“Ne koyarsan aşına, o gelir kaşığına”
Ateizm üzerine yapılan bazı araştırmalara göre, insan nüfusunun yaklaşık yüzde 7’si inançsız olarak tanımlanıyor, bu da yaklaşık 450-500 milyon kişi anlamına geliyor.Onlar, Kur’an’ın, İncil’in, Tevrat’ın veya başka herhangi bir kitabın gerçekten
Allah’tan geldiğine inanmazlar. Kendi şaşkınlıklarına cevap bulmak ve Allah’ı inkar etmelerini haklı çıkarmak için bilime başvururlar. İnsanların yaratılışını açıklamak için evrim gibi teorilere yaslanırlar. Kutsal yazılardaki hatalara ve tutarsızlıklara işaret ederler. Örneğin, Nuh tufanı, Musa’nın göçü veya İsa’nın dirilişi hakkında ampirik (deneye dayalı) bir kanıt olmadığını söyleyebilirler. Antiteistler daha da ileri giderek, dini, insanlığın başına bela olan ve gelişimi engelleyen bir hastalık olarak görüyorlar. Onlar açısından din, “kitlelerin afyonudur” ve insanların zihinlerini kontrol etmek için bir araçtır. Neticede onlar, Allah’ın varlığına delil arayan insanlardır. Onlar diyorlar ki, Allah’ın varlığına dair bir kanıt yoktur ve birçokları diyor ki, kanıt olsaydı, iman ederlerdi. Bir gün birisiyle konuşuyordum ve şaka yollu “Bu din batıl olsaydı, ateist olurdum” dedi. Ben bu yorumları İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) anlattım.
Din Bozulmuştur
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Gel ben sana aynı soruyu varsayımsal olarak sorayım, eğer bu din batıl olsaydı, cevabın ne olurdu?”
“Hristiyan olurdum” dedim (bununla demek istediğim, eğer Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vasiyeti batılsa, o zaman İslam dininin tamamı batıldır).
İmam (minhusselam) buyurdu: “Peki, Hristiyanlık ile İslam’ın şimdiki hali arasında ne fark var? Yalana dayanan yalanlardan ibaret olan bir dindir. Budizm ve diğer tüm dinler bile, aralarındaki fark nedir? Hepsi yalan üstüne yalandan ibarettir. Müminin cevabındaki doğru söz ateizmdir. Peki, bu doğru mu yanlış mı? Bana yürekten cevap vermeni istiyorum. Bütün dinler yalansa bu durumda, acı bir gerçek de olsa, ateizm hakikat olmuyor mu?”
Ben dedim: “Bir yaratıcının olması gerek…” İmam (minhusselam) buyurdu: “Neden?” Dedim ki: “Kimse eski, terk edilmiş bir binanın önünden geçerken ‘bu bina kendiliğinden ortaya çıktı’ demiyor.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bana yaratıcının var olduğunu kanıtla ve daha önce söylediğim hiçbir şeye dayanma.” Dedim ki: “Eşyanın varlığı, bir yapıcının veya yaratıcının varlığı için yeterli delildir.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu, delil değildir.” Ben İmam’a (minhusselam) dedim: “Tamam, öyleyse delil yok.”
Akıllı, Masum Bir Yaradan
İmam (minhusselam) buyurdu: “Çünkü bana mahlukatın ve var olan şeylerin bir yaratıcı tarafından yaratıldığını söylersen, ben o yaratıcıyı görmek, onu kimin yarattığı, nerede olduğu ve her şeyi yarattığına dair delilin ne olduğu hakkında sorarım.”
Ben dedim: “Osho daha önce demişti ki, ‘Bunun mantığı şu ki, birisi tarafından yaratılmadan var oluş nasıl olabilir? Bütün dinlerin mantığı budur. Ama bu mantığı kabul ederseniz, şu soru ortaya çıkıyor: O zaman Tanrıları kim yarattı? Ve eğer Tanrı yaratılmadan var olabiliyorsa, o halde sorun nedir? O zaman varlık da yaratılmadan var olabilir, çünkü siz prensip açısından bir şeyin yaratılmadan var olabileceğini kabul ediyorsunuz.’”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Akıllı bir yaratıcıdan bahsediyoruz, değil mi?”
“Ben dedim: “Evet.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Masum bir yaratıcı, değil mi?” Ben dedim: “Evet.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu doğru değildir, var olan yaratıcı hata yapıyor. Ben şimdi seninle tüm dinlerden uzak, tartışma yapan biri olarak konuşuyorum, benim Ahmed olduğumu unut. Bir yere yemek koyarsam, çürür ve içinden kurtlar çıkarsa, bunu kime atfedersin?”
