"Enter"a basıp içeriğe geçin

10. Ruh Göçü – Bilgenin Gayesi

Onlar yanıtladılar: “Bazıları Vaftizci Yahya, bazıları İlya, bazıları Yeremya ya da Peygamberlerden biri diyorlar.”

İnsanların ruh hakkında sahip oldukları yaygın inanç, her insanın bir ruhla doğduğu ve bu ruhun ölünceye kadar bir insanda kalacağıdır. Ruhun bedeni terk etmesi ancak ölümle olur. Gerçek şu ki, ruh insana doğumunda da, çocuklukta da, yetişkinlikte de, hatta yaşlılıkta da girebilir. Bir ruh, insan bedenini, onun ölümünden önce de terk edebilir. Bir ruh bir insanı terk edebilir ve o insan birkaç yıl, hatta on yıllar boyunca hayatta kalır. Eski insanların bildiği buydu. Ruh, reenkarnasyon sürecinde bir bedenden diğerine seyahat eder veya bedenden bedene geçiş sürecinde seyahat edebilir. Okuyucu için anlamayı kolaylaştırmak bağlamında aşağıdaki terimleri tanımlayalım:

1. Reenkarnasyon: Ruhun yeni bir insan bedeninde yeniden doğuşu.

2. Ruh göçü: Ruhun ölümle veya ölüm olmaksızın bir insan vücudundan, doğum sürecini geçirmeden, halihazırda yaşayan başka bir insana göçü.

3. Mesh: İnsan ruhunun bir hayvan olarak yeniden doğuşu.

4. Resh: İnsan ruhunun insandan kaya veya taş gibi cansız bir nesneye göç etmesi.

5. Fesh: İnsan ruhunun bir insandan bir bitki veya ağaca göç etmesi. Bu kavramlar ana akım Yahudi-Hristiyan ve İslami düşünce okulları tarafından geniş çapta reddedilse de, her zaman peygamberlerin öğretilerinin bir parçası olmuştur. Bu kavramlara Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an’da ve bu dinlerin peygamberlerinin rivayetlerinde kolayca rastlanmaktadır. Bu semavî inançların her birinin ana akım ortodoksisi bu kavramları tamamen ihmal etmiş, en aza indirmiş veya reddetmiş olsa da, içlerindeki birçok gnostik mezhep bu fikirleri canlı tutmuştur.

Burada size İncil’den, İsa’nın reenkarnasyon veya ruhun ölümden sonra yeni bedenlerde geri dönüşü ve ayrıca göç kavramlarına inandığına ve onları öğrettiğine dair kanıt sunmayı planlıyoruz. Ayrıca, İsa’nın ilk takipçilerinin ve o dönemde yaşayan Yahudilerin reenkarnasyon ve ruh göçü fikirlerine aşina olduklarını ve bunlara inandıklarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstereceğiz. Belirli kişilerin farklı bedenlerde geri döneceği inancı ve beklentisi, o dönemdeki Yahudiler ve İsa’nın ilk takipçileri arasında yaygındı. İlk olarak Matta 16. Bölüme bakalım: “İsa, Filipus Sezariyesi bölgesine geldiğinde öğrencilerine şunu sordu: “Halk, İnsanoğlu’nun kim olduğunu söylüyor?” Öğrencileri şu karşılığı verdiler: “Kimi Vaftizci Yahya, kimi İlya, kimi de Yeremya ya da peygamberlerden biridir diyor.” İsa onlara, “Siz ne dersiniz” dedi, “Sizce ben kimim?” Simun Petrus, “Sen, yaşayan Tanrı’nın Oğlu Mesih’sin” yanıtını verdi.”

