanan hükümdarı terk ederse, düşeceklerine inanıyorlardı. Bencillik üzerine kurulu demokratik seçimlerle ve cahil kitlelerin tercihi ile, İlahi Adalet Devleti asla tesis edilmeyecektir. Kur’an şöyle buyuruyor: “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar.” Tarih, yozlaşmış seçkinlerin, hizmet ettiklerini iddia ettikleri insanlar pahasına kötü çıkarlarını ilerletmek için demokrasiyi nasıl kullandıklarını göstermiştir.

Kaim’in Yönetim Şekli

Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “Babacığım, İmamlar (Selam Onlardandır) söylüyorlar ki, Kaim Adem’in hükmüyle hükmeder, Dâvud ve Süleyman’ın hükmüyle hükmeder, İbrâhim’in hükmüyle hükmeder ve Muhammed’in (Onlara Selam Olsun) hükmüyle hükmeder ve insanlar Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) hükmü dışında her türlü hükme itiraz edeceklerdir. Adem’in (aleyhisselam) hükmü nedir?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Şüphesiz Âdem (aleyhisselam), yeryüzündeki ilk hükümdardı, Dâvud ve Süleyman’ın (Onlara Selam Olsun) hükmünü biliyorsundur.”

Dedim ki: “Evet, Kutsal Ruh’tan ilham alarak delil göstermeden yargılıyor.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “İbrâhim’in (aleyhisselam) hükmünü de biliyorsun ve onlar kabul etmiyorlar.”

Dedim ki: “Onun hükmü nedir?” İmam (minhusselam) buyurdu: “İbrâhim (aleyhisselam), o zamanın putlarını ve inançlarını yıkmaya kararlıydı ve bundan asla taviz vermezdi.” Dedim ki: “Evet, halk bunu kabul etmeyecek.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) hükmüne gelince, onu kabul ediyorlar, çünkü insanların çoğu bu dine inanıyor ve Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) adı onları rahatlatıyor ama bu durumda insanları [o hüküm ile] hoşnut etmek bir amaç için olacak ve kalıcı olmayacak. Yalnızca onlar meseleyi kavrayıp alışana kadar olacak ve sonra hüküm, ancak bütün ve eksiksiz hak ile olacaktır.”

Gördüğümüz gibi Kaim, Adem (aleyhisselam) gibi bir hükümdar olarak hüküm sürecektir. O, ömrünün sonuna kadar hüküm sürecek ve ne seçim olacak, ne de hayatı boyunca hüküm sürmek üzere yükselecek başka adaylar olacak, çünkü o, Allah tarafından atanmıştır ve onu görevinden ancak Allah alabilir. O, mutlak hükümdardır. Masum olduğu için Allah’ın kalbine koyduklarına göre hüküm verecek ve Kutsal Ruh’un ilhamıyla Dâvud ve Süleyman’ın (Onlara Selam Olsun) hükmüyle hüküm verecektir. İlahi olarak atanmış hükümdarın sözleri, eylemleri ve yargıları, Allah’ın sözleri, eylemleri ve yargılarıdır, çünkü o yalnızca Allah’ın iradesinin bir tercümanıdır. Kaim, İlahi Adalet Devletinin başlangıcında kısaca Altıncı Ahit fıkhıyla hükmedecek olsa da tüm batıl inançları ve dinleri yok edecek ve tüm hakikati uygulayacaktır.

Devletimiz

İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “İlahi Adalet Devleti sonsuza kadar sürecek mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “İlahi Adalet Devleti sonsuza kadar sürmeyecektir.”

Dedim ki: “Devletimizin bir pasaportu olacak mı?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Gün gelecek ki bizim pasaportumuz – İlâhi Adalet Devleti’nin pasaportu – bütün yeryüzünün en geçerli pasaportu olacaktır, ondan birkaç yıl sonra da dünyadaki bütün pasaportlar eskimiş olacaktır.”

Dedim ki: “Sübhanallah! O ne renk olacak, Babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Sarı ve siyah, mübarek Bayrağımızın renkleri.”

Dedim ki: “Ve şimdikinden farklı olarak İlâhi Adalet Devletinde vatandaşlık inanca dayalı olacaktır, doğru mu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Kesinlikle. Yeryüzünün her yerinden müminlerin hepsi, İlahi Adalet Devletinin vatandaşlarıdır. [Onlar eşit olacaklar], Yüce Allah’a, İlâhi Adalet Devletine ve bize olan iman dışında; renk, görünüm, dil ve hiçbir şeye aidiyet ayrımı yapılmayacaktır.”

