"Enter"a basıp içeriğe geçin

Muhammed ile olan 6. Ahit – Bilgenin Gayesi

Müşriklerin Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir?

İsevî Ahit Araplarla devam etti; ta ki zulüm, katliam, putperestlik, çok tanrıcılık ve küfür onlar arasında artana dek. Her kabilenin kocaman küp şeklinde kendi ibadet evi vardı, içlerini de tahtadan ve taştan yaptıkları putlarla doldurmuşlardı. Bir zamanlar İbrâhim’in, Musa’nın ve İsa’nın takipçileriyle dolu olan topraklar artık barbar putperestlerle dolu bir yer haline gelmişti. Araplar kendi küfürleri, birbirlerine olan nefretleri ve birbirleriyle yaptıkları savaşlar ile İsevî Ahit’i tamamen bozmuşlardı. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) doğmadan önce Arap kabileleri bölgelere dağılmış ve birbirleriyle hep savaş halindeydiler. Onlar yeni doğmuş kız çocuklarının diri diri gömülmesi gibi en iğrenç suçları işliyorlardı. Onların insanlık dışı amelleri yüzünden Allah’ın intikamı geldi ve İsevî Ahit’i bozdukları için Allah Araplara bir azap indirdi. Araplar arasında en çok bilinen, İsa’nın kendi ilahi hakimiyetinin delilini ortaya koymak için getirdiği alametlerden biri çamurdan kuşlar yaratmasıydı. İsevî Ahit’i bozmanın cezası ağır kil taşları (siccin) taşıyan kuş sürüsü (ebabil) oldu ve onlar sadece Ebrehe ve ordusunu değil, çoğu kafir Arapları da helak etti. Nihayet İsa’nın (aleyhisselam) müjdesini verdiği vadedilmiş kişi, son elçi Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) yetişti.

Yemâni Taşı
Allah Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ile yeni bir ahit yaptı ve Muhammedî Ahit’in alameti Yemâni Taşı oldu. Bu taş ahdin alametidir. Yemâni Taşı Kabe’nin Siyah Taşı (Hacer’ül Esved) ile karıştırılmasın, Yemâni Taşı başka bir taştır. Bir gün ben İmam Ahmed El-Hasan’a (minhusselam) bununla ilgili sordum:

Dedim ki: “Yemâni Taşı ile Siyah Taş aynı taş mıdır?” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Hayır, insanlar onların aynı taş olduğunu düşünüyor, oysa bu taş Ürdün’de, Yabis Vadisinde korunan bir taştır.”

Sordum ki: “Onun rengi nedir?” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “O, koyu siyahtır, ortasında da kırmızılık vardır.” Sordum ki: “Bu, yeni Kabe’de olacak mı?” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu: “Evet.”

Altıncı Ahit’in Şeriat Değişiklikleri
Muhammedî Ahit yasalarda önemli değişiklikler getirdi. Bu bağlamda, Arap kabilelerini ve milletlerini temizlemek, edeplendirmek ve onların inanç ve normlarını düzeltmek için kısıtlamalar getirildi ve bazı yeni uygulamalar tatbik edilmeye başlandı. Onlar İsevî Ahit’ten o denli uzaklaşmışlardı ki, büyük değişiklikler yapılması gerekiyordu. Altıncı Ahit’te gerçekleşmiş büyük değişikliklerden bazıları şunlardır:

1. Kıblenin yönü değiştirildi: Kıble Musevî ve İsevî ahitler boyunca bulunduğu Yeruşalim Mabedi’nden Mekke’ye döndürüldü: “Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid- i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” Bu ayette apaçık gördüğümüz gibi, Allah diyor ki, ehl-i kitap, yani Hristiyanlar ve Yahudiler ilk kıblenin İbrâhim’in (aleyhisselam) inşa ettiği kıble olduğunu, onun da Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) yeniden kurduğu kıblenin ta kendisi olduğunu biliyorlardı. Öyleyse, esasında Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Altıncı Ahit’te kıblenin yönünü Üçüncü Ahit’teki – İbrâhimî Ahit’teki kıbleye geri döndürmüş oldu. Aslında kabilecilik ve kabile savaşları o denli yoğunlaşmıştı ki, her kabilenin kendi kıblesi vardı. Bu hamle kabile savaşlarını durdurmak ve birliği güçlendirmek için planlanmıştı.

