İsa dedi: “Ve gidip yer hazırlarsam; siz de benim olduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi kendi yanıma alacağım”
İsa (aleyhisselam) arkadaşlarını o kadar çok sevdi ki, onlar için hayatını feda etti. Arkadaşlarını asla terketmezdi. Çoğu insan sadece İsa’nın (aleyhisselam) çarmıha gerilmeden sonraki kırk gün boyunca havarilerini birkaç kez ziyaret ettiğini bilir. İsa’nın (aleyhisselam) havarilerini birçok kez daha ziyaret ettiğini ve daha önce söz verdiği gibi, onları yanına almak istediğini çok az insan bilir. İsa daha önce onlara şöyle demişti: “Yüreğiniz sıkılmasın; Allaha iman edin, bana da iman edin. Babamın evinde çok meskenler vardır; olmasaydı, size derdim; çünkü size yer hazırlamaya gidiyorum. Ve gidip yer hazırlarsam; siz de benim olduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi kendi yanıma alacağım. Ben nereye gidiyorum, siz yolu bilirsiniz.”
İsa’nın (aleyhisselam) yaptığı da tam olarak budur. Onları ziyaret etmeye ve eğitmeye devam etti. Onları yanına almaya çalıştı, ama onunla gitmek istemediler. En azından çoğu. Gnostik İncil’de ‘Yakub’un Gizli Kitabı’nda mesele şöyle anlatılır:
Yakub sana yazıyor. Selamdan sana selam olsun, Sevgiden sevgi, Lütuftan lütuf, İmandan iman, Kutsal Hayattan hayat olsun! Bana ve Petrus’a Rab tarafından vahyedilen gizli bir kitap göndermemi istediğin için, seni ne reddedebilirdim ne de doğrudan seninle konuşabilirdim, ama onu İbranice harflerle yazdım ve sana – yalnızca sana gönderdim. Ancak, azizlerin kurtuluşunun bir hizmetçisi olduğun için, ciddiyetle çalış ve bu kitabı herkese anlatmamaya özen göster – Mesih’in hepimize, onun on iki öğrencisine anlatmak istemediği bu kitabı. Ama bu söylevde iman yoluyla kurtulacak olanlara ne mutlu! Şimdi, sana on ay önce Mesih’in bana açıkladığı başka bir gizli kitap gönderdim.
Fakat bana – Yakub’a açıklandığı gibi, onu bu şekilde dikkate al. Şimdi, on iki öğrenci hep birlikte aynı anda oturuyorlardı ve Mesih’in gizli veya açık her birine söylediklerini hatırlayarak, onu yazıya döküyorlardı. Ben de kitabımda olanı yazıyordum – işte, Mesih bizden ayrıldıktan sonra biz onu beklerken ortaya çıktı. Ve dirildikten beş yüz elli gün sonra ona dedik: “Bizi terkedip gittin mi?” İsa dedi: “Hayır, ama ben geldiğim yere gideceğim. Benimle gelmek istiyorsanız gelin.” Hepsi cevap verdiler ve “Bize emredersen geliriz” dediler. Dedi ki: “Size doğrusunu söylüyorum, Göklerin Krallığı’na girmek emirle olmaz, daha doğrusu siz kendinizle dolu olduğunuz için (olmaz). Yakub ve Petrus’u bana verin ki, onları doldurayım.” Ve bu ikisini çağırınca, onları bir kenara çekti ve diğerlerine, meşgalelerine devam etmelerini buyurdu.
Mesih dedi: “Merhamete ulaştınız… (Metin 7 satır eksik) O halde doldurulmayı arzulamıyor musunuz? Kalbiniz sarhoş mu? O halde ayık olmayı arzulamıyor musunuz? Öyleyse, utanın! Ve şimdi, uyanıkken ya da uyurken, İnsanoğlu’nu gördüğünüzü ve onunla konuştuğunuzu ve onu dinlediğinizi hatırlayın. İnsanoğlu’nu görenlerin vay haline! Ne mutlu İnsanı görmemiş, onunla arkadaşlık etmemiş, onunla konuşmamış ve ondan hiçbir şey dinlememiş olanlara. Hayat sizindir! Bu nedenle, bilin, saltanat sürebilmeniz için, hasta olduğunuzda o sizi iyileştirdi. Hastalıklarından dinlenmiş olanların vay haline, çünkü tekrar hastalığa yakalanacaklar! Hasta olmayan ve hastalanmadan önce dinlenmeyi bilenlere ne mutlu.
Sizinki Tanrı’nın Krallığı’dır! Bu nedenle size diyorum ki, dolu olun ve içinizdeki hiçbir yeri boş bırakmayın, çünkü Gelecek Olan sizinle alay etmeye kadirdir.” O zaman Petrus cevap verdi: “Rab, bize üç kez ‘dolu olun’ dedin, ama biz dolduk.” Rab cevap verdi ve dedi ki: “Bunun için size diyorum ki, eksilmeyesiniz diye dolu olun. Ancak eksilenler kurtulamayacak. Çünkü doluluk iyidir ve eksilme kötüdür. Bu nedenle, eksilmeniz sizin için iyidir ve diğer taraftan, sizin için doldurulmak kötüdür, dolayısıyla dolu olan da eksilir; ve eksilen, eksilen doldurulduğu gibi dolmaz. Ve dolu olan, kendi payına, yeterliliğini tamamlamaya getirir. Bu nedenle, kendinizi daha çok doldurabilmeniz için; hâlâ doldurulabilirken eksilmek ve hâlâ eksilmek mümkünken doldurulmak uygundur. Bu nedenle ruhla dolu olun, ancak zihinden yoksun olun.
Zira zihin nefstendir; ve o, nefstir.” Ben de cevap verdim ve dedim: “Ya Rab, dilersen sana itaat edebiliriz. Çünkü biz atalarımızı, annelerimizi ve köylerimizi terk ettik ve sana uyduk. Öyleyse, kötü Şeytan’ın bizi ayartmasına izin verme.” Rab cevap verdi ve şöyle dedi: “Baba’nın iradesi size hediye olarak verilmemişse ve Şeytan tarafından ayartılıyorsanız, onu yerine getirdiğinizde, ne faziletiniz olur? Fakat Şeytan tarafından ezilirseniz ve zulme uğrarsanız ve Baba’nın iradesini gerçekleştirirseniz, O’nun sizi seveceğini ve benimle eşit kılacağını ve özgür seçiminize göre O’nun takdiri aracılığıyla sizi Kendi azizleri olarak göreceğini söylüyorum. O halde bedeni sevmekten ve acılardan korkmaktan vazgeçmeyecek misiniz? Yoksa hâlâ kötü olan tarafından benim gibi haksızlığa uğramadığınızı, haksız yere suçlanmadığınızı, zindana kapatılmadığınızı, haksız yere mahkum edilmediğinizi, sebepsiz yere çarmıha gerilmediğinizi, utanç verici bir şekilde gömülmediğinizi bilmiyor musunuz? Ruhun etrafını sardığı bir duvar olduğunuz eti esirgemeye nasıl cüret edersiniz?