Burada, Yahudilerin ve Mesih’in ilk takipçilerinin, Tevrat’ın Peygamberleri’nin geri dönebilecekleri ve dönecekleri konusunda zaten bir anlayışa sahip oldukları açıkça gösterilmektedir. Çünkü burada İsa, takipçilerine, halk (müminler ya da benim takipçilerim bile demiyor, sadece halk diyor) benim kim olduğumu söylüyor diye sorduğunda, Vaftizci Yahya, İlya, Yeremya veya peygamberlerden biri olduğunu yanıtlıyorlar. Bu, onların, peygamberlerin dönüşüne inandıklarını hiç şüphesiz ispatlamaktadır.

Burada özellikle ilginç olan, adı geçen isimler arasında Vaftizci Yahya’nın olmasıdır. Diğer iki isim olan Yeremya ve İlya, Mesih doğmadan yıllar önce vefat etmiş veya ortadan kaybolmuş peygamberlerdi; bununla birlikte Yahya, İsa’nın yaşadığı zaman hayattaydı, İsa’yı vaftiz etti ve İsa’nın yetişkinlik yıllarında öldü. Luka 1:26-38’e göre, Vaftizci Yahya ile İsa arasındaki yaş farkı yaklaşık 6 aydı:

Elizabet’in hamileliğinin altıncı ayında Tanrı, Melek Cebrail’i Celile’de bulunan Nasıra adlı kente, Dâvud’un soyundan Yusuf adındaki adamla nişanlı kıza gönderdi. Kızın adı Meryem’di. Onun yanına giren melek, “Selam, ey Tanrı’nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir” dedi. Söylenenlere çok şaşıran Meryem, bu selamın ne anlama gelebileceğini düşünmeye başladı. Ama melek ona, “Korkma Meryem” dedi, “Sen Tanrı’nın lütfuna eriştin. Bak, gebe kalıp bir oğul doğuracak, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine ‘Yüceler Yücesi’nin Oğlu’ denecek. Rab Tanrı O’na, atası Dâvud’un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup’un soyu üzerinde egemenlik sürecek, egemenliğinin sonu gelmeyecektir.” Meryem meleğe, “Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki” dedi. Melek ona şöyle yanıt verdi: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi’nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek. Bak, senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır. Tanrı’nın yapamayacağı hiçbir şey yoktur.” “Ben Rab’bin kuluyum” dedi Meryem, “Bana dediğin gibi olsun.” Bundan sonra melek onun yanından ayrıldı. Şimdi, Luka 3:21-22’ye göre İsa, vaftiz edildiği ve davasına halka açık başladığı sırada 30 yaşındaydı. “Bütün halk vaftiz olduktan sonra İsa da vaftiz oldu. Dua ederken gök açıldı ve Kutsal Ruh, bedensel görünümde, güvercin gibi O’nun üzerine indi. Gökten, “Sen benim sevgili Oğlum’sun, senden hoşnudum” diyen bir ses duyuldu.” Yahya tarafından İsa’nın Vaftizi İncil’de vurgulanır ve önemli bir kamu belirteci olarak hizmet eder. Bu, halifelik meşalesinin Yahya’dan İsa’ya geçmesiydi. Yahya’ya iman eden ve onun takipçileri olan herkes, onun şehit edilmesinden hemen önce İsa’nın Allah tarafından Yahya’nın vasisi olarak atanmasına tanıklık etti. İsa da bu noktada Kutsal Ruh’u kabul etti ve hizmetine başladı. Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) vefatından hemen önce Gadir-i Hum olayında da aynı ritüelin gerçekleştiğini görüyoruz. Bu, onun Ali bin Ebu Talib’i (minhusselam) ilahi halifesi olarak atadığı zamandır.