2. Namaz her gün beş defa farz kılındı, bu da Kur’an’ın bu ayetinde indi: “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” İmam Ahmed El- Hasan (minhusselam) buyurdu ki: “Namaz; Nebilerin, Resullerin ve İmamların zamanında onlara olan secde amelidir ve bu, kalbin secdesidir, ayrıca namaz duadır. Adem’in zamanından Muhammed’e (hepsine salât-u selam olsun) kadar olan tüm dinler kendi dualarının bir parçası olarak secde ettiler.” Hristiyan ve Yahudilerin namaz kılma şekillerine baktığımızda bunu apaçık görüyoruz, onların her birinin namaz şeklinde fiziksel bir secde görüyoruz. Ayrıca bunu Eski Mısır’a, Sümer ve Akkadlar’a kadar diğer tüm dinlerde de görüyoruz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) onu genişletti ve ona, namaz kılarken Kur’an kıraat edilmesi gibi diğer namaz rükünlerini de ekledi.

3. Alkol ve Kumar haram kılındı: “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” Fısk ve ayyaşlık Arapların günlük hayatlarında büyük sorunlar yaşamalarına neden olmuştu. O yüzden, böyle bir yasak onları temizlemek için gerekliydi. Tüm ahitler boyu ilk kez alkol haram kılınıyordu.

4. Çok eşli evliliklere izin verildi: “Size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer adil davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.” Ademî, Nuhaik, İbrâhimî ve Musevî ahitlerde çok eşli ilişkiler helaldi. Hatırlayın ki, Ademî Ahit’te Adem için her şey helaldi ve onun evlatlarının birçoğu bir kereden fazla evlendi. Nuhaik Ahit’te de aynı şey uygulandı, hiçbir evlilik kısıtlaması yoktu. İbrâhimî Ahit’te, İbrâhim kendisi Sara ve Hacer ile evlendi, torunu Yakup Lea, Rahel, Bilha ve Zilpa ile evlendi ve hiçbir evlilik kısıtlaması yoktu. Musevî Ahit’te Kral Dâvud’un çok sayıda eşi vardı, vasisi Süleyman’ın da 700 kraliyet eşi ve 300 cariyesi vardı. Yalnızca İsevî Ahit’te, İsa (aleyhisselam) evliliği bir erkek ile bir kadın arasında olmakla sınırlandırdı, her türlü boşanmayı da haram kıldı. Markos İncili’nde şöyle geçiyor: “İsa konuşmasını bitirdikten sonra Celile’den ayrılıp Yahudiye’nin Şeria Irmağı’nın karşı yakasındaki topraklarına geçti. Büyük halk toplulukları da O’nun ardından gitti. Hasta olanları orada iyileştirdi. İsa’nın yanına gelen bazı Ferisiler, O’nu denemek amacıyla şunu sordular: “Bir adamın, herhangi bir nedenle karısını boşaması Kutsal Yasa’ya uygun mudur?” İsa şu karşılığı verdi: “Kutsal Yazılar’ı okumadınız mı? Yaradan başlangıçtan ‘İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı’ ve şöyle dedi: ‘Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.’ Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir. O halde Tanrı’nın birleştirdiğini, insan ayırmasın.” Ferisiler İsa’ya, “Öyleyse” dediler, “Musa neden erkeğin boşanma belgesi verip karısını boşayabileceğini söyledi?” İsa onlara, “İnatçı olduğunuz için Musa karılarınızı boşamanıza izin verdi” dedi. “Başlangıçta bu böyle değildi. Ben size şunu söyleyeyim, karısını fuhuştan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur. Kocasını boşayıp başka erkekle evlenen de zina etmiş olur.”Böylece Muhammedî Ahit erkeği, evlilik konusunda ya İsevî Ahit’in koşullarına ya da ondan önceki ahdin koşullarına uyması konusunda özgür bırakıyor. Bunun yanı sıra, Muhammedî Ahit (bir zamanlar) caiz olan evlilik türlerine birçok kısıtlamalar getirdi. Örneğin, kardeşler arasında evliliği, birisinin kendi annesi ya da babası ile, amcaları, dayıları, halaları ve teyzeleriyle evliliğini, aynı anda iki kız kardeşle evlenmeyi vb.ni haram kıldı. Kur’an’da şöyle geçiyor: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, – eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur – öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