Dünyayı düşünürseniz, sizden önce ne kadar uzun süre var olduğunu ve sizden sonra ne kadar uzun süre var olacağını göreceksiniz, hayatınızın tek bir gün ve acılarınızın tek bir saat olduğunu göreceksiniz. Çünkü iyiler dünyaya girmeyecek. Bu nedenle ölümü küçümseyin ve yaşam için kaygılanın. Çarmıhımı ve ölümümü hatırlayın, yaşayacaksınız.” Ben de cevap verdim ve dedim ki: “Rab, bize çarmıhtan ve ölümden bahsetme, çünkü senden uzaklar.” Rab cevap verdi ve dedi: “Size doğrusunu söylüyorum, çarmıhıma inanmadıkça kimse kurtulamaz. Fakat çarmıhıma iman edenlere gelince, Tanrı’nın Krallığı onlarındır. Bu nedenle, yaşamı arayan ölülerin aradıklarının kendilerine açıklandığı gibi, ölümü arayanlar olun. Ve onları endişelendirecek ne var? Kendinizi ölüme çevirdiğinizde, size seçilmişliği bildirecektir. Size doğrusunu söyleyeyim, ölümden korkanların hiçbiri kurtulamayacak.
Çünkü Tanrı’nın Krallığı, kendilerini ölüme mahkum edenlerindir. Benden daha iyi olun; kendinizi Kutsal Ruh’un oğlu gibi yapın.” Sonra ona sordum: “Rabbimiz! Kendilerine peygamberlik etmemizi isteyenlere nasıl peygamberlik edebiliriz? Çünkü bizden bir kehanet talep eden ve bizden bir kehanet duymayı bekleyenler çoktur.” Rab cevap verdi ve dedi: “Peygamberliğin başının Yahya ile kesildiğini bilmiyor musunuz?” Ben de dedim ki: “Rabbim, kehanetin başını kesmek mümkün değil, değil mi?” Rab bana dedi ki: “Önce ‘başın’ ne olduğunu ve kehanetin baştan çıktığını öğrenin, sonra ‘başı kesildi’nin ne anlama geldiğini anlayın. İlk önce sizinle benzetmelerle konuştum ve siz anlamadınız. Şimdi ben sizinle açıkça konuşuyorum ve siz yine anlamıyorsunuz. Ama siz bana benzetmelerde bir benzetme ve açık olan şeylerde görünür oldunuz.
Zorlanmadan kurtulmak için gayretli olun. Daha doğrusu, kendi başınıza hazır olun ve mümkünse benden önce gidin. Çünkü Baba sizi böyle sevecektir. İkiyüzlülükten ve kötü düşünceden nefret edin. Çünkü ikiyüzlülüğü doğuran düşüncedir, ikiyüzlülükse gerçek olmaktan uzaktır. Göklerin Krallığı solmasın. Çünkü meyveleri etrafına dökülen bir hurma filizi gibidir. Yapraklar çıkarır, tomurcuklandığında (dökülen meyveler) hurma ağacının verimini kuruturlardı. Bu tek kökten gelen meyvelerde de böyledir; hasat zamanı, meyveler birçok hasatçı tarafından toplanır. Bu fidanları şimdi üretmek mümkün olsaydı gerçekten iyi olurdu; çünkü o zaman Krallığı bulursunuz. Madem bu zamandan önce bu şekilde yüceltildim, gitmeye can atarken neden hepiniz beni engelliyorsunuz? Benzetmeler uğruna beni on sekiz gün daha sizinle kalmaya zorladınız. Bazı kişilerin “Çobanlar”, “Tohum”, “Bina”, “Bakirelerin Lambaları”, “İşçilerin Ücreti”, “Çifte Drahmi” ve ‘Kadın’ öğretisine dikkat etmeleri ve anlamaları yeterliydi. Söz konusunda gayretli olun. Çünkü ‘Söz’ün ilk şartı imandır; ikincisi aşktır; üçüncüsü amellerdir. Şimdi bunlardan hayat geliyor. Çünkü Söz buğday tanesi gibidir. Biri onu ektiğinde inandı; ve filizlendiğinde onu sevdi, çünkü bir tane yerine çok sayıda tane olmasını dört gözle bekliyordu; ve çalıştığında kurtuldu, çünkü onu yiyecek için hazırladı.
Yine ekmek için bazı tahıllar bıraktı. Böylece sizin hepiniz için Göklerin Krallığı’nı almanız da mümkündür: onu bilgi yoluyla almazsanız, onu bulamazsınız. Bu yüzden size söylüyorum, ayık olun, yanlış yola sapmayın. Ve birçok kez hepinize hep birlikte – ve özelde sana Yakub, dedim ki – ‘Kurtulun!’ Ve size bana uymanızı emrettim ve hükümdarların huzurunda ne cevap vermeniz gerektiğini öğrettim. Bakın, indim ve konuştum ve kendimi rahatsız ettim ve sizi kurtardığımda tacımı aldım. Çünkü siz de benimle birlikte yaşayasınız diye, sizinle birlikte yaşamak için indim. Ve evlerinizin tavanlarının olmadığını öğrenince, indiğimde beni alabilecek evlerde oturdum. Bu nedenle, bana itaat edin kardeşlerim. Büyük nurun ne olduğunu anlayın. Babanın bana ihtiyacı yok. Çünkü bir babanın oğula ihtiyacı yoktur, ama babaya ihtiyacı olan oğuldur. Ben ona gidiyorum, çünkü Oğulun Babası’nın size ihtiyacı yok. ‘Söz’e dikkat edin. İlmi anlayın. Hayatı sevin. Ve kendinizden başkası size zulmetmeyecek, size eziyet etmeyecek. Ey zavallılar! Ey talihsizler! Ey hakkı yalanlayanlar! Ey ilmi çarpıtanlar! Ey ruha karşı günahkâr olanlar! Başından beri konuşmak size yakışmazken şimdi bile dinlemeye cüret mi ediyorsunuz? Başından beri uyanık olmanız gerektiği halde, Göklerin Krallığı’nın sizi kabul etmesi için şimdi uyumaya cüret mi ediyorsunuz? Size doğrusunu söylüyorum, mukaddes olanın pisliğe batması ve nurani adamın karanlığa batması, sizin hüküm sürmenizden, hatta hüküm sürmemenizden daha kolaydır! Gözyaşlarınızı, acınızı ve üzüntünüzü hatırladım. Onlar bizden uzaktır.
Şimdi, siz, Baba’nın mirasının dışında olanlar, size yaraşır yere ağlayın ve üzülün ve iyi olanı duyurun, çünkü Oğul uygun bir şekilde yükseliyor. Size doğrusunu söyleyeyim, beni dinleyenlere gönderilseydim ve onlarla konuşsaydım, yeryüzüne asla inmezdim. Ve şimdi, o halde, onlardan utanın. Bakın, sizden ayrılacağım. Gidiyorum ve artık sizinle kalmak istemiyorum – tıpkı sizin de istemediğiniz gibi. O halde, şimdi beni takip edin. Bu nedenle size diyorum ki, uğrunuza indim. Siz sevgilisiniz; birçokları için yaşam sebebi olacak olan sizlersiniz. Babaya yalvarın. Sık sık Tanrı’ya dua edin, O size verecektir. Melekler arasında duyurulduğunda ve kutsallar arasında yüceltildiğinde sizi kendisiyle birlikte gören kişiye ne mutlu! Hayat sizindir! Tanrı’nın çocukları olarak sevinin ve hoşnut olun. Kurtulabilmeniz için Onun iradesini muhafaza edin. Benim azarımı kaale alın ve kendinizi kurtarın. Ben sizin için Baba’dan şefaat istiyorum ve O sizi çok bağışlayacaktır.” Bunları işittiğimizde sevindik, çünkü daha önce söylediklerimiz yüzünden bunalıma girmiştik. Şimdi bizim sevincimizi görünce dedi: “Vay halinize, bir şefaatçiye muhtaç olanlar! Vay halinize, lütfa muhtaç olanlar! Ne mutlu, özgürce konuşup kendi kendilerine lütufta bulunanlara! Yabancılar gibi olun; onlar şehriniz için ne tür bir tahminde bulunurlar? Kendi rızanızla kendinizden vazgeçtiğiniz ve şehrinizden ayrıldığınız halde niçin sıkıntıya düşüyorsunuz?