Bu, Vaftizci Yahya’nın takipçilerine son konuşmasını yaptıktan ve vasisi İsa’yı alenen atadıktan sonra yaklaşık 30 yaşında tutuklandığı ve başı kesildiği anlamına gelir. Bu aynı zamanda Yahudilerin ve Yahya ile İsa’nın ilk takipçilerinin, ruhun ölü bir yetişkinden canlı bir yetişkinin bedenine göçüne inandıkları anlamına gelir. Genellikle reenkarnasyona inananlar arasındaki ortak anlayış, bir kişi öldüğünde, yeni bir bedende bebek olarak yeniden doğmasıdır. Bu fikir, o zamanlar Yahudiler için mutlak şart değildi, çünkü “insanlar İsa’nın kim olduğunu diyorlar” sorusunu, öğrencileri “bazıları Vaftizci Yahya diyorlar” diye yanıtladılar. Bu nedenle, Yahya’nın ruhunun öldükten sonra İsa’nın bedenine girip İsa şeklinde geri dönebileceğine ve yeni bir bedenin doğmasını ve büyümesini beklemeye gerek kalmadan yeni bedende yaşamaya devam edebileceğine inandıkları açık ve nettir.

Bu, ruh göçünün ve/veya reenkarnasyonun tartışıldığı tek yer değildir, Matta Bölüm 11’e bakarsak, İsa’nın Vaftizci Yahya’yı İlya’nın dönüşü veya reenkarnasyonu olarak ilan ettiğini görürüz. “Size doğrusunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Vaftizci Yahya’dan daha üstün biri çıkmamıştır. Bununla birlikte, Göklerin Egemenliği’nde en küçük olan ondan üstündür. Vaftizci Yahya’nın ortaya çıktığı günden bu yana Göklerin Egemenliği zorlanıyor, zorlu kişiler onu ele geçirmeye çalışıyor. Yahya’ya dek bütün peygamberlerle Kutsal Yasa, olacakları önceden bildirdiler. Eğer bunu kabul etmek isterseniz, gelecek olan İlya odur. Kulağı olan işitsin!”

Böylece, İsa’nın da geri dönüş veya reenkarnasyon öğretisine inandığını ve öğrettiğini açıkça görebiliriz. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), Vaftizci Yahya’nın İlya’nın reenkarnasyonu olduğunu onayladı. İlya’nın Vaftizci Yahya olduğuna dair bir başka referans, İncil’de İsa’nın şekil değiştirme sahnesi sırasında yapılıyor. İsa nurani bedenini havarilerine gösteriyor ve onlar sadece başlarını kaldırmak suretiyle secdeye kapanıyorlar ve işte, İsa nurani bedeninde duruyor ve ona eşlik eden, fiziksel olarak ölü olan iki peygamber vardır: İlya ve Musa’nın ruhları (Onlara Selam Olsun).

“Altı gün sonra İsa, yanına yalnız Petrus, Yakup ve Yakup’un kardeşi Yuhanna’yı alarak yüksek bir dağa çıktı. Onların gözü önünde İsa’nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu. O anda Musa’yla İlya öğrencilere göründü.

İsa’yla konuşuyorlardı. Petrus İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada bulunmamız ne iyi oldu! İstersen burada üç çardak kurayım: Biri sana, biri Musa’ya, biri de İlya’ya.” Petrus daha konuşurken parlak bir bulut onlara gölge saldı. Buluttan gelen bir ses, “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum. O’nu dinleyin!” dedi. Öğrenciler bunu işitince, dehşet içinde yüzüstü yere kapandılar. İsa gelip onlara dokundu, “Kalkın, korkmayın!” dedi. Başlarını kaldırınca İsa’dan başka kimseyi göremediler. Dağdan inerlerken İsa onlara, “İnsanoğlu ölümden dirilmeden, gördüklerinizi kimseye söylemeyin” diye buyurdu. Öğrencileri O’na şunu sordular: “Peki, din bilginleri neden önce İlya’nın gelmesi gerektiğini söylüyorlar?” İsa, “İlya gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden düzene koyacak” diye yanıtladı. “Size şunu söyleyeyim, İlya zaten geldi, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar. Aynı şekilde İnsanoğlu da onların elinden acı çekecektir.” O zaman öğrenciler İsa’nın kendilerine Vaftizci Yahya’dan söz ettiğini anladılar.” Böylece, Matta 17’de ikinci kez görüyoruz ki, İsa, Yahya’nın İlya’nın enkarnasyonu olduğunu ilan ediyor ve ayrıca, İlya ve Musa’nın ruhlarının havarilere görünmesi de geçiyor. Böylece, İlya ve Musa’nın ruhlarının İsa ve havarileriyle birlikte dolaştıkları ve ondan bir şeyler öğrendikleri sonucuna kolayca varabiliriz.