Dedim ki: “Babacığım, bu, günün birinde dünyadaki bütün ülkelerin İlahi Adalet Devletini tanıyacağı ve başka ülkelerle ilişkilerin olacağı anlamına mı geliyor?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet oğlum.” Dedim ki: “İlahi Adalet Devletine en son girecek ülke hangisi olacak?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “İngiltere.” Dedim ki: “Sübhanallah! Amerika, İlahi Adalet Devletine ondan önce mi girecek?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Amerika ondan kısa bir süre önce girecek.”

Para Birimi ve Finansal Sistem

Dedim ki: “İlahi Adalet Devletinde para birimimiz ne olacak?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Altın, gümüş ya da takas olacaktır.” Dedim ki: “Sübhanallah!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Başlangıçta altın ve gümüş olacak, ileride istikrardan sonra takas olacaktır.” Dedim ki: “Takas derken ne demek istiyorsun?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Ben sana buğday veririm, sen bana et verirsin; ben sana elbise veririm, sen bana ekmek ve benzeri şeyler verirsin.” Dedim ki: “Vay be! Altını değersiz yapacağından dolayı mı?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Değeri toz kadar olacaktır. Yeryüzü ucuz hazinelerle ya da tabiri caizse Âdem oğullarının gözünde değeri olmayan kaynaklarla doludur. Bu kum, çölün kumu, yeryüzündeki hiçbir hazinenin veya servetin eşi benzeri olmadığı bir değerdedir. Bir avuç dolusu binlerce (dolar) eder.”

Dedim ki: “Sübhanallah! Bundaki sır nedir?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Kumu altına çevirebilecek küçük bir kimya denklemi var oğlum.” Dedim ki: “Sübhanallah! Dünya tamamen değişecek!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Paranın, altının ve bunların dışındakilerin o devirde bir değeri olmayacaktır ve insanlar bunları umursamayacaklar.”

Dedim ki: “Yani herkes rahat edecek ve Allah’a ibadet mi edecek?” İmam (minhusselam) buyurdu: “O dönemde ne muhtaç, ne de aç kalacaktır.” İlahi Adalet Devletinde insanların kullandığı para ne kağıt ne de elektronik para olacaktır. Kağıt para ve elektronik para bir aldatmacadır. Kağıt paranın bir değeri yoktur ve kanıtı paranın kendisindedir. Dünyadaki hemen hemen tüm para birimlerinde, “Hamiline ödeyeceğime söz veriyorum” veya “Bu bono tüm borçların yasal ödemesidir” veya “Talebi üzerine hamiline ödeyeceğim” gibi ifadeler bulacaksınız (Resim 2), çünkü kağıdın kendisi bir ödeme senedinden başka bir şey değildir, elle yazılmış bir sözleşme gibi borcu tanıyan bir senet. Bankalar uzun zaman önce insanları, tüm altın ve gümüşlerini bankalara yatırmaya ve bunun yerine taşıması daha hafif ve ticareti daha kolay olduğu için banka tarafından düzenlenen bu borç senetlerini taşımaya ikna etti. Örneğin biri başkasına beş altın borç verdiğinde, kendisine borçlu olan kişiden bir senet alıp bankada bozdurabilirdi. Banka, kişiye banknotun değerindeki altını verecekti. Yani değer, kağıdın kendisinde değil, altın ve gümüştedir. Bankalar daha sonra altın ve gümüş olarak sahip olduklarından daha fazla kağıt banknot basmaya başladılar. Bu da enflasyona yol açtı. Bu yüzden uzun zaman önce bir insan 500 dolara ev alabiliyorduysa, bugün aynı evi almak için yüzbinlerce dolara ihtiyacı var. Zamanla, bankalar insanlara bu banknotların değerini destekleyen altınları vermeyi bıraktı ve insanlar bunu talep etmeği bıraktı.