Oturduğunuz yeri niçin kendi başınıza terk edip, orayı yaşamak isteyen başkalarına hazırlıyorsunuz? Ey sürgünler ve firariler! Vay halinize, çünkü yakalanacaksınız! Yoksa Baba’nın insanlığı seven biri olduğunu, ya da dualarla ikna edildiğini, ya da biri adına diğerine lütufkar olduğunu, ya da onu arayanla birlikte olduğunu mu hayal ediyorsunuz? Zira O arzunun ne olduğunu da, bedenin neye ihtiyaç duyduğunu da bilir. Çünkü nefse can atan beden değildir. Zira ruh olmadan nefsin kurtulmadığı gibi, nefs de olmadan beden günah işlemez. Fakat nefs, kötülük olmadan kurtulursa ve ruh da kurtulursa, o zaman beden günahsız olur. Çünkü nefsi canlandıran ruhtur, ama onu öldüren bedendir – yani kendini öldüren nefstir. Size doğrusunu söyleyeyim, Baba ne nefsin günahını ne de bedenin suçunu bağışlamayacaktır. Çünkü eti giyenlerin hiçbiri kurtulmayacak. Birçoğunun Göklerin Krallığı’nı bulduğunu mu sanıyorsunuz? Kendini cennette dördüncü olarak gören kişiye ne mutlu!” Bunları işitince içimiz karardı. O da bizim sıkıntılı olduğumuzu görünce dedi ki: “Size, kendinizi tanımanız için bunu söyledim. Göklerin Krallığı, tarlada filizlenen başak gibidir. Olgunlaşınca, meyvesini saçtı ve bir yıl daha tarlayı başaklarla doldurdu. Siz de kendinize bir ömür başak biçmeye gayret edin ki, Krallıkla dolup taşasınız. Ben sizinle olduğum müddetçe bana kulak verin ve bana itaat edin. Ama sizden ayrılacağım zaman beni hatırlayın. Ve beni hatırlayın, çünkü siz beni tanımadan yanınızdaydım. Beni tanıyanlara ne mutlu!
Duyup da inanmayanların vay haline! Görmeyip de iman edenlere ne mutlu! Ve sizi bir kez daha ikna ediyorum. Zira bana, altında sığınasınız diye sizin için çok değerli olan bir ev inşa etmek vahyolundu; aynı şekilde, bu, yıkılma tehlikesi olan komşularınızın evine destek olabilecektir. Size doğrusunu söylüyorum, adına bu yere indirildiklerimin vay haline! Baba’ya yükselecek olanlar kutsanmıştır. Yine sizi kınıyorum. Var olan sizler, olmayanlar gibi olun ki, olmayanlarla birlikte olasınız. Göklerin Krallığı aranızda ıssız kalmasın. Aydınlatan nurdan dolayı büyüklük taslamayın. Aksine, benim size davrandığım gibi, kendinize de bu şekilde davranın. Çünkü kurtulasınız diye bu laneti üzerime aldım.” Petrus buna cevap verdi ve dedi ki: “Bazen bizi Göklerin Krallığı’na teşvik ediyorsun, bazen de geri çeviriyorsun, Rabbim. Bazen bizi ikna ediyor, imana zorluyor ve bize hayat vadediyorsun, bazen de bizi Göklerin Krallığı’ndan kovuyorsun.” Ve Rab cevap verip bize dedi: “Size birçok kez iman verdim.
Üstelik kendimi size açıkladım, Yakub ve sen beni tanımadınız. Yine, şimdi sizi birçok kez sevinirken görüyorum. Hayat vaadiyle sevinirken, hâlâ suratınız asık mı? Ve size Melekût öğretilince üzüldünüz mü? Oysa ki iman ve ilim vasıtasıyla hayata kavuştunuz. Bunun için onu işittiğinizde, inkarı hor görün, fakat vaadi işittiğinizde, daha çok sevinin. Size doğrusunu söyleyeyim, hayatı alarak Melekût’a inanan kişi, onu asla terk etmeyecek, Baba onu sürgün etmek istese bile! Şimdilik size söyleyeceğim şeyler bu kadar. Şimdi geldiğim yere yükseleceğim. Ama ben gitmeye can atarken siz beni kovdunuz ve bana eşlik etmek yerine benim peşime takıldınız. Beni bekleyen yüceliğe kulak verin ve yüreklerinizi açtıktan sonra, göklerde beni bekleyen ilahileri dinleyin. Çünkü bugün Babamın sağında (yerimi) almakla yükümlüyüm. Şimdi size son sözümü söyledim. Sizden ayrılacağım. Çünkü bir rüzgar arabası beni kaldırdı ve artık giyinebilmek için soyunacağım. Ama kulak verin: Ben geldiğimde yükselebileyim diye, inmeden önce Oğul’u vaaz edenlere ne mutlu! Kendilerinden payınız olsun diye, var olmadan önce Oğul tarafından duyurulanlara üç kez ne mutlu.” Bunları söyleyince uzaklaştı.
Ve ben ve Petrus diz çöktük, şükrettik ve yüreklerimizi göğe açtık. Kendi kulaklarımızla savaşların sesini, bir borazan sesini duyduk ve kendi gözlerimizle büyük bir kargaşayı gördük. Ve o yerin ötesine geçtiğimizde, aklımızı daha ileriye gönderdik. Gözlerimizle gördük ve kulaklarımızla ilahiler, meleksel övgüler ve meleksel sevinç duyduk. Ve göksel efendiler ilahiler söylüyordu ve biz kendimiz sevinçliydik. Bundan sonra biz de ruhlarımızı yukarı, Yüce Efendiye göndermek istedik. Yukarı çıktığımızda ise ne görmemize, ne de işitmemize izin verildi. Çünkü öğrencilerin geri kalanı bizi çağırdılar ve bize sordular: “Üstat’tan ne duydunuz? Size ne dedi? Nereye gitti?” Biz de onlara cevap verdik: “Yükseldi.” Ve, “Bize bir söz verdi ve bize tüm yaşamı vaat etti ve bizden sonra gelecek çocukları bize açıkladı, çünkü onları sevmemizi emretti, çünkü onların uğruna kurtulacağız.” Ve işittikleri zaman vahye inandılar, fakat doğacak olanlara kızdılar. Sonra onları skandala ikna etmek istemediğim için her birini başka bir yere gönderdim. Ama ben kendim zuhur edecek sevgiliden pay alabilmek için dua ederek Yeruşalim’e gittim. Ve başlangıcın senden gelmesi için dua ediyorum, çünkü böylece kurtulabilirim. Çünkü benim aracılığımla, benim inancımla ve benimkinden daha iyi olan başka birinin aracılığıyla aydınlanacaklar, çünkü benimkinin daha az olmasını istiyorum. Bu nedenle, kendinizi onlara benzetmeye gayret edin ve onlardan bir pay elde edebilmeniz için dua edin. Çünkü anlattıklarımın dışında, Mesih bize vahiy açıklamadı. Onların hatırı için, gerçekten de, Rab’bin, kendi çocukları yaptığı kişilerle birlikte kendilerine bir pay duyuruyoruz.”