5. Zekât farz kılındı: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al.” Muhammedî Ahit’te servetin insanlara dağıtılması farzdı, belli miktarda zenginlerden alınarak fakir ve muhtaçlara veriliyordu. Bu, bir nevi sosyal yardım sistemiydi.

6. Gitmeleri için bir araca sahip olan herkese, en azından ömründe bir kez de olsa Kabe’yi ziyaret etmek farz ve İslam’ın şartlarından biri kılındı: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.”

Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Allah’ın tüm alemlere Elçisi oldu. Özellikle İsrail’e ya da özel bir kavme veya millete gönderilmiş önceki peygamberlerden farklı olarak, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) tüm insanlığa gönderildi. Gerçek şu ki, Allah Muhammed’i (O’na ve Ailesine Selam Olsun) tüm evrene, cinler gibi insan olmayan canlılar da dahil tüm mahlukata bir elçi olarak gönderdi.

Geçen 10.000 sene boyunca milyarlarca insan içinden milyonlarca mümin çıktı. O milyonların içinden 124.000 kişi peygamber olmak için seçildi ve “nebi” makamına ulaştı. 124.000 nebiden sadece 313 kişi bir sonraki makam olan “resul” (elçi) makamına ulaştı. İnsanlığa gönderilmiş 313 Elçiden sadece beşi “imamet” makamına ulaştı ve yeni şeriatın ve ahdin taşıyıcıları oldular. Sonda, bu beş Ulül-Azm Elçilerinden sadece biri bir sonraki makam olan Allah’a “iki kavis kadar ve hattâ daha yakın” (olma) makamına ulaştı. Bu – Allah’ın varlığında yok olma (fenâfillah) makamı – idrak edilemez bir vahdaniyet ve benzersizlik halidir. Bu, Mutlak Allah ile olan birlik halidir. Bu, “Mahlukattaki Allah” (Allah fil- halk) makamıdır.

Kolaylaştırmak için her bir makamı veya mertebeyi tanımlayım:
1. Mümin makamı: Bu mertebe mümin olmamaktan daha üstün mertebedir. Müminden istenen şey, kendi döneminde müminleri kendi yolculuklarında hidayet etmek için seçilmiş Allahın Elçisi’ne veya zamanın İmamına biat etmektir. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “Her kim zamanının imamına biat etmeden ölürse, cahiliye üzere ölmüş olur.” Mümin kendi zamanında (yaşayan) Allah’ın temsilcisini bularak ona biat etti mi, her konuda itaat de etmelidir.

2. Nebi makamı: Bu mertebe sıradan bir mümin olmaktan daha üstündür. Bu mertebede müminin imanı o denli güçleniyor ki, Allah onu bir taşıyıcı yapıyor ve bunun aracılığıyla o, Allah’tan doğru haberler ve kelamlar alıyor. Ayrıca, onun bu şeyleri doğru yorumlama yeteneği de oluyor.

3. Resul makamı: Bu mertebe sıradan bir nebi olmaktan daha üstündür. Bu mertebede nebi özel bir kavme mesaj iletmek ya da uyarı yapmak için atanır. Bazı resuller milletlere, bazıları kabilelere, bazıları özel bir aileye, bazıları da bir kişi için gönderilir. Her halükarda, resul, Allah’ın adından ve O’nun talimatıyla O’nun mesajını birilerine iletmek görevine sahiptir.