Bankacılar zenginleşti ve dünyayı kontrol etti, oysa geri kalan insanlar daha da fakirleşti ve köle oldu. İlâhi Adalet Devletinde İmam (minhusselam) ancak altın ve gümüş gibi değeri olan şeyleri para birimi olarak kullanacak ve itibari borç paralarını reddedecek, sonra İmam (minhusselam) altının ve gümüşün değerini hepten ortadan kaldıracak ve herkesin katkıda bulunmak için bir iş yaptığı, tüm mal ve hizmetlerin ücretsiz olduğu bir toplum yaratacaktır. Tesisatçı, toplumu iyileştirmek ve ona hizmet etmek için çalışır ve ihtiyaç duyduğu her şeye ücretsiz olarak erişebilir. Doktor da üzerine düşeni yapar ve oduncu, mühendis, öğretmen veya itfaiyeci de öyle. Kimsenin para peşinde koşmaması gereken, çünkü paranın hiçbir değerinin olmadığı, herkesin her şeye hakkı olduğu ve herkesin para için değil, insanlığa katkıda bulunma onuru için çalıştığı bir toplum. O zamanın insanları, hırs ile, benlik ve dünya sevgisi ile değil, ülke ve insanlık onuru ve sevgisi ile motive olacaklardır.

Bedava Enerji

İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim: “Yıldızlar eski insanlar için neden bu kadar önemliydi?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Televizyonunuz var mı?”

Dedim ki: “Yıldızların televizyonla ilişkisi nedir ki?” Düşünmeyi bıraktım ve İmam (minhusselam) sustu. Aniden haykırdım: “Aha! Yıldızlar bilgi yayınlamak için mi kullanılıyor?!”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Akıllısın oğlum, zekanı sınamak istedim.”

Dedim ki: “Sübhanallah! Öyleyse onlar uydular gibi mi çalışıyor?” İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, bilakis onlar çok daha iyi ve çok daha hızlıdırlar. İnşallah bu ilmi devletimizde kullanacağız.” Dedim ki: “Yayınlanmakta olan bilgiyi almak için kullanılan alıcı nedir?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Yayını almanın yolları var.” Dedim ki: “Lütfen biraz daha aydınlat Babacığım.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Örneğin, bugün uydu sinyallerini almak için kullanılan alıcılar aracılığıyla. Üzerinde basit değişiklikler yapabilirsiniz.”

Dedim ki: “Ya sonra? Sinyal televizyon ekranında mı belirecek? Görüntü mü, kelimeler mi, ses mi, yoksa ne?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet ve bu, yayın şirketlerini tamamen iflas ettirecektir. Onları ekonomik olarak vuracağız. Yıldızlar aracılığıyla bu dünyadan yayılan sesleri alabilirsin, örneğin, Hz. Adem’in (aleyhisselam) sesini veya Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) sesini.”

Dedim ki: “Aha! Yani tüm geçmişi görebilir miyiz yoksa sadece ses mi? Geçmişten görüntüleri görebilir miyiz?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Video ve görüntüler yayınlanabilir ve bu görüntüler TV kanalları tarafından (yıldızlara doğru) gönderildiğinde, onu yıldızlardan veya uzaydan alabiliriz.”

Dedim ki: “Evet, yani geçmişle ilgili olarak sadece sesi mi duyabiliriz?” İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet.”

Dedim ki: “Bu çok büyük bir mesele.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bunu, uydu kanallarının artık uydu şirketlerine ücret ödemek zorunda olmadığı yerlere yapacağız, onlar da uydu şirketlerine üye olmadan sinyallerini yayınlayabilecekler.”

Dedim ki: “Sübhanallah!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bir şey daha var. Petrol ve enerjinin bir değeri kalmayacak, çünkü denizlerin tuzlu suları en büyük enerji kaynağıdır, denizlerin tuzlu suları petrolün yerini alacak ve çevreyi kirletmeyecek.”

Dedim ki: “Sen bu şirketler için dünyanın en tehlikeli adamı olacaksın.”

İlahi Adalet Devletinde Din Özgürlüğü

Dedim ki: “Bize inanmayan insanlar devletimizde dinlerini yaşama özgürlüğüne sahip olacaklar mı?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Anayasamız, dinimizin peygamberler ve halifeler arasında ayrım yapmadığını ve barış dini olduğunu bildirmektedir.”

Kaim, Tevrat ehlini Tevrat’larıyla, İncil ehlini İncil’leri ile, Kur’an ehlini de Kur’an’ları ile yönetecektir. Her inançlı insan, kendi inancına ve kitabına göre yargılanır.

İlahi Adalet Devletinin Resmi Dili

İlahi Adalet Devletinde tüm dillere değer verilecek ve onlar hoşgörüyle karşılanacaktır. Bunun yanı sıra, Devletin resmi bir dili de olmalıdır. Daha önce Bab 20’de İmam’ın (minhusselam) 2050 yılına kadar tüm dünyanın gezegendeki en kolay dil olan İngilizceyi konuşacağını belirttiğinden bahsetmiştik. Bu, İlahi Adalet Devletindeki resmi dilin de İngilizce olacağı anlamına gelir.