Yedinci Ahit’in sahibi ve Hüseyin’in (minhusselam) reenkarnasyonu İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu dönemde, tarih boyunca diğer tüm peygamberlerden daha hayati bir rol oynamaktadır. Aslında bütün Peygamberler ve İmamlar bu çağda ona destek olmak için geri dönmeye can attılar. Bir rivayette Ebû Abdullah’a (minhusselam) soruldu:

“[Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o, sözünde duran bir kimse idi. O, mürsel bir nebî idi.] Bu ayet İbrâhim oğlu İsmail (aleyhisselam) hakkında mıydı? Zira insanlar onun İbrâhim oğlu İsmail hakkında olduğunu iddia ediyorlar. İmam (aleyhisselam) buyurdu: “Gerçekten İsmail İbrâhim’den önce vefat etti ve İbrâhim Allah’ın Hücceti, Kaim, Şeriat Sahibi idi, öyleyse İsmail’i kime gönderecekti?” Dedi ki: “Sana feda olayım, o zaman bu ayet kimle ilgiliydi?” O (aleyhisselam) buyurdu: “Bu, Hızkîl Peygamber’in oğlu İsmail ile ilgiliydi. Allah onu kavmine gönderdi, onlar onu yalanladılar, öldürdüler ve yüzünün derisini yüzdüler, bunun üzerine Allah onun için gazap etti ve ona azap meleği Satatil’i gönderdi ve Satatil ona dedi ki: ‘Ey İsmail, ben azap meleği Satatil’im, İzzet Sahibi Rabbin, kavmine dilediğin gibi azap etmem için beni sana gönderdi.’ İsmail dedi ki: ‘Buna ihtiyacım yok ey Satatil.’ Bunun üzerine Allah ona vahyetti: ‘Ey İsmail, o halde senin ihtiyacın nedir?’ Bunun üzerine İsmail dedi ki: ‘Rabbim, sen bizden ahit aldın ki, Sen RAB’sın, Muhammed senin Elçindir ve onun Vasileri hilafet ve velâyet sahibidirler. Sen kendi mahlukatına Peygamberleri Muhammed’den sonra ümmetinin Hüseyin bin Ali’ye (aleyhisselam) ne yapacağını haber verdin. Ve Hüseyin’e bu dünyaya geri döneceğini ve kendisine bunu yapanlardan kendi elleriyle intikam alacağını vaat ettin. Rabbim, benim dileğim şu ki, Hüseyin’i döndüreceğin gibi beni de bu dünyaya döndür, böylece ben de bana bunu yapanların hepsinden intikam alabileyim.’ Böylece, Allah İsmail bin Hızkîl’e, onun Hüseyin bin Ali (aleyhisselam) ile birlikte ricat edeceğini vadetti.” İsmail’in Hüseyin’le (minhusselam) geri dönme arzusu bütün peygamberlerin ve salihlerin arzusuydu. Muhakkak ki hepsine bu dilek Allah tarafından verilmiştir. Ebû Abdullah (minhusselam) buyurdu ki: “Hüseyin (aleyhisselam), kendisiyle birlikte öldürülen ashabıyla birlikte zuhur edecektir ve onunla birlikte İmran oğlu Musa ile gönderilmiş yetmiş peygamber de olacaktır. Kaim (aleyhisselam) onu Hüseyin’e teslim edecek ve onu yıkayacak, kefenleyecek ve mezarına koyacak olan da Hüseyin (aleyhisselam) olacaktır.” Diğer bir yerde İmam Sadık’a (minhusselam) sordular: “Kaim doğdu mu?” O (minhusselam) şöyle buyurdu: “Hayır, onunla birlikte olma şansım olursa hayatımın geri kalan günlerinde ona hizmet edeceğim.”Bu yönde rivayetler çoktur. Açıktır ki, Kaim ile dönmek her peygamberin ve imamın hayalidir, çünkü o, bütün peygamberlerin ve salihlerin çabalarının doruk noktası olan, Allah’ın Yeryüzündeki Hakimiyetini, İlahi Adalet Devletini ve Aden Cenneti’ne dönüşü tesis eder.