4. İmam makamı: Bu, sıradan bir resul olma mertebesinden daha üstün bir mertebedir. Bu mertebede resul yeni bir ahit kurmalı, kendi dönemine uygun ve Allah’ın talimat ve istekleri doğrultusunda yeni bir şeriat getirmelidir. İbrâhim (aleyhisselam) önce nebi, sonra da resul olarak seçildikten sonra imam oldu. Kur’an’da da böyle gösteriliyor. Tüm resuller arasında Nuh, İbrâhim, Musa, İsa ve Muhammed’e yeni bir ahit yapma ve yeni bir şeriat uygulama görevi verildi.

5. Mahlukattaki Allah makamı: Bu mertebe imametten daha üstündür. Bu mertebede resul kendisini tamamlamış, her yönde ve şekilde mükemmel olmuştur. O, başarıyla kendisini Allah’ın varlığında yok etmiş ve Allah’ın en mükemmel sureti olmuştur. O artık öyle bir mertebededir ki, Allah tarafından ona Allah’ın tüm işlerini hayata geçirmek görevi verilir, mahlukatın tüm işlerini yoluna koymak gibi. Buna elçilerin gönderilmesi de dahildir. Buradan anlıyoruz ki, Yaradanın Kendi mahlukatı konusundaki gayesi, onların mükemmelleşerek Kendisi gibi olma noktasına gelmeleridir. Bir kere kemale erdi mi, Allah mahlukatın işlerini artık ona havale eder. Zira O, Kendi mahlukatını o kadar sevdi ki, onların da Kendisi gibi olmalarını diledi. Aşağıdaki Kudsî Hadis’te bunu apaçık görüyoruz, Allah Kendi kullarına hitap ediyor: “Ey Ademoğlu, Ben ebedi yaşarım ve ölmem, sana emrettiğim şeylerde Bana itaat et ki, seni de ebedi yaşayan ve ölümsüz kılayım. Ey Ademoğlu, Ben bir şeye ol derim olur, sana emrettiğim şeylerde Bana itaat edersen, Ben de seni öyle yapacağım ki, bir şeye ol dediğinde, olacaktır.”İnsan kendi evladını sevdiğinde, onun, kendisi gibi olmasını, bilakis kendinden daha iyi olmasını ister. Allah’ın bizlere sevgisi bir velinin sevgisi gibidir. Bizim Allah’tan daha iyi olmamızın imkansız olmasına rağmen, Allah bizim doğamız gereği O’nun Kendisi gibi mükemmel olmamızı ister. Biz O’nun gibi olmanın ya da mahlukattan sorumlu olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimleyinceye kadar gerçek anlamda O’nun gibi olamayız. Hadiste de buyurulduğu gibi: “Mahlukat Allah’ın evlatlarıdır, evlatlarından O’na en sevgili olanları O’nun yarattıklarına karşı en iyi olanlarıdır.”

Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) meşhur Miraç gecesinde bu mertebeye yükselerek Mahlukattaki Allah oldu. Ona tüm mahlukat ile ilgilenme görevi verildi. Bu rolün başlıca yönü çağırmak, hidayet etmek ve uyarmak için elçiler göndermektir. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Mutlak Allah’ın Son Elçisiydi. Artık Muhammed’e (O’na ve Ailesine Selam Olsun), İmamlar ve Mehdiler diye çağırılan kendi elçilerini gönderme kudreti ve yetkisi verilmişti. 12 İmam ve 12 Mehdi, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) tarafından kendi vefat gecesinde isimleri söylenerek atandı. 12 İmam bunlardır:

1. İmam Ali bin Ebu Talib
2. İmam Hasan
3. İmam Hüseyin
4. İmam Ali Zeynelabidin
5. İmam Muhammed Bakır
6. İmam Cafer-i Sadık
7. İmam Musa Kazım
8. İmam Ali Rıza
9. İmam Muhammed Cevat
10. İmam Ali Hadi
11. İmam Hasan Askeri
12. İmam Muhammed bin Hasan Askeri,
El-Mehdi (Onlara Selam Olsun) Bu 12 İmam (o zamana kadar gönderilmiş) elçilerin en mükemmeliydi.

