Dediler: “Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için dua et!”
İbrahim’in ve Musa’nın (aleyhisselam) ahitleri arasında çoğu şeyler oldu ve Allah’ın İbrâhim oğulları hakkında olan sözleri tamamlandı: RAB Avram’a şöyle dