“Yüksekteki Nurun Güçleri tüm gazap şeytanlarını şaşırttı”
Mani kendini ‘Nurun Elçisi’ olarak adlandırdı ve İsa (aleyhisselam) kendisine ‘bu dünyanın Nuru’ adını vermişti. Mani (aleyhisselam) öğretti ki, başlangıçta Allah Nur alemini yarattı ve böylece zulmet alemler Nuru arzuladı. Allah zulmete bir ışık elçisi gönderdi ama zulmet onu yuttu, onun nuru karanlık alemlerde rehin alındı ve her şeye yayıldı. Dolayısıyla, var olan her şey hem nuru hem de zulmeti içerir, yoksa nur olmadan hiçbir şey olmaz ve zulmet olmadan Mutlak Nur olur ve Allah’tan başka Mutlak Nur yoktur. Nur, yaratılış için gereklidir. Mani (aleyhisselam) öğretti ki, bu dünyanın yaratıcısı şerdir ve yüksek nurani alemlerden nuru ödünç alarak fiziksel dünyayı yarattı. Bu öğretinin bire bir aynısı, İmamlar (Selam Onlardandır) tarafından gizlice öğretilmiştir. Ümmü’l Kitap’ta geçen gizli bir rivayette İmam Bakır (minhusselam), sahabesi Cabir ile dünyanın yaratılışı hakkında konuşur ve şöyle der:
“Azazil, Yüce Hükümdardan ödünç olarak bir nur almıştı. O nurun gücüyle kendisi gibi ruhlar yaratıyordu. Yüce Hükümdar kırmızı topraktan nasıl yaratılış yaptıysa Azazil de öyle yapıyordu. Bir süre sonra, Azazil’in kırmızı toprağından o kadar ruh ortaya çıktı ki sayısını ancak Yüce Hükümdar bilir. Sonra Yüce Hükümdar Azazil’e “Ey büyük! Söyle bakalım, sen kimsin, ben kimim, bütün bu cevherler nedir?” dedi. Azazil “Sen tanrısın, ben de tanrıyım, bunlar da ikimizin yarattığı ruhlardır” dedi. Yüce Hükümdar “iki tanrı olamaz. Seni ben yarattım. Bütün bu ruhları da ben yarattım” dedi. Yüce Tanrının buyurduğu gibi, “Ben çamurdan bir insan yaratacağım.” (Kur’an 38/71) Azazil “Benim yarattıklarım seninkilerden daha fazla. Ben senin yarattığın ruhların onlarca kat fazlasını yarattım. Bu durumda sen mi tanrılık iddiasında bulunuyorsun?” dedi.
Sonra Yüce Hükümdar “Senin yarattığın bu mahlukları da ben yarattım. Sana ödünç verdiğimi şimdi geri alıyorum, bakalım nasıl yaratacaksın.” dedi ve Azazil’in yaratmada kullandığı nuru geri aldı; onunla beyazlık denizinin kubbesini yarattı. O kubbe, bu mavi renkli kubbeden bin kat daha büyüktür. Onu nurdan yapılmış 124000 kandil, parlak mum ve nurdan yapılmış lambalarla aydınlattı; yüz binlerce renkli beyaz billur gibi köşk ve saraylarla süsledi; hayat suyundan akan ırmaklar oluşturdu; ırmakların kenarlarını tuba ağaçlarıyla süsledi. Ağaçların tepelerine kutsal Anka kuşları kondurdu, gölgelerine genç erkekleri ve delikanlıları oturttu, o beyaz Atmaca, Düldül, Burak ve Aslanla bu beyaz sarayı süsledi. Dalların üzerinde kumru, bülbül gibi kuşlar yarattı. Bunlar sıfatlarla anlatılamayacak özelliktedir. [O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.] [Kur’an 42/11] Sonra Yüce Hükümdar beyaz kubbeyi bu güzellikleriyle yaratınca Azazile “Şimdi sen de benim yarattığım büyüklükte başka bir deniz yarat.” dedi. Azazil, çaresiz kaldı. Böyle bir yaratılış konusunda hiçbir bilgisi yoktu. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: [Kafirlerin amelleri boşa gitti. Allah, kafirler topluluğunu doğru yola çıkarmaz.]”
