“O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır”
İsa Mesih’in dirilmesi Hristiyanlıkta en önemli konulardan biridir. Hristiyanlar ısrarla diyorlar ki, o, İsa’nın fiziksel dirilişiydi, orada ki, o, üç gün sonra diriliyor ve çarmıha gerilmiş bedeniyle mezardan kalkıyor. Müslümanlar inanıyor ki, diriliş olmamıştır, zira öncelikle İsa çarmıha gerilmedi, sadece 33 yaşında göğe kaldırıldı ve sadece ahirzamanda geri dönecektir. Hristiyanlar kendi iddialarına havarilerin mezarı boş görmeleri ve İsa’nın onlara görünmesi hakkında Kutsal Kitab’a dayalı yorumları delil getiriyorlar. Müslümanlar da Kur’an’ı ve bazı hadisleri kullanıyorlar. Peki ya Kutsal Kitap ve Kur’an aslında Hristiyanların ve Müslümanların iddialarını destekliyor mu?
Bir gün ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum: “Hristiyanlar bana soruyor ki, çarmıha gerilmenin sebebi nedir? Bu, Hristiyanların söylediği gibi insanların günahlarının silinmesi için miydi, ki böylece insanlığın günahları ya da hataları silinsin? Öyle değilse, o zaman çarmıha gerilme ne içindi?”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Çarmıha gerilme ve çarmıha gerilen kimse bir feda ve kurbandı. Ve bu, onların söylediği gibidir, insanların günahlarının affedilmesi için, fakat hepsinin değil ve yaratılışın başlangıcından sonuna kadar olan günahların hepsinin değil. Sadece o dönemde yaşamış insanların, müminlerin ve pişman olan herkesin günahları, fakat canilerin değil.”
Ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum: “Deniliyor ki, İsa’nın çarmıha gerilme olayından sonra elinde çarmıhın izleri vardı, bunun anlamı nedir?”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Bu doğru değildir, onun elinde ya da bedeninde çarmıhtan hiçbir iz yoktu.”
Ben sordum: “Peki ya senin Kerbeladaki kurbanın nasıl?” O (minhusselam) buyurdu: “Aynı şeydir. Vaftizci Yahya da aynı şey yüzünden öldü.” (Yani Hüseyin ve Vaftizci Yahya kendi dönemlerinde yaşayan insanların günahlarının affedilmesi için kendilerini kurban ettiler.)
Ben sordum: “Bu, Allah’ın Hüccetinin seçimiyle gerçekleşen bir mesele mi?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Bu, Allah’ın Hüccetinin seçimine kalmış bir meseledir.”
Farklı Yaşlar: Sabi, Feta, Şab, Kahil ve Şeyh
Ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) sordum: “Erkek çocuk (Sabi), delikanlı (Feta), genç (Şab), yaşlı (Kahil) ve ihtiyar (Şeyh) arasındaki fark nedir?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Hangi açıdan fark?” Ben dedim: “Yani erkek çocuk (Sabi) hangi yaş aralığıdır?” İmam (minhusselam): “Erkek çocuk 10-15 yaş aralığında olan kişidir.” Ben dedim: “Peki, ya delikanlı (Feta)? Ali’den başka delikanlı yoktur.” O (minhusselam) buyurdu: “Delikanlı 15-20 yaş aralığında olandır.” Ben dedim: “Peki, ya genç (Şab)?” O (minhusselam) buyurdu: “Genç 20-40 yaş aralığında olandır.” Ben dedim: “Peki, ya yaşlı (Kahil)?” O (minhusselam) buyurdu: “Yaşlı 65-75 yaş aralığında olandır.” Ben dedim: “Vay be! Peki, ya ihtiyar (Şeyh)?” O (minhusselam) buyurdu: “İhtiyar 75’ten yukarı yaştır.” Ben dedim: “Allahü Ekber! Burada büyük bir sır yatıyor! Allah İsa (aleyhisselam) hakkında buyurdu ki, “O, beşikte de, yaşlı çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.”Öyleyse, İsa (aleyhisselam) yeryüzünde yaşlı çağına dek, yetmişli yaşlarına kadar sağ kalmıştır, doğru mu?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, devam et.” Ben dedim: “Çünkü tüm dinlerden olan insanlar İsa’nın (aleyhisselam) 33 yaşı olduğunda ya kaldırılma meselesinde ya da çarmıha gerilme meselesinde aynı fikirdeler. Öyleyse o nereye gitti babacığım? Havarileriyle buluştu mu? Bu çok büyük konu ve büyük bir bahistir. İsa Mesih’in çarmıha gerildikten sonraki kaybolan yılları.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Haklısın oğlum, dediğin her kelimende haklısın.”
