Aynı biçimde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni ahittir. Her içtiğinizde beni anmak için böyle yapın.”
İsrailoğulları yeminlerinden döndüler ve çok isyan ettiler. Onlar devamlı olarak Musevî Ahit’i bozuyorlardı, fakat Rab her defasında onları affediyordu. Oysa, bir ahdin bozulması haksızlık, düzensizlik ve dengesizlikle sonuçlanıyordu, bu da ıslahat gerektiriyordu. Böylece, O da onları, öğrenip dikkat etsinler diye cezalandırırdı. Allah onları bir seferinde kırk yıl çölde avare bırakarak ve bir nesil boyunca Kutsal Topraklara girmeyi yasaklayarak cezalandırdı. Başka bir zamanda onları Mukaddes Yeruşalim Mabedi’nin yıkılması ve Nebukadnezar’ın eli altında köle olmakla cezalandırdı. Allah hatta onların ellerinde olan gerçek Tevrat’ı ve Peygamberlerin Kutsal Emanetlerini, özellikle de en önemli eski kutsal emanet olan Ahit Sandığı’nı kaybetmelerini sağladı. Başka bir zamanda Allah onları Romalıların işgaline uğratarak cezalandırdı. Sezar Augustos’un zamanında onlara vadedilmiş Kurtarıcı İsa Mesih (aleyhisselam) geldi. Fakat gelmesine rağmen İsrailliler ona inanmadılar ve onu öldürmeye kalkıştılar. Sonunda, İsrailliler kendi Kurtarıcılarına ihanet ederek kendilerine vadedilmiş Kral’ı ve Mesih’i kafir Romalılara öldürmeleri için teslim ettiler. Bu ihanetlerinden dolayı Allah İsrailoğullarını bir daha affetmemeye karar verdi ve Dördüncü Ahit sonsuza dek bozuldu, böylece de Musevî Ahit sona erdi ve yeni ahit geldi.
İsa, Vaftizci Yahya’nın (aleyhisselam) ölümünden hemen sonra, 30 yaşında çağrısına başladı. Vaftizci Yahya 30 yaşında öldü, onunla İsa (aleyhisselam) arasında yalnızca 6 ay fark vardı. Kutsal Kitab’a göre, İsa’nın davası 3 yıl sürdü, bu yıllarda o, kendi havarilerini toplayıp Yeruşalim ve etraf alanlarda dolaşarak öğütler verdi ve büyük mucizeler gösterdi. Yeryüzüne gönderilmiş 124,000 peygamber içinde İsa (aleyhisselam) en çok mucize göstermiş peygamberdir. O, insanlara kendi evlerinde sakladıkları ve yedikleri şeylerden haber verir, suyu şaraba dönüştürür, çamurdan kuşlar yaratırdı. Onların hepsi için en hayret verici olan onun son başarısı oldu. O, Lazar’ı ölümünden sonra geri döndürdü. Bunlar Kanonik İnciller’de geçen mucizeler ve harikalardı. Tüm bu zaman boyunca onun havarileri sayısız mucizelerine şahit oldular ve takipçileri artarak 12 kişiden binlerce mümine ulaştı.
Peki, o zaman İsrailliler İsa’yı neden kendi Kralları olarak tahta çıkarmadılar? İnsanların çoğu neden yüz çevirerek dönek oldu? Beytülmalının bekçisi atadığı yakın sahabesi Yahuda İskaryot tüm bu mucizelere şahit olduktan sonra neden ona ihanet etti? Onlar sadece ölümden ve Katiplere, Fariseylere veya Romalı memurlara itiraz etmekten mi korktular? Yoksa onlar maddesel hayata çok mu bağlıydılar? Öyleyse en başından beri neden onu takip etsinler? Bu soruların cevapları karmaşıktır ve onlar hiç şüphesiz samimi olarak hakkı arayan kimseye acı bir tat ve derin rahatsızlık verecektir.
Düşünsenize, Kutsal Kitap İsa’nın (aleyhisselam) binlerce insanlardan oluşan kalabalıklara mucizevi biçimde yiyecek verdiğini, binlerce insanın onu takip ettiğini ve ona tanıklık etmek için İsrail’in her yerini dolaştıklarını yazıyor. Hatta Yahudi olmayanlar İsa’yı (aleyhisselam) arayıp ona iman ediyorlardı. Fakat aniden herkesi yeniden düşünmeye zorlayan acayip bir şey oldu. Onlar, ona olan imanlarını kaybederek ondan uzaklaştılar. Bu konunun aslı şu ki, İsa (aleyhisselam) gizli bir öğretiyi halka açık bir şekilde öğretmeye başladı, insanlar da bunu iğrenç buldular. O, öğretmeye başladı ki, “Yaşam Ekmeği” onun kendisidir. Yuhanna kitabında şöyle geçiyor:
Yaşam Ekmeği İsa’yı gölün karşı yakasında buldukları zaman, “Rabbî, buraya ne zaman geldin?” diye sordular. İsa şöyle yanıt verdi: “Size doğrusunu söyleyeyim, doğaüstü belirtiler gördüğünüz için değil, ekmeklerden yiyip doyduğunuz için beni arıyorsunuz. Geçici yiyecek için değil, sonsuz yaşam boyunca kalıcı yiyecek için çalışın. Bunu size İnsanoğlu verecek. Çünkü Baba Tanrı O’na bu onayı vermiştir.” Onlar da şunu sordular: “Tanrı’nın istediği işleri yapmak için ne yapmalıyız?” İsa, “Tanrı’nın işi O’nun gönderdiği kişiye iman etmenizdir” diye yanıt verdi. Bunun üzerine, “Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir belirti gerçekleştireceksin? Ne yapacaksın?” dediler. “Atalarımız çölde man yediler. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yemeleri için onlara gökten ekmek verdi.’” İsa onlara dedi ki, “Size doğrusunu söyleyeyim, gökten ekmeği size Musa vermedi, gökten size gerçek ekmeği Babam verir. Çünkü Tanrı’nın ekmeği, gökten inen ve dünyaya yaşam verendir.” Onlar da, “Efendimiz, bizlere her zaman bu ekmeği ver!” dediler. İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi. “Ama ben size dedim ki, ‘Beni gördünüz, yine de iman etmiyorsunuz.’ Baba’nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni asla kovmam. Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim. Beni gönderenin isteği, bana verdiklerinden hiçbirini yitirmemem, son gün hepsini diriltmemdir. Çünkü Babam’ın isteği, Oğul’u gören ve O’na iman eden herkesin sonsuz yaşama kavuşmasıdır. Ben de böylelerini son günde dirilteceğim.” “Gökten inmiş olan ekmek Ben’im” dediği için Yahudiler O’na karşı söylenmeye başladılar. “Yusuf oğlu İsa değil mi bu?” diyorlardı. “Annesini de, babasını da tanıyoruz. Şimdi nasıl oluyor da, ‘Gökten indim’ diyor?” İsa, “Aranızda söylenmeyin” dedi. “Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez. Bana geleni de son günde dirilteceğim. Peygamberlerin yazdığı gibi, ‘Tanrı onların hepsine kendi yollarını öğretecektir.’ Baba’yı işiten ve O’ndan öğrenen herkes bana gelir. Bu, bir kimsenin Baba’yı gördüğü anlamına gelmez. Baba’yı sadece Tanrı’dan gelen görmüştür. Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Yaşam ekmeği Ben’im. Atalarınız çölde man yediler, yine de öldüler. Gökten inen öyle bir ekmek var ki, ondan yiyen ölmeyecek. Gökten inmiş olan diri ekmek Ben’im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.” Bunun üzerine Yahudiler, “Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?” diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. İsa onlara şöyle dedi: “Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba’nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak. İşte gökten inmiş olan ekmek budur. Atalarınızın yedikleri man gibi değildir. Atalarınız öldüler. Oysa bu ekmeği yiyen sonsuza dek yaşar.” İsa bu sözleri Kefarnahum’da havrada öğretirken söyledi.