Nitekim, çarmıha gerildikten yaklaşık bir buçuk yıl sonra, beş yüz elli gün sonra, İsa (aleyhisselam) söz verdiği gibi havarilerini de yanında götürmek üzere geri dönmüştü. Ancak, havariler ölümden çok korktular ve yaşamı sevdiler. İsa’nın (aleyhisselam) onlarla ölüme gitmekten bahsettiğini düşündüler ve cevap vererek İsa’ya (aleyhisselam) gerekirse gideceklerini söylediler. İsa (aleyhisselam) onlara, emrolunmakla cennete kimsenin girmediğini söyledi. İsa (aleyhisselam) bu söyleminde, havarilerine ve onlara “Size birçok kez kurtulun ya da bana inanın ve bana uyun” diyerek azarlayıp davranışlarına açıkça öfkelenmiş ve hayal kırıklığına uğramıştır. Diğer birçok şeyin yanı sıra onları talihsizler ve günahkarlar olarak adlandırmıştır. İsa (aleyhisselam) sonunda havarilerini bırakır ve onları kendi yollarına gönderir.
Havariler daha sonra birbirlerinden ayrılırlar ve İncilleri vaaz ederek dünyanın dört bir yanına giderler. Simun Petrus Roma’da vaaz verdi, Andreas Asya uluslarına ve Yunanistan’a vaaz verdi, Büyük Yakub Kudüs’te kaldı, Yuhanna ve Filip Yunanistan’a gitti, Tomas ve Bartalmay Hindistan’a, Matta Etiyopya’ya ve Küçük Yakub Mısır’a, Simun Zealot Pers’e ve Yahuda Suriye’ye. Yahuda İskariot intihar ederek öldü. Onlar on iki öğrencidir.
Ancak, görünüşe göre önde gelen bir havari, Mecdelli Meryem, tarih sanhesinden kayboldu. O nereye gitti? Gerçek şu ki, havariler İsa ile gitmeyi neredeyse reddetmiş olsalar da, İsa’ya sonuna kadar eşlik edecek olan Meryem’di. İsa’nın yaşamında, Abgar adında bir Suriye kralı İsa’ya bir mektup yazdı:
“Edessa’nın hükümdarı Abgar’dan, Kudüs ülkesinde ortaya çıkan iyi hekim İsa’ya selamlar. Senin hakkında ve ilaç veya şifalı otlar olmadan yaptığın tedavilerin hakkında haberler duydum. Zira söylenene göre körlerin gözünü açıyor, topalların yürümesini sağlıyor, cüzamlıları iyileştiriyor, murdar ruhları ve cinleri kovuyor, kalıcı hastalığa yakalanmış olanları iyileştiriyor ve ölüleri diriltiyorsun. Ve seninle ilgili bütün bu şeyleri işitince, şu sonuca vardım ki, iki şeyden biri doğru olmalı: ya sen Tanrı’sın ve gökten inmişsin, ya da bunları yapan sen, Tanrı’nın Oğlu’sun. Bu yüzden sana yazdım ki, bana gelip çektiğim bütün hastalıkları iyileştirme zahmetine katlanır mısın diye sorayım. Çünkü Yahudilerin sana karşı mırıldandıklarını ve sana zarar vermek için planlar kurduklarını duydum. Ama benim, ikimize yetecek kadar büyük olan çok küçük ama soylu bir şehrim var.” İsa (aleyhisselam) Abgar’a bir mektupla cevap verdi: “Beni görmeden bana iman edenlere ne mutlu. Çünkü benim hakkımda, beni görenlerin bana inanmayacakları, beni görmeyenlerin de iman edip kurtulacakları yazılmıştır. Sana geleyim diye bana yazdığına gelince, burada yerine getirmem için gönderilmiş olduğum her şeyi yerine getirmem ve onları bu şekilde yerine getirdikten sonra beni gönderene tekrar götürülmem gerekiyor. Ben yükseltildikten sonra, öğrencilerimden birini sana göndereceğim ki, senin hastalığını iyileştirsin, sana ve yanındakilere hayat versin.”
Kral V. Abgar, Osroene olarak da bilinen Edessa’lıydı. O dönemde Edessa nüfusunun ve yöneticilerinin çoğu Arap kökenliydi. Bu, Yahudilerin İsa’yı reddettiği yerde, Arapların kabul etmesinin başlangıcıydı. İsa’nın (aleyhisselam) da belirttiği gibi, o Allah’ın bir peygamberi idi ve Yahudiler tarafından reddedilip başka yerlerde kabul edilecekti. Matta, Bölüm 13’te şöyle geçer:
“Ve memleketine gelerek onların havrasında öğretti; şöyle ki, onlar şaşıp dediler: “Bu adamın bu hikmeti, ve bu olağanüstü güçleri nereden? Dülgerin oğlu bu değil mi? Anasının adı Meryem değil mi? Kardeşleri Yakub, Yusuf, Simun, Yahuda değil mi? Bütün kız kardeşleri yanımızda değiller mi? Şimdi bu adamın bütün bu şeyleri nereden?” Ve onda sürçtüler. İsa da onlara dedi: Bir peygamber kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir. Ve İsa, onların imansızlıklarından dolayı, orada çok mucizeler yapmadı.”
Böylece İsa (aleyhisselam) Yahudilerle pek çok mucize yapmaktan vazgeçerken, onların imansızlıklarından dolayı bir Arap kralına, kendisinden mucizeler yaratacak bir misafir vadediyor. Bu, İsrailoğullarından gelen Musevî Ahit’in Araplarla İsevî Ahit’e aktarılmasının başlangıcını temsil eder. İşte, yabancı, Abgar’a vardığında meydana gelen olayların açıklaması:
“İsa’nın göğe alınışından sonra, Tomas olarak da çağırılan Yahuda, ona Yetmişlerden biri olan havari Thaddeus’u gönderdi. Geldiğinde Tobias’ın oğlu Tobias’ın yanına yerleşti. Haberi yurt dışına çıkınca, İsa’nın da haber verdiği gibi, Abgar’a İsa’nın bir havarisinin geldiği söylendi. Thaddeus o zaman Tanrı’nın gücüyle her hastalığı ve zayıflığı iyileştirmeye başladı, o kadar ki herkes şaşırdı. Ve Abgar, onun yaptığı büyük ve harika şeyleri ve yaptığı tedavileri duyduğunda, İsa’nın kendisine bahsettiği kişinin o olduğundan şüphelenmeye başladı: ‘Ben alındıktan sonra, seni iyileştirecek öğrencilerimden birini sana göndereceğim.’ Bu nedenle, Thaddeus’un birlikte kaldığı Tobias’ı çağırarak, ‘belirli bir güçlü adamın geldiğini ve evinizde konakladığını duydum’ dedi. ‘Onu bana getir’. Ve Thaddeus’a gelen Tobias ona dedi ki, hükümdar Abgar beni çağırdı ve onu iyileştirebilmen için seni ona getirmemi söyledi. Ve Thaddeus, gideceğim, çünkü ona güçle gönderildim dedi. Tobias bu nedenle ertesi gün erkenden kalktı ve Thaddeus’u alarak Abgar’a geldi. Ve o geldiğinde, soylular oradaydı ve Abgar’ın etrafında durdular.