Eğer Musa ve İlya’nın ruhları İsa Mesih ile birlikte dolaşıyor, ondan öğreniyor ve dinliyorlarsa, o zaman onlar ve tüm peygamberlerin ve salihlerin ruhları, Hüseyin’in (minhusselam) ricatı olan İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam) ile birlikte, onun yeryüzünde zuhur ettiği günden bu yana dolaşıyorlardır. Onlar, İmam’a (minhusselam) hizmet etmek için kullanabilecekleri fiziksel bir bedene geçmek için bir fırsat bekleyerek onu takip ettiler. Bu saf ruhlar ve melekler, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) dilerse ve emrederse, onun etrafındaki bedenlere girerlerdi. Böylece, birçok insan, peygamberlerin ve meleklerin reenkarnasyonudur, ancak fiziksel olarak değil, daha çok ruhen imanla “yeniden doğdukları” ve onlara bir ruh geldiği için. Bu fikir ana akım halka yabancı görünse de, yüzyıllardır yakından korunan Yahudi Hahamlar ve gnostik Hristiyan çevreleri bu gerçekleri biliyor ve öğrencilerine öğretiyorlardı. Haham İshak Luria bir keresinde, Yusuf Peygamber’in yetişkinlik döneminde, üzerine inen Enok’un ruhunu aldığını öğretmişti.

Haham şöyle dedi: “Bu, ‘Onu Yusuf’a eudit [tanıklık] olarak atadı…’nın sırrıdır.’ (Mezmurlar 81:5) – çünkü, söylendiği gibi, Yusuf, Enok’un “eidie” [Şahidim] denilen neşamasını almaya hak kazandı. Bu nedenle Yusuf “yafeh to’ar” [yakışıklı] idi (Yaratılış 39:6), çünkü kendisine yüce Atzilut’un neşamasının kenarından gelen Adem’in yafyo’sunu [güzelliğini] hak etmişti. Bununla birlikte, Yusuf, hapisten çıkması gerektiğine karar verilen “iki yılın sonu” (Yaratılış 41:1) gecesine kadar bunu hak etmedi – tam o gün azamet sahibi oldu. Şöyle yazılmıştır: “Mısır toprağına gittiğinde [O bunu Yehosif’e şehadet olarak atadı].” (Mezmurlar 81:5) Bu, önceki bölümlerde söylediğimiz, ruaç veya neşamanın geceleri bir kişiye uyurken girdiğini hatırladığınızda anlaşılır hale gelir. Bilgelerin ne söylediğini “[Mısır toprağına giderken onu Yehosif’e şehadet olarak atadı] ben bilmediğim bir dil işittiğim zaman” (Mezmurlar 81:5) ayetine dayanarak anlayabilirsiniz. O gece Cebrail geldi ve ona yetmiş dil öğretti. (Sotah 36b) Gerçekte olan şuydu ki, yetmiş ulusun yetmiş dilini bilen, yetmiş ulusun bakanı Enok’un / Metatron’un neşaması o gece ona girdi ve o, yetmiş dili hemen öğrendi.”