İsa’nın (aleyhisselam) “Yaşam Ekmeği” olduğunu iddia etmesi İsraillilere çok ağır geldi. Bu, havarilerinin çoğunun onu sorgulamasına ve sonunda terketmesine neden oldu:
Öğrencilerinin birçoğu bunu işitince, “Bu söz çok çetin, kim kabul edebilir?” dediler. Öğrencilerinin buna karşı söylendiğini anlayan İsa, “Bu sizi şaşırtıyor mu?” dedi. “Ya İnsanoğlu’nun önceden bulunduğu yere yükseldiğini görürseniz…? Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır. Yine de aranızda iman etmeyenler var.” İsa iman etmeyenlerin ve kendisine ihanet edecek kişinin kim olduğunu baştan beri biliyordu. “Sizlere, ‘Baba’nın bana yöneltmediği hiç kimse bana gelemez’ dememin nedeni budur” dedi. Bunun üzerine öğrencilerinin birçoğu geri döndüler, artık O’nunla dolaşmaz oldular. İsa o zaman Onikiler’e, “Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?” diye sordu. Simun Petrus şu yanıtı verdi: “Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. İman ediyor ve biliyoruz ki, sen Tanrı’nın Kutsalı’sın.” İsa onlara şu karşılığı verdi: “Siz Onikiler’i seçen ben değil miyim? Buna karşın içinizden biri iblistir.” Simun İskariot’un oğlu Yahuda’dan söz ediyordu. Çünkü Yahuda Onikiler’den biri olduğu halde İsa’ya ihanet edecekti.
Böylece, gördüğümüz üzere bu, aslında İsa’nın öğrettiği, insanların onu terketmelerine ve ondan uzak durmalarına neden olan İsa Mesih’in tüketim öğretisi olan o gizli öğretidir. Ve bu öğretinin öğretilmesiyle Yahuda İskariot ilk kez gerçek yüzünü göstererek kafir oldu. İsa’nın etinin ve kanının tüketimi olan bu öğreti Musevî emirlere doğrudan zıttı:
“İsrail halkından ya da aralarında yaşayan yabancılardan kim kan yerse, ona öfkeyle bakacağım ve halkımın arasından atacağım. Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan yaşam karşılığı günah bağışlatır. Bundan dolayı İsrail halkına, Sizlerden ya da aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse kan yemeyecek, dedim.”
Peki bu ne anlama geliyor? İsa’nın etini ve kanını mı tüketmek? İsa ne istiyordu? İnsanların onu öldürüp yemelerini mi? Elbette hayır, bunun başka bir anlamı vardı. Peki bu anlam ne olabilirdi? İnsanın eti ve kanı onun sülalesi, onun soyudur. Thomas Laqueur kendi “Seks Yapmak: Yunanlardan Freud’a kadar Beden ve Cinsiyet” kitabında, 7. Yüzyılın başlarında yaşamış İspanyol başrahibi ve alimi Sevilyalı Aziz İsidor’dan alıntı yapıyor: “Akrabalık bir kandan olduğu için böyle isimlendiriliyor, yani babası gibi aynı spermden doğuyor. Zira kişinin spermi kanın köpüğüdür, bu da kayalara çarptığında beyaz köpük oluşturduğu ya da tıpkı kâseye dökülen koyu şarap gibi beyaz köpük oluşturduğu suyun şekline benzer.”
İsa (aleyhisselam) takipçilerinin yemelerini istediği şeyden bahsettiğinde gerçekten spermden mi bahsediyordu? Bu konudan emin olmak için Mesih’in İncillerine daha fazla bakmamız gerek. Yuhanna kitabında (Bölüm 4) İsa’nın Samiriyeli bir kadınla konuştuğu hikayeye bakalım:
Giderken Samiriye’den geçmesi gerekiyordu. Böylece Samiriye’nin Sihar denilen kentine geldi. Burası Yakup’un kendi oğlu Yusuf’a vermiş olduğu toprağın yakınındaydı. Yakup’un kuyusu da oradaydı. İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, “Bana su ver, içeyim” dedi. İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için kente gitmişlerdi. Samiriyeli kadın, “Sen Yahudi’sin, bense Samiriyeli bir kadınım” dedi, “Nasıl olur da benden su istersin?” Çünkü Yahudiler’in Samiriyeliler’le ilişkileri yoktur. İsa kadına şu yanıtı verdi: “Eğer sen Tanrı’nın armağanını ve sana, ‘Bana su ver, içeyim’ diyenin kim olduğunu bilseydin, sen O’ndan dilerdin, O da sana yaşam suyunu verirdi.” Kadın, “Efendim” dedi, “Su çekecek bir şeyin yok, kuyu da derin, yaşam suyunu nereden bulacaksın? Sen, bu kuyuyu bize vermiş, kendisi, oğulları ve davarları ondan içmiş olan atamız Yakup’tan daha mı büyüksün?” İsa şöyle yanıt verdi: “Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.” Kadın, “Efendim” dedi, “Bu suyu bana ver. Böylece ne susayayım, ne de su çekmek için buraya kadar geleyim.” İsa, “Git, kocanı çağır ve buraya gel” dedi.