İlahi Adalet Devletinde Ölüm ve Hastalık

İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “İlahi Adalet Devletinde tıp, insanların ölümü ve hastalığı yeneceği noktaya kadar ilerleyecektir.”

Dedim ki: “Yani artık kimse ölmeyecek ve insanlar sonsuza kadar yaşayacaklar mı?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Onlar yine ölecekler ama yaşlılıktan ya da hastalıklardan değil, bütün hastalıklara şifa verilecek ve insanlar artık yaşlılıktan ölmeyecekler, çünkü yaşlanma engellenecektir. İnsanlar yine de doğal kazalardan ya da birileri onları öldürdüyse ölecekler.”

Önemli Rol Oynayan Ülkeler

Dedim ki: “Babacığım, bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Birinci Mehdi’nin hayatında bütün yeryüzü mü İlâhi Adalet Devletinde olacak yoksa bir kısmı mı? Ve sonra on ikinci Mehdi’nin saltanatı ile de tamamlanacak mı?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, onun bir parçası olacak ve dünyanın tam kontrolü bu adamın bayrağı altında olacaktır.” Ve henüz birkaç aylık yeni doğmuş bir erkek çocuğuna – Muhammed bin Zehra’ya (aleyhisselam) işaret etti.

Dedim ki: “Ve Hicaz, dünyada İlahi Adalet Devletine ilk katılan ülkelerden biri mi olacak?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Bunda hiç şüphe yok oğlum.” Dedim ki: “Kıyam’da önemli rol oynayacak ülkeler hangileridir?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hicaz, Irak, Mısır, Almanya, İsveç, Rey toprakları, Türkiye ve diğer bazı ülkeler.”

Mehdi Gezegenin Sahibidir

Bazı peygamberler, hayatları boyunca ülke yönetmişlerse de, çoğunluk bunu yapmaları gerektiği halde yapamamıştır. Allah’ın atadığı her peygamber, halkın itaat etmesi ve kendilerine hükmetmesi gereken bir hükümdardır, çünkü hükümdar Allah’ın hükmünü temsil eder. İlâhi olarak atanan hükümdar her zaman hükmetmesi için olanak sağlanmasa veya bir krallığa sahip olmasa da, ilâhî olarak atanmış elçiye itaat etmek, onu ve yalnızca onu hükümdar olarak kabul etmek, insanlar için yine de ilâhi bir yükümlülüktür. O hükümdarın Krallığı, ona itaat eden bir müminin kalbi kadar küçük olabilir ve Allah’ın atadığı hükümdara itaat, Allah’a ibadettir. Allah, Şeytan’ın bu Krallıklarını veya Şeytan tarafından atanan yahut da halk tarafından seçilen yöneticileri tanımıyor. Allah’ın tanıdığı tek hükümdar ve Krallık, Kendi atadığıdır. Hal böyle olunca, bu yazının yazıldığı sırada bizim tarafımızdan yönetilen bir toprağımız olmasa da, yine de bir devletimiz, bir halkımız, bir bayrağımız ve bir Rabbimiz vardır. Halkımız müminlerdir, devletimiz ise Kaim tarafından yönetilen müminler topluluğudur.

Bir gün İmam (minhusselam) bana şöyle dedi: “Mümin için, İlâhî Adalet Devletimizin yolunu açması, Allah’ın hüküm ve hâkimiyetinin yolunu açması yeterlidir. Mümin için, İlâhî Adalet Devletimizin yolunu açması, Allah’ın hüküm ve hâkimiyetinin yolunu açması yeterlidir. Mümin için, İlâhî Adalet Devletimizin ve Allah’ın hüküm ve hâkimiyetinin yolunu açması yeterlidir. Sevgili oğlum, biz kimseyi bir şey yapmaya zorlamıyoruz. Herkes istediğini yapmakta özgürdür ama eğer biri bağımsız hareket etmeyi seçerse, seçtiğini yapabilir, bizim için sorun değil ama bunu bizim sistemimizden, yasalarımızdan ve devletimizden uzak yapmalıdır.”

Ben dedim: “Allah’a hamd olsun.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah’a hamd olsun. Onlar, sevgili ve şerefli bir mümin olarak kalabilirler ve Allah’ın dininden çıkmazlar, çünkü biz, kendi istekleriyle çıkmak isteyenler haricinde hiç kimseyi dinden çıkarmayız.”