Ve girişinden hemen sonra, havari Thaddeus’un yüzünde Abgar’a büyük bir vizyon göründü. Abgar bunu görünce Thaddeus’un önünde secdeye kapandı, bu sırada etraftakiler şaşkına döndü; çünkü sadece Abgar’a görünen vizyonu görmediler. Daha sonra Thaddeus’a, kendisinin gerçekten de ona, ‘Sana, seni iyileştirecek, sana ve yanındakilere hayat verecek olan öğrencilerimden birini göndereceğim’ söyleyen Tanrı’nın Oğlu İsa’nın bir öğrencisi olup olmadığını sordu. Ve Thaddeus dedi: ‘Beni onun gönderdiğine kuvvetle inandığın için sana gönderildim. Ve dahası, eğer ona inanırsan, kalbinin ricaları, inandığın gibi sana verilecektir.’ Abgar ona dedi: ‘Ben ona o kadar inandım ki, Romalıların hakimiyeti yüzünden ondan caydırılmamış olsaydım, bir ordu alıp onu çarmıha geren Yahudileri yok etmek isterdim.’ Ve Thaddeus dedi: ‘Rabbimiz Babasının iradesini yerine getirdi ve yerine getirdikten sonra Babasına alındı.’ Ve Abgar ona dedi: ‘Ben de ona ve Babasına inandım.’ Thaddeus ona dedi: ‘Bu yüzden onun adına elimi başının üzerine koyuyorum.’ Ve bunu yapınca, Abgar hastalıktan ve çektiği acıdan hemen iyileşti.’ Abgar, İsa hakkında duyduğu gibi, onu ilaçlar ve otlar olmadan iyileştiren, (İsa’nın) öğrencisi Thaddeus aracılığıyla tam da bunu müşahede ettiğinde hayret etti; ve Thaddeus sadece onu değil, aynı zamanda gut hastalığına yakalanmış Abdus’un oğlu Abdus’u da iyileştirdi, çünkü o da ona geldi ve ayaklarına kapandı ve (Thaddeus’un) ellerinin dokunmasıyla kutsanmış olarak iyileşti.
Aynı şekilde Thaddeus, şehrin diğer birçok sakinlerini de iyileştirdi, harikalar ve olağanüstü işler yaptı ve Tanrı’nın sözünü vaaz etti. Sonra Abgar dedi ki, ‘Siz, ey Thaddeus, bunları Tanrı’nın gücüyle yapıyorsunuz ve biz hayret ediyoruz. Ancak, bunlara ek olarak, İsa’nın gelişi, nasıl doğduğu; kudretine gelince, işittiğim işleri hangi kuvvetle icra ettiği hakkında bana bilgi vermenizi rica ediyorum.’ Thaddeus dedi: ‘Sözü alenen ilan etmek için gönderildiğime göre, şimdi gerçekten susacağım. Ama yarın bütün yurttaşlarınızı benim için toplayın ve onların önünde vaaz edeceğim ve İsa’nın gelişiyle, nasıl doğduğuyla ilgili Tanrı’nın sözünü aralarına ekeceğim; ve göreviyle ilgili olarak, Baba tarafından hangi amaçla gönderildiği; ve işlerinin gücü ve dünyada ilan ettiği gizemler ve bunları hangi güçle yaptığı hakkında; ve onun yeni vaazına gelince, alçaltılmasını, aşağılanmasını, kendini nasıl alçalttığını, nasıl öldüğünü, tanrısallığını nasıl alçalttığını, çarmıha gerildiğini, Hades’e indiğini, ezelden beri kırılmamış olan parmaklıkları nasıl kırdığını ve ölüleri dirilttiğini (anlatacağım); çünkü tek başına indi, ama birçokları ile yükseldi ve böylece Babasına yükseldi.’ Abgar bu nedenle vatandaşlara Thaddeus’un vaazını dinlemek için sabah erkenden toplanmalarını emretti ve ardından kendisine altın ve gümüş verilmesini emretti. Ama o, almayı reddetti ve dedi: ‘Kendimize ait olanı bıraktıysak, başkasının olanı nasıl alacağız? Bunlar üç yüz kırkıncı yılda yapıldı.’”
‘Havari Mar Mari’nin İşleri’ başlıklı başka bir Suriye apokrif metni, Mari’nin Thaddeus’un bir öğrencisi olduğunu, ona nasıl eşlik ettiğini ve Kral Abgar’ın Thaddeus’un ellerinde iyileşmesine tanık olduğunu detaylandırıyor. El yazması, Arzen’i yöneten ve Abgar’ın yakalandığı aynı hastalıktan muzdarip ikinci bir kralı detaylandırıyor. Bu sefer Mari, Arzen Kralı’nı iyileştirdi. Abgar Krallığı’nı ve Arzen Krallığı’nı müminlere dönüştürdükten sonra, Thaddeus, öğrencisi Mari ile birlikte doğuya, Irak’a doğru ilerledi. İslami kaynaklar ve Al-i Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) rivayetleri, İsa’nın (aleyhisselam) Irak’a seyahat ettiğini kaydeder. İbni Ebi Yafur rivayet eder ki, İmam Sadık’ın (minhusselam) huzuruna dahil oldum, yanında birkaç sahabesi vardı. O buyurdu: “Ey Ebi Yafur, hiç Kur’an’ı okudun mu?” Ben dedim: “Evet, bu kıraat ile.” O buyurdu: “Sana sorduğum budur, bundan başkası değil.” Ben dedim: “Evet, canım sana feda olsun, neden?”
O buyurdu: “Çünkü Musa (aleyhisselam) kendi kavmine bir şey dedi ve onlar onu kaldıramayıp, Mısır’da ona karşı isyan ederek onunla savaştılar, o da onlarla savaşarak onları öldürdü. Ve İsa (aleyhisselam) kendi ümmetine bir şey dedi, onlar da onu kaldıramayıp Tikrit’te ona isyan ederek onunla savaştılar, o da onlarla savaştı ve onları öldürdü. Ve bu, Yüce Allah’ın bu kelamıdır: [Sonra İsrail oğullarından bir deste iman etti, diğeri ise kafir oldu. Biz müminleri düşmanlarına karşı destekledik ve onlar galip oldular.] Biz Ehl-i Beyt’ten olan ilk Kaim kıyam ettiğinde size öyle bir şey söyleyecektir ki, onu kaldıramayıp Rumeylet’i Deskara’da ona karşı çıkarak onunla savaşacaksınız, o da sizinle savaşarak sizi öldürecektir. Bu, ona karşı son isyan olacaktır, sonra ey İbni Ebi Yafur, Allah ilk ve son olanları bir araya toplayacak, sonra da Muhammed’i kendi zamanının insanları için ortaya çıkaracaktır.”
Gerçekten Olanları Kutsal Ruh Aracılığıyla Hatırlamak
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ile kendim arasındaki aşağıdaki diyalogda, çarmıha gerilmeden sonra İsa Mesih’in faaliyetinin kayıp yıllarını nasıl canlı bir şekilde öğrendiğimi aktarıyorum. Suriye’den Irak’a ve nihayetinde İran’a uzanan bir faaliyet. İmam (minhusselam) pek bilinmeyen, gizli olan veya hiç kayda geçmeyen tarihi olayları kendi gözlerimle göreceğimi müjdelemişti. Kutsal Ruh üzerime indikten sonra şu keşfimi İmam’a (minhusselam) anlatıyorum.
Dedim ki: “Babacığım, keşfettiğim şeyi sana haber vereyim mi?” İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet oğlum, devam et.” Dedim ki: “Çarmıha gerilme olayından sonra, havarilerin hepsi seyahat edip vaaz verdiği halde Mecdelli Meryem tarihten kayboldu. Meryem, İsa’ya (aleyhisselam) en yakın olandı ve gnostik metinler ve İnciller de dahil olmak üzere tüm İnciller, ikisi arasında çok güçlü bir ilişkiye işaret ediyor. İsa, onun her zaman kendisiyle olacağını belirtirdi.”