Buradan apaçık görüyoruz ki, İsa düzenli içilen suyu değil de, “yaşam suyu” dediği başka türden bir sıvıyı kastediyor. Sperm “yaşam suyu” olarakta biliniyor, çünkü bu sudan yaşam geliyor ve hamile kalınarak çocuk doğuruluyor. Kadın İsa’dan (aleyhisselam) o suyu istediğinde, İsa (aleyhisselam) kadına diyor ki, kocasını çağırıp gelsin, bu da apaçık gösteriyor ki, onun kocasında bu yaşam suyundan var, tüm erkeklerde olduğu gibi. Fakat bu da tek başına yeterli delil olmaz, çünkü birçokları bu tefsirin iğrenç ve bozulmuş olduğuna inanacaktır. Bu yüzden İncilleri inceleyerek, bunun, İsa’nın buyurduğu ve öğrettiği şeyin gerçek anlamı olduğu konusunda daha fazla delil ortaya koyacağız. Mısır’dan Çıkış kitabına (Bölüm 4) bakarsak, Musa’nın kendi karısı ve çocuğu ile olan hikayesini göreceğiz: “RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.”
“Yeni Oxford Açıklamalı Kutsal Kitap: Gözden Geçirilmiş Yeni Standart Versiyon”da şöyle geçiyor: “Ayaklar, cinsel organlar için bir alegoridir.” Öyleyse, bildiğimiz gibi Kutsal Kitap’ta “ayaklar” sözü geçtiğinde, bu, kişinin cinsel organını belirtiyor. Ve eğer biz bu bağlamı okursak her şey belli olacaktır. Örneğin, Rut kitabında (Bölüm 3) şöyle geçiyor:
Kaynanası Naomi bir gün Rut’a, “Kızım, iyiliğin için sana rahat edeceğin bir yer aramam gerekmez mi?” dedi. Hizmetçileriyle birlikte bulunduğun Boaz akrabamız değil mi? Bak şimdi, bu akşam Boaz harman yerinde arpa savuracak. Yıkan, kokular sürün, giyinip harman yerine git. Ama adam yemeyi içmeyi bitirene dek orada olduğunu belli etme. Adam yatıp uyuduğunda, nerede yattığını belle; sonra gidip onun ayaklarının üzerindeki örtüyü kaldır ve oracıkta yat. Ne yapman gerektiğini o sana söyler.” Rut ona, “Söylediğin her şeyi yapacağım” diye karşılık verdi. Harman yerine giderek kaynanasının her dediğini yaptı. Boaz yiyip içti, keyfi yerine geldi. Sonra harman yığınının dibinde uyumaya gitti. Rut da gizlice yaklaştı, onun ayaklarının üzerindeki örtüyü kaldırıp yattı. Gece yarısı adam ürktü; yattığı yerde dönünce ayaklarının dibinde yatan kadını ayrımsadı. Ona, “Kimsin sen?” diye sordu. Kadın, “Ben kölen Rut’um” diye yanıtladı. “Kölenle evlen. Çünkü sen yakın akrabamızsın” dedi. Boaz, “RAB seni kutsasın, kızım” dedi. “Bu son iyiliğin, ilkinden de büyük. Çünkü yoksul olsun, zengin olsun, gençlerin peşinden gitmedin. Ve şimdi, korkma kızım; her istediğini yapacağım. Bütün kent halkı senin erdemli bir kadın olduğunu biliyor. Yakın akrabanız olduğum doğrudur. Ama benden daha yakın biri var. Geceyi burada geçir. Sabah olduğunda eğer adam senin için akrabalık görevini yaparsa ne âlâ, varsın yapsın. Ama o, akrabalık görevini yapmak istemezse, yaşayan RAB’be ant içerim ki, bu görevi ben üstlenirim. Sen sabaha kadar yat. Böylece Rut sabaha kadar Boaz’ın ayakları dibinde yattı. Ama ortalık insanların birbirini seçebileceği kadar aydınlanmadan önce kalktı. Çünkü Boaz, ‘Harman yerine kadın geldiği bilinmemeli’ demişti.
Açıktır ki, Naomi Rut’u Boaz’a gönderiyor ki, Rut ona oral seks yapsın. Onun ayaklarının üzerinde yatmasının anlamı da budur. 2 Samuel kitabında (Bölüm 11) şöyle geçiyor:
Sonra Uriya’ya, “Evine git, ayaklarını yıka” dedi. Uriya saraydan çıkınca, kral ardından bir armağan gönderdi. Ne var ki, Uriya evine gitmedi, efendisinin bütün adamlarıyla birlikte sarayın kapısında uyudu. Dâvud Uriya’nın evine gitmediğini öğrenince, ona, “Yolculuktan geldin. Neden evine gitmedin?” diye sordu. Uriya, “Sandık da, İsrailliler’le Yahudalılar da çardaklarda kalıyor” diye karşılık verdi, “Komutanım Yoav’la efendimin adamları kırlarda konaklıyor. Bu durumda nasıl olur da ben yiyip içmek, karımla yatmak için evime giderim? Yaşamın hakkı için, böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağım.” Apaçık görüyoruz ki, Dâvud Uriya’ya evine gidip ayaklarını yıkamasını söylediğinde, aslında bu, git karınla seviş anlamındaydı. Bu yüzden, “ayaklar” aslında cinsel organ için bir alegoridir. “Ayaklar”ın Kutsal Kitap’ta erkek cinsel organı anlamına geldiğinin diğer bir delili de 1 Samuel (24:3) kitabındadır. Amerikan Standart Versiyonunda şöyle geçiyor: “Yolda koyun ağıllarına rastladı. Yakında bir de mağara vardı. Saul ayak yoluna gitmek için mağaraya girdi. Dâvud’la adamları mağaranın en iç bölümünde kalıyorlardı.” Yeni Ulusal Versiyon 1 Samuel (24:3) pasajını şöyle çeviriyor: “Yolda koyun ağıllarına rastladı. Yakında bir de mağara vardı. Saul ihtiyacını gidermek için mağaraya girdi. Dâvud’la adamları ondan uzakta mağarada kalıyorlardı.”
