"Enter"a basıp içeriğe geçin

27. Tamamlanmamış Sözler – Bilgenin Gayesi

İsa şöyle dedi: “Peygamberler alay konusu idi”

Masumiyet öğretisi dini öğretilerin temelidir. Katoliklik’te Papa’nın masumiyetinden tutun İslam’da peygamberlerin ve İmamların ismetine kadar, tüm dinlerde peygamberlerin belli bir mertebede masumiyeti vardır. Dinler, peygamberlerin masumiyeti konusunda ihtilaf etmişlerdir. Onlar masum mu, değil mi? Hata yaparlar mı, yapmazlar mı? Günah işleyebilirler mi, işleyemezler mi? Bu konu başlı başına Müslümanların, İncil’in ve Tevrat’ın, bir peygamberin yaptığının günah ya da hata gibi görüldüğü her ayetini hemen reddetmelerine neden oldu, sonunda onlar Kutsal Kitab’ı tamamen reddettiler. Her üç İbrâhimî dinden de kâtipler ve âlimler peygamberlerin hata ve günahlarını örtbas etmek için rivayetler ve kıssalar uydurmuşlardır. Peki ya peygamberler mükemmel miydiler? Onlar doğumlarından ölümlerine kadar masum muydular? Onlar hata etmişler miydi? Neden hata etmişlerdi? Bu kusurluluğun nedeni ve kaynağı nedir? Hata ederlerse, o zaman onlara nasıl güvenebiliriz? Hata etmeyen peygamberler olmuş mudur? Onlar günah işlemişler midir? Ne tür günahlar işlemişlerdir?

Masumiyet

Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim ki: “Eğer faydalı buluyorsan, ben masumiyet ve onun, insanların sandığı gibi olmadığı konusunda bir ders hazırlayıp kayda geçirmek için izin almak isterim. Ve ben zâti masumiyet ve kazanılmış masumiyet arasındaki farklardan bahsetmek istiyorum. Ayrıca belirtmek isterim ki, peygamberler peygamber olarak gönderilmeden önce ve hatta peygamber olduklarında dahi hata etmişlerdir. İnsanlar bu kavramı anlamadan, bir peygamberin doğumundan ölümüne kadar masum olduğunu ve asla hata yapmadığını düşünecekler, oysa hakikat bunun tam aksidir.”

İmam (minhusselam) yanıtladı: “İşte bu yanlıştır, batıl bir inançtır. Bu, yararlı bir konudur, Allah seni hayırla mükafatlandırsın.”

Bu kavramı anlamak için masumiyeti doğru bir biçimde tanımlamamız gerekir. Masum olmak, insanı hidayetten çıkarıp dalâlete sürüklememektir. Bu konuyu İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum. O, bana iki tür masumiyet olduğunu açıkladı:

1. Zâti Masumiyet: Masumiyet Allah’a mahsustur. İnsanlar açısından, öz itibariyle masum olmak, bu mertebede olan kişinin doğumundan ölümüne kadar masum olması anlamına gelir. Bununla birlikte, bir mahluk için bu masumiyet tüm enkarnasyonlarda devam etmez, aksi halde o, imtihanın dışında kalır ve Allah olur. Zâti masum olan kişi, hayatı boyunca hiçbir günah ve hata işlemez. Bu kategoriye sadece 14 kişi dahildir: Hz. Muhammed, Fatımat’üz Zehra ve 12 İmam (Selam Onlardandır). Bu 14 kişi, zâti masumiyete sahip olan müstesna kimselerdir. Tarih, onların bir tek hatasını veya günahını yazmamıştır.

2. Kazanılmış Masumiyet: On dört Masum dışında tüm peygamberler ve salihler bu kategoriye dahildir. Kazanılmış masumiyet, bireyin doğuştan masum olarak doğmadığı ve zâti masum olmadığı anlamına gelir; daha ziyade, Allah’a olan samimiyeti ve bağlılığı sayesinde, bir dereceye kadar masumiyet mertebesine ulaşmıştır. Masumiyeti kazanmış kişi zâti masum olandan daha küçüktür, çünkü zâti masum olmayan kişi, hayatının bazı dönemlerinde bir takım günahlara ve/veya hatalara yol vermiş olmalıdır.

Bir gün İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bana, müminlere iletmem için birkaç öğüt verdi:

“Bütün mümin erkek ve kadınlara selamımı ilet ve onlara de ki, Babaları onlara diyor ki: ‘Sizden önce gelip geçmiş peygamberlere, evliyalara ve Ehl-i Beyt’e (Onlara Selam Olsun) zafer vermiş müminlerden yararlanın ve onların hatalarından da yararlanın. Başarı Allah’tandır.’”

Peygamberlerin ve müminlerin hataları, onlardan ibret almamız için korunup saklanmıştır.

Adem’in Yaptığı Büyük Hata

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da Âdem (aleyhisselam), Allah tarafından atanmış ilk peygamberdi ve her ne kadar masum olsa da, zâti masum olmadığı için büyük bir hata etti. Bu hata, Allah’ın Adem’e (aleyhisselam) Ağaç’tan yememesini söylediğinde, Allah’ın direkt bir emrine itaat etmemesi, yine de ondan yemesi ve İblis’in vesvesesini dinlemesiydi: “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?””

İşte burada, kendisini gönderen Cenab-ı Hakk’a asi olmuş, şeytana itaat etmiş ve ondan emir almış, ilk elçi olan bir peygamberi görüyoruz.

Nuh’un Yaptığı Hatalar

Nuh (aleyhisselam), Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdi. Allah ona vadetti ki, tüm salih insanlar kurtulacak ve onunla birlikte Yeryüzüne varis olacaklar. Bu, Allah’ın Nuh’a (aleyhisselam) vaadiydi ve o, bu vaade iman etti ve onu 950 yıl tebliğ etti. Nuh, Ulül-Azim Peygamberleri’nden olmasına rağmen, Allah’ın yargısını eleştirmiş ve Allah’ı kendisine verdiği vaadi yerine getirmemekle suçlamıştır. İşte Kur’an’ın söylediği: “Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”“ Hud Suresi’nde: ““Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi. Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin vaadin elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.”

İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Ve Nuh, Allah ondan ailesini gemiye binmeye çağırmasını istediğinde ve oğlu gemiye binmediğinde bir hata etti. [O sırada] o zannediyordu ki, oğlu kendi ailesindendir, bu yüzden bu konuda Allah’ı sorguladı, zira düşündü ki, Allah onun ailesini kurtaracağını vadetmişti, oysa bunun yerine oğlu helak oldu.”

Böylece Nuh (aleyhisselam), Allah’ın kendisine verdiği vaadi sorguladı ve Allah’ı sorgulamak, eksik imanın bir şeklidir. Onu da biliyoruz ki, Nuh (aleyhisselam), kavmine karşı yeterince sabırlı olmadı ve Allah’tan tufan göndermesini diledi. Bu, 2. Babda tartıştığımız bir konuydu ve bu, İblis’i memnun ettiği halde Allah’ın Nuh’u azarladığı bir durumdur. Buradaki ima, İblis’in Nuh’a (aleyhisselam) azabı indirmesi için ilham vermiş olmasıdır, oysa Allah insanlara tövbe etmeleri için daha fazla zaman tanımak istediği için onun beklemesini ve sabırlı olmasını dilemişti. Görünen o ki, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) kendi hutbesinde aslında buna vurgu yaparak şöyle buyurmaktadır:

“Ve ben – ‘BEN’den Allah’a sığınırım – azabın sizi gölgelediğini görürsem bile, onun çabuk gelmesini ve üzerinize inmesini talep etmeyeceğim. Allah takdir ettiği işi yerine getirinceye kadar, Allah isterse bin sene de sabredeceğim ve sizi Allah’a şikayet etmeyeceğim.” Böylece, Allah Nuh’u (aleyhisselam) azarladı ve ona cahiller gibi olmamasını söyledi.

Musa’nın Yaptığı Hatalar

Musa (aleyhisselam) da Allah’tan bağışlanma diledi. Kur’an’da o, Mısırlıyı öldürmekle büyük bir hata yaptığını açıkça itiraf ediyor. “Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, “Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi. Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Kur’an’da anlatılır ki, Musa başka bir büyük hata ediyor ve bunun ardından açıkça tevbe ediyor: “Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Sen tum noksanlıklardan münezzehsin Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.”

Ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim: “Babacığım, peygamberlerden bazıları defalarca bir nebi veya resul olarak enkarne etmişlerdir, Musa da başka bir peygamber olarak dönmüş müydü?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Bir peygamber olarak Musa (aleyhisselam), sadece Musa olarak enkarne etmiştir.”

Dedim ki: “O sadece Musa olarak mı enkarne etti? Bu çok garip, zira Habil Harun olarak geldi ve Yusuf Yeremya olarak geldi ve İlya Vaftizci Yahya olarak geldi ve diğer peygamberler farklı peygamberler olarak geldiler ve Musa büyük bir peygamberdir!”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu, Allah’ın emridir.” Ben dedim: “Sübhanallah, bunun sebebi nedir Babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Çünkü Musa (aleyhisselam) çok hatalar etti ve aşırı derecede meraklı biriydi.” Ben dedim: “Ama o, Yusuf ve Harun’dan daha iyiydi.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, o dönemde daha iyiydi ama Musa’dan (aleyhisselam) önceki enkarnasyonlarında iyi değildi. O, belirli bir hata etti ve bu nedenle bir peygamber veya vasi olarak tekrar enkarne etmedi.”

Dedim ki: “Sübhanallah! Lütfen Baba, eğer meraklı biriysem veya fazla soru soruyorsam ya da beni helak edecek bir şey yapıyorsam, bana karşı sert ol ve beni durdur.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Bunu söyleyeceğini biliyordum ve söylemeni bekliyordum. Musa’nın merakı, Allah’ın Zatı ile ilgiliydi, nasıl, neden, ne için şöyle ve ne için böyle değil, gerisini biliyorsun, nihayet Allah’a karşı haddi aştı ve O’nu açıkça görmek istedi.”

Yusuf’un Yaptığı Hatalar

Yusuf (aleyhisselam) evli bir kadın olan Züleyha’yı aklından geçirdi, Züleyha da onu aklından geçirdi ve bu, Yusuf’un (aleyhisselam) bile itiraf ettiği bir hataydı. Zinaya benzer bu günah, Kur’an’da şöyle kaydedilmiştir: “Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” Ve o dedi: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Evli bir kadını aklından geçirmek aslında Yusuf’un (aleyhisselam) işlediği tek günah değildi. İşlediği suç daha ciddiydi ama Kur’an onu gizledi, ancak bu çağda İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) tarafından ortaya kondu. Bir gün onunla konuşuyordum ve bu konuyu sordum:

Dedim ki: “Babacığım, Yusuf’un hatası neydi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Züleyha ile yaptığı şey.” Ben dedim: “O Züleyha ile ne yaptı ki!” İmam (minhusselam) buyurdu: “Onunla yatmak dışında her şeyi yaptı.” Ben sordum: “Ama babacığım, Yusuf’un zinası ya da Musa’nın katletmesi, gerçekte günah değilken neden hata sayıldılar? Zira bildiğimiz üzere Allah’ın atadığı hükümdar Şeriat ve Yasanın üstündedir.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, ama o zaman bunu bilmiyorlardı, sonradan öğrendiler.”

Dedim ki: “Musa’ya (aleyhisselam) gelince, Mısırlıyı öldürme eyleminin anlaşılabilir olduğunu biliyoruz, çünkü o Kabil’in oğlu ve şeytanın tohumuydu. Peki ya Yusuf ve Dâvud’a ne demeli, evli bir kadınla ilişki yaşamaları nasıl caiz olur? Yalnızca Yasanın üstünde oldukları için mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Ayrıca, diğer müminlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mümin kadını da sana helâl kıldık”

Ben dedim: “Anlıyorum, ayet kendini bağışlamak isteyen kadının evli olup olmadığını belirtmiyor. Kur’an’da şöyle de buyuruluyor: “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.” ve hadislerde belirtiliyor ki, İmam “Yeryüzüne ve onda olanlara varistir.””

İmam (minhusselam) buyurdu: “Aynen.” Yusuf (aleyhisselam) bir hata daha etti. O, Yaradan’dan değil de, yaratılanlardan yardım istedi. “Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı.” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu ki, Allah başlangıçta Yusuf’a (aleyhisselam) üç yıl hapis cezası takdir etmişti, ancak bu hata nedeniyle onun üzerine dört yıl daha ekledi.