Ben Allah’a şükür ettim ve dedim: “Vallahi bu öyle bir konu ki, Hristiyan ve Müslüman alemini hayrete düşürecektir.”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, aynen öyle.” Ben dedim: “Babacığım, ondan sonra İsa’ya ne oldu, sana feda olayım, o nereye gitti ve ne yaptı?” İmam (minhusselam) bana dedi: “Neden cevabı arayıp bulmak istemiyorsun? Tıpkı bunu arayıp bulduğun gibi. Şimdi değil, git ve düşün. Bileceksin ve o sırada meydana gelen olayları göreceksin, onları kendi gözlerinle göreceksin.”
İsa’nın Cesedinin ve Cenazesinin Sırrı
Bir gün İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) dedim: “İsa’nın (aleyhisselam) cesedine ne oldu ve o nereye defnedildi?”
İmam (minhusselam) buyurdu: “Sen İsa’nın cesedinin nereye gömüldüğünü veya ona ne olduğunu mu bilmek istiyorsun?”
Ben dedim: “Evet, onun, Mecdelli Meryem’in ziyaret ettiği mezara götürülüp götürülmediğini de.”
O (minhusselam) buyurdu: “Başlangıçta onun cesedi o mezara götürülmedi. İsa (aleyhisselam) aslında başka bir kabre defnedilmiştir.”
Ben sordum: “O zaman daha sonra meşhur olan mezarlığa mı taşındı?” O (minhusselam) buyurdu: “Evet.” Ben dedim: “Yani Mecdelli Meryem mezarlığa geldiğinde henüz oraya gömülmemiş miydi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, o, korunması için geçici olarak başka bir mezarlığa konuldu, sonra da meşhur olan o mezarlığa taşındı.” Ben İmam’a (minhusselam) sordum: “Ya yakın zamanda keşfettikleri ve “Yeshua bar Yehosef” adını taşıyan Talpiot Mezarı?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Oğlum, o bulunan kabir yalandır.
İnsanların, cesedi ortaya çıkarmasından korktukları için dikkatleri gerçek mezardan uzaklaştırmak amacıyla yaptılar.”
Sordum ki: “O zaman İsa’yı (aleyhisselam) gömen Simun Petrus muydu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Doğrudur.” Ben dedim: “Ama havarilerin geri kalanının ve Mecdelli Meryem’in bilgisi yok muydu?” İmam (minhusselam) buyurdu: “Evet, bilgileri yoktu.” Ben sordum: “Yani İsa (aleyhisselam) kasten kabirden dirildiğine insanları inandırmak mı istedi?” İmam (minhusselam) buyurdu: “İsa (aleyhisselam) değil, havarileri (böyle istedi).”
Dirilişin Gerçeği
Çarmıha gerilmeden sonra, İsa’nın (aleyhisselam) iki gizli havarisi olan Aramatya’lı Yusuf ve Nicodemus, Pilatus’a gitti ve İsa’nın cesedini istedi. Pilatus, onların, cesedi almalarına izin verdi, onlar da cesedi İsa’nın (aleyhisselam) vasisi Simun Petrus’a teslim ettiler. Simun Petrus, Mesih’in cesedini alıp Yahudilerin ve Romalıların onu kirletmemeleri için geçici olarak gizli bir yere gömdü. İşte bundan sonra Mecdelli Meryem herkesin İsa’nın (aleyhisselam) gömüldüğünü düşündüğü mezara gitti, ama mezarı boş buldu. İnciller, sonraki kırk gün boyunca Meryem ve havarilerinin İsa’yı toplam on kez gördüklerini kaydeder. Gerçekte ise o, onlara bir düzine kez göründü. O, onlara her göründüğünde, ilk başta onu tanımazlardı. Onun sadece bir yabancı olduğunu düşünürlerdi, ancak daha sonra aniden onun İsa (aleyhisselam) olduğu sonucuna varırlardı.