Ben dedim: “Allah’a mı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Delilin ne?” Ben dedim: “Delilim bilim.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu bilim nedir?” Dedim ki: “İnsan bilimi o noktaya geldi ki, belirli kimyasalları belirli bir ortamda karıştırınca, ondan yaşamın filizleyebileceğini biliyor.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Tamam o zaman orada dur, kimyasallar ve belirli bir ortam. Bunun Allah ile ne ilgisi var?” Dedim ki: “Çünkü O, birincil kaynaktır. Her şeyin bir kaynağı ve enerjisi olmalıdır.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bana birincil kaynağın Allah olduğuna dair bir delil ver ve kaynağın kendisinin var olmasına dair başka bir delil ver.”
Dedim ki: “Her kitabın bir yazarı vardır ve kendi kendine yazılmış kitap diye bir şey yoktur.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Ama var oğlum.” Ben dedim: “O hangi kitaptır?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hava ve doğa. Onlar tabiatta görünen cümleler yazar ve oyarlar, mesela “Allah” ismi. Buna cevap ver.” Ben dedim: “Kanıt akıldır.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Peki bunun akıl olduğunu kim söyledi? Akıllı olduğunu düşündüğün sözde akıl, kendine akıllı diyen şeydir. Yani bir gün başka bir şey çıkıp da insan zekidir demedi. Sahip olduklarının “akıl” olduğuna karar verenler insanların kendileridir. “Kendilerinden olan bir şahit kendilerine şahitlik etti.”2 Akıllı olduğuna tanıklık eden sensin ve bu yeterli bir tanıklık değildir. Sığırlar buna tanıklık etsin, ben de kabul edeyim ki, doğru diyorsun. Bir at gelsin, insanların akıllı olduğunu desin veya tavuklar desin ya da cinler gelip tanıklık etsin, hatta şeytan tanıklık etsin.”
Ben dedim: “Ben pes ediyorum. Kanıt yok o zaman, değil mi?”
Karmik Adalet
Allah’ın varlığı her insanın doğrulayabileceği şekilde nasıl kanıtlanabilir? Her insanla konuşabilecek somut bir kanıt var mı? Tam hiçbir kanıt yokmuş gibi görünürken, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), beşeri tecrübemizin tamamen keşfedilmemiş bir yönüne ışık tutan bir şey açıkladı.
İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır, ben seninle tartışan biri olarak konuşuyordum, şimdi sana kanıtlayacağım. Kanıt, tüm dini geçmişlerden olan kimselerde, hatta ateistlerde bile, yaratılmış olan herkesin içinde, tapınmamız gereken bir şeyin olması gerektiğine dair değişmez bir duygunun varlığıdır. Bu, insanın kalbinde ve bilincinde olan dahili fıtratıdır, bir insan bu duyguya sahip olduğunu inkar etse bile. Bu duygu, Allah’ın varlığının kanıtıdır. Mahlukatın içindeki bu duyguyu kim yarattı ve o neden var oldu? Herhangi bir yere giderseniz, bu duygunun mahlukatla birlikte mevcut olduğunu görürsünüz. Ateistlerin kalbine girerseniz, onu görürsünüz. Ormanların derinliklerine giderseniz ve daha önce hiçbir din duymamış insanlara yaklaşırsanız, onların da yaratıcı olduğunu düşündükleri bir şeye taptıklarını göreceksiniz. Sonunda herkes bir noktaya ulaşır ve o da bu dünyayı kontrol eden ve yöneten gizli bir güç olduğudur. Ve kanıt yaptığınız şeyle yargılanmanızdır (Karma). Yargıladığınız gibi yargılanacaksınız. Anlıyor musun oğlum?”
Ben dedim: “Evet.”
İlahi Adalet
Önceki bablarda belirtmiştik ki, Allah insanı adil bir fıtratla yaratmıştır, her insanın içinde adalete meyil vardır. Adalet, insaf ve hak bekleyen bu doğuştan gelen özellik, bizi şu sorularla baş başa bırakıyor: Doğuştan gelen bu özlem ile bu adaleti uygulayabilen bir Mutlak Hâkim’in varlığı arasında bir bağlantı var mıdır? Bu adalet/denge yaratılış boyunca nasıl yürütülüyor?