Yuşa’nın Yaptığı Hatalar

Yuşa (aleyhisselam) balığı nereye bıraktığını unutunca şeytanın sebep olduğu bir hataya düştü. Kur’an’da şöyle geçer: “Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi.”

Yunus’un Yaptığı Hatalar

Yunus (aleyhisselam) ve ettiği hatalar Kur’an’da ve Tevrat’ta anlatılmıştır. Allah vadettiği gibi Ninova’ya azap indirmeyince, o, kendi misyonunu tamamen terk etmeye ve Allah’tan kaçmaya çalıştı. Allah’a da kızdı: “Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.”

Başka bir ayette şöyle geçer: “Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. Gemidekilerle kur’a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer o, Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık. Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik. Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.”

Hatalar Enkarnasyonları Etkiliyor

Ali Ğureyfi İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordu: “Ben Tevrat’ta ismi geçen İlya mıyım? Zira Müslümanların bazı rivayetlerinde İlyas ismi ve İlyas’ın kıssası İlya’nın kıssası ile aynıdır.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “İlyas ve İlya farklı kişilerdir. Tarih İlyas’ı doğru belgelemedi ve insanların kafaları karışarak İlyas’ın İlya (aleyhisselam) olduğunu düşündüler. Aynı durum, Amid (aleyhisselam) gibi, tarihin adını zikretmediği ve bazılarından çok kısa olarak söz edildiği birçok peygamber için de geçerlidir ve aradan geçen zaman, savaşlar ve istilalar ile onların isimlerinin geçtiği tüm kitaplar da yok edildi.”

Ali Ğureyfi sordu: “İlyas isminin bazı bilginlerin bahsettiği gibi, ‘Al-i Yasin’ ile bir alakası var mıydı?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “İlyas (aleyhisselam), görgü, mantık ve fiziksel görünüm açısından Seyyid Ali (Ali Ğureyfi’nin kendisi) gibiydi. O, temiz kalpli, kibar ve yardımsever bir insandı. Fakat peygamber olmadan veya bir risâlet verilmeden önce, kadın ve şehvet düşkünü bir adamdı. İlyas (aleyhisselam) çok hatalar eder ve meseleleri hızlı bir şekilde yargılardı. İlyas’ı (aleyhisselam) tanımak isteyen varsa, oğlum Ali’ye (aleyhisselam) baksın.”

Ali Ğureyfi dedi: “Sübhanallah. Efendim! O, kime gönderildi ve onun kavmi kimlerdi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “İlyas (aleyhisselam) İsrailoğullarının peygamberlerinden biriydi.”

Ali Ğureyfi dedi: “Hangi bölgeye gönderildi ve nerede yaşadı, Efendim?” İmam (minhusselam) buyurdu: “İlyas (aleyhisselam) Filistin’e, Kudüs’e gönderildi.” Ali Ğureyfi dedi: “İlyas’tan sonra veya daha önce başka enkarnasyonlarım oldu mu, Ehl-i Beyt (Onlara Selam Olsun) ile enkarnasyonum oldu mu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Sen Hüseyin (aleyhisselam) ile birlikte enkarne ettin ve onurlu bir rolün oldu.” Ali Ğureyfi dedi: “Ben kimdim, Efendim?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Vehab Nasrani.” Ali Ğureyfi dedi: “Yani ben Hüseyin (aleyhisselam) ile birlikte mi öldürüldüm?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Vehab İlyas’tan daha iyidir. Çünkü Hüseyin’in (aleyhisselam) zamanında, zafer verenlerin çok az olduğu bir zamanda hakka zafer vermiştir.”

Ali Ğureyfi dedi: “Efendim, Vehab Nasrani enkarnasyonundan sonra başka bir enkarnasyonum oldu mu ve o, Ehl-i Beyt (aleyhisselam) ile olan bir enkarnasyon muydu?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Sonuncudan bir önceki enkarnasyonunda zengin bir adamdın, fakat engelli ve imtihanda olan biriydin. Çok cömerttin, çocuğun yoktu ve ölmeden önce bütün paranı yetimlere bağışladın.”

Ali Ğureyfi dedi: “Nasıl yani Efendim, bu İmamların (Onlara Selam Olsun) döneminde miydi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır, bu yaklaşık 500 yıl önceydi.” Ali Ğureyfi dedi: “Bu cömert adam Vehab Nasrani’den daha mı iyiydi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hiç de değil.”

Ali Ğureyfi dedi: “Bu, önceki enkarnasyonda şansımı kaybettiğim ve Vehab ile aynı veya ondan daha iyi bir mertebeye sahip olmak için yeterince yükselmediğim anlamına mı geliyor?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır oğlum, bu şeyler öyle hesaplanmaz. Bir önceki enkarnasyonun, bugün bulunduğun bu yere varabilmen için büyük bir imtihan gibiydi.”

Ali Ğureyfi dedi: “Efendim, izninizle sorayım, ben o imtihandan geçtim mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet oğlum, geçtin, geçmeseydin o zaman şu an seninle konuşuyor olmazdım ve sen bu mübarek dinden haberin bile olmazdı. Bugün İlyas (aleyhisselam) bir liderdir.”

Ali Ğureyfi dedi: “Yani biz her enkarnasyonda belirli dereceye kadar azimle çalışırız ve bu dereceye dayanarak Al-i Muhammed’e (Onlara Selam Olsun) hizmet etmede bir role sahip oluruz ve daha azimle çalışırsak Ehl-i Beyt’e hizmet etmede daha büyük bir rol sahipleniriz. Yani İlyas’ın bu kadar çok hatası olmasaydı, belki de rolü daha büyük olurdu, zira anladığım kadarıyla İlyas’ı (aleyhisselam) İsa (aleyhisselam) veya ondan daha iyi bir peygamberle kıyaslarsak, İlyas’ın şansını boşa harcadığını görürüz.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet oğlum, aferin.” Ali Ğureyfi dedi: “Onun için Efendim, ben Ehl-i Beyt’e hizmette daha

yüksek mertebelere ulaşmak istiyorum, fakat yol uzun, rızık az ve durum imrenilecek bir durum değil. Ama ben yolda hızlı ilerlemek istiyorum, çünkü zaman daralıyor.”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Aferin oğlum, sana Allah’ın hanif dinine, teslimiyet dinine hizmet etmende hayır ve başarılar diliyorum. Yakininiz ve teslimiyetiniz sayesinde Gemi hareket edecektir. Oğlum, zamanının büyük kısmını boşa harcadın ama bütün gücün, yüreğin ve samimiyetinle yoluna devam edersen, inşallah bunu telafi edeceksin.”