İşte, İncil’de geçen üç hikaye:
1. İsa Mecdelli Meryem’e Bahçıvan olarak görünüyor (Yuhanna 20): Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu. Meryem’e, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” diye sordular. Meryem, “Rabbim’i almışlar” dedi. “O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum.” Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı. İsa, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” dedi. “Kimi arıyorsun?” Meryem O’nu bahçıvan sanarak, “Efendim” dedi, “Eğer O’nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O’nu alayım.” İsa ona, “Meryem!” dedi. O da döndü, İsa’ya İbranice, “Rabbuni!” dedi. Rabbuni, öğretmenim demektir. İsa, “Bana dokunma!” dedi. “Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babam’ın ve sizin Babanız’ın, benim Tanrım’ın ve sizin Tanrınız’ın yanına çıkıyorum.” Mecdelli Meryem öğrencilerin yanına gitti. Onlara, “Rab’bi gördüm!” dedi. Sonra Rab’bin kendisine söylediklerini onlara anlattı.
2. İsa, Emmaus yolunda bir yabancı olarak görünüyor (Luka 24) Aynı gün öğrencilerden ikisi, Yeruşalim’den altmış ok atımı uzaklıkta bulunan ve Emmaus denilen bir köye gitmekteydiler. Bütün bu olup bitenleri kendi aralarında konuşuyorlardı. Bunları konuşup tartışırlarken İsa yanlarına geldi ve onlarla birlikte yürümeye başladı. Ama onların gözleri O’nu tanıma gücünden yoksun bırakılmıştı. İsa, “Yolda birbirinizle ne tartışıp duruyorsunuz?” dedi. Üzgün bir halde, oldukları yerde durdular. Bunlardan adı Kleopas olan O’na, “Yeruşalim’de bulunup da bu günlerde orada olup bitenleri bilmeyen tek yabancı sen misin?” diye karşılık verdi. İsa onlara, “Hangi olup bitenleri?” dedi. O’na, “Nasıralı İsa’yla ilgili olayları” dediler. “O adam, Tanrı’nın ve bütün halkın önünde gerek söz, gerek eylemde güçlü bir peygamberdi. Başkâhinlerle yöneticilerimiz O’nu, ölüm cezasına çarptırmak için valiye teslim ederek çarmıha gerdirdiler; oysa biz O’nun, İsrail’i kurtaracak kişi olduğunu ummuştuk. Dahası var, bu olaylar olalı üç gün oldu ve aramızdan bazı kadınlar bizi şaşkına çevirdiler. Bu sabah erkenden mezara gittiklerinde, O’nun cesedini bulamamışlar. Sonra geldiler, bir görümde, İsa’nın yaşamakta olduğunu bildiren melekler gördüklerini söylediler. Bizimle birlikte olanlardan bazıları mezara gitmiş ve durumu, tam kadınların anlatmış olduğu gibi bulmuşlar. Ama O’nu görmemişler.” İsa onlara, “Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler! 26 Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?” dedi. Sonra Musa’nın ve bütün peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazılar’ın hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı. Gitmekte oldukları köye yaklaştıkları sırada İsa, yoluna devam edecekmiş gibi davrandı. Ama onlar, “Bizimle kal. Neredeyse akşam olacak, gün batmak üzere” diyerek O’nu zorladılar. Böylece İsa onlarla birlikte kalmak üzere içeri girdi. Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. O zaman onların gözleri açıldı ve kendisini tanıdılar. İsa ise gözlerinin önünden kayboldu. Onlar birbirine, “Yolda kendisi bizimle konuşurken ve Kutsal Yazılar’ı bize açıklarken yüreklerimiz nasıl da sevinçle çarpıyordu, değil mi?” dediler. Kalkıp hemen Yeruşalim’e döndüler. Onbirler’i ve onlarla birlikte olanları toplanmış buldular. Bunlar, “Rab gerçekten dirildi, Simun’a görünmüş!” diyorlardı. Kendileri de yolda olup bitenleri ve ekmeği böldüğü zaman İsa’yı nasıl tanıdıklarını anlattılar.