İmam (minhusselam) dedi ki: “Evet.” Dedim ki: “İsa (aleyhisselam) Irak’a gitti ve Mecdelli Meryem ile evlendi ve evlilik Allah’ın sünnetidir ve bütün Peygamberler ve İmamlar evlenmişlerdi. İsa (aleyhisselam) Mecdelli Meryem ile evlendi ve çocukları oldu. İşte muhteşem kısım Babacığım, gerçekten muhteşem kısım. İsa (aleyhisselam) Suriye’deki bir krala mektup yazmıştı ve mektupta İsa (aleyhisselam) ileride kendisine birini göndereceğini söylemişti. Buradan ve çarmıha gerilme olayından sonra şehirde mucizeler yapan bir adam çıktı. Belki bu adam İsa’nın (aleyhisselam) havarilerinden veya müminlerden biridir dediler. Bu adam adı Mari olan bir adamla birlikte yolculuk ediyordu. Bu adam kral ile buluştu ve kral ona secde etti ve bütün şehir iman etti. Bu iki isim, Thaddeus isimli adamın ve talebesi Mari veya Meryem’in ismi, bazı rivayetlerde bir kez daha geçmektedir, ancak bu sefer Mani adında bir peygamber ile birlikte geçmektedir! Tarih tahrif edildi, İsa (aleyhisselam) Mecdelli Meryem ile evlendi ve bu birliktelikten Mani dünyaya geldi ve İsa onu doğrudan eğitti. Sonra Mani çarmıha gerildi. İsa’nın (aleyhisselam) çağrısı Kudüs’te başlayıp daha sonra Suriye, Irak ve İran’la son buldu.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Sanki bütün bu evrelerde bulunmuş ve bütün detaylarıyla yaşamış gibi konuşuyorsun. Sen şimdi asırları, olayları görüyorsun ve bütün detaylarıyla yaşıyorsun, ey gözümün nuru. Büyük bir aşamaya ulaştın. Seninle konuştuğum ilk günden beri umduğum gibi ve seninle doğrudan konuşmadan önce yaptığım gibi endişe verici bir hızla büyüyorsun. Bu, nurdur oğlum, senin içinden parlamaya başlayan nur. Seninle gurur duyuyorum oğlum, çok gurur duyuyorum.”
Böylece özetle İsa Mesih, Mecdelli Meryem’i alır ve Thaddeus ve Mari kimliği altında, İsa ve Meryem Suriye’ye giderek Araplarla ahitlerini bağlarlar ve Krallıkları yeni dine iman ettirirler. Öğrencilerinden olan bir grupla birlikte Irak’a doğru ilerlerler ve içlerinden bir grup, İsa’dan dayanılmaz buldukları bir konuşma duyduktan sonra İsa’ya (aleyhisselam) isyan eder. İsa onlara karşı kılıcı kaldırır ve asi grubu öldürür. Zaten İsa daha önce Matta 10. Bölüm’de şöyle demişti: “Yeryüzüne selâmet getirmeye geldim sanmayın; ben selâmet değil, halbuki kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, ve kızla anasının, ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim; ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.”
Ortodoks Hristiyan inancının aksine İsa (aleyhisselam) Mecdelli Meryem ile evlenmiş ve bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Bu oğul Mani, büyüyüp İsa (aleyhisselam) tarafından eğitilecek ve ondan bir elçi olarak gönderilecekti. Mani (aleyhisselam), İsevî ve Muhammedî ahitler arasında gerçek bir bağlantı görevi görecekti. Böylece, bu, İsa Mesih’in (aleyhisselam) kayıp yıllarının gerçek hikayesidir.
İsa Mesih’in Soyu
Mecdelli Meryem İncil’in en gizemli karakterlerinden biridir. İsa’nın bir havarisi, çarmıha gerilmesine tanık olan ve dirilişinden veya dönüşünden sonra ona ilk şahit olan kişiydi. Gnostik İncillerde, Mecdelli Meryem olağanüstü bir ruhsal anlayışa sahip ve gözlerini Göklerin Krallığı’na odaklamış bir kadındır. Aynı zamanda İsa’nın (aleyhisselam) en yakın arkadaşıdır. Ve el yazmaları, üstat İsa (aleyhisselam) ile öğrencisi arasındaki daha da derin bir ilişkiyi ima ediyor.
‘Mecdelli Meryem İncili’nde şöyle geçer: “Petrus Meryem’e dedi ki, “Kardeş, Mesih’in seni diğer tüm kadınlardan daha çok sevdiğini biliyoruz. Mesih’in hatırladığın sözlerini, duymadığımız için bilmediğimizi bildiğin şeyleri bize anlat.” Meryem, “Size sizden gizleneni öğreteceğim” dedi ve bu sözleri onlara söylemeye başladı.”
Açıkça, burada, Mecdelli Meryem’in, İsa’nın (aleyhisselam) havarilerinden hiçbirisinin sahip olmadığı özel bilgi alma ayrıcalığına sahip olduğunu görebiliriz. Bu metinden ayrıca İsa’nın Mecdelli Meryem’i diğer tüm kadınlara tercih ettiğini anlıyoruz, ve bir erkek evlendiği kadını diğer tüm kadınlara tercih eder. Mecdelli Meryem İncili ayrıca havariler ve Mecdelli Meryem arasındaki aşağıdaki konuşmayı da kaydeder:
Petrus da benzer endişeleri dile getirerek yanıt verdi. Onlara Mesih hakkında sorular sordu: “Öyleyse, bizim haberimiz olmadan bir kadınla özel olarak mı konuştu? Dönüp onu mu dinleyelim? Onu bize mi tercih etti?” Sonra Meryem ağladı ve Petrus’a dedi ki, “Kardeşim Petrus, ne hayal ediyorsun? Bunları kendi kalbimde mi düşündüm, yoksa Mesih hakkında yalan mı söylüyorum?” Levi, Petrus’a cevap verdi: “Petrus, sen her zaman gazaplı bir insandın. Şimdi, Hasımlar gibi kadına karşı çekiştiğini görüyorum. Çünkü Mesih onu (buna) layık kıldıysa, o zaman sen kimsin ki onu kendi payına reddediyorsun? Elbette, Mesih onu bizden daha iyi tanıdı, bu yüzden onu bizden daha çok sevdi. Aksine utanmalıyız. Kendimizi kusursuz insan yapmaya çalışmalıyız, bize emrettiği gibi onu kendimiz kazanmalı ve Mesih’in söylediğinden farklı başka bir kural veya yasa koymadan iyi haberi duyurmalıyız.” Bunları söyledikten sonra, öğretmek ve vaaz etmek için dışarı çıkmaya başladılar.
Çarmıha gerilmeden sonra gerçekleşen bu konuşma, öğrencilerin, Mecdelli Meryem’in İsa’nın en sevdiği kişi olduğunu ve aslında onu diğerlerinden daha çok sevdiğini bildiklerini gösteriyor. Yusuf’un kardeşlerinin, Yakub’un gözdesi olduğu için Yusuf’u (aleyhisselam) kıskandıkları gibi, Mesih’in öğrencileri de Mecdelli Meryem’i, onun gözdesi (aleyhisselam) olduğu için kıskanmışlardı. Tomas İncili’nde bu kıskançlık, İsa’nın (aleyhisselam) hayatta olduğu zamanlar bile kendini gösteriyor: Simun Petrus onlara, “Meryem’in bizi terk etmesini sağla, çünkü dişiler yaşamayı hak etmiyorlar” dedi. İsa dedi: “Bak, onu erkek yapmak için ona rehberlik edeceğim, o da siz erkeklere benzer yaşayan bir ruh olsun. Çünkü kendini erkek yapan her dişi Göklerin Krallığı’na girecektir.”