Bu sohbette birçok önemli makamları öğreniyoruz. Öğrendiğimiz üzere, peygamberler kendi peygamberliklerinden önce ve sonra hayatları boyunca hata ve günahlar işlediler. Onlar doğumlarından ölümlerine kadar masum değillerdi, bilakis peygamber olduktan sonra masumiyet kazandılar. Bu nedenle, zâti masum değillerdi. Ayrıca öğrenmiş oluyoruz ki, bir peygamber hayatı boyunca ne kadar az hata yaparsa, o kadar büyüktür ve ne kadar çok hata yaparsa, o kadar küçüktür ve bunların hepsi onun gelecek enkarnasyonlarında bir role sahiptir. Belirli enkarnasyonlar geçirmemiş insanlar bu dinden haberdar olmaz ve ona inanmazlardı.

Enok (aleyhisselam) kendi halkına beddua etti ki, Allah onları aç bıraksın. Dâvud (aleyhisselam), karısı Batşeva’yı arzuladığı için askerlerinden birini ölüme yolladı. Delila, Şimşon’u (aleyhisselam) baştan çıkardı. Lut (aleyhisselam), Sodom ve Gomorra’dan ayrılmak konusunda tereddüt etti. Yakub (aleyhisselam) zavallı bir adamı ağırlamayı reddetti. Peygamberlerin hataları saymakla bitmez. Bazılarını listeledik, geri kalanını bulmayı da okuyucuya bırakıyoruz. Kutsal yazılar ve rivayetler, peygamberlerin insani yönünü hatırlatan bu olaylarla doludur. Bu olaylar hepimize şaşırtıcı geliyor ki, Allah neden elçiler olarak böyle eksik insanları seçti? Allah’ın tamamlanmamış elçiler göndermesi, Kendisinin mi eksikliğinden, yoksa doğal olarak insanlığın mı eksikliğinden kaynaklanıyor? İnsanlığın durumu, kusursuz bir elçi göndermeyi imkansız mı kılıyor?

Yakub Allah’la mı Güreşiyor?

İblis vesvese ettiğinde Adem (aleyhisselam) neden Allah’a asi oldu? Allah’tan şüphe ettiği için mi? Allah’tan gelen vahiyle şeytandan olan vesveseyi ayırt edemediği için mi? Yoksa İblis, kendisini Nurdan bir Melek veya Allah’ın kendisiymiş gibi tanıtarak peygamberleri kandırmayı başarmış mıydı? İblis, peygamberlerin gönderilmesinde aktif rol oynadı mı? Yaratılış kitabında Yakub (aleyhisselam) ve Allah olduğunu düşündüğü bir yabancı arasında çok tuhaf bir karşılaşma buluyoruz:

“Ve o gece kalkıp iki karısını, ve iki cariyesini, ve on bir çocuğunu aldı, ve Yabbok geçidini geçti. Ve onları alıp çayı geçirdi, kendisine ait olan şeyleri de geçirdi. Ve Yakub yalnız başına kaldı; ve seher sökünceye kadar, bir adam onunla güreşti. Ve onu yenmediğini görünce, uyluğunun başına dokundu, ve onunla güreşirken Yakubun uyluk başı incidi. O dedi: “Bırak gideyim, çünkü seher vakti oluyor.” Yakub dedi: “Beni mubarek kılmadıkça seni bırakmam.” Ve ona dedi: “Adın nedir?” Ve o dedi: “Yakub.” Ve dedi: “Artık sana Yakub değil, ancak İsrail denilecek; çünkü Allah ile ve insanlarla uğraşıp yendin.” Ve Yakub sorup dedi: “Rica ederim, adını bildir.” Ve dedi: “Adımı niçin soruyorsun?” Ve orada onu mubarek kıldı. Ve Yakub o yerin adını Penuel koydu; çünkü: “Allah’ı yüz yüze gördüm, ve canım sağ kaldı”, dedi. Ve Penueli geçtiği zaman, güneş üzerine doğdu, ve uyluğu üzerinde aksıyordu. Bunun için bugüne kadar İsrail oğulları uyluk başı üzerindeki kalça adalesini yemezler; çünkü Yakubun uyluk başına, kalça adalesine dokundu.” Bu güreşçi gerçekten Allah mıydı? Allah’tıysa, Yakub (aleyhisselam) neden O’nunla güreşsin ki? Yakub (aleyhisselam) neden bu kişinin adını sordu ve bir kutsama istedi? İsrail isminin İbranicedeki anlamlarından biri de ‘Allah ile güreşen’dir. Arapçada ise “Allah’ın kulu” anlamına gelir. Yakub ile (aleyhisselam) güreşen kimse açıkça Allah değil, düşmüş melek İblis’ti. Görünen şu ki, Yakub (aleyhisselam) bu ikisi arasında, Allah ile İblis arasında ayrım yapmakta zorlanıyordu. Yakub’a (aleyhisselam) verilen isim – “İsrail” – çift anlamlıydı. Çünkü Yakub (aleyhisselam) gerçekten de İblis’le güreşmiş kimse ve Allah’ın bir kuluydu. Görüldüğü gibi peygamberler eksikti ve zaman zaman Allah ile İblis’i kusursuzca ayırt edemiyorlardı. Bu nedenle, her ikisinden vahiy almış ve her ikisi tarafından gönderilmişler. Allah bir peygamber gönderdiğinde, İblis hep kendini Allah gibi göstererek ve onu daha sonra sıkıntıya sokacak veya Allah’ın yolundan ve gerçek mesajından saptıracak şeyler yapmaya teşvik ederek onu aldatmaya çalışırdı.

Eski Ahit Peygamberleri

Ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim: “Eski peygamberleri İblis mi gönderdi?” Sonra sustum. İmam (minhusselam) gülmeye başladı ve dedi: “Oğlum, ben bunu biliyorum ama bu sözler tamamlanmamış sözlerdir. Beni güldürdün oğlum.”