3. İsa Havarilere bir Balıkçı olarak görünüyor (Yuhanna 21): Sabah olurken İsa kıyıda duruyordu. Ne var ki öğrenciler, O’nun İsa olduğunu anlamadılar. İsa, “Çocuklar, balığınız yok mu?” diye sordu. “Yok” dediler. İsa, “Ağı teknenin sağ yanına atın, tutarsınız” dedi. Bunun üzerine ağı attılar. O kadar çok balık tuttular ki, artık ağı çekemez olmuşlardı. İsa’nın sevdiği öğrenci, Petrus’a, “Bu Rab’dir!” dedi. Simun Petrus O’nun Rab olduğunu işitince üzerinden çıkarmış olduğu üstlüğü giyip göle atladı. Öbür öğrenciler balık dolu ağı çekerek tekneyle geldiler. Çünkü karadan ancak iki yüz arşın kadar uzaktaydılar. Karaya çıkınca orada yanan bir kömür ateşi, ateşin üzerinde balık ve ekmek gördüler. İsa onlara, “Şimdi tuttuğunuz balıklardan getirin” dedi. Simun Petrus tekneye atladı ve tam yüz elli üç iri balıkla yüklü ağı karaya çekti. Bu kadar çok balık olduğu halde ağ yırtılmamıştı. İsa onlara, “Gelin, yemek yiyin” dedi. Öğrencilerden hiçbiri O’na, “Sen kimsin?” diye sormaya cesaret edemedi. Çünkü O’nun Rab olduğunu biliyorlardı. İsa gidip ekmeği aldı, onlara verdi. Aynı şekilde balıkları da verdi. İşte bu, İsa’nın ölümden dirildikten sonra öğrencilere üçüncü görünüşüydü. İncillerdeki bu örneklere ek olarak, size Gnostik İncillerden bir örnek daha vereceğim. Nag Hammadi koleksiyonunda, “Petrus’un ve On iki Havarinin İşleri” adlı bir el yazması bize, İsa’nın havarilerine her karşılaştıklarında yeni bedenlerde göründüğünün fazlasıyla açık olduğu başka bir garip olayı anlatır. 4. İsa gizemli inci tüccarı Lizargoel olarak görünüyor:
[…] hangi […] amaç [… sonra …] biz […] havariler […]. Yelken açtık […] bedenin […]. Diğerleri kalplerinde endişeli değildi. Ve kalben birleştik. Rab’bin bizi atadığı hizmeti yerine getirmeyi kabul ettik. Ve birbirimizle bir ahit yaptık. Bize Rab’den gelen uygun bir anda denize indik. Denize açılmak için kıyıda demirlemiş bir gemi bulduk ve geminin denizcileriyle onlarla birlikte geleceğimizi konuştuk. Rab’bin takdir ettiği gibi bize karşı büyük bir nezaket gösterdiler. Ve gemiye bindikten sonra bir gün ve bir gece yelken açtık. Ondan sonra geminin arkasından bir rüzgar çıktı ve bizi denizin ortasında küçük bir şehre getirdi. Ve ben Petrus, rıhtımda duran sakinlerden bu şehrin adını sordum. İçlerinden bir adam, “Bu şehrin adı Mesken, yani Temel […] tahammüldür” diyerek cevap verdi. Ve aralarındaki lider, rıhtımın kenarında hurma dalı tutuyordu. Biz yükümüzle karaya çıktıktan sonra, konaklama konusunda tavsiye almak için şehre gittim. Beline sarılı bir bezle ve altın bir kemerle bir adam dışarı çıktı. Ayrıca göğsüne, omuzlarına kadar uzanan, başını ve ellerini örten bir peçe bağlıydı. Gözlerimi dikip adama bakıyordum, çünkü hem görünümü, hem de boyu güzeldi. Vücudunun dört kısmını gördüm: ayaklarının tabanları, göğsünün bir kısmı, avuçları ve yüzü. Bunları görebildim. Sol elinde benim kitaplarım gibi bir kitap kapağı vardı. Sağ elinde sidre ağacından bir asa vardı. Yavaşça konuşurken sesi çınlıyordu, şehirde haykırıyordu: “İnciler! İnciler!” Gerçekten de onun o şehrin adamı olduğunu sandım. Ona, “Kardeşim ve arkadaşım!” dedim. Bana cevap verip dedi, “Doğru dedin, ‘kardeşim ve arkadaşım’. Benden ne istiyorsun?” Ben de ona, “Senden, ben ve kardeşlerim için kalacak yer istiyorum, çünkü burada yabancıyız” dedim. Bana dedi ki, “Ben de bu nedenle ‘kardeşim ve arkadaşım’ dedim, çünkü ben de sizin gibi bir yabancıyım.” Bunları söyledikten sonra yine yüksek sesle haykırdı: “İnciler! İnciler!” Şehrin zenginleri onun sesini duydu. Gizli depolarından çıktılar. Bazıları da evlerinin depolarından dışarı baktı. Diğerleri üst pencerelerinden dışarı baktı. Ve ondan (alabilecekleri) bir şey görmediler, çünkü ne sırtında bir kese, ne de bezinin ve peçesinin içinde bir bohçası vardı. Gafletlerinden dolayı onu tanımadılar bile. O da kendini onlara tanıtmadı. “Bu adam bizimle alay ediyor” diyerek depolarına döndüler. Şehrin fakirleri inci satan bu adamın sesini işittiler ve onun yanına geldiler. Dediler ki: “Bize inciyi gösterme zahmetinde bulun da onu (kendi) gözlerimizle görelim. Çünkü biz fakiriz. Ve bu yüzden ödemek için bu […] bedeline sahip değiliz. Ama onu bize göster ki, (kendi) gözlerimizle bir inci gördüğümüzü dostlarımıza söyleyelim.” O da onlara dedi ki: “Mümkünse şehrime gelin de onu göstermekle kalmayıp, size karşılıksız vereyim.” Andolsun ki onlar, o şehrin fakirleri işittiler ve dediler ki: “Biz dilenci olduğumuz için, elbette biliyoruz ki, bir adam dilenciye inci vermez, ancak genellikle verilen ekmek ve paradır. O halde, sizden görmek istediğimiz lütuf, inciyi gözlerimizin önünde bize göstermenizdir. Biz de arkadaşlarımıza gururla, (kendi) gözlerimizle bir inci gördüğümüzü söyleyeceğiz” – çünkü bu, fakirlerde, özellikle de bu tür dilenciler arasında bulunmaz. O cevapladı (ve) onlara dedi: Mümkünse, siz benim şehrime gelin ki, size onu göstermekle kalmayıp, bedavaya vereyim. Fakirler ve dilenciler, bu adamın onu karşılıksız vermesine sevindiler. Adam Petrus’a zorlukları sordu. Petrus yanıtladı ve yolun zorlukları hakkında duyduğu şeyleri anlattı. Çünkü onlar, kendi hizmetlerinde zorlukların tercümanlarıdır. Petrus, bu inci satan adama dedi ki: “Adını ve şehrine giden yolun zorluklarını bilmek istiyorum, çünkü biz Allah’ın kullarıyız ve yabancıyız. Allah’ın sözünü her şehirde uyumlu bir şekilde yaymamız gerekiyor.” O dedi ki, “Adımı bilmek istiyorsan, Lizargoel benim adımdır, yorumu ışık, ceylan gibi taştır. Ayrıca, bana sorduğun şehre giden yolu da sana anlatacağım. Sahip olduğu her şeyi terk eden ve her gün oruç tutan biri dışında hiç kimse o yolu gidemez. Çünkü o yolda haydutlar ve vahşi hayvanlar çoktur. Yolda yanında ekmek taşıyanı, kara köpekler ekmek yüzünden öldürürler. Dünyanın pahalı bir giysisini yanında taşıyanı, hırsızlar giysi yüzünden öldürürler. Yanında su taşıyanı kurtlar, susadıklarından, su için öldürürler. Et ve yeşil sebzeler için endişeleneni, aslanlar et yüzünden yer. Aslanlardan kaçarsa yeşil sebzeler yüzünden boğalar onu yer.” Bana bunları söylediğinde, içimden ah çekerek şöyle dedim: “Bu yolda büyük zorluklar var! Keşke İsa bize yürüme gücü verseydi!” Yüzüm üzgün olduğu için bana baktı ve ben iç çektim. Bana dedi ki, “Eğer bu “İsa” adını gerçekten biliyor ve ona inanıyorsan, neden iç çekiyorsun? O, güç vermek için büyük bir güçtür. Çünkü onu gönderen Baba’ya ben de inanıyorum.” Ona, “Gideceğin yerin, şehrinin adı nedir?” diye sordum. Bana, “Benim şehrimin adı Dokuz Kapı’dır. Onuncunun baş olduğunu idrak ettiğimiz için Allah’a hamd edelim” dedi. Bundan sonra vedalaşarak ondan uzaklaştım. Arkadaşlarımı çağırmaya gitmek üzereyken, şehrin sınırlarını çevreleyen dalgalar ve büyük yüksek duvarlar gördüm. Gördüğüm harika şeylere hayran kaldım. Oturan yaşlı bir adam gördüm ve ona şehrin adının gerçekten Mesken olup olmadığını sordum. O […], “Mesken […].” Bana, “Doğru söylüyorsun, çünkü tahammül ettiğimiz için burada yaşıyoruz” dedi. Ben cevap verdim, “Adilce […] insanlar ona bu adı verdiler […], çünkü (tarafından) imtihanlarına dayanan herkes, o şehirlerde ikamet eder ve onlardan değerli bir krallık gelir, çünkü onlar, irtidatların ve fırtınaların zorluklarının ortasında dayanırlar. Böylece, iman boyunduruğunun yüküne dayanan herkesin şehrinde bu şekilde ikamet edilecek ve o, göklerin krallığına dahil edilecektir.”