İmam (minhusselam) buyurdu: “Bir kimse şüpheye düşerse, bir şeyi düşünebilir ve doğru bir şekilde kullandığı takdirde kesinliği kendisine geri döner. Yaradanın adaletini düşünürse. Örneğin, bir kimse ebeveynlerine veya onlardan birine âsi olsa bu durumda adaleti kim sağlar? Anne ve babasına asi olan kişinin yaptıklarının karşılığını kim verir? Burada adaleti kim sağlar? Örneğin anne babana saygısızlık ediyorsun, sonra Yaratıcı sana kendi davranışlarının benzeriyle karşılık veriyor. Veya zina eden ya da insanların ırzına tecavüz edene Allah bu ameli geri döndürür ve o fasıkın ırzına tecavüz eden ve benzerini yapan biri çıkar. Bu bir örnektir. “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Zina yapan erkek yalnız zina yapan veya müşrik bir kadın ile evlenebilir. Zina yapan kadın da yalnız zina yapan veya müşrik bir erkek ile evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”3 Zina sizin üzerinizde bir borçtur ve bunun bedelini ev halkından biriyle ödemelisiniz. Bir lider ya da yargıç olmadan bu nasıl olabilir? Örneğin doğa bu adaleti uyguluyor mu? Adalet. O, Adil’dir. O, Ondan başka ilah olmayan Allah’tır, Ebedi ve Diri’dir. Bu, tüm insaflı bireyler ve içtenlikle gerçeği arayan herkes için yeterlidir. Onlar bu adalet hakkında düşünsünler. Bir yaratıcının olduğunu bilecekler. Anne babasına kötü davranan ve zina eden, Allah’a sığınırım. Ne koyarsan aşına, o gelir kaşığına.”
Ben İmam’a (minhusselam) dedim: “Şimdi dedin ki, insan kendi nefsinin bekçisidir, kendi nefsini yargılar ve kendi cennetini veya cehennemini kendisi yaratır. Bu doğru mu?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Ben dedim: “Bu görüşe göre Allah, hayatımıza müdahale etmekten çok uzak görünüyor ve Allah, bu anlamda her insanı özgür kılmış ve kendi vicdanı ile başbaşa bırakmıştır.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Ben dedim: “O zaman başka bir görüş de var ve bu, müdahale eden ve izleyen, herkese hak ettiğini veren bir Tanrı görüşüdür, katil öldürülür, zina yapanın aile üyelerinden biriyle zina yapılır, ne koyarsan aşına, o gelir kaşığına. Bu iki kavramı nasıl birbiriyle bağdaştıralım?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu dünyada iki hak vardır. Davacının hakkı ve kamu hakkı. Bazı durumlarda davacı, kamuya veya topluma herhangi bir zarar vermediği için hakkından vazgeçerek sanığı serbest bırakacaktır. Ancak sanık topluma zarar verdiği için kamu hakkı asla düşürülmez. Cinayet, zina vb. suçları işleyene, bu işlerin suçlusu ilahi bir kanunu çiğnediği için iade edilmelidir.”
Ben dedim: “Ya zina yapan, hata yapmadığına inanmışsa, örneğin zina eden biri bir kızı gerçekten seviyorsa ve onunla yatmayı Batı toplumlarında olduğu gibi normal kabul ediyorsa?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Burada bir fark var. Ama böyle insanlar yüzde kaçtır? Aslında oğlum, insanların kalbine girersen, görürsün ki, bunun yanlış olduğunu biliyorlar. Ve görürsün ki, onlar da biraz korkuyorlar, ama bunu göstermiyorlar.”
Ben dedim: “Sübhanallah!”
İmam (minhusselam) devam ederek buyurdu: “Ama genel olarak, bunun haram olmadığına ve caiz olduğuna kendi içinde gerçekten inanan birini bulursan, bu kişi bundan dolayı asla yargılanmaz.”
Dedim ki: “Öyleyse yargı onun zihnindedir, onu yaratan zihin midir?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Aferin.” Dedim ki: “Öyleyse Allah ilk etapta asla müdahale etmez ve hiçbir şeyi yargılamaz.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Allah bir (Karmik) yasa koydu ve biz ona göre amel etmeli ve ona karşı çıkmamalıyız.” Dedim ki: “Ama bunların hepsi senin söylediğin gibi akıldan veya vicdandan kaynaklanır.” İmam (minhusselam) buyurdu: “İnanç. Bu, inançtır. Eğer zinanın helal olduğunu düşünüyorsan, o zaman helaldir.” Dedim ki: “Eğer cinayetin caiz olduğunu düşünüyorsan, o zaman caiz midir? Doğru mu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, ama buna inanan birini asla bulamazsın. Senin için meseleyi basitleştireyim. Bir kızıl gül getirsen, bin kişiye veya bir milyon kişiye ikram etsen, birinin çıkıp sana ‘bu gül çirkindir’ diyeceğini düşünür müsün?”
Ben dedim: “Hayır.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Cinayet ve zina da tıpkı böyledir. Bu iki ameli yapanlar, kalplerinin derinliklerinde ve ücra köşelerinde bunun yanlış ve ahlak dışı olduğunu bilirler.”