İmam’a (minhusselam) İblis’i (lanetullahi aleyh) sordum: “İblis, Allah’a iman ettiği halde O’nunla savaşmak isteyerek Allah’ın otoritesine karşı meydan mı okudu, yoksa İblis’in davranışları Allah’a olan sevgisinden ve Adem’i (aleyhisselam) kıskanmasından mı kaynaklanıyordu?”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Sana, İblis’in yaratılmışların içinde Allah’ın kudretini en iyi bilen olduğunu söylersem, şaşırma. Bu, haset yüzündendi oğlum. Haset büyük bir şerdir, yiyip bitirmediği hiçbir şey bırakmaz. İblis’in düşmesine güç, otorite, hükümdarlık ve nefs sevgisinin yanında haset de sebep olmuştur.”
Sordum ki: “Düşmeden önce makamı neydi?” O (minhusselam) buyurdu: “İblis isminin manasını biliyor musun?” Ben dedim: “Allah’ın rahmetinden ümidi kesmek mi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır. O, Eba Lis olarak yazılır, İblis olarak değil. Eba baba demek, Lis de mahlukat demek. Mahlukatın Babası.”
Ben sordum: “Mahlukatı İblis mi yarattı?” O (minhusselam) buyurdu: “Hayır, bu, meleklerin ona duyduğu aşırı sevgiden dolayı verdikleri bir isimdi.” Ben sordum: “Babacığım, biraz daha açıkla. o zaman neden İblis’e mahlukatın babası denildi, fiziksel maddeyi yaratan o mu?” O (minhusselam) buyurdu: “Sana bir soru sorayım, Cebrail isminin anlamı nedir?” Dedim ki: “Allah’ın büyüklüğü veya Allah’ın kudreti.” O (minhusselam) buyurdu: “Peki, ya Şeytan ne demektir?” Dedim ki: “Bana öğrettiğinden başka bir ilmim yok.” O (minhusselam) buyurdu: “Şey-Tan, Tan çamur demektir, çamurdan olan bir şey.” Ben sordum: “Öyleyse fiziksel bedenleri yaratan İblis, nurani bedenleri yaratan ise Muhammed ve Al-i Muhammed (Selam Onlardandır) midir?” O (minhusselam) buyurdu: “Aynen öyle oğlum ve şu anda İblis onun hakkında konuştuğumuza seviniyor, büyük bir şey yaptığını zannediyor.” Ben sordum: “Bütün mahluklar içinde onun bu güce sahip olmasının sebebi veya hikmeti nedir?” O (minhusselam) buyurdu: “Çünkü onların en çok iman edeni oydu ve bildiğin gibi o, içinde ne saklamış olursa olsun, Allah bunu mükâfatlandırıyor.”
Ben sordum: “Madem ona, tüm fiziksel mahlukat ve bütün maddî âlem üzerinde yetki ve sorumluluk verilmişti, İblis düştüğünde onun yerini kim aldı?”
O (minhusselam) buyurdu: “Sana gerçeği söyleyeceğim, belki şaşıracaksın, onun yerini kimse tutamadı. Keşke mahlukat, hatalardaki tehlikenin miktarını anlasa! Hatalar iyilikleri götürür, hatalar o kadar ciddidir ki, İblis gibi bir mahluk ve onun son derece yüksek mertebesine rağmen, zirvelerin en tepesinden en dibe nasıl düştüğüne bir bak. Bunu bir düşün. Bunun çok büyük ve ciddi bir mesele olduğunu göreceksin.”
Ben sordum: “Yani ne Muhammed, ne Ali, ne de hiç kimse onun yerine geçemedi mi?”