Şimdi İsa’nın öğrencilerine, Mecdelli Meryem’i erkeğe dönüştüreceğini, böylece siz erkeklere benzeyebileceğini söylediğine dikkat edin. Bu daha sonra önem arzedecektir. Fakat Mecdelli Meryem’i İsa için bu kadar özel yapan neydi ve onunla olan ilişkisinin doğası neydi? Bu sadece bir öğretmen/öğrenci ilişkisi miydi yoksa daha fazlası var mıydı? Filip İncili’nde şöyle yazılmıştır: “Üç kadın efendiyle birlikte yürüdü: Annesi Meryem, kız kardeşi Meryem ve arkadaşı olarak anılan Mecdelli Meryem. Çünkü “Meryem”, kız kardeşinin, annesinin ve arkadaşının adıdır.” Aynı İncil’in daha sonraki bir bölümünde şöyle geçer: “[Mesih’in] arkadaşı Mecdelli Meryem’dir. [Mesih] onu [bütün] havarilerinden daha çok sevdi ve sık sık [ağzından] öptü. Diğer [öğrenciler] ona, ‘Neden onu hepimizden daha çok seviyorsun?’ dediler.”
İsa’nın (aleyhisselam) Mecdelli Meryem ile romantik bir ilişkisi olduğunu ve ona arkadaşı dendiği için onu eş olarak aldığını ve sık sık onu dudaklarından öptüğünü havariler açıkça gördüler. Yahudiliğin yasalarının ve Dördüncü Ahit’in, dudaktan öpmeyi bırakın, evli olmayan erkeklerle kadınlar arasında dokunmayı yasakladığını unutmayın. Ancak havariler, onun İsa’nın (aleyhisselam) yanında manevi rütbe açısından neden diğerlerine tercih edildiğini merak ediyorlardı. Pistis Sofya İncili’nde İsa (aleyhisselam) bunun sebebini şöyle ifade etmektedir: “Yükseklerdeki tüm gizemlerle tamamlayacağım Mübarek Meryem, açıkça konuş, çünkü sen, kalbi tüm kardeşlerinden daha çok Göklerin Krallığı’na bağlı olan birisin.”
Daha pek çok örnek var, ancak zamandan dolayı hepsini sıralamayacağız. Şimdi Mecdelli Meryem’in İsa (aleyhisselam) ile gizli bir ilişkisi olduğunu ve İsa’nın onu eş olarak aldığını göstermiş olduk. Havarilerin geri kalanı onu kıskandı ve çarmıha gerilmeden sonra onun yokluğu, İsa’yla (aleyhisselam) birlikte gittiği mantığını ortaya koyuyor. Havarilere gelince, onlar İsa’yı (aleyhisselam) defalarca yüzüstü bırakmışlardı. İsa’nın (aleyhisselam) tutuklandığı olay yerinde, Simun Petrus’tan (aleyhisselam) başka hiç kimse İsa’yı (aleyhisselam) savunmak için durmadı. Geri kalan herkes kaçtı. Simun Petrus bile daha sonra İsa’yı (aleyhisselam) tanıdığını üç kez inkar etti. İsa’nın (aleyhisselam) havarilerinin her zaman imanda sabit olmadıkları gerçeğini Kur’an bile kayıt altına almıştır, Al-i İmran Suresi’nde şöyle buyurulmaktadır: “İsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allahın yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız” dediler.”
İmanları her zaman sağlam olmasa da, İsa (aleyhisselam) onları çok azarlasa da yine de onları sevdi ve onlar da onu sevdiler. Çarmıha gerilme olayından sonra inançları güçlendi ve bu inancı tüm dünyaya yaydılar. İsa (aleyhisselam) onları eksikliklerinden dolayı bağışladı ve her biri İsa’nın (aleyhisselam) mesajı için şehit oldu. Ancak Mecdelli Meryem, çarmıha gerilme sonrası hükümranlığı sırasında İsa’ya (aleyhisselam) eşlik etti. Thaddeus, erkek havari kılığında olan havarisi Mari ile birlikte Suriye’ye gitti. İsa, Mecdelli Meryem’i erkek kılığına sokarak, daha önce onu erkeklere BENZER yapma konusunda söylediklerini yerine getirdi. Bunu, seyahatler sırasında onu korumak için yaptı, aynı zamanda insanlar onun sözlerine saygı göstersinler diye yaptı, çünkü o zamanlarda çoğu insan bir kadının manevi bilgi veya anlayışa sahip olabileceğini düşünmezdi. Başka sebepler de var ama bu sadece onlardan ikisidir.
Mecdelli Meryem, çarmıha gerilme olayından hemen önce İsa’dan (aleyhisselam) hamile kalmıştı. Çarmıha gerilme olayından sonra, kimse hamile olduğunu bilmesin diye hemen tarih sahnesinden kayboldu. Irak’ta İsa Mesih’in oğlu ve vasisi olan Hz. Mani’yi (aleyhisselam) dünyaya getirdi. Mani’nin Irak’ta Meryem adında bir kadın ve Patik adında bir adamdan doğduğu yazılmıştır. Meryem, Mary veya Mari’nin Arapça şeklidir.
Doğu Hristiyan geleneğine göre, Mani Peygamber’in (aleyhisselam) çağrısını yayan Tomas, Addas (Thaddeus) ve Mari adında üç ana havari vardı. Aslında, Mani’nin üç havarisinden, çeşitli yerlerde ortaya çıkan birçok farklı gelenekte bahsedilmektedir. Bu üçü, Mani’nin mesajını dünyaya yayan en eski öğrencileri olarak tanımlanır. Mani’nin havarileri Tomas, Addas ve Mari’nin seyahatleri, İsa’nın havarileri Tomas, Thaddeus ve Mari tarafından katedilen aynı bölgelere tekabül etmektedir. Bu nedenle, Mani’nin aslında İsa’nın (aleyhisselam) zamanına daha önce düşünülenden çok daha yakın yaşadığı gerçeğini tarihin kaydettiği çok açıktır. Thaddeus veya Addas ve Mari veya Meryem’in Mani’ye gençliğinden itibaren eşlik ettiği de açıktır.
Mani on iki yaşına geldiğinde, İsa (aleyhisselam) kendini oğluna tanıttı ve ona babası olduğunu bildirdi ve Mani’yi eğitmeye başladı. İsa (aleyhisselam) kendisini de Mani’nin ‘Ruh İkizi’, yani Mani’nin benzeri ya da başka bir deyişle, Mani’yi İsa’nın (aleyhisselam) benzeri olarak ortaya koymuştur. Mani, aslında İsa’nın (aleyhisselam) yerine çarmıha gerilmiş olan benzerdi. İsa’nın oğlu (aleyhisselam) olarak bu dünyaya reenkarne etti. Mani, yirmi dört yaşında, kendisini İsa Mesih’in gerçek bir Havarisi olarak ilan etti ve öne çıkıp İsa’nın gerçek İncili’ni (aleyhisselam) vaaz etme görevine başladı. Sonunda benzer, Mani, bir kez daha tutuklandı ve eskisinden daha korkunç bir şekilde çarmıha gerildi. Derisi diri diri yüzülüp samanla doldurularak çarmıha gerildi ve şehrin kapısına asıldı.