Onlar tüm önceki peygamberlerden daha üstün ve daha iyiydiler. Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun), kızı Fatıma ve 12 İmam (Selam Onlardandır) doğdukları günden öldükleri güne kadar zâti masumiyete sahip olan, bu dünyada enkarne etmiş biricik varlıklardı. Tarih diğer peygamberlerden farklı olarak onların aleyhinde hiçbir günah kaydetmemiştir. Onlar Mahlukattaki Allah’ın en mükemmel tezahürleri idiler. İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) Tevhid kitabında da gösterildiği gibi, peygamberler Mahlukattaki Allah’ın zuhuruna altyapı hazırlamak için çalışıyorlardı. Yasa’nın Tekrarı kitabında şöyle geçiyor: “Rab Sina Dağı’ndan geldi, onlara Seir’den doğdu ve Faran Dağı’ndan parladı.” İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) açıkladı ki, Allah’ın mahlukatta doğuşu İsa ile oldu, doğuş kısmi tecellidir, mükemmel bir zuhur değildir, Allah’ın parlayışı ise Faran’daki mükemmel zuhuruydu, bu da Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) aracılığıyla oldu.

İslami rivayetlerde, Simat Duası’nda şöyle geçiyor: “Senin Seir’deki doğuşun ve Faran Dağı’ndakı zuhurun ile…”Doğuş veya kısmen tecelli İsa’dadır, mükemmel zuhur ise Muhammed’dedir. Bu yüzden görüyoruz ki, Allah Muhammed ve Al-i Muhammed’i “tam kelimeler” olarak tanımlıyor. Çünkü Muhammed tam zuhur ve tam kelimedir, Simat Duası’nda da geçtiği gibi: “Kendisiyle gökleri ve yeri yarattığın kelimen hürmetine… Tam kelimenin şanı hürmetine… Her şeye galebe çalan kelimen hürmetine Senden istiyorum.”

Böylece, resim daha da netleşiyor. Tüm peygamberler Mahlukattaki Allah’ın zuhuru için altyapı hazırlıyorlardı. Onlar Allah’ın hakimiyeti için altyapı kurdular. Allah mahlukata, Kendi en mükemmel suretleri olan Muhammed ve Al-i Muhammed suretinde tecelli ederek geldi. Onlar Allah’ın suretinde yaratılmış tek Nurdur. Aslında, onlar Mutlak Allah tarafından doğrudan yaratılmış yegane şeydir. Ondan sonra olan her şeyi ve herkesi onlar yarattılar. Onlardan (Selam Onlardandır) şöyle söyledikleri rivayet edilmiştir: “Biz Rabbimizin mahlukuyuz, daha sonra yaratılanlar ise bizim mahlukumuzdur.”

Muhammed, Allahın Evi’ni batıl putlardan ve sahte tanrılardan temizleyen, Ali de Allahın Evi’nde doğan kişidir. Ali Kabe’nin içinde doğmuş yegane insandır. Ali yegane insandır ki, Muhammed onu Mukaddes Kabe’de başı üzerine kaldırarak omuzlarında taşıdı. 12 İmam olarak dönenler de yine Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin’di; ve onlar tek Nur’dur.

Gerçek şu ki, Muhammed’in mührü Allahın Resulü Muhammed olarak okunuyordu, fakat o, Allah Muhammed’in Resulüdür gibi de okunabiliyor. Bu, Allah’ın yaratılışa gelişine işaret ediyor.