Aceleyle gittim ve arkadaşlarımı çağırdım ki, böylece Lizargoel’in bizim için atadığı şehre gidelim. Onun buyurduğu gibi her şeyi bir iman bağıyla terk ettik. Hırsızlardan kaçtık, çünkü giysilerini yanımızda bulamadılar. Kurtlardan kaçtık, çünkü susadıkları suyu yanımızda bulamadılar. Aslanlardan kaçtık, çünkü bizde et arzusunu bulamadılar. Boğalardan kaçtık […] bizde yeşil sebze bulamadılar. Üzerimize Rabbimiz’inki gibi büyük bir sevinç ve huzurlu bir kaygısızlık geldi. (Şehrin) kapısının önünde dinlendik ve birbirimizle bu dünyanın dikkatimizi dağıtmadığı şeyleri konuştuk. Daha doğrusu, imanı tefekküre devam ettik. Yolda kaçtığımız soyguncuları tartışırken, işte Lizargoel değişmiş halde karşımıza çıktı. Koltuğunda bir merhem kutusu olduğundan doktor görünümündeydi ve ilaçla dolu bir kese taşıyan genç bir öğrenci onu takip ediyordu. Onu tanımadık. Petrus ona, “Biz yabancı olduğumuz için bize bir iyilik yapmanı ve akşam olmadan bizi Lizargoel’in evine götürmeni istiyoruz” dedi. O dedi: “Yüreğimin doğruluğuyla size onu göstereceğim. Ama bu iyi adamı nasıl tanıdığınıza şaşırdım. Çünkü kendisi büyük bir kralın oğlu olduğu için kendini herkese açıklamaz. Biraz dinlenin, ben de gidip bu adamı iyileştireyim ve geri döneyim.” Aceleyle gitti ve hızla (geri) geldi. Petrus’a, “Petrus!” dedi. Petrus korktu, çünkü adının Petrus olduğunu nereden biliyordu? Petrus Mesih’e yanıt verdi: “Beni nereden tanıyorsun ki, adımı çağırdın?” Lizargoel, “Sana sormak istiyorum, Petrus ismini sana kim verdi?” diye yanıtladı. Petrus şöyle dedi: “Yaşayan Tanrı’nın oğlu İsa Mesih. Bu ismi bana o verdi.” Lizargoel dedi ki, “O, benim! Beni tanı, Petrus!” Örtündüğü – bizim yüzümüzden kendini değiştirdiği – giysiyi gevşetti ve bize gerçekte o olduğunu gösterdi. Secdeye kapandık ve ona ibadet ettik. Onbir havariydik. Elini uzattı ve bizi ayağa kaldırdı. Onunla alçakgönüllülükle konuştuk. Başımız değersizce öne eğilmişti, “Sen ne dilersen onu yaparız. Ama bize her zaman dilediğini yapma gücü ver” dedik. Onlara merhem kutusunu ve genç öğrencinin elindeki keseyi verdi ve şöyle emretti: “Geldiğiniz şehre, Mesken denilen şehre gidin. Benim adıma iman eden herkesi öğretmeye sabırla devam edin, çünkü ben imanın zorluklarına katlandım. Size ödülünüzü vereceğim. Ben onlara daha iyisini, size karşılıksız vereceğimi söylediğim şeyi verinceye kadar, o şehrin fakirlerine, yaşamaları için ihtiyaç duydukları şeyi verin.” Petrus cevap verip ona dedi: Rab, sen bize dünyayı ve içindeki her şeyi terk etmeyi öğrettin. Senin rızan için onlardan vazgeçtik. Bizim derdimiz (şimdi) bir günlük yemek. Fakirlere sağlamamızı istediğin ihtiyaçları nereden bulacağız?” Rab dedi: “Ey Petrus, sana anlattığım benzetmeyi anlaman gerekiyordu! Öğrettiğiniz ismimin tüm zenginliklerden, Tanrı’nın bilgeliğinin altından, gümüşten ve değerli taşlardan üstün olduğunu anlamıyor musunuz?” Onlara ilaç kesesini verdi ve “Şehrin benim adıma iman eden bütün hastalarını iyileştirin” dedi. Petrus