Burada açıkça görüyoruz ki, bir müminin İlahi Adalet Devletinin içinde veya dışında yaşama tercihi vardır ve biz kimseyi bir şey yapmaya zorlamayız. Bu nedenle, eğer bir kişi Allah tarafından atanmış Elçi ile birlikte onun toplumu içinde yaşamayı seçerse, o Elçi tarafından konulan tüm kanun ve hükümleri kabul etmelidir. Aksi takdirde, Elçi’den uzak yaşayıp mümin olarak kalabilirler ama devletimizin vatandaşı olmazlar. Burada İlahi Adalet Devletinin vatandaşlığı, yalnızca Allah’a, Devlete ve Mehdilere olan inançla değil, aynı zamanda ilâhî olarak atanan hükümdarın yasalarını ve otoritesini kabul etme ile belirlenir. Dolayısıyla İsa’nın (aleyhisselam) zamanında İsa (aleyhisselam) ile birlikte yaşayan havariler, onu sadece bir kurtarıcı olarak değil, bir hükümdar olarakta kabul etmek ve onun devletinin bir parçası olmak için ona tamamen itaat etmek zorundaydılar. Aynı durum bugün için de geçerlidir. Mehdi ile birlikte onun toplumunda yaşamak isteyenler, fiziksel olarak bir ülkenin hükümdarı olmasa bile onu bir hükümdar olarak teyit etmeli ve kanunlarını kabul etmelidirler. Aslında, ilâhî olarak atanan hükümdara, Allah tarafından tüm evren üzerinde yetki verilmiştir, çünkü o, Allah’ın varisidir, dünyayı ve üzerindeki her şeyi miras alır. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) şöyle buyurdu: “Sizin üzerinizde kendinizden daha fazla hakkım yok mu?”  Ve şöyle buyurdu: “Beni babanızdan, çocuklarınızdan ve tüm insanlıktan daha çok sevmedikçe hiçbiriniz iman etmiş olmazsınız.”  İsa (aleyhisselam) da şöyle buyurdu: “Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.”  İlahi olarak atanmış hükümdar, Allah’ı temsil ettiğindendir ki, yaptığı her şey Allah’ın iradesiyle, Allah uğruna, Allah’ın mahlukatının yararına olduğu için; dünyayı ve üzerindeki her şeyi miras alır.

Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “Sana önemli bir soru sormak istiyorum, bu farazi ama yine de (sormak istiyorum), çünkü tüm dünya senin emrinde olacak ve aslında zaten de öyle; örneğin bir kimse, İlahi Adalet Devletinde bir arsa satın almak isterse, şimdiden ona satabilir miyim (ona İlahi Adalet Devletindeki o toprak parçasını ödeme vaadiyle)?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Evet, ancak bugün özel bir şahsa ait olmaması şartıyla.”

Dedim ki: “Ama bütün devlet mülkünü satmakta bir sakınca yok, değil mi (çünkü bu hükümetler Allah tarafından değil, İblis tarafından atanıyor)? Örneğin, birisi Özgürlük Anıtı’nı veya Amazon ormanından bir parçayı satın almak isterse, satabilir miyim?”

İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet.” Dedim ki: “Farazi olarak konuşursak, birinin başka bir gezegende veya Ay’da arazi satın almak istediğini varsayalım, bunu satmakta bir sorun var mı?”

İmam (minhusselam) buyurdu ki: “Hayır, bir mahzuru yoktur ama sakın bana gerçekten bunu yapmayı düşündüğünü söyleme.”

Dedim ki: “Hayır, ama sadece bilmek istedim.” Görüldüğü gibi, ihtiyacına göre ve kendi emeğiyle mal sahibi olan şahıslar, o arazilere veya mülklere meşru olarak sahip oldukları halde, İblis’in atadığı açgözlü şirketler ve gayrimeşru hükümetler gaspçı sayılır ve mülkiyet üzerinde hiçbir tasarrufları yoktur.

Anti-İlahi Adalet Devletleri

İlahi Adalet Devleti ile, İsrail gibi bir Yahudi devleti veya Vatikan gibi bir Hristiyan devlet veya İran gibi bir Müslüman devlet arasında ne fark vardır? Bütün bu devletler dini devletlerdir ve ülke inşa edilirken temel dinamik dindir. İsrail, bir Yahudi devleti olduğu, Yahudilerin bu topraklar üzerinde hak sahibi oldukları ve Allah tarafından onlara vadedildiği fikri üzerine kurulmuştur. Vatikan, papa ve kilisenin en yüksek yönetici olduğu ve Hristiyan hukukunun ülkeye hakim olduğu fikri üzerine kurulmuş bir Hristiyan devletidir. Sözde İran İslam Cumhuriyeti de dini bir devlettir, dini lider (Veliyyi Fakih) ve İslam hukukunun ülkeyi yönettiği fikri üzerine kurulmuştur.