Aynı şekilde, Mesih’in zamanındaki insanların, ruhların herhangi bir zamanda bir kişiye girebileceğini bildiklerini ve hatta yakın zamanda ölen Vaftizci Yahya’nın ruhunun İsa’ya girdiğini düşündüklerini kanıtladığımız gibi; ruh, yaşayan bir kişinin bedenini, fiziksel olarak ölmeden de herhangi bir zamanda terk edebilir. Fakat bu durumda ölüm ruhsal bir ölüm olacaktır. Hayatları boyunca ruhlarını kaybeden ve fiziksel olarak hayatta kalan insanların örnekleri bile vardır. Kutsal Kitap’taki Saul’un hikayesine bakalım:

“Sonra İşay’a, “Oğullarının hepsi bunlar mı?” diye sordu. İşay, “Bir de en küçüğü var” dedi, “Sürüyü güdüyor.” Samuel, “Birini gönder de onu getirsin” dedi, “O buraya gelmeden yemeğe oturmayacağız.” İşay birini gönderip oğlunu getirtti. Çocuk kızıl saçlı, yakışıklı, gözleri pırıl pırıl bir delikanlıydı. RAB Samuel’e, “Kalk, onu meshet. Seçtiğim kişi odur” dedi. Samuel yağ boynuzunu alıp kardeşlerinin önünde çocuğu meshetti. O günden başlayarak RAB’bin Ruhu Dâvud’un üzerine güçlü bir biçimde indi. Bundan sonra Samuel kalkıp Rama’ya döndü. Davut Saul’un hizmetinde Bu sıralarda RAB’bin Ruhu Saul’dan ayrılmıştı. RAB’bin gönderdiği kötü bir ruh ona sıkıntı çektiriyordu. Hizmetkârları Saul’a, “Bak, Tanrı’nın gönderdiği kötü bir ruh sana sıkıntı çektiriyor” dediler, ”Efendimiz, biz hizmetkârlarına buyruk ver, iyi lir çalan birini bulalım. Öyle ki, Tanrı’nın gönderdiği kötü ruh üzerine gelince, o lir çalar, sen de rahatlarsın.” Saul hizmetkârlarına, “İyi lir çalan birini bulup bana getirin” diye buyurdu. Hizmetkârlardan biri, “Beytlehemli İşay’ın oğullarından birini gördüm” dedi, “İyi lir çalar. Üstelik yürekli, güçlü bir savaşçıdır; akıllıca konuşur, yakışıklıdır. RAB de onunladır.” Bunun üzerine Saul İşay’a ulaklar göndererek, “Sürüyü güden oğlun Dâvud’u bana gönder” dedi. İşay ekmek yüklü bir eşek, bir tulum şarap, bir de oğlak alıp oğlu Dâvud’la birlikte Saul’a gönderdi. Dâvud Saul’un yanına varıp onun hizmetine girdi. Saul Dâvud’u çok sevdi ve ona silahlarını taşıma görevini verdi. Saul İşay’a şu haberi gönderdi: “İzin ver de Dâvud hizmetimde kalsın; ondan hoşnudum.” O günden sonra, Tanrı’nın gönderdiği kötü ruh ne zaman Saul’un üzerine gelse, Dâvud liri alıp çalar, Saul rahatlayıp kendine gelirdi. Kötü ruh da ondan uzaklaşırdı.” Tevrat’ta Saul, Allah tarafından hükümdar olarak atanmıştı ve Allah katından iyi bir ruha sahipti. Bir noktada, Saul’un günahları nedeniyle, Allah’tan gelen iyi ruh Saul’u terk etti ve yerine ona işkence edecek kötü bir ruh geldi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bize, kutsal ruhların veya (genel olarak) ruhların bir insana layık olduğunda indiğini ve herkesin bir ruhla doğmadığını öğretiyor. Ayrıca, iyi ruha sahip bir insan, uygun şekilde hareket etmezse, bazı durumlarda iyi ruh o kişiden ayrılır ve onun yerini kötü bir ruh alır. İyi ruhunu kaybeden bir kişinin bir başka örneği de Şimşon’un durumudur. Hakimler, Bölüm 16’ya bakalım:

“Delila Şimşon’un gerçeği söylediğini anlayınca haber gönderip Filist beylerini çağırttı. “Bir kez daha gelin” dedi, “Şimşon bana gerçeği söyledi.” Kadının yanına gelen Filist beyleri gümüşü de birlikte getirdiler. Delila Şimşon’u dizleri üzerinde uyuttuktan sonra adamlardan birini çağırtıp başındaki yedi örgüyü kestirdi. Sonra alay ederek onu dürtüklemeye başladı. Çünkü Şimşon gücünü yitirmişti. Delila, “Şimşon, Filistliler geldi!” dedi. Şimşon uyandı ve, “Her zamanki gibi kalkıp silkinirim” diye düşündü. RAB’bin kendisinden ayrıldığını bilmiyordu. Filistliler onu yakalayıp gözlerini oydular. Gazze’ye götürüp tunç zincirlerle bağladılar, cezaevinde değirmen taşına koştular.” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), tüm başarı ve iyi talihlerin iyi bir ruhtan geldiğini söyledi. Koruyan, yönlendiren ve iyi talihi bahşeden odur. Onsuz, bir kişinin tüm başarıları ve nimetleri geri çekilir ve o kimse, çok acı çeker. Hakimler Kitabı’nda Şimşon’un başına gelenin tam olarak bu olduğunu görüyoruz. Şimşon, günahkar şehveti yüzünden ruhunu kaybetti, ancak daha sonra şehit olduğu anda kısa bir süreliğine ruhu geri döndürüldü. Ancak diğerleri onun kadar şanslı değildi. Belam bin Baura, Kutsal Kitap’ta ve Kur’an’da adı geçen bir peygamberdi. Allah ona İsrail’i kutsamasını emretti ve onun Allah katından bir ruhu vardı, Çölde Sayım, Bölüm 24’te şöyle geçiyor: “Baktı, İsrail’in oymak oymak yerleştiğini gördü. Tanrı’nın Ruhu onun üzerine indi.”1Ancak Kur’an onun, Allah’ın sözlerini ve emirlerini terk ettiği için ruhunu kaybettiğini ve iyi ruhun yerine ona kötü bir şeytani ruhun geçtiğini açıkça bildirir: “Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.” İyi ruhlar, onları alma kapasitesine sahip olduklarında insanlara bahşedilirler. Onlar bu ayrıcalığı kazandıktan sonra, onları korumak için çok çaba sarf etmelidirler. Ruhları koruyamazlarsa, ruhlar onları terk eder.

İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bir gün bana dedi ki: “Neredeyse silinip Peygamberler Listesi’nden çıkarılacak olan ne kadar peygamber olduğunu biliyor musun?”

“Üç yüz on üç mü?” dedim.

O (minhusselam) buyurdu: “Evet, Musa ve Yakup’ta onlardandı ve ömrünün sonunda Muhammed de.”

İmam (minhusselam) ayrıca, yüzlerce peygamberin başarısız olduğunu, değiştirildiğini ve ruhlarını kaybettiğini açıklamıştır. Bu sebeple Müminlerin Emiri Ali (minhusselam) bile kendisini son ana kadar garanti edememişti, ta ki öldürücü darbeyle vurulup, “Kabe’nin Rabbine andolsun ki ben kazandım!” diye haykırana kadar. Bundan önce, Allah ile olan durumundan emin değildi.

İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bir gün bana dedi ki: “Belam bin Baura, seninle birlikte olan tüm peygamberlerden daha iyiydi. Peki onun hali ne oldu? Onun sonu sefaletten başka bir şey olmadı. Ruh, kendisine en uygun, en yakın kişiye gider. Bir örnek vereyim: 1950 model ve 1990 model araban var, hangisi daha iyi?”