ikinci kez ona cevap vermekten korktu. Yanında bulunan Yuhanna’ya işaret etti: “Bu sefer sen konuş.” Yuhanna dedi: “Rab, senin huzurunda pek çok söz söylemekten korkuyoruz. Ama bizden bu beceriyi uygulamamızı isteyen sensin. Bize doktor olmamız öğretilmedi. O zaman bize söylediğin gibi bedenleri nasıl iyileştireceğimizi nerden bileceğiz?” O, onlara cevap verdi: “Doğru söyledin, Yuhanna, ben de biliyorum ki bu dünyanın doktorları dünyaya ait olanı iyileştirir. Ancak ruhların doktorları kalbi iyileştirir. Bu nedenle, önce bedenleri iyileştirin, böylece bedenleri için gerçek şifa güçleri aracılığıyla, dünyanın tıbbı olmadan, sizin kalp hastalıklarını da iyileştirme gücünüz olduğuna inansınlar. Ancak şehrin zenginleri, beni tanımaya bile lüzum görmeyen, servet ve gururlarıyla övünen kimselerdir, bu yüzden onların evlerinde akşam yemeği yemeyin ve onlarla dost olmayın ki, onların yanlılığı sizi etkilemesin. Çünkü onlar da günahkârdırlar ve diğerlerinin günah işlemesine vesile oldukları için, kiliselerdeki pek çok kişi zenginlerden taraf olmuştur. Ama onları doğrulukla yargılayın ki, hizmetiniz yüceltilsin ve benim adım da kiliselerde yüceltilsin.” Öğrenciler cevap verip, “Evet, gerçekten yapılması uygun olan da bu” dediler. Secdeye kapandılar ve ona ibadet ettiler. O, onları ayağa kaldırdı ve vedalaşarak yanlarından ayrıldı. Amin.” İşte Yeni Ahit’ten üç örnekte ve bir gnostik rivayetler kaynağından bir örnekte, İsa (aleyhisselam) her zaman kendisine eşlik eden öğrencilerine görünüyor ve onlar yine de onu tanımıyorlar. Bu nasıl olabilir? Onlar İsa (aleyhisselam) ile yaşadılar, ondan öğrendiler, onunla yediler ve son anlarına tanık oldular; yine de hiçbiri onun neye benzediğini hatırlamıyor muydu? Sonunda onu sözleri ve eylemleriyle tanırken, fiziksel bedeni veya sesiyle onu tanımadılar. Onlar onun nasıl göründüğünü ya da sesinin neye benzediğini nasıl bilmezler? Onun kılık değiştirdiğine dair bir kanıt bile yok.
Cevap, kısaca, İsa’nın (aleyhisselam) onlara farklı bedenlerde görünmesidir. Yabancı, bahçıvan, balıkçı ve Lizargoel, İsa’nın ruhunun göç ettiği dört farklı insan bedeniydi. Haft’üş Şerif’te İmam Sadık (minhusselam) Kur’an’ın bu ayetini şöyle tefsir eder: [Onlar evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ediyorlar. Ey basiret sahipleri, artık ibret alın!] İmam Sadık (aleyhisselam) buyurdu: “Onların evleri kendi bedenleridir. (Çünkü) beden ruhun evidir.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) daha da açıklığa kavuşturdu ki: “Bazı ruhlar, istedikleri bedenlere girmeyi seçebilecekleri bir dereceye ulaşırlar.” Kur’an’ın dediği gibi: “İçinde oturulmayan ve sizin için bir yarar bulunan evlere girmenizde bir sakınca yoktur.”
Açıktır ki, İsa Mesih’in (aleyhisselam) dirilişi, ruhun dönüşü veya çarmıha gerilmiş bedenden başka bedenlere göç etmesiydi. İki bin yıldan fazla bir süredir inançlı insanları şaşkına çeviren böylesine şaşırtıcı bir gizemi ancak Allah’ın Hücceti çözebilirdi.