Şimdi aşağıdakı pasajlara baktığımızda birçok sırlar açıklığa kavuşacak. Luka İncili’nde (Bölüm 7) şöyle geçiyor:
Ferisiler’den biri İsa’yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi’nin evine gidip sofraya oturdu. O sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa’nın, Ferisi’nin evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi. Kadın arkada, İsa’nın ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O’nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerine sürdü. İsa’yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, “Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” dedi. Bunun üzerine İsa Ferisi’ye, “Simun” dedi, “Sana bir söyleyeceğim var.” O da, “Buyur, öğretmenim” dedi. “Tefeciye borçlu iki kişi vardı. Biri beş yüz, öbürü de elli dinar borçluydu. Borçlarını ödeyecek güçte olmadıklarından, tefeci her ikisinin de borcunu bağışladı. Buna göre, hangisi onu çok sever?” Simun, “Sanırım, kendisine daha çok bağışlanan” diye yanıtladı. İsa ona, “Doğru söyledin” dedi. Sonra kadına bakarak Simun’a şunları söyledi: “Bu kadını görüyor musun? Ben senin evine geldim, ayaklarım için bana su vermedin. Bu kadın ise ayaklarımı gözyaşlarıyla ıslatıp saçlarıyla sildi. Sen beni öpmedin, ama bu kadın eve girdiğimden beri ayaklarımı öpüp duruyor. Sen başıma zeytinyağı sürmedin, ama bu kadın ayaklarıma güzel kokulu yağ sürdü. Bu nedenle sana şunu söyleyeyim, kendisinin çok olan günahları bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin nedeni budur. Oysa kendisine az bağışlanan, az sever.” Sonra kadına, “Günahların bağışlandı” dedi.1 Günahkar bir kadın sadece İsa’nın ayaklarını öptü diye Ferisi iğrenerek İsa’nın peygamberliğini inkar etmezdi. Oysa, bir günahkar hayat kadını İsa’ya oral seks yapmış olsaydı, onun ciddi şüpheleri ortaya çıkmış olurdu. Çünkü “ayaklar” cinsel organ için bir alegoridir. Bu kadın İsa’nın üreme organını öptü ve ona oral seks yaptı. Böylece, onun menisini yutmakla kadının tüm günahları affedildi. Ferisi içeri girerek buna şahit olduğunda, belli ki, onu şaşırtan da bu oluyor. Sonunda da imanını kaybediyor.
Diğer bir garip gnostik rivayette İsa Mesih kendi yakın havarisi Mecdelli Meryem’in önünde bir mucize yapıyor. Salamisli Epifanius yazıyor ki, Meryem’in Büyük Soruları isimli gnostik metninde bir sahne var. Bu sahnede İsa Mecdelli Meryem’i bir dağın başına götürüyor ve orada bir kadını çekip yanına getiriyor ve onunla cinsel ilişkiye giriyor. Sonra, boşalma zamanı İsa kendi menisini içiyor, Meryem’e de diyor ki, “Böyle yapmalıyız ki, yaşaya bilelim.” Bunu duyan Meryem o anda kendinden geçiyor, bunun üzerine İsa ona yardım ederek ayağa kaldırıp diyor ki, “Ey kıt imanlı, bu yüzden mi şüphe ettin?”
Bizler İslam’dan da biliyoruz ki, Muhammed Peygamber’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) bedeninden çıkan sıvılar arındırıcıydı ve günahların silinmesini sağlıyordu. Meşhur bir rivayette geçiyor ki, Peygamber bir hacet kabına idrar yaptı ve onu yatağının altında sakladı. Peygamber’in evini temizleyen bir kadın da onu içti. Sonra Resulullah ona idrarın nerede olduğunu sordu, o da onu içtiğini söyledi. Resulullah kadına dedi: “Bundan böyle ateş senin karnına asla dokunmayacaktır.” Bu da o anlama geliyor ki, ‘sen benim bedenimden çıkan sıvı ile temizlendin’. Meni idrardan daha temizdir ve Peygamber’in idrarı arındırıcıysa, o zaman kabul etmemiz gerek ki, onun menisi de arındırıcıdır. Eğer birisi Şeytanın, Kabil’in ve onların evlatlarının necis olduğunu kabul ediyorsa, o zaman onların menileri de necistir ve kirleticidir. Çünkü her şeyin bir zıttı olmalı, temiz olmayan insanlar varsa, temiz insanlar da olmalıdır. Necis meni varsa, o zaman temiz meni de olmalıdır. Ve kirleten meni varsa, o zaman temizleyen meninin de olması gerek.
Tüm bunlar İncil’de İsa’nın son mucizesinin sahnesini canlandırıyor, bu da Lazar’ın diriltilmesidir. Yuhanna kitabında (Bölüm 11) şöyle geçiyor:
Lazar’ın Ölümü Meryem ile kız kardeşi Marta’nın köyü olan Beytanya’dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı. Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi. İki kız kardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak; Tanrı’nın yüceliğine, Tanrı Oğlu’nun yüceltilmesine hizmet edecek” dedi. İsa Marta’yı, kız kardeşini ve Lazar’ı severdi. Bu nedenle, Lazar’ın hasta olduğunu duyunca bulunduğu yerde iki gün daha kaldıktan sonra öğrencilere, “Yahudiye’ye dönelim” dedi. Öğrenciler, “Rabbî” dediler, “Yahudi yetkililer demin seni taşlamaya kalkıştılar. Yine oraya mı gidiyorsun?” İsa şu karşılığı verdi: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür. Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.” Bu sözleri söyledikten sonra, “Dostumuz Lazar uyudu” diye ekledi, “Onu uyandırmaya gidiyorum.” Öğrenciler, “Ya Rab” dediler, “Uyuduysa iyileşecektir.” İsa Lazar’ın ölümünden söz ediyordu, ama onlar olağan uykudan söz ettiğini sanmışlardı.
Bunun üzerine İsa açıkça, “Lazar öldü” dedi. “İman edesiniz diye, orada bulunmadığıma sizin için seviniyorum. Şimdi onun yanına gidelim.” “İkiz” diye anılan Tomas öbür öğrencilere, “Biz de gidelim, O’nunla birlikte ölelim!” dedi. İsa Lazar’ın Kız kardeşlerini Teselli Ediyor İsa Beytanya’ya yaklaşınca Lazar’ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. Beytanya, Yeruşalim’e on beş ok atımı kadar uzaklıktaydı. Birçok Yahudi, kardeşlerini yitiren Marta’yla Meryem’i avutmaya gelmişti. Marta İsa’nın geldiğini duyunca O’nu karşılamaya çıktı, Meryem ise evde kaldı. Marta İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. Şimdi bile, Tanrı’dan ne dilersen Tanrı’nın onu sana vereceğini biliyorum.” İsa, “Kardeşin dirilecektir” dedi. Marta, “Son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi. İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?” Marta, “Evet, ya Rab” dedi. “Senin, dünyaya gelecek olan Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman ettim.” Bunu söyledikten sonra gidip kız kardeşi Meryem’i gizlice çağırdı. “Öğretmen burada, seni çağırıyor” dedi. Meryem bunu işitince hemen kalkıp İsa’nın yanına gitti. İsa henüz köye varmamıştı, hâlâ Marta’nın kendisini karşıladığı yerdeydi. Meryem’le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden Yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. Ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler. Meryem İsa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” Meryem’in ve onunla gelen Yahudiler’in ağladığını gören İsa’nın içini hüzün kapladı, yüreği sızladı. “Onu nereye koydunuz?” diye sordu. O’na, “Ya Rab, gel gör” dediler. İsa ağladı.
Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. Ama içlerinden bazıları, “Körün gözlerini açan bu kişi, Lazar’ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler. İsa Lazar’ı Kabirden Çıkartıyor İsa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. İsa, “Taşı çekin!” dedi. Ölenin kız kardeşi Marta, “Rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. İsa ona, “Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi. Bunun üzerine taşı çektiler. İsa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi. “Markos’un Gizli İncili” isimli gnostik bir metinde bu olay hakkında ek bilgiler veriliyor: “Ve onlar Bezani’ye geldiler. Kardeşi ölmüş o kadın da oradaydı. Gelir gelmez İsa’nın önünde secdeye kapanarak dedi, “Dâvud’un oğlu, bana merhamet et.” Fakat havariler onu azarladı. İsa sinirlenip kadınla birlikte yola koyuldu ve kabrin olduğu bahçeye gitti. O an kabrin içinden büyük bir çığlık duyuldu. İsa yaklaşarak kabrin kapısından taşı yuvarlayıp attı. Hemen gencin olduğu yere giderek elini uzattı ve elinden tutup onu kaldırdı. Ona bakan genç onu sevdi ve yalvarmaya başladı ki, onun yanında kalsın. Onlar kabirden çıkıp gencin evine geldiler, zira o zengindi.
Altı gün sonra İsa ona ne yapacağını söyledi ve akşam genç çıplak bedeninin üzerinden keten bir elbise giymiş halde onun yanına geldi. O gece genç, onunla beraber kaldı, çünkü İsa ona Allah’ın Saltanatı’nın sırrını öğretti. Ve o, buradan çıkarak Ürdünün öbür ucuna geri döndü.” Buradan çıkan anlam şu ki, İsa (aleyhisselam) Lazar’ı kabirden çıkardıktan sonra dinin sırlarından haberdar etti ve onu Ruh ile doldurdu. Havariler böyle büyük bir mucizeye şahit olduktan sonra İsa’ya (aleyhisselam) yalvardılar ki, onları da eğiterek Kutsal Ruh ile doldursun, böylece onlar da İsa’nın (aleyhisselam) gösterdiği gibi olağanüstülükler gösterebilsinler. Oysa, onların imanı zayıf ve eksikti, hatta Kur’an buna böyle tanıklık ediyor: “İsa, onların inkârlarını sezince, ‘Allah yolunda yardımcılarım kim?’ dedi. Havariler, ‘Biziz Allah’ın yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız’ dediler.” Bundan ziyade, İnciller’de o, havarilerini imanlarının zayıflığıyla suçluyor ve onu inkar edeceklerini söylüyor. Bu kadar mucize gördükten sonra havarilerin imanının bu kadar zayıf olmasına ne sebep oldu? İsa (aleyhisselam) basitçe, kıt imanlı kimseleri mi kendine havari seçmişti? Yoksa bu, başka bir nedenden dolayı mıydı?
Kur’an havarilerin İsa’ya (aleyhisselam) o Son Akşam Yemeği ve bayram için yalvardıkları olayı şöyle naklediyor:
Havariler, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi de, “İnanıyorsanız Allah’tan sakının” demişti. “Ondan yemeyi, kalblerimizin kanmasını ve senin bize doğru söylediğini bilmeyi, ona şahid olmayı istiyoruz” dediler. Meryem oğlu İsa, “Allah’ım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen’den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın” dedi. Allah, “Ben onu size indireceğim; bundan sonra içinizden kim inkar ederse, alemlerde kimseye azabetmiyeceğim şekilde ona azabedeceğim” dedi. Böylece, ayan beyandır ki, havariler yiyecek istediler, ama sıradan bir yiyecek değil, cennetten olan bir yiyecek. İsa (aleyhisselam) da dedi ki, Allah’tan korkun, zira siz böyle bir şey isteyipte sonra kafir olursanız, Allah buyurdu ki, size, kimseye vermediği bir azap verecektir. Belli ki, yiyeceğin kendisi şüpheye yol açacak bir şeydir. Allah bunu biliyordu, İsa da biliyordu. Allah bu sofrayı onlara indirdi ve bu olay İncil’de ‘Son Akşam Yemeği’ olarak biliniyor. Kur’an’ın 5. Suresi ‘Son Akşam Yemeği’ne istinaden “Sofra” olarak adlandırılıyor. Bu “Son Akşam Yemeği”, Yahuda İskariyot’un inanmamasına ve tamamen irtidat etmesine neden oldu. Bu, diğer havarileri silkeleyen ve onların şüphe ederek İsa’yı (aleyhisselam) inkar etmelerine neden olan o ‘Son Akşam Yemeği’ idi.