O (minhusselam) buyurdu: “Hiçbir mahluk (geçemedi). Son derece büyüktü ve apaçık bir düşmana dönüştü.”
Ben sordum: “Allah’ı yenebileceğini mi sanıyor?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Hayır, yapamayacağını biliyor ve bunu diğer mahluklardan daha iyi biliyor. Biliyor musun, her gece ağlıyor, kendisini yakalayacak olan azaptan korkarak ağlıyor. Gururu onu bu hale getirdi, bunu insanlara anlat, anlamalarını sağla.”
Mani Peygamber (aleyhisselam) ve Al-i Muhammed (Selam Onlardandır), İblis’in fiziksel dünyayı yarattığını ve fiziksel dünyanın nurun çocukları ve zulmetin çocukları, Adem’in çocukları ve İblis’in çocukları olmak üzere iki kısma ayrıldığını öğretti. İçinde bulunduğumuz bu alem, içinde nurun kapana kısıldığı karanlıklar alemi olduğundan, bizim görevimiz, kaynağına geri dönebilsin diye, onun içinde mümkün olduğunca çok nur biriktirmektir. Aksi takdirde, nur sonsuza kadar karanlığa hapsolur. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurmuştur: “Dünya müminin zindanıdır.” İster Yahudilik, ister Hristiyanlık, ister İslam olsun, ister Budizm veya Hinduizm gibi diğer dinler olsun, tüm dinlerin gayesi, içimizdeki ruhu veya nuru serbest bırakmak ve nuru, ister Cennet ister Nirvana olarak adlandırılsın, varoluşun daha yüksek alemlerine geri döndürmek olmuştur.
Mani Peygamber (aleyhisselam) öğretti ki, kurtuluş ilimle ve hayır olan Nurun şer olan zulmet üzerinde zaferiyle gelir. Maddi dünyaya, devrilmesi gereken şer ve zulmet güçler hakimdir. Mani (aleyhisselam) ayrıca kişinin daha fazla nuru olan şeyleri tüketerek daha fazla nur elde edebileceğini ve böylece içimizdeki nuru arttırabileceğini öğretti. Ve tam tersi, daha fazla karanlığı olan şeyleri tüketerek içimizdeki zulmeti arttırırız. Bu nedenle o, yediklerine çok dikkat etmiş ve takipçileri için sıkı bir beslenme rejimi oluşturmuştur. Erdemli davranışlarla ruhun nuru arttırılabildiği gibi, bitkisel yemekle de bedenin nuru arttırılırdı. Hayvan tüketimi, yalnızca az miktarda nur içerdiğinden, yararlı değildi.
Nur Olmadan Zulmet Olmaz
İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum: “Mani (aleyhisselam) yazmıştı ki, meyve suyu, nurla karıştırılmış su veya maddedir, ve tek başına su, yalnızca maddedir. Şaraba ‘Abdunnur’3 denen bazı Alevi rivayetleri buldum. Ve şarap meyvelerden yapılır. Şarabın nur içerdiği doğru mu?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet oğlum, doğrudur.” İmam (minhusselam) ayrıca her şeyin var olabilmesi için içinde bir nur bulunması gerektiğini de eklemiş ve “Nur olmadan zulmet olmaz” diye buyurmuştur.