Ben dedim: “Neden babacığım?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Çünkü sen sustun, ben ise hâlâ gülüyorum.” Ben de onun gülmesiyle gülmeye başladım ama neden güldüğümü anlamıyordum.

Dedim ki: “Lütfen Babacığım, gülüşünün hatırı için söyle, İsa Mesih’ten (aleyhisselam) önceki tüm peygamberleri İblis mi gönderdi? Şimdi de Allah, senin lütfunla onların hepsini geri mi döndürdü ya da bu nasıl oldu?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evren sana feda olsun. Evet, senin hakkına andolsun ki, böyle oldu.”

Ben dedim: “Sübhanallah, sübhanallah, sübhanallah… Onlara ikinci kez şans verildi, çünkü hepsi gerçekten İblis’in Allah olduğunu mu düşünüyorlardı?”

İmam (minhusselam) yeniden gülmeye başladı ve dedi: “Beni güldürdüğün için Allah senden razı olsun, hâlâ gülüyorum, baksana, Eba Cafer (aleyhisselam) karşımda oturmuş gülüyor ve neye güldüğümü bilmiyor.”

Ben dedim: “O zaman Babacığım, yani tamamlanmamış sözler peygamberler miydi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Ben dedim: “Ve o zamanda ruhları güçlü değildi de zulmet ile mi karışmıştı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Dedim ki: “Yani hem Allah’tan hem de İblis’ten aynı anda emir mi alıyorlardı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, sana bir örnek vereceğim. Yusuf’un

ruhu ne zaman daha üstündü, bugün mü yoksa birkaç bin yıl önce mi?” Ben dedim: “Senden öğrendiğim kadarıyla bugün herkes eskisinden daha üstün olmalı.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Aferin, bu yüzden de sen bugün

Kaim’sin, ey Al-i Muhammedin Kaimi (O’na ve Ailesine Selam Olsun).” Dedim ki: “Yani o günlerde bazı konularda İblis’in emirlerine mi uyuyordum?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Kesinlikle!” Dedim ki: “Yakub’un bir Melekle güreşmesinin hikayesi, baştan sona onun Allah ile güreştiğini yazıyor. O, İblis’ti, değil mi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, öyle. Ve bugün onun yaşadıklarına

bak. Bak ve durumun ne kadar ciddi olduğunu anla. Eğer bu konu üzerinde dikkatli bir şekilde düşünürsen, konunun ne kadar tehlikeli olduğunu ve olayın vehametinin boyutunu anlayacaksın.”

Dedim ki: “Babacığım, İsa Mesih’ten (aleyhisselam) önce, kitaplar ve şeriatlar Allah’tan ve İblis’ten gelen vahiylerin karışımı mıydı?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Aynen oğlum, çünkü peygamberler dini tam ve eksiksiz olarak insanlara yayamadılar. Zordu, hatta bazen imkansızdı. Görüyor musun? Yeryüzünde sözde en iyi ensarlara sahip olduğumuz bu devirde bile, insanlardan (kafir olmalarından) korkarak gerçekleri konuşmaktan imtina ediyor ve birçok gerçeği örtbas ediyoruz. Biz bile konuşamıyoruz, bir de o zamanki insanların halini düşün.”

Dedim ki: “Doğrudur, İblis, peygamberlere kendi kutsal kitaplarına dahil etsinler diye ayetler vahyeder, onlar da (bunun Allah’tan olduğunu zannederek) şaşırıp kalırlardı, değil mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, böyle yapardı! Bunun kanıtı, ettikleri hatalar ve bazılarının çağrılarında karşılaştıkları sorunlardır.”

Dedim ki: “Peki ya senden sonra aynı sorun bir daha tekrarlanacak mı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır, bir daha olmayacak. Rahat ol ey gözümün nuru.” İmamın gülüşü üzerinde tefekkür ettim ve bu bana İsa’nın (aleyhisselam) şu sözlerinin yazıldığı Nag Hammadi Kütüphanesi’nden Büyük Seth’in İkinci Tezi gnostik metnini hatırlattı:

“Çünkü Adem alay konusu oldu, zira Hebdomad onu sahte bir adama dönüştürmüştü, güya benden ve kardeşlerimden güçlüymüşler. Ona nazaran biz masumuz, çünkü günah işlemedik. İbrâhim, İshak ve Yakub da alay konusu oldu, çünkü onlara (sahte babalara) Hebdomad isim koymuştu, güya benden ve kardeşlerimden güçlüymüşler. Ona nazaran biz masumuz, çünkü günah işlemedik. Hebdomad’dan etkilenerek oğlunun İnsanoğlu adlandırılması Dâvud’u alay konusu yaptı, güya benden ve ırkımın üyelerinden daha güçlüymüşler. Ona nazaran biz masumuz, zira günah işlemedik. Süleyman alay konusu oldu, çünkü o, Mesih olduğunu zannediyordu ve Hebdomad onu zayi etti, güya benden ve kardeşlerimden daha güçlüymüşler. Ona nazaran biz masumuz, ben günah işlemedim. On iki Peygamber alay konusu oldu, çünkü onlar gerçek peygamberlerin taklitçileri gibi ortaya çıktılar. Hebdomad onları sahtekarca ortaya çıkardı, güya benden ve kardeşlerimden güçlüymüşler. Onlara nazaran biz masumuz, zira günah işlemedik. Sadık bir köle olan Musa, “Refik” adlandırılan bir alay konusuydu, zira beni hiçbir zaman tanımayan bu adam hakkında ters bir şekilde şahitlik yaptılar. Ne o, ne de ondan öncekiler, Adem’den Musa’ya ve Vaftizci Yahyaya kadar, hiçbirisi beni ve kardeşlerimi tanımıyordu. Çünkü onlar diyet kanunlarına ve acı köleliğe uymak için meleklerin ahkamına sahiptiler, çünkü onlar hiçbir zaman gerçeği bilmediler, bilmeyecekler de. Çünkü onların ruhları büyük bir dalavereye uğradı, bu da İnsanoğlu’nu tanıyıncaya dek özgürlük “Nous”unu bilmek için onu bulmalarını imkansız kılıyor. Şimdi, Babama gelince, ben dünyanın tanımadığı ve bu yüzden bana ve kardeşlerime karşı çıktığı kimseyim. Fakat ona nazaran biz masumuz; günah işlemedik.”