Ben dedim: “Yani Karma açısından, öldüren öldürülecek, zina edenin ailesinden biri ile zina edilecek ve anne babasına kötü davranan, çocuklarından aynı muameleyi görecek, öyle mi?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Dedim ki: “Peki ya bir katilin öldürülmediği zamanlar?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Bana bir örnek ver.” Dedim ki: “Mesela New York mafyasının lideri John Gotti. Hapsedildi ve hapishanede öldü. Birçok insanı öldürmesine rağmen asla öldürülmedi.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Onun ölüm nedeni neydi?” Ben dedim: “Kanser.” İmam (minhusselam) buyurdu: “Kanser onu öldürdü. Ne koyarsan aşına, o gelir kaşığına.” Ben dedim: “Sübhanallah.” İmam (minhusselam) devam etti: “Kendileriyle kötü davranan evladı olanlara gelince, onlara sorarsan, ve doğruyu söylerlerse, sana, onların da aynısını, büyürken ebeveynlerine yaptıklarını söyleyecekler.”
Dedim ki: “Peki ya zina eden, fakat karısı zina etmeyen kimse?” İmam (minhusselam) buyurdu: “O zaman kızı ya da ev halkından biri zina eder.” Özetle, Allah insanı kendi suretinde, dilediğini yapma, kendi gözlemcisi ve yargıcı olma özgürlüğüyle yarattı. İnsanın iyilik ve kötülüklerini takip eden melekler yoktur, bilakis insan, kendi nefsinin Rabbidir. Ruh, nefsin Rabbidir. Her insan kendisinin savcısı, savunucusu, gözlemcisi, hakimi ve celladıdır. Bu, Allah’ın nihai ve en güzel adaletidir. O, herkesin kendi kendini yargılamasına izin verir. Buna kim nasıl itiraz edebilir? Bu adalete kim nasıl itiraz edebilir? Bir kimse, cinayetin, zina etmenin veya ebeveyne kötü davranmanın makbul olduğunu yürekten kabul ederse, bundan dolayı ceza görmez. Ama bunu caiz olarak kabul etmek, kendilerine yapılmasını da kabul ettikleri anlamına gelir. Allah mahlukat için adalet sistemini kurar ve sonra bunu onlara bırakır.
Artık kimsenin itiraz edemeyeceği Allah’ın adaletine ışık tutan İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Allah’ın varlığını, kendisine karşı dürüst olan hiç kimsenin inkar edemeyeceği şekilde ispat etmektedir. Çağlar boyunca dini liderler ve din yolu tutanlar, ateistlere ve agnostiklere Allah’ın varlığını kanıtlamak için birçok farklı yol denediler. Bazıları felsefi argümanlar kullanarak bunu yapmaya çalıştı, diğerleri bilimi kullanmaya çalıştı, ancak bu argümanlar genellikle eksik, çok soyut ve erişilemezdi. Ancak artık bizler, bir kişinin kendi içinde doğrulayabileceği argümanlarla donatıldık. Artık onlar, ulaşılamaz veya varsayımsal değiller. Kişinin kendi deneyimlerinden elde edilen kanıtlarla gözlemlenebilir ve doğrulanabilir. Karma ve Tanrı İçgüdüsü kavramları ikisi birlikte, her birimiz için inkar edilemez kanıttır.
Eski gnostik ve mistik Yahudi kaynaklarında, ruhun öldüğünde kendi kimliğini unutacağı, sonra kendi hayatını izleyeceği ve sonunda onu yargılayacağı yazılmıştır. Haham Benjamin Blech’e, beklenmedik bir teşhis konuldu ve denildi ki, birkaç ay ömrü kalmış. Kendi ölümüyle mücadelesi, onu Yahudi mistisizmi ve Ölüme Yakın Deneyim (NDE)5 ile ilgili diğer hikayeleri araştırmaya sevketti. O, şöyle yazıyor: “Kabala’da mistikler hikayeye küçük bir parça eklerler. Bizi yargılayan sadece Tanrı değildir. Dünyaya veda ederken, bize tüm hayatımızın sahnelerini içeren bir film gösterilir. İnanılmaz bir hızla önümüzden geçerken dünyadaki günlerimizin her anına tanık oluruz. Ve gözümüzün önüne serilen kendi hikayemizi izlerken, bazen utançtan siner, bazen de neşeyle gülümseriz. Geçmişteki ahlaki kusurlarımız acı içinde titrememize neden olur; kötü eğilimlerimize karşı kazandığımız zaferler bize keskin bir manevi zafer duygusu verir. İşte o zaman geriye dönüp baktığımızda, kendi hayatımızın en büyük yargıçlarının yalnız kendimiz olduğunu anlarız. Ölümden sonra olan şey, kendi yaşamımızı cennetin standartlarına göre değerlendirme bilgeliğini kazanmamızdır – çünkü sonunda ebedi bir bakış açısı yakaladık.”