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Etrafında bulunan her şey belli bir miktarda enerji yayar. Bazıları negatif, bazıları da pozitiftir, ancak genellikle, sürekli olarak maruz kalmadığın sürece negatif seni etkilemeyecektir. Oğlum, mesela karga ve yuvası; karga belli bir tür enerji taşır ve farkında olmadan bu enerjinin bir kısmını vücudundan salgılar. Bu salgılardan ya da enerjiden karga faydalanmaz ama insan faydalanır. Baykuşlar da aynıdır, bu enerji kuşun yuvasında yoğunlaşır ve yuvanın kendisinde yerleşik kalır. Yuvaya belirli bir şekilde dokunarak veya yuvayı koruyarak insan bu enerjinin bir kısmını alabilir, böylece o, zihnin belirli bölümlerinin veya ruhun kenarlarının birkaç dakika veya belki birkaç saniye için hapishanesinden serbest bırakılmasını sağlayabilir. Bu süre zarfında kişi bu alem dışında bazı yaratıkları veya alemleri görebilir ve enerji bittiğinde her şey normale döner. Oğlum, sana peygamberlerden, salihlerden ve Allah’ın bilmelerini dilediği kimselerden başka kimsenin bilmediği bir şey söyleyeceğim. Esrar, eroin, şerbetçiotu ve diğer bitkiler insanlar tarafından sarhoş edici sanılır ve bu bitkilerin hakikatini bilmezler. Bu bitkiler büyük miktarda enerji taşır, bazıları negatif enerji taşır, diğerleri ise bir insanı bizimkiyle paralel olan başka alemlere taşıyabilecek pozitif enerji taşır. İnsanlar, bu bitkilerin etkisinde kalan bir kişiye sarhoş veya bilinçsiz veya gafil olarak bakarlar, oysa o, gerçekte başka bir aleme seyahat eder. Çevresindekiler onun uyuşturucu maddenin etkisinde olduğunu ya da sarhoş olduğunu düşünürler ama gerçekte öyle değildir. Ve bir kişi aşırı dozdan öldüğünde bunun nedeni, geri dönemeyeceği kadar uzak alemlere seyahat etmesidir.”
Böylece, burada İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ayrıca belirli bitki veya maddelerin içindeki nur veya enerjinin zihnimizi ve ruhumuzu başka alemlere taşıyabileceğini açıklıyor. Bu nedenle, belirli bitkilerden veya maddelerden nur tüketen bir insanın, aklını ve ruhunu bir gerçeklikten diğerine taşıması şaşırtıcı değildir. Aynı zamanda, bir insanı iyileştirme veya ona fayda sağlama özelliğine sahip olan şey de bu farklı bitki ve maddelerde bulunan enerji veya nurdur. Biz insanları bahsi geçen bitki veya maddelerden herhangi birini kullanmaya teşvik etmiyoruz, aksine dinimizin bakış açısıyla konuşuyoruz. İnsanlar onların sarhoş edici olduğuna inansalar da öyle olmadıklarını, daha çok bitkilerin ve maddelerin ürettiği değişmiş bilinç hallerinin kişinin başka boyutlara ve gerçekliklere seyahat etmesine izin verdiğini söylüyoruz. Dinimiz gereği bir kimsenin bunları yapması zorunlu olmadığı gibi, Allah tarafından da yasaklanmamıştır. Ancak İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), onları almanın tehlikeli ve potansiyel olarak ölümcül olduğunu, çünkü ruhun ayrılıp başka bir varoluş katına gittikten sonra bedene geri dönememesine neden olabileceğini vurguladı. Doğru kullanılırsa, bu maddelerin ve bitkilerin etkisinde kalan bir kişinin, daha yüksek anlayışlara ulaşabileceği de doğrudur. Bu kitabı okuyan ve bu gerçekleri bilen herkesi sorumlu davranmaya davet ediyoruz.
Her ne kadar anarşiyi veya kanunları çiğnemeyi teşvik etmesek de şunu söylemeliyiz ki, toplumun sözde suçluları İmam Mehdi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) dininde çok önemli bir role sahip olacaktır.
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ile konuşuyordum. Ona dedim ki: “Benim halkım da böyle, birçoğu eski uyuşturucu bağımlısı, garip ve kötü şeyler yapmış insanlar…”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Hepsi hoş gelmiştir. Ben sakal uzatanlar, uzunca secdeye kapananlar, bütün gece namaz kılanlar, bütün gün oruç tutanlar ve tesbih çekenler için gelmedim. Ben, sarhoşlar, zinakarlar, katiller ve suçlular için geldim. Onlarla dini yükselteceğim.”
Tüm övgüler Alemlerin Rabbi olan Allah’adır. “Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.”