İşte burada anladım ki, İsa Mesih’ten önce gelen tüm peygamberler eksiktir. Onlar babaları Adem (aleyhisselam) gibiydiler. Adem (aleyhisselam), Allah tarafından atandı ve Allah’tan ilahi vahiy aldı, dolayısıyla: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”Âdem İblis’i (aleyhisselam) de işitmiş ve ondan vesvese almıştır: “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?””

Adem hür iradeye de sahipti ve zaman zaman Allah’a itaat etmesinin yanı sıra İblis’e de itaat etmeyi seçebiliyordu, dolayısıyla: “Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.””

İblis, Âdem (aleyhisselam) ile yetinmemiş, bilakis Âdem’den (aleyhisselam) sonraki bütün peygamberlere müdahale etmiş ve onları ayartmaya çalışmıştır. Hepsine bir dereceye kadar müdahale etmeyi başarmıştır. Müdahalesinin kanıtı, onların hatalarından açık bir şekilde bellidir. “Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu nedenle, İblis’in vesveselerine karşı koyabilecek peygamberlerin gelmesine ihtiyaç duyulmuştur. Allah’ın sözleriyle İblis’in sözlerini kesin olarak ayırt edebilecek peygamberlere ihtiyaç vardı. Onlar, vesveseye direnme, gerçek sözleri tanıma ve Allah’a tam itaat etme yeteneğine sahip olacaklardı. İsa (aleyhisselam), bunu başaran Elçilerin ilki olacaktı.

Tam Sözler

İsa (aleyhisselam) peygamberlik çizgisinde yeni bir başlangıca imza atıyor. Bunun pek çok kanıtı vardır. İmam Sadık (minhusselam) uzun bir duasında şöyle der: “Senden kulun ve elçin Musa bin İmran’la konuştuğun Sina dağında görünen izzetin hatrına istiyorum. Seir’deki doğuşun ve Faran Dağı’ndakı zuhurun hatrına istiyorum…” Yasanın Tekrarı kitabında da şöyle geçer: “Ve dedi: RAB Sina’dan geldi, Ve onlara Seir’den doğdu, Faran Dağı’ndan parladı, Ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi.”

Böylece, Musa’ya sadece isim açıklanırken, İsa (aleyhisselam) Allah’ın Seir’deki yükselişi, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ise Allah’ın Faran’daki zuhuru olarak tanımlandı. Bildiğimiz üzere güneşin doğuşu veya şafağı, onun ortaya çıkmadan önce yaptığı ilk eylemdir. Ondan öncesi karanlıktır. O zaman, İsa (aleyhisselam) peygamberlerin en mükemmeli ve zuhuru zamanı Allah’ın mahlukattaki en mükemmel tercümanı ve yansımasıydı. Adem’den Vaftizci Yahya’ya (Onlara Selam Olsun) kadar, İsa (aleyhisselam) hepsinin en büyüğü ve en mükemmeliydi. İsa (aleyhisselam) bu gerçeği beyan etti ve kendisinden önceki tüm peygamberlerin tamamlanmamış olduğunu belirtti. Yuhanna kitabında İsa (aleyhisselam) şöyle der: “Benden evel gelenlerin hepsi hırsız ve haydutturlar; fakat koyunlar onları dinlemediler.”

İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “İsa (aleyhisselam) ile Hüseyin bin Ali (aleyhisselam) arasında makam açısından hiçbir fark yoktur.” Bildiğimiz üzere İsa (aleyhisselam), ‘Abâ Ehli’nin altıncı üyesi olan Cebrail’di (aleyhisselam). Bu olay ile ilgili bilgisi olmayanlar için Fatımat’üz Zehra’nın (minhesselam) rivayetinden bir parçayı bilginize sunarız:

“Allah-u Teala buyurdu ki: “Ey benim meleklerim ve ey göklerde bulunanlar, bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ay ve ışık saçan güneşi, dönen her feleki (gezegeni), akan denizi ve dolaşan gemiyi, sadece kisânın altında olan bu beş kişinin sevgisi için yarattım. Cebrail-i Emin; “Ya Rabbî, abânın altında bulunan kimlerdir?” diye sordu. Allah; “Onlar, Peygamber’in Ehl- i Beyt’i ve risaletin madenidirler; onlar; Fatıma, babası, kocası ve çocuklarıdır” buyurdu. Cebrail; “Ya Rab, yere inip onların altıncısı olmama izin verir misin?” dedi. Allah Teala; “Evet izin verdim” buyurdu. Bu vakit Cebrail-i Emin de yere indi ve; “Selam olsun sana ey Allah’ın Resulü, yücelerin en yücesi olan Allah sana selam gönderiyor, güzel tebrik ve ihtiramını sana sunuyor ve buyuruyor ki: “İzzet ve celalime and olsun ki, ben bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ayı ve ışık saçan güneşi ve dönen her feleki (gezegeni) ve akan her denizi ve dolaşan her gemiyi, sadece sizin hatırınız ve sizin sevginiz için yarattım.” Allah Teala benim de sizinle birlikte olmam için izin verdi. Ya Resulullah (O’na ve Ailesine Selam Olsun), sen de izin veriyor musun?” dedi. Resulullah (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “Sana da selam olsun ey Allah’ın vahyinin emini, evet sana da izin verdim.” Bunun üzerine Cebrail de bizimle birlikte abânın altına girerek babama dedi ki: “Allah size şöyle vahy etmiştir: “Gerçekten Allah, siz Ehl-i Beyt’ten her türlü ricsi (günah ve pisliği) gidermek ve sizleri tertemiz kılmak istiyor.”

Cebrail’in İsa (aleyhisselam) olduğu açıklandığından dolayı biliyoruz ki, İsa Allah’ın izzetlendirdiği, şeytanın necaset ve vesvesesinden tamamen arındırdığı ‘Abâ Ehli’nin bir üyesidir. Bildiğimiz üzere Allah Kur’an’da İsa’dan önceki son peygamber olan Vaftizci Yahya’dan (aleyhisselam) şöyle bahsediyor: “Doğduğu gün, öleceği gün ve yeniden diriltileceği gün ona selam olsun!” Oysa Kur’an’da İsa’nın (aleyhisselam) şöyle buyurduğu geçer: “Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden diriltileceğim gün bana selam olsun!” Yani, İsa (aleyhisselam) kendi kendine selam gönderiyor, Yahya ve ondan önceki peygamberler ise kendilerine selam gönderecek birine muhtaçlar.

Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “Ben insanlardan dünyada ve ahirette İsa bin Meryem’e en yakın olanım.” Adem’den Muhammed’e (Onlara Selam Olsun) kadar bütün peygamberlerin en iyisi Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ve İsa bin Meryem (aleyhisselam) olmuştur. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bana şöyle dedi: “İsa’nın (aleyhisselam) annesi Meryem, daha sonra Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) annesi Amine olarak enkarne etti.” Kısacası, İsa’nın (aleyhisselam) mükemmel Elçi’yi ve Allah’ın hakiki yükselişini temsil ettiğini, Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ise yaratılış içinde Allah’ın daha mükemmel bir Elçisi ve Temsilcisi olduğunu görüyoruz. Onlar, şeytanın vesveselerinden arındırılırlar, zira önceki peygamberler vesveselerin etkisine maruz kaldılar ve onların risaleti, Allah’tan gelen hakikat ile şeytandan gelen bir takım batıl vahiylerin karışmından ibaret oldu. İsa ve Muhammed (Onlara Selam Olsun) şeytana itaat etmediler ve bu konuda bir kafa karışıklığına düşmediler. İsa’nın, şeytanın vesveselerini reddetmesi İncillerde çok açık bir şekilde belirtilmiş ve bir nedenden dolayı buna işaret edilmiştir. Üç kez şeytan ona vesvese eder ve her defasında o, şeytana itaat etmeyi reddeder. Bir keresinde ona, taşı ekmeye dönüştürmesi için vesvese edilir, diğer seferinde dünya üzerinde hüküm sürmesi karşılığında şeytana tapması istenir, üçüncü kez ise ondan mabedin tepesinden atlaması istenir. Luka kitabında şöyle geçer:

“İsa Ruhülkudüsle dolu olarak, Erdenden avdet etti; ve Ruh tarafından çöle sevkedildi. Kırk gün müddet İblis tarafından tecrübe olundu. O günlerde bir şey yemedi; ve onlar tamam olunca, acıktı. İblis de ona dedi: Eğer sen Allah’ın Oğlu isen, bu taşa söyle, ekmek olsun. İsa ona cevap verdi: “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz,” diye yazılmıştır. Onu yükseğe çıkararak dünyanın bütün ülkelerini bir an içinde kendisine gösterdi. Ve İblis ona dedi: Bütün bunların hükümdarlığını, ve onların izzetini sana vereceğim; çünkü o bana verilmiştir; istediğime onu veririm. Şimdi önümde secde kılarsan, hepsi senin olacak. İsa cevap verip ona dedi: “Rab Allah’ına tapınacak, ve yalnız ona kulluk edeceksin,” diye yazılmıştır. Onu Yeruşalime götürdü, mabedin tepesine koyup ona dedi: Eğer sen Allah’ın Oğlu isen, kendini buradan aşağı at; çünkü yazılmıştır: “O, senin hakkında meleklerine, seni korusunlar diye emredecek;” ve, “Ayağını bir taşa çarpmıyasın, diye Elleri üzerinde seni taşıyacaklar.” İsa cevap verip ona dedi: “Sen Allah’ın Rabbi denemiyeceksin,” denilmiştir. İblis her tecrübeyi bitirdikten sonra, bir zamana kadar ondan ayrıldı.”

Ağaçtan yemesi için şeytan tarafından ayartıldığında itaat eden Adem’in (aleyhisselam) aksine, İsa (aleyhisselam) şeytana itaat etmeyi reddediyor ve sadece Allah’a itaat ediyor. İşte bu yüzden ona sadece bir Tanrı’nın sahip olabileceği pek çok yetenek verildi, çünkü o mükemmel bir temsilci ve Elçiydi ve Allah’ın tüm ilahi sıfatlarını yansıtabiliyordu. İsa (aleyhisselam) Allah ile İblis’i birbirinden ayırt edebiliyordu, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ise Allah’ın daha mükemmel bir yansımasıydı. İsa’nın (aleyhisselam) Muhammed’e (O’na ve Ailesine Selam Olsun) kadar uzayan vasileri de İsa’dan (aleyhisselam) önceki tüm peygamberlerden daha iyiydi. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vasileri de Muhammed’den önceki tüm peygamberlerden ve vasilerden daha iyi ve daha mükemmeldi (İsa’nın kendisinin de Muhammed’in vasilerinden biri olarak döndüğünü unutmayın).

Şimdi soru şu ki, İsa (aleyhisselam) ve Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) hataları oldu mu? Herhangi bir yaratılmış varlık olmak için nokta büyüklüğünde bile olsa zulmete sahip olmanız gerekiyor, zira tüm mahlukat zulmet ile karışık nurdur. Zerre kadar bile zulmet barındırmayan, mutlak, pak ve eksiksiz Nur, sadece Allah’tır. İşte bu yüzden İsa’ya (aleyhisselam) iyi denildiğinde şöyle yanıtladı: “Niçin bana iyi diyorsun? Tek olan Allah’tan başka, kimse iyi değildir.”32 İnsanda azıcık bile zulmet olduğu sürece, o, eksiktir, çünkü yalnızca Allah mutlak olarak mükemmeldir. O zaman İsa ve Muhammed (Onlara Selam Olsun) de hata yapmışlardır, fakat onların hataları diğer peygamberlerin hataları gibi hata sayılmazdı. Onların hataları küçüktü. Adem’in hatası itaatsizlik, Nuh’un hatası Allah’ı sorgulamak, Musa’nın hatası Allah’ı görmek istemesiyken, İsa’nın hatası sadece kaderin değişip değişmeyeceğini sormak, Muhammed’in hatası ise sadece belli bir konuda tedirginlik duymaktı.