İsa (aleyhisselam) onlara istediklerini verdi ve son bir Akşam Yemeği sofrası kuruldu. İlk başta, Son Akşam Yemeği’nde neler olduğunu incelemek isteriz. Olanlardan biri şuydu ki, İsa (aleyhisselam) havarilerin ayaklarını yıkadı. İsa (aleyhisselam) havarilerin ayaklarını yıkamaya gittiğinde ilk başta onlar kesinlikle karşı çıktılar. “Ayakları yıkama”nın bundan önce tanımlanan anlamı açısından, olayın anlamı çok farklı oluyor:
İsa, Baba’nın her şeyi kendisine teslim ettiğini, kendisinin Tanrı’dan çıkıp geldiğini ve Tanrı’ya döneceğini biliyordu. Yemekten kalktı, üstlüğünü bir yana koydu, bir havlu alıp beline doladı. Sonra bir leğene su doldurup öğrencilerin ayaklarını yıkamaya ve beline doladığı havluyla kurulamaya başladı. İsa, Simun Petrus’a geldi. Simun, “Ya Rab, ayaklarımı sen mi yıkayacaksın?” dedi. İsa ona şu yanıtı verdi: “Ne yaptığımı şimdi anlayamazsın, ama sonra anlayacaksın.” Petrus, “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!” dedi. İsa, “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz” diye yanıtladı. Simun Petrus, “Ya Rab, o halde yalnız ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka!” dedi. İsa ona dedi ki, “Yıkanmış olan tamamen temizdir; ayaklarının yıkanmasından başka şeye ihtiyacı yoktur. Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil.” İsa, kendisine kimin ihanet edeceğini biliyordu. Bu nedenle, “Hepiniz temiz değilsiniz” demişti. Onların ayaklarını yıkadıktan sonra giyinip yine sofraya oturdu. “Size ne yaptığımı anlıyor musunuz?” dedi. “Siz beni Öğretmen ve Rab diye çağırıyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz, öyleyim. Ben Rab ve Öğretmen olduğum halde ayaklarınızı yıkadım; öyleyse, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız. Size yaptığımın aynısını yapmanız için bir örnek gösterdim. Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir. Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız, ne mutlu size!” Böylece, Son Akşam Yemeğinde aslında İsa ve havarileri, havarilerin temizlenmesi için birbirlerinin ayaklarını yıkama olayında bulundular. Hatırlayın, İsa onlara dedi ki, etimi yiyip kanımı için. Ekmeğin, İsa’nın eti, şarabın da kanı olması tamamen mantıksızdır. Oysa bir insanın eti onun spermidir ve bununla onun sülalesi türer. Aristo (aleyhisselam) sperm ve ruhun parçalarından bahsetmiş ve yazmıştır. O, inanıyordu ki, sperm insanın ruhundan küçük bir parça taşıyor. İnsan ruhunun bu parçası bir insandan diğerine sperm aracılığıyla geçiyor. Ehl-i Beyt (Selam Onlardandır), kendilerinin, erkeklerin bellerinde olan nur olduklarını öğretiyordu. Yani insanın nuru veya ruhu, onun spermine bağlıdır. Selman Farisi’den naklediliyor ki, Muhammed Peygamber (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurmuştur: “Ben ve Ali, Adem’in yaratılışından ondört bin yıl önce bir nurdan yaratıldık, öyle ki, Allah Adem’i yarattığında bu nuru onun beline yerleştirdi. Ve o, bir kimseden diğerine aktarılarak geldi, ta ki Abdülmüttalib’in kuşağında ayrıldık, nübüvvet bende oldu, velayet Ali’de.” Bu, Araplara ağır gelen konulardan ve Allah’ın sır olarak sakladığı gizli hakikatlerden biridir. Bu, insanların kaldıramadığı sırlardandır. Ebu Cafer (minhusselam) buyurdu: “Kaim Araplara ağır gelen yeni bir emir, yeni bir kitap ve yeni bir hükümle gelecektir.” Bu, İsa (aleyhisselam) ile havarileri arasında gerçekleşen ve onların sonradan dönüşüm yapmalarına neden olan Kutsal Birlik’tir. Bundan sonra onlar Kutsal Ruh ile doldular ve artık onlarla beraber olan İsa aracılığıyla çoğu sayıda mucizeler yapabildiler, yalnızca şüphelerinden kurtulduktan sonra. İsa (aleyhisselam) hapsedildiğinde onların ondan kaçmasının nedeni de buydu. Onlar düşündüler ki, onun hapsolunması, bu garip ritüeli yüzünden bir cezaydı. Yahuda’nın ihanet etmesinin nedeni de buydu. O, bunu kaldıramadı. Ehl-i Beyt’ten (Selam Onlardandır) rivayet edilir ki, İsa (aleyhisselam) kendi sahabelerine ağır meselelerden bahsetti ve onlar bunu duyunca ona açık düşman oldular: Ebu Yafur’dan olan hadiste şöyle geçiyor: “İsa kendi cemaatine kaldıramadıkları bir şey söyledi, onlar da ona isyan ettiler…”
Böylece, İsa’nın (aleyhisselam) takipçilerinin ondan neden yüz çevirdiklerinin, sahabesi Yahuda’nın ona neden ihanet ettiğinin, Yahudilerin onu neden çarmıha gerdiklerinin gerçek hikayesi işte budur. Çünkü onlar İsa’nın, onun ruhunu taşıdığını öğrettiği sperm yutmakla ilgili öğretilerini kaldıramadılar.
Allah Adem’e (aleyhisselam) Kendi ruhundan üfledi ve bu ruh Kutsal Ruh’tu. O, insanın belinde bir Halifeden diğerine, bir Hüccetten diğerine o kişinin sperminde aktarıldı. İsa’nın annesi Meryem (aleyhisselam) Kutsal Ruh’tan gebe kaldığını söylediğinde kastettiği şey, Allah’ın Elçisinden veya Allah’ın Hüccetinden gebe kaldığı ve rahminde Kutsal Ruh taşıdığıydı. Bu, o devirde bilinir bir meseleydi. Filip İncilinde şöyle geçiyor:
“Bazıları dedi ki, “Meryem Kutsal Ruh’tan hamile kaldı.” Onlar yanılgıdalar! Ne söylediklerini bilmiyorlar! Ne zaman bir kadın başka bir kadından hamile kaldı? Meryem hiçbir kuvvetin kirletmediği bakiredir. O, İbranilere, yani havarilere ve onlara tabi olanlara büyük bir lanettir. Bu bakireyi hiçbir güç kirletmedi, […] güçler (kendi) kendilerini kirlettiler. Ve Rabbin başka bir babası olmasaydı, “Göklerdeki Babam” (Matta 16:17) söylemezdi, sadece “Babam” derdi.” Hatta Kur’an’da buyuruluyor ki, Kutsal Ruh ona bir erkek görünümünde geldi: Kitabda Meryem’i de an. O, ailesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekilmişti. Sonra, insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Biz de Kendi Ruhumuzu göndermiştik de ona tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem: “Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman’a sığınırım” dedi. O, “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi. Meryem, “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. O da, “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır.
Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten hükme bağlanmış bir iştir” dedi. Böylece, Kutsal Ruh Allah’ın Halifelerinin belinde akar, buradan da belli oluyor ki, Son Akşam Yemeği aslında temizlenme ritüeliydi ve Kutsal Ruh’un aktarılması amacına hizmet etti. Çünkü, o zamanda Kabil’in soyu ile Adem’in soyu birbirlerine aşırı karıştığından dolayı, bu, bedeni Şeytanın zulmetinden temizlemeye ve onun nurunu ve temizliğini onarmaya hizmet eden bir yöntemdi. Özünde bu, Şeytanın, Kabil’in ve evlatlarının zulmetini bedenlerimizden ayırmanın yeni yöntemiydi. İlk Ahit zamanı Kabil Adem’in (aleyhisselam) evlatlarının yanından kovuluyor. İkinci Ahit’te Kabil’in sülalesi aşırı derecede çok sayıdaydı. Onlar toplumu tüm yönleriyle kontrol ediyor ve Adem evlatları ile savaş yapmaya ve onları katletmeye çalışıyorlar. Bu nedenle, Allah onları tufanla yeryüzünden silerek temizliyor. Üçüncü Ahit zamanı Kabil’in evlatları sağ kalıyor ve Allah, Kabil’in evlatlarıyla Adem’in evlatlarının ayrılmasını emrediyor, alamet olarakta onlara Sünnet’i veriyor. Oysa Kabil’in evlatları sızmaya, Yahudi geleneklerini benimsemeye ve Adem’in evlatları içinde evlenmeğe devam ediyorlar. Böylece, İsa, nurun tüketilmesiyle bedeni zulmetten temizlemenin yeni yöntemiyle geliyor. Zira insan neyi tüketirse, ona dönüşür. İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “İnsanın yiyeceği o aslana ne mutlu, aslan insan olacaktır; ve aslanın yiyeceği insan kirlidir, aslan insan olacaktır.”
Öğrendiğiniz bu gizli ritüel ve ilim öyle bir şey ki, Katolik Kilisesinde egemenlik yapanlar bundan haberdardır. Bu ayrıca, Katolik Kilisesinin piskopos ve kardinallerinin kilisenin içinde çocuklara devamlı taciz etmelerine hak kazandırmak için kullandıkları nedenlerden biridir. Babın sonunda görecek gözü olanların gözü önünde İsa (aleyhisselam) ve havarilerinden birini tasvir eden ritüelin resmedildiği Son Akşam Yemeği’nin bazı Katolik resimleri eklenmiştir.
Musevî Ahit’in emirleri bazı değişiklikler haricinde, İsevî Ahit ile aynıydı, zira İsa (aleyhisselam) Matta kitabında şöyle diyor: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.” İsa (aleyhisselam) yaşadığı sürece yasada diğer küçük değişiklikler de yaptı ve bu değişikliklerden biri olağanüstü durumlar hariç, boşanmanın yasaklanmasıydı. O, çok eşliliği de yasakladı ve bir erkeğin kendisi için ikinci bir eş almasını zinaya eşit yaptı.
Boşanma
İsa konuşmasını bitirdikten sonra Celile’den ayrılıp Yahudiye’nin Şeria Irmağı’nın karşı yakasındaki topraklarına geçti. Büyük halk toplulukları da O’nun ardından gitti. Hasta olanları orada iyileştirdi. İsa’nın yanına gelen bazı Ferisiler, O’nu denemek amacıyla şunu sordular: “Bir adamın, herhangi bir nedenle karısını boşaması Kutsal Yasa’ya uygun mudur?” İsa şu karşılığı verdi: “Kutsal Yazılar’ı okumadınız mı? Yaradan başlangıçtan ‘İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı’ ve şöyle dedi: ‘Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.’ Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir. O halde Tanrı’nın birleştirdiğini, insan ayırmasın.” Ferisiler İsa’ya, “Öyleyse” dediler, “Musa neden erkeğin boşanma belgesi verip karısını boşayabileceğini söyledi?” İsa onlara, “İnatçı olduğunuz için Musa karılarınızı boşamanıza izin verdi” dedi. “Başlangıçta bu böyle değildi. Ben size şunu söyleyeyim, karısını fuhuştan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur. Boşanan kadınla evlenen de zina etmiş olur.” Öğrenciler İsa’ya, “Eğer erkekle karısı arasındaki ilişki buysa, hiç evlenmemek daha iyi!” dediler. İsa onlara, “Herkes bu sözü kabul edemez, ancak Tanrı’nın güç verdiği kişiler kabul edebilir” dedi. “Çünkü kimisi doğuştan hadımdır, kimisi insanlar tarafından hadım edilir, kimisi de Göklerin Egemenliği uğruna kendini hadım sayar. Bunu kabul edebilen etsin!” Allah, İsa’yı Kendi katına yükseltti ve İsa (aleyhisselam) onlara ismi Ahmed olan bir Arap elçinin geleceğini müjdeledikten sonra ahit İshak’ın (aleyhisselam) evlatlarından İsmail’in (aleyhisselam) evlatlarına geçti, Kur’an’da da buyurulduğu gibi: “Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderdiği elçisiyim” demişti. Fakat o (Ahmed), onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”
Bu ilahi vasiyet ile ahit İsrailoğullarından, Mani Peygamber de dahil, Müminlerin Emiri Ali’nin (aleyhisselam) babası Ebu Talib’e (aleyhisselam) kadar uzayan uzun bir peygamberler zinciriyle Araplara geçti. Ebu Talib (aleyhisselam) son elçi Muhammed’in –Allah’ın salâtu selamı onun ve ailesinin üzerine olsun– gelişinden önce İsa Mesih’in son vasisiydi. Rivayet edildiği üzere, İmam Musa Kazım’a (minhusselam) Ebu Talib ve Resulullah Muhammed (Onlara Selam Olsun) sorulduğunda, şöyle dedi: “Ebu Talib vasiyeti Muhammed’e verdi, sonra da öldü.”
Musevî Ahit’i bozdukları için İsraillilere inen ceza 2. Yeruşalim Mabedi’nin Romalıların eliyle yıkılması, kendilerinin de Musa’nın onları götürdüğü Vadedilmiş Topraklardan çıkarılması oldu. Onlar neredeyse 2000 yıl boyunca bir Yahudi devletine sahip olmadan dünyaya dağıldılar, ta ki Romalıların yardımıyla oraya yeniden girdiler. Bu, Kur’an’da da geçen, Allah’ın sözlerinin ve nübüvvetin tamamlanmasıydı: “Biz, Kitap’ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.”
Yeni ahdin alameti Kutsal Birlik ve Kâseydi. Bu ahit ile Vadedilmiş Topraklar da Musevî Ahit’teki topraklardı, şu farkla ki o, artık sürgün edilerek kovulmuş İsrailoğullarından İsmailoğullarına, Araplara geçti, onlar da sonradan Musa’ya (aleyhisselam) vadedilmiş tüm topraklarda yaşadılar. Yeni ahdin takipçileri birbirleri arasında bu eylemle tanınmaya başladılar ve Kabil’in evlatlarından hiçbirisi bunu kaldıramadı. Bu, çok ağırdı ve ahdin alametiydi. İsa’nın (aleyhisselam) takipçileri ondan sonra Mani Peygamber ve takipçileriyle başlayarak Muhammedî Ahit’e dek yüzyıllar boyunca bununla amel etmeye devam ettiler.