Bir gün Eba Mikail (aleyhisselam) ve bir mümin “la ilahe illallah”
(Allah’tan başka ilah yoktur) ifadesinde Arapça harflerle Allah’ı tanımanın ne anlama geldiği konusunda tartışıyorlardı:
Eba Mikail (aleyhisselam) dedi: “Kardeşim, sen Allah’ın kim olduğunu biliyor musun? Kendisinden başka ilah olmayan Allah,
Allah “la ilahe illallah”tır. “La ilahe illallah” ifadesinde, (Arapça olan) bu cümlede kaç harf var?”

Mümin dedi: “On iki.” Eba Mikail (aleyhisselam) sordu: “Onların en üstünü kimdir?” Mümin dedi: “Ali bin Ebu Talib (aleyhisselam).” Eba Mikail (aleyhisselam) sordu: “Ondan sonra kimdir?” Mümin dedi: “Hasan ve Hüseyin (Onlara Selam Olsun).” Eba Mikail (aleyhisselam) dedi: “Aferin, Allah onlardadır, onlar da Allah’tadır. On iki İmam’ın hepsi (böyle).” On iki İmam’ın hepsi gelip gitti, on ikinci ve son İmam olan İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) haricinde. O, Bakiyetullah, yani Allahın Geriye Bıraktığı diye çağırılır. Çünkü Mahlukattaki Allah’ın 12 parçasından geri kalanının hepsi gitti, onlardan geriye kalan İmam O’dur, gerçek Nur’un son parçası. Bu yeni ahdin şeriatında birçok değişiklikler edilmesine rağmen, Muhammedî Ahit’in en önemli parçası, en azından ömründe bir kere Allah’ın Mukaddes Evini ziyaret etmek için hac yapmaktır. Müslümanlar Allah’ın Mukaddes Evini ziyaret etmek ve Siyah Taş’a biat etmek için hac yapmalıdır. Kabe’nin tavâfı Siyah Taş’tan başlıyor ve haccın ilk ameli sağ eliyle Siyah Taş’a dokunmak ya da ona işaret etmektir. Bu Taş, Allahın Eli’ni temsil eder ve o, Al-i Muhammedin Kaimi’ni temsil eder. Hac ritüeli tümüyle Al-i Muhammedin Kaimi’ne (O’na ve Ailesine Selam Olsun) biat aracılığıyla Allah’a biatı temsil eder.

Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) bize kendi ailesini, 12 İmamı getirdi ve onlar Mahlukattaki Allah’ın mükemmel tecellileriydiler. Kur’an bizim onlara karşı görevimizi tekrar tekrar vurgu yaparak hatırlatmıştır: “Ey Ehl-i Beyt, Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Burada görüyoruz ki, Allah apaçık bize, sık sık “Allahın Ailesi” olarak da hitap edilen Muhammedin Ailesi’nin (O’na ve Ailesine Selam Olsun) tamamen temizlenmiş olduğunu söylüyor. Bu yüzden onlar gerçekten de Şeytanın soyundan temizlenmiştir ve onlarda Şeytanın ya da Kabil’in pisliğinden hiçbir şey yoktur.

İmam Sadık (minhusselam) şöyle buyurdu: “Allah bizi Kendi Kudret Nuru’ndan yarattı, sonra bizi arşın altındaki korunan çamurdan yarattı ve o nurun bizim içimizde kalmasını sağladı ve biz nurani varlıklar olarak yaratıldık. Hiç kimsenin, O’nun bizi yarattığı şeyden bir payı yoktur. O, bizim şiilerimizin ruhlarını bizim bedenlerimizden yarattı, onların bedenleriyse o çamurun altında korunmuş bir çamurdandır. Allah Kendi peygamberleri haricinde hiç kimseye onların yaratıldığı bu şeyden pay ayırmamıştır. Bu yüzden onlar insanlardır, geri kalan (görünürde) insanlar ise ateşte ve ateş için olan hayvanlar oldular.”

Buradan görüyoruz ki, Peygamberlerin ve Ehl-i Beyt’in fedakar şiilerinin hepsinin bedenleri temizdir ve şeytanın soyu gibi değildir. Ehl-i Beyt sevgisi Adem’in evlatlarını Kabil’in evlatlarından temizleyen ve ayırt eden bir unsur oldu.