İsa’nın Yaptığı Hata

Ben dedim: “Babacığım, İsa hata etti mi?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet oğlum.” Ben dedim: “O’nun hatası neydi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “O, çarmıha gerilmenin ondan kaldırılmasını istedi.” Dedim ki: “Babacığım, niye ki? O, ölüleri dirilttikten ve tüm bu mucizeleri yaptıktan ve Allah’ın var olduğunu bildikten sonra ölümden mi korktu?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, oğlum. Bu insanların eliyle öldürülmek istemiyordu, fakat bu konunun üzerinde fazla durma.”

Hz. Muhammed’in Yaptığı Hata

İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah’ın nübüvvet makamından isimlerini sildiği peygamberler olduğu gibi, Musa ve Yusuf (Onlara Selam Olsun) gibi isimleri nübüvvet makamından neredeyse silinecek olan peygamberler de vardır.”

Ben dedim: “Sübhanallah, Yusuf Züleyha ile yaptığı şey yüzünden mi az kalsın silinecekti?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Birkaç nedenden dolayı. Birinci neden, Züleyha ile yaptığı şeydi. İkinci neden, Allah’tan yardım istemeden önce hükümdarlardan yardım istemesidir. Üçüncü neden ise bütün kadınların peşinden koşması ve onu sevmesi yüzünden belli bir noktada kendini beğenmiş olmasıdır.”

Ben dedim: “Yüce ve Büyük olan Allah’tan bağışlanma dilerim.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Musa’ya (aleyhisselam) gelince, o sürekli soru sorar ve araştırırdı, ayrıca sabırsızdı da. Biliyor musun kaç peygamber nübüvvet makamından neredeyse silinecekti?”

Ben dedim: “313 mü?”

İmam (minhusselam) buyurdu: “Musa, Yusuf, Yakub ve Muhammed de onlardan biriydi.”

Ben dedim: “Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) de mi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, ömrünün sonunda.” Ben dedim: “Ali (aleyhisselam) hakkında halka duyuru yapmak istemediği için mi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Ben dedim: “Neden söylemek istemiyordu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “İnsanların dilinden korkuyor ve kendini mahçup hissediyordu, çünkü Ali onun kuzeni idi ve kızıyla evliydi.” Gadir-i Hum olayına şu ayette atıfta bulunulmaktadır: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.”

Bunlar hata olsa da, İblis’e itaat veya Allah’a asilik değildi. İsa ve Muhammed (Onlara Selam Olsun), İblis’in sözlerini söylemediler, onun emirlerine tabi olmadılar, vesveselerine de kanmadılar. İsa ve Muhammed (Onlara Selam Olsun) yaşadıkları müddetçe, risaletleri İblis’in etkisine karşı tamamen güvence altındaydı ve tüm sözleri Allah’ın kelamlarıydı. Muhammed’in Vasileri olan İmamlar ve Mehdilerin sözleri ve risaletleri de aynı şekilde İblis’in etkisinden korunuyor, bu nedenden dolayı, vasiyet ve onun sahipleri dalâletten korunuyorlar. Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vefat ettiği gece şöyle buyurdu: “Bana kalem ve kağıt getirin, size öyle bir şey yazayım ki, ona sarılırsanız, benden sonra asla dalâlete düşmezsiniz.”

Ancak, rivayetlerin ve tarihin gösterdiği gibi, hem İsa’nın hem de Muhammed’in (Onlara Selam Olsun) İlahi Halifeliği kolay geçmedi. Kaos ve karışıklığa rağmen, Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) gerçekten de ilahi sünnete uygun olarak bir vasiyet yazdı. O, İmam Ali (minhusselam) ile başlayıp Abdullah, Ahmed ve El-Mehdi ile sonlanan halifelerinin isimlerinin açıkça geçtiği vasiyetini kaleme aldı. İşte bunlar, İblis’in vahiy ve vesveselerinden korunan ve Allah’ın bizi kendileri aracılığıyla dalâletten koruyacağını vadettiği kimselerdir.

Hz. Muhammed’in Vasiyeti

Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vefat ettiği gece amca oğlu, damadı ve hak vasisi İmam Ali bin Ebi Talib’e (Selâm O’ndandır) şöyle dedi:

“Ey Hasan’ın babası, bana kağıt ve mürekkep getir”, ve vasiyetini şuraya gelene kadar dikte ettirdi ve dedi: “Ya Ali, benden sonra 12 İmam olacak, onlardan sonra da 12 Mehdi. Sen, ey Ali, 12 İmam’ın ilkisin. Allah seni Kendi semasında, Ali Murtaza, Müminlerin Emiri, Sıddık’ul Ekber, Faruk’ul Azam, Memun ve Mehdi adlarıyla isimlendirmiştir. Bu isimlerin senden başka kimseye atfedilmesi doğru değildir. Ey Ali, sen benim Ehli-Beytim ve kadınlarım üzerine, onlar hayattayken ve ölüyken Vasim’sin. Kimi tutarsan, yarın beni bulur ve kimi boşarsan, ben ondan beri olurum. Kıyamette ne ben onu görürüm, ne de o beni. Ve sen benden sonra ümmetime Halifem’sin. Eğer vefat zamanın yetişirse, bunu hayırsever, çok bağışlayan oğlum Hasan’a teslim et. Onun vefat zamanı yetişirse, onu oğlum Zeki, Şehit, Maktul Hüseyin’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu oğluna, ibadet edenlerin Seyidi, alnı kabarlı Ali’ye teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu, oğlu Muhammed Bakır’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu, oğlu Cafer-i Sadık’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı geldiğinde, onu oğlu Musa Kazım’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı geldiğinde, onu oğlu Ali Rıza’ya teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, onu oğluna, Emin ve Taki olan Muhammed’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı gelirse, onu oğlu Ali Nasih’e teslim etsin. Onun da vefat zamanı gelirse, onu oğlu Hasan Fazıl’a teslim etsin. Onun da vefat zamanı yetişirse, bunu oğluna, Al-i Muhammed’in Mustahfazı (Emanetçisi) olan Muhammed’e teslim etsin. Bunlar 12 İmam’dır. Ve ondan sonra, 12 Mehdi olacaktır. (Onun da vefat zamanı gelirse) o da onu oğluna, yakın olanların ilkine teslim etsin. Onun üç adı vardır; bir adı benim ve babamın adı gibi, Abdullah; Ahmed, üçüncü isim de El-Mehdi’dir. O, müminlerin ilkidir.”