İsrail devleti ile İlahi Adalet Devleti arasındaki temel fark; sözde İsrail devletinin, yöneticilerinin seçildiği ve Allah tarafından atanmadığı demokratik bir devlet olmasıdır. Bu, İsrail’in Saul, Dâvud ve Süleyman gibi hükümdarlarının Allah tarafından atandığı Tevrat’la tam bir çelişki içindedir. Onlar, beklenen Maşiyah’ın, ilâhî olarak atanmış bir lider ve tapınağı yeniden inşa ettiklerinde İsrail’e geleceğini düşündükleri kimse olduğunu düşünüyorlar. Ancak İlahi Adalet Devleti, ilâhî bir hükümdar tarafından kurulur ve Allah’ın tayin etmediği kimseler tarafından asla kurulmaz ve yönetilmez. İlahi Adalet Devletinin yasaları, Allah tarafından Knesset (İsrail devletinin yasama organı) aracılığıyla değil, O’nun Kendi atadığı Hükümdarı aracılığıyla belirlenir.

Vatikan Devleti ile İlahi Adalet Devleti arasındaki temel fark, Vatikan’ın papa tarafından yönetilmesidir. Katolikler, Papa’nın Allah tarafından atandığına ve İsa’nın Vasisi olduğuna inansalar da, durum böyle değildir. Papa, bir sonraki papanın kim olacağı konusunda düşünen oy kullanan kardinaller meclisi olan genel kurul tarafından seçilir.9 Bu yöntem, Hz. İsa’nın (aleyhisselam) vasi tayin ederken kullandığı yöntemle çelişmektedir. İsa (aleyhisselam), Simon Petrus’u (aleyhisselam) doğrudan atadı, diğer havarilerin oy kullanmasıyla değil. Öğrenciler, Allah tarafından atanmış bir halife seçmek için değil, Yahuda’nın yerine geçecek birini seçmek için kura çektiler. İsa’nın Vasileri (Onlara Selam Olsun) sadece Allah tarafından atanabilir. Yani tıpkı İsrail gibi, Vatikan devleti de öyle ya da böyle liderin insanlar tarafından seçilmesine dayanan bir devlettir.

Sözde İran İslam Cumhuriyeti ile İlahi Adalet Devleti arasındaki temel fark, önceki iki örnekle aynıdır. İsrail’de halk oy verir ve liderlerini seçer, Vatikan devletinde kardinaller liderlerini oylar ve seçer, İran’da da amelsiz alimler, ülkenin ali (dini) lideri (Veliyyi Fakih) olarak içlerinde en bilgili olduğunu düşündükleri kişiyi oylar ve seçerler. Her üç ülkede de, devlet başkanını halkın temsilcisi ve daha da önemlisi, gaybette olan ilâhî olarak atanmış Hükümdarın temsilcisi olarak görüyorlar. Dindar Yahudiler için İsrail devlet başkanı, gelecek olan Maşiyah’ın bir temsilcisidir. Katolikler için papa, İsa’nın (aleyhisselam) bir temsilcisidir. Şii Müslümanlar için Ayetullah’ül Üzma, “gizli” İmam Mehdi’nin (aleyhisselam) bir temsilcisidir. Ama her üç durumda da, Allah onlardan hiçbirini atamadı, insanlar atadı. Yani onların atanması geçersiz, hükümleri de gayrimeşrudur.

Ayrıca, bu üç devletin Allah tarafından seçilen masum bir kişi tarafından yönetilmediğine dair diğer bir kanıt, bu üç devletin gezegendeki en yozlaşmış devletlerden üçü olmasıdır. Tüm vatandaşlar için adalet ve eşitliğin olmaması, onların gerçekten de Allah’tan OLMADIĞININ kanıtıdır. Onlar, insanlığa karşı işlenen her türlü vahşet ve suçtan sorumludurlar. Modern İsrail, masum Filistinlilerin öldürülmesi ve yerlerinden edilmesi pahasına kuruldu. Vatikan’ın yerli halklara yönelik soykırım tarihi, Yahudilere ve Müslümanlara yönelik soruşturma, Haçlı seferleri, Holokost’taki suç ortaklığı ve cinsel taciz skandalları, Vatikan’ı ilâhî olmaktan uzak kılıyor. İran’ın Allah ve Ehl-i Beyt adına kendi halkına ve tüm dünyaya yaydığı terör, onu gayrimeşru kılmaktadır. Bu ülkelerin üçü de diğer diktatörleri ve tiranları onaylıyor, dünyadaki adaletsizliği ve zengin ile fakir arasındaki servet eşitsizliğini onaylıyor. İnsanlığın ihtiyaç ve sorunlarına çözüm getirmiyorlar. Bu üç devlet, onların inancına bağlı olmayan insanlara karşı ayrımcılık yapmakla da ünlüdür. Onlar Anti-İlahi Adalet Devletleri’dir.