İsa’nın Vasileri
İsa Mesih’in (aleyhisselam) ilk vasisi Simun Petrus (aleyhisselam) idi. Simun Petrus (aleyhisselam) şehit edildiğinde, Hristiyanlığı yok eden, İncil’de yalanlar yazan ve öğretilerini bozan sahte havari Pavlus, insanları İsa’nın (aleyhisselam) gerçek vasilerinden ve öğretilerinden uzaklaştırmayı başarmıştı. Araplarla yeni bir ahit yapan İsa (aleyhisselam), Mani’yi (aleyhisselam) yeni vasisi olarak atadı. Tıpkı Mesih’in takipçilerinin O’nun dinini Hristiyanlık ve Zerdüşt’ün takipçilerinin Zerdüşt’ün dinini Zerdüştilik olarak adlandırdıkları gibi; ölümünden sonra, Mani’nin takipçileri de Mani’nin vaaz ettiği dine Manicilik ismini verdiler. Çoğu dinde olduğu gibi, ortaya çıkışından kısa bir süre sonra İblis ve din içindeki münafıklar, insanları gerçek vasiden uzaklaştırmayı ve dinin öğretilerini bozmayı başardılar, tıpkı Ebu Bekir ve Ömer’in, vasiliği gerçek vasi olan Ali’den (minhusselam) çalarak İslam’a yaptıkları gibi. Manicilik dininde de böyle oldu. Ancak Mani (aleyhisselam) ve İsa’nın (aleyhisselam) gerçek vasileri, baskı altında olmalarına rağmen, Tevhid’in gerçek öğretilerini yaymaya devam ettiler.
Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu boyunca yasa dışıydı; onlar Hristiyanlara zulmettiler. Sadece Roma’da değil, tüm dünyada. Öğrencilerin hepsi şehit edildi ve takipçilerine zulmedildi, öldürüldü ve işkence edildi. Ta ki, Roma İmparatoru Konstantin’in, Hristiyanlığı İmparatorluğun resmi dini yapmaya karar verdiği MS 313 yılına kadar. Konstantin gerçek bir mümin değildi ve otoritesini meşrulaştırmak için Hristiyanlık dinini kullanmak istedi. MS 325’te, Hristiyanlığı birleştirmeye ve din üzerinde tam kontrol sahibi olabilmesi için düşünce okullarındaki herhangi bir farklılığı çözmeye çalıştığı İznik Konseyi’ni topladı.
Arius: İsa’nın Vasilerinden Biri
Arius (aleyhisselam), İznik konseyinde ana tartışma konusu haline gelen bir doktrin vaaz eden Kireneli bir adamdı. İsa’nın (aleyhisselam) Tanrı’nın bir eseri olduğunu ve Baba tarafından yaratıldığına göre, İsa’nın (aleyhisselam) olmadığı bir zaman olması gerektiğini ve bu nedenle onun bir mahluk olduğunu ve Baba olan Tanrı’ya eşit olmadığını öğretti. Arius’un muhalifleri, İsa (aleyhisselam) ve Tanrı’nın bir ve aynı olduğunu savundular, bu nedenle İsa’yı (aleyhisselam) bir peygamber statüsünden Tanrı’ya eşit bir konuma yükselttiler. Arius (aleyhisselam) bunu büyük bir sapkınlık olarak değerlendirdi. Arius (aleyhisselam), İsa’nın Yüce Allah değil, yaratılmış bir mahluk olduğunu ispatlamak için “Baba benden büyüktür” ve “Bütün yaratılmışların ilki” gibi ayetlerden alıntılar yaptı. Arius (aleyhisselam), Tanrı’nın İsa’dan (aleyhisselam) daha büyük olduğuna ve İsa’nın (aleyhisselam) Tanrı’nın altında olduğuna ve O’nunla eşit veya ebedi olmadığına inandı ve bunu öğretti. Arius (aleyhisselam) gerçek bir müvahhid ve İsa’nın (aleyhisselam) gerçek vasilerinden biriydi.
İznik Konsili sırasında büyük bir tartışma yaşandı ve İmparator Konstantin, Arius’a (aleyhisselam) karşı çıkanların yanında yer aldı. O, Arius ve takipçileri hakkında şu hükmü verdi:
“Ayrıca, Arius’un yazdığı herhangi bir yazı bulunursa, ateşe atılmalıdır ki, böylece sadece öğretisinin kötülüğü silinmekle kalmasın, onu hatırlatacak hiçbir bile şey kalmasın. Ve bu vesile ile bir kamu emri çıkartıyorum, eğer birisinin Arius tarafından yazılan bir yazıyı gizlediği ve onu hemen öne çıkarıp ateşle yok etmediği ortaya çıkarsa, cezasının ölüm olacağını beyan ediyorum. Bu suç ortaya çıkar çıkmaz ölüm cezasına çarptırılacaktır…” Arius (aleyhisselam) sürgüne gönderildi ve Romalılar onun bütün yazılarını yaktı. Sonunda zehirlenerek öldürüldü.
Gerçek Papalar ve Sahte Papalar
Hristiyanlığın var olan en gerçek biçimi Katolikliktir. Katoliklik, resmi olarak kurulan Hristiyanlığın ilk ve en özgün biçimiydi. Çünkü sonradan gelen diğer Hristiyanlık biçimleri herkesin Kutsal Kitab’ı anlayıp yorumlayabileceğini vaaz etmiş ve bu da bozulmaların, çarpıklıkların ve Hristiyanlığın birçok biçiminin ve mezhebinin doğmasına olanak sağlamıştır. Protestan Hristiyanlık, bir Hristiyan’ın tüm ihtiyaçlarının İncil’de bulunabileceğine inanır. Bu, Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ölüm döşeğindeyken kendi vasilerinin isimlerini söylemesini reddeden ve onun yerine ‘Allah’ın Kitabı bize yeter’ diyen ve böylece Sünni İslam’ı doğuran Ömer bin Hattab’ın ideolojisidir. Katolik Hristiyanlık, Şii İslam’da olduğu gibi, Simun Petrus gibi Göklerin ve Yerin anahtarlarının verildiği ve kutsal yazıları yorumlama, yasaları ve kuralları koyma yetkisi verilen masum bir rehber veya vasi kavramına inanır.
Hem resmi devlet onaylı Katoliklik hem de Şiilik biçimleriyle ilgili sorun, her iki dinin de çizgiden çıkması, masum olmayan ve Tanrı’dan değil de Şeytan’ın kendisinden vasiler atamasıdır. Gördüğümüz gibi, Katolik Kilisesi Arius’u (aleyhisselam) reddetti ve onun yerine sapkınlık öğreten sahte Papalar atadı. Bu itibarla, Şii kurumları, kendilerine önderlik etmeleri için İmam Humeyni ve Sistani gibi sahte Mercileri ve İmamları atadılar ve sapkın Taklit (alimlerin taklidi) ve Velayet-i Fakih (fakihin yönetimi) öğretilerini öne sürdüler ve böylece insanların çoğunu saptırdılar. Şii İslam’daki ikiyüzlülük ayan beyandır. Onlar ilave imamlar atamak ve onlara mutlak dini ve dünyevi otorite vermekte bir sakınca görmez, fakat Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Vasiyetini inkar eder ve 12 İmamdan sonra İmamlar olmadığını iddia ederek Mehdilerin (Selam Onlardandır) otoritesini inkar ederler.
Gerçek şu ki, İsa ve Mani’den gelen vasiler çizgisi Arius’a ve Arius’tan Muhammed’e ve Mehdilere (Onlara Selam Olsun) kadar uzadı. İsa Mesih’in (aleyhisselam) gerçek Vasisi ve gerçek Papa, gizli Papa Ahmed El- Hasan’dır (minhusselam). Onu takip edecek genç Papa, onun Halefi ve Vasisi Eba Sadık Abdullah Haşim’dir (minhusselam). O, İsa Mesih’in Oğlu Mani’nin (aleyhisselam) reenkarnasyonu ve Hz. Muhammed’in Vasiyetinde, O’nun Vasilerinden biri olarak ismiyle anılmış kimsedir.