Ademoğullarından Altıncı Ahit’te Al-i Muhammed’e (Selam Onlardandır) ettikleri biatlerini yerine getirmeleri talep ediliyordu. Çünkü Muhammed’in onlara verdiği başlıca emir onun Ehl-i Beyt’ini sevmek ve onlara itaat etmekti. Ademoğullarının Al-i Muhammed’e (Selam Onlardandır) karşı görevleri şuydu ki, Muhammed’i kendilerine tercih ettikleri gibi, Ehl-i Beyt’i de kendilerine tercih etsinler ve Muhammed’e verdikleri her şeyi onun Ehl-i Beyti’ne de versinler. Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) Gadir-i Hum günü buyurduğu gibi: “Ben kimin Mevlası isem, Ali de onun Mevlasıdır.”

Ayrıca Humus denen vergi de toplanıyordu, bu da bir kişinin kazancının beşte birine denkti. Bu, tüm müminlerin Peygamber’e, ondan sonra da İmamlar’a verdiği ve ümmetin Beytülmal’ında tutulan paraydı. Bu para devlet için ya da Peygamber’in veya İmam’ın gerekli gördüğü şey için harcanıyordu. Kur’an’da bu yüzde 20 oranında vergi şu ayette geçiyor: “Eğer Allah’a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir’dir.”

Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) müminleri Kabil’in sosyal, mali ve beslenme alışkanlıklarının, normlarının ve uygulamalarının pisliğinden temizlemek için çeşitli uygulamalar başlattı. Birincisi: beş farz Namaz belirledi ki, insanların kalbini Kabil’in yöntemlerinin pisliklerinden temizlesin. İkincisi: Humus ve Zekat insanların parasını Kabil’in yöntemlerinin pisliklerinden temizliyordu. Üçüncüsü: Oruç belirlendi ki, nefsi yönetmek öğrenilsin, açlar hatırlansın ve beden herhangi bir yolla Kabil’in yöntemlerinden etkilenmiş gıdadan temizlensin.

Al-i Muhammed’e (Selam Onlardandır) sevgi ve teslimiyet yalnızca Adem’in (aleyhisselam) evlatlarından olan kişiye nasip oluyordu. İslam’da olan ritüeller insanı kendi içinde olan Şeytan’ın kalıntılarından temizlemek ve oraya Ademinkileri getirmektir. Kabil’in soyu da dahil, yaratılmış her bir canlının Al-i Muhammed’in (Selam Onlardandır) sevgisiyle kendini temizleme ve Adem’in (aleyhisselam) evlatlarından olma fırsatı vardı. Bu ahitte fiziksel sülalenin artık bir önemi yoktu. Tıpkı Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle söyleyerek bunu gösterdiği gibi: “Selman biz Ehl-i Beyt’tendir.” Tüm mahlukatın son gayesi vahit bir Ruh Ailesi’nin, Allahın Ailesi’nin (Ehl-i Beyt’in) bir parçasına dönüşmekti.

Allah Muhammed’e şöyle söylemesini emretti: “Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.” Al-i Muhammed’i (Selam Onlardandır) sevmenin, onlara itaat etmenin ve onları önderler olarak kabul etmenin önemine vurgu yapan çok sayıda hadisler vardır. Peygamber onlara gösterilen muameleyi kendisine gösterilen muameleye eşit tutuyordu. O, şöyle buyurdu: “Fatıma benim bir parçamdır, onu inciten beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir, Allah’ı incitenin de üzerine Allah’ın laneti olsun.” Ve buyurdu ki: “Ey Ali, seni müminden başkası sevmez ve sana münafiktan başkası buğz etmez.” Artık, İblis’in ve Kabil’in evlatlarını Adem’in evlatlarından ayırabilmemizin yolunun Al-i Muhammedin Velayeti olduğunu biliyoruz. Al-i Muhammedin Velayeti’ni sadece Adem’in (aleyhisselam) evlatları kaldırabilir, Kabil’in evlatları ise kaldıramazlar. Kabil’in evladında Ali ve evlatlarına karşı sevginin olması imkansız bir şeydir. Oysa Kabil’in evlatları Muhammed’in Velayeti’ni kaldırabiliyorlardı. Sonuç olarak görüyoruz ki, Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) yaşadığı süre zarfında ona onbinlerce iman eden kişi vardı. Oysa ölümünden sonra sadece birkaç kişi Ali’ye (minhusselam) destek olarak onun yanında kaldı.