Platon’un Devleti

Peygamberlerin hepsi, İlahi Adalet Devleti için çalışmışlar ve adaletin hakim olacağı, dünyanın adaletsizlik ve zorbalıkla dolduğu gibi, adalet ve eşitlikle dolacağı bir ‘devlet’in geleceğini hayal etmişlerdir. Böyle bir devleti hayal eden ve yazanlar, Batı medeniyetinin en parlak beyinlerinden bazılarıydı. Onlar Batı’nın en büyük peygamberlerinden ikisi Sokrates ve Platon’du (Onlara Selam Olsun). Sokrates zamanında halk adalet kavramına inanmazdı. Birinin yararına olan herhangi bir eylemi adil bir eylem ve yararına olmayan herhangi bir eylemi de adil olmayan bir eylem sayardı. Bu, onların hayata dair gözlemlediklerinden kaynaklanıyordu. Sokrates zamanında amelsiz bir alim, adaletin güçlünün avantajı olduğunu vaaz ediyordu, çünkü tiranlar adaletsiz davrandıklarında doğal olarak güç kazanıp hükümdar olurlar, adaletli davrananlar ise zayıf, cahil ve dezavantajlı hale gelirler. Dolayısıyla adalet, kişinin kendi çıkarına, egosuna uygun hareket etmesi olur. Bugün dünya hükümetlerinin işleyiş şekli budur. Hepsi, amelsiz alim Thrasymakhos’un yoluna inanıyor gibi görünüyor.

Ancak Sokrates, adaletin ve ideal ülke veya devletin gerekliliğini anlattı. Adaletin, bir şeyi hak ettiği yere koyma olduğunu iddia etti. Adaletsizlik, bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktı. Bu, İslam’da sahip olduğumuz ve Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) ve Ehl-i Beyt (Selam Onlardandır) tarafından öğretilen adaletin birebir aynı tanımıdır. Bilakis bu, bütün peygamberlerin öğrettiği adalet tanımıdır. Bu kavramı anlamak çok önemlidir, zira çoğu insan adaletin anlamını kavramıyor. Birçokları için adalet, tüm insanların her şeyden aynı payı, aynı fırsatları ve aynı şeyleri alması anlamına gelir. Ancak bu anlayış adaletsizliğe yol açar. İşte, mihenk noktası. Sokrates, insanların kendilerine göre farklı fıtratlarla yaratıldığına inanıyordu. Bu fıtratlar, her bireyin belirli bir rol veya görev için daha uygun olması anlamına gelir. Örneğin, bazı insanların fıtratı çiftçilik için en uygun olanıdır ve diğerlerinin fıtratı en çok ticaret, marangozluk, inşaat, tedavi vb. için uygundur. Fıtratları, kendilerini belirli bir şeye meylettiren ve onu ustaca yapan bu kişilere, mümkün olan en iyi sonuca varılsın diye, yapmaları için kendilerine uygun işin verilmesi adil olur. Onları başka bir alana yerleştirmek adaletsizlik olur. Bu nedenle, örneğin, doktor olmaya uygun biri, çiftçilik değil, doktorluk yapmalıdır. Doktoru çiftliğe, çiftçiyi de kliniğe yerleştirmek adaletsizlik olur. Bunun gibi, tacirliğe daha uygun birini hükümdarlık makamına yerleştirmek de adaletsizlik olur.