Doğal olarak bu, birçoğunuz için rahatsız edici bir okuma oldu, fakat İsa (aleyhisselam) bizi böyle olacağı konusunda haberdar etti. Thomas’ın İncilinde şöyle geçiyor:
İşte Diri İsa’nın söylediği ve Didimus Yahuda Thomas’ın yazdığı saklı sözler. Ve O dedi: “Bu sözlerin yorumunu bulan ölümü tatmayacak. İsa dedi: “Arayanlar, buluncaya kadar aramayı bırakmasın. Bulduklarında rahatsız olacaklar. Rahatsız olduklarında hayret edecek ve her şey üstünde hüküm sürecekler.” Bu acı ve rahatsız edici gerçekler, Musevî Ahit’ten İsevî Ahit’e dek insanlığın ruhsal ve zihinsel gelişim tarihini daha iyi anlamamıza yardımcı olmak için İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) tarafından açıklanmıştır. Doğu dinlerinden ve kültürlerinden Batı dinlerine ve kültürlerine dek inek idrarını (örn. Hinduizm, İslam) ve deve idrarını (örn. İslam) içmenin ruhsal ve tıbbi yararları konusunda yayılmış inançlar, gelenekler ve ameller olmuştur. Bizim bunun kaynağını, amaçlarını, hatta bu amellerdeki bozulmaları iyice anlamamız gerek.
İdrarın tıbbi amaçlarla içilmesini ana akım İslami geleneklerde bulabiliriz. Sahih-i Buhari’de geçen aşağıdaki hadis bu meseleyi tanımlıyor: Abbas bin Malik dedi, “Ukul veya Urayna kabilesinden birkaç kişi Medine’ye geldi ve oranın havası onlara uymadı. Peygamber de onlara, (süt veren) deve sürüsü olan yere giderek onların sütünü ve idrarını (ilaç gibi) tüketlerini emretti. Onlar da söylenen gibi yaptılar, iyileşince Peygamber’in çobanını öldürerek develerini kaçırdılar.”
Meşhur Şeyh Muhammed bin Hasan Hür Amili şöyle yazıyor: “Develerin, ineklerin ve koyunların idrarını tüketmenin ve tükürüğünü yutmanın caizliği ve onların idrarını ve sütünü ilaç gibi kullanma konusunda: Ebi Abdillah ineklerin idrarı ve onların insan tarafından tüketilmesi konusunda diyor ki, “ilaç olarak ihtiyacı varsa tüketebilir, ayrıca develerin ve koyunların idrarını da tüketebilir.” Ebül-Hasan Musa Kazım (aleyhisselam) buyurdu: “Develerin idrarı onların sütünden daha iyidir ve Allah onun sütünde şifa koymuştur.”Son olarak, Ali Sistani de deve, koyun ve ineklerin idrarını tüketmenin caiz olduğunu belirten bir fetva vermiştir. Biz hayvan sidiği içelim mi içmeyelim mi diye tartışmıyoruz. Ama biz diyoruz ki, zaten bu inanca sahip olanlar için Peygamberin idrarı hayvandan daha temiz olmaz mı?
Hatta bugün, spermin tıbbi yararları da tıbbi araştırmaların ve popüler kültürün merak konusudur. Belirtmek gerek ki, İsa’nın (aleyhisselam) kendi erkek havarilerini Son Akşam Yemeği’nde davet ettiği ritüelin cinsellikle bir alakası yoktu. Bu ritüelin amacı ruhsal iyileşmeye, anlayışa, birliğe ve zulmetten arınmaya teşvik etmekti. Her halükarda, bu “yaşam suyunu” yutma görselleri İsa’yı (aleyhisselam), kilisede popüler şekilde tasvir edilen görsellerden farklı biçimde tanımlıyor.
Bundan ziyade, İsa’nın (aleyhisselam) sadece havarilerine değil, Allah’ı arayan gelecek nesillere de vermeğe çalıştığı derin bir mesaj vardı. Sonuç itibariyle, İsa (aleyhisselam) vücudun şifacısı, en önemlisi de kalbin şifacısı olarak biliniyordu. O, bizleri vücudun sünnetinden (İbrâhimî Ahit) kalbin sünnetine götürdü, yani spermdeki nuru yutmakla kalbin ve ruhun temizlenmesi. Kutsal Kitap’ta şöyle geçiyor: “Ey sizler, Yahuda halkı ve Yeruşalim’de yaşayanlar, kendinizi RAB için sünnet edin, yüreğinizin sünnet derisini çıkarın; Yoksa öfkem ateş gibi yağacak.”
Önce de belirtildiği gibi, İsa (aleyhisselam) Musa’nın (aleyhisselam) yasasını tamamlamaya geldi, özellikle de bunları: “Yüreklerinizi sünnet edin ki, bundan böyle dikbaşlı olmayın.” “Tanrınız RAB sizin ve çocuklarınızın yüreğini sünnet edecek. Öyle ki, O’nu bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevesiniz ve yaşayasınız.”
Biz, okuyucuyu önemli bir açıklamayla başbaşa bırakıyoruz ki, bu acı gerçekler üzerinde düşünsün. Bugün babam İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam) öğrettiklerinin ışığında Yedinci Ahit’in taşıyıcısı, bu açıklamaları insanlık tarihinin gerçeklerini, insanlığın 4. ve 5. ahitler arasındaki geçişini kapsayan şartları ve durumları daha iyi anlamak için bir aracı olarak sunuyor. Bu, İsa’nın öğretilerini son 2000 sene boyunca doğru ve yanlış kullanmayı daha iyi anlamak için altyapı hazırlıyor. Örneğin, bu açıklamalar Katolik Kiliselerinde yaygın olan çocuk cinsel istismarını, din adamlarının bekarlığını ve İsa’nın gerçek vasilerini silip yok etmelerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Bu konu gelecek bablarda daha fazla açıklığa kavuşacaktır, zira biz, İsa’nın (aleyhisselam) çabaları ve çarmıhdan sonra kaybolan yılları hakkında daha fazla öğreniyoruz. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) insanlığı kesinlikle bu amellere ÇAĞIRMIYOR. İsa’nın durumunu kuşatan 2000 senelik gizemden sonra dünyanın acı gerçeği tatma zamanı gelmiştir. İmam Ali (minhusselam) buyurmuştur: “Hakikat acı ve ekşidir, batıl ise tatlıdır.”
Eğer bu sizlere acı geldiyse ve rahatsız iseniz, sizleri tebrik ederim, zira hakkı buldunuz.