Bunun nedeni şu ki, Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) dinin sadece küçük bir kısmını tamamladı. O, tüm alemlere bir rahmet olarak geldi, hatta Kabil’in evlatlarına da. Altıncı Ahit Muhammed aracılığıyla, bir yolla veya bir formla herkese Allah’ın Hükmü ve Veyaleti altına girmek için bir fırsat tanıdı, o zamana kadar ki, onlar onun hükmüne tabi olsunlar. Onun yaşadığı süre zarfında tamamlayamadığı şey gelecek döneme kadar ertelenecekti. Eğer insanlar Allah’ın Velayetine veya Muhammed’in Ailesine itaat ederek onları kabul etselerdi, dinin geri kalan kısmı da onlara verilirdi. Oysa, kabul etmedikleri ve Al-i Muhammed’e karşı komplo kurmaya, onları öldürmeye devam ettikleri için insanlık, özellikle de Araplar Muhammedî Ahit’i bozdular. Araplar her defasında Al-i Muhammed’den bir vasinin doğmasını bekliyorlardı ki, onu tutuklasınlar ya da öldürsünler. Gerçekten de onlar, çocuk olarak gayba çekilmiş 12. İmam Muhammed bin Hasan Askeri El-Mehdi dışında tüm İmamları tek tek katlettiler.

İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) geçen 1200 sene boyunca birçok elçiler gönderdi ve insanlığı hidayet etmeğe çalıştı. Elçilerin çoğu yalanlandı, öldürüldü ya da işkence gördü. İmam Mehdi (O’na ve Ailesine Selam Olsun) kendisinden öncekilerde olduğu gibi kendi vasilerinin fiziksel babası değildi, bilakis Allah Al-i Muhammedin Ruhları’nı görünürde rastgele, tespit edilemez bedenlerde göndermeye karar verdi ki, böylece onların kimliklerini İblis’in soyundan saklayarak korusun. Bu şekilde gönderilen o vasilerden birincisi İmam Ahmed El-Hasan’dı (minhusselam). O, kendisinin İmam Muhammed bin Hasan Askeri El- Mehdi’nin oğlu ve elçisi olduğunu duyurdu ve Allah onunla yeni bir ahit yaptı – Yedinci ve Son Ahit. Bu ahitte o, dinin geri kalan kısmını yayacaktı.

Hz. Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) ahdi bazıları için ahitlerin en kolayı gibi görünüyor, aslında ise o, onların en zoruydu. Zira ahdi desteklemek için ön koşul Allah’a nasıl itaat ediliyorsa, Ali ve evlatlarına da aynı şekilde itaat etmek ve tüm hayatlarını onlar için feda etmeğe hazır olmaktı. “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.”

Böylece, Adem oğulları önce Al-i Muhammed’e (Selam Onlardandır) inanmalıdır, iman ise şüphe etmeden ve sorgulamadan tam ve mükemmel itaattir. Sonra onlar kendi mallarını, sıhhatlerini, eşlerini, evlatlarını, canlarını ve sahip oldukları her şeyi din uğruna Allah’a vermeye hazır olmalıdırlar. Bu kolay iş değildir. Fakat İsa’nın (aleyhisselam) da buyurduğu gibi: “Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.” Muhammed ve Al-i Muhammed tüm peygamberlerden daha üstün idiler. Onlar Mahlukattaki Allah’ın en mükemmel yansımaları ve tecellileri idiler.