Sokrates, toplumun bu nedenle üç farklı kategoriye ayrılabileceğini söylemiştir.Birinci kategori üreticilerden, ikinci kategori savaşçılardan, üçüncü kategori de hükümdarlardan oluşur. Üreticiler sınıfı, toplumda belirli bir çalışma alanı için uygun olan insanları, örneğin doktorları, çiftçileri, zanaatkarları, tesisatçıları, vb.ni içerir. Savaşçılar sınıfı, toplumdaki askeri işler için ve Devleti korumak için en uygun olan insanlardan oluşur. Üçüncü ve son sınıf, fıtratı toplumu yönetmeye en uygun olan, ülkenin kanunlarının adil olmasını, ülkenin barış ve refahla dolmasını sağlayan insanlardan oluşur. Toplumun her kategorisi yalnızca kendi görevleriyle ilgilenir. Üreticiler siyasete, yasalara ve yönetime müdahale etmezler ve savaşçılar üreticilerin hayatlarına karışmazlar, sadece yasaları uygular ve devleti korurlar. Yönetici sınıf da başka hiçbir işe karışmaz. Bu nedenle, aynı zamanda iş adamı olan ve özel çıkarları olan veya dükkanları, mülkleri ve çiftlikleri olan erkek ve kadın savaşçılar veyahut yöneticiler söz konusu olamaz, aksi takdirde özel girişimleri, yaptıkları işi etkiler. Bunun gibi, siyasete karışan, lobiler kuran, ulus devletin çıkarları yerine kendi çıkarlarını koruyan yasalar çıkarmaları için yöneticileri etkilemeye çalışan çiftçi ve tüccarlar söz konusu olamaz.

Üreten sınıf, savaşçı sınıfın ve yönetici sınıfın tüm ihtiyaçlarını ücretsiz olarak sağlar. Doktorlar, savaşçı ve yönetici sınıfa sağlık hizmeti verir, çiftçiler onlara yiyecek sağlar, terzi onlara giyecek vb. şeyler sağlar. Savaşçı sınıf üretici sınıfı ve İlahi Adalet Devletini korur ve tüm hayatlarını bu özel göreve ücretsiz olarak adar. Yönetici sınıf da yaşamını halka hizmet etmeye, yasaları hazırlamaya, diğer ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmaya ve Devlet’in çıkarına olan her şeyi yapmaya adar. Yönetici sınıf ve savaşçı sınıf, Devlette hiçbir mülke sahip olmaz. Ve en önemlisi, İlahi Adalet Devletinin hükümdarı Filozof Hükümdar olarak bilinir ve ilâhî olarak atanması gerekir.

Sokrates’in Devleti’ndeki Filozof Hükümdar, ilahi fıtratı gereği onu yönetmesi için en uygun birey yapan kimsedir. Sokrates’e göre bir filozof, mutlak gerçeğin bilgisine sahip bir birey olduğu için, onun politik becerileri ve felsefi bilgisi herkesten daha fazladır, zira Filozof yönetmeye yetkilidir. Ve Allah’tan başka mutlak hakikat olmadığına göre, mutlak hakikatin mutlak bilgisine sahip olan kimse, Allah’ın Elçisi ve Vasisinden veya Allah’ın yeryüzündeki doğal olarak tayin edilmiş Hüccetinden, ya da Allah’ın atadığı masum Hükümdar’dan başkası değildir. Mutlak hakikatin mutlak bilgisine sahip olan kimse, hata yapamaz veya ulusu yanlış yönlendiremez. Bu kişi her zaman kendi yerine Allah’ı, insanlığın ihtiyaçlarını seçer. Sokrates şöyle söylemiştir: “Şehirler asla kötülüklerinden kurtulamayacak – ne de insan ırkı, inandığım gibi – ta ki Filozoflar hükümdar olana ya da bu dünyanın hükümdarları ve prensleri felsefenin ruhuna ve gücüne sahip olana kadar… ve ancak o zaman bu Devletimiz bir yaşama imkânına malik olur ve gün ışığı görür.”Filozof, ilâhî olarak atanmış bir Peygamber, İmam veya Vasidir. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bize Sokrates, Platon ve Aristo’nun hepsinin peygamberler olduğunu bildirmiştir. Platon’un Devlet’i, İlahi Adalet Devletidir. Biz, Platon’un Devlet’inin yaratılması için savaşıyoruz. Allah’ın Hükümdarı, Hükümdarın da yönetici sınıfı atadığı, savaşçı sınıfın Hükümdar’a itaati dayattığı ve devleti koruduğu, üretici sınıfın da adalet ve eşitlik içinde yaşarken ve asla hiçbir acı çekmeden, hiçbir şeyden korkmadan, zengin ve rahat bir hayatın tadını çıkararak yaşadığı bir hükümet. İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam) bir Filozof Hükümdardır, Muhammed bin Hasan El-Mehdi (O’na ve Ailesine Selâm Olsun) bir Filozof Hükümdardır ve tüm Mehdiler de öyledir.