Dedim ki: “1990.” O (minhusselam) buyurdu: “Ama sen 2018 yılındasın.” Dedim ki: “1950 model daha pahalıdır.” O (minhusselam) buyurdu: “Mesele neyin daha pahalı olduğu değildir, biz gerçeği olduğu gibi konuşuyoruz, 1950 ve 1990 modelin var ve 2018’desin. Maddi durumuna göre sana sunulanlar bu iki araba, ama gerçekte, daha iyisi var ve bu, modern olandır. Şu anda bizdeki durum tam olarak bu, en iyisi davaya henüz girmemiştir ve şu anda bizim için mevcut olan bu.”

Dedim ki: “Yani daha iyi bir insan davaya girdiğinde, filanca peygamberin ruhu, daha iyi olan o kişiye gittiği anlamına mı geliyor?”

O (minhusselam) buyurdu: “Bir şartla, o bu ruhu korumazsa ve nefsini terbiye etmezse, evet gider, fakat kötülüğü emreden nefsiyle savaşırsa, elbette kalır, Allah adildir, haktır.”

Dedim ki: “Ya ileride “Abdullah” isminde benden daha iyi bir Mısırlı biri geldi, davaya girdi ve sen onu sevdin de ben bir hata yaptım ya da daha önce yaptığım gibi seni yorduysam?”

O (minhusselam) buyurdu: “Sevgili oğlum, sen bana ne yaptın, ben sana ne yaptım? Oğlum, seni disipline ediyor ve eğitiyorum. Ama senden vazgeçmek, hayır. Kendini diğer insanlarla kıyaslama.”

Dedim: “Yani ne olursa olsun benden asla vazgeçmeyecek misin? Söz mü, ey Allah Resulü’nün oğlu?”

O (minhusselam) buyurdu: “Sen Allah’tan vazgeçmedikçe ben senden asla, asla, asla vazgeçmem.”

Ben sordum: “‘Allah’tan vazgeçmek’ nedir? İrtidat mı? Kasıtlı küfür mü?”

O (minhusselam) buyurdu: “Rahmeti kaybetmek. Rahmet nedir?” Dedim ki: “Evet.” O (minhusselam) buyurdu: “Ehl-i Beyt (Selam Onlardandır). Ehl-i Beyt (Selam Onlardandır) kimdir? Yüce Allah. Allah ile beraber olduğun müddetçe hiçbir şeyden korkma. Ben senin, Allah’a ve O’nun Ehl-i Beyti’ne olan sevginde tamamen eridiğini kesinlikle biliyorum, bundan tam, gerçek ve kesin olarak eminim.”

Dedim ki: “Bazen bir hata yaparsam beni terk edeceğinden korkuyorum.”

O (minhusselam) buyurdu: “Bu yanlıştır oğlum, böyle düşünme, hatanı itiraf etmek bir fazilettir, insan hatasını itiraf ettiğinde, Yüce Allah onu affeder, ama bu hata kasıtsız olmalı, yani o, bu hatayı yapmaya niyetlenmemiş olmalı. İnsan kasıtlı bir hata yapar ve gelip bunu itiraf ederse, buna riya denir ve bunu biliyorsun. Evlat, bunu sana yalnızca, çevrendekilere de bu düşünce tarzını öğretebilesin diye söylüyorum.”

Ben dedim: “Ama bir ricam var baba, beni asla değiştirme ve terketme.”

O (minhusselam) buyurdu: “Sen yalnızca bir şartla değiştirilirsin, eğer Babam ve Mevlam Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) beni değiştirirse ve eğer Muhammed bin Hasan (O’na ve Ailesine Selam Olsun) kendisi değiştirilirse. Yalnızca o zaman bunu senin için garanti edemem. Bizim değiştirilmemiz ise imkansızdır, farklı bir fikrin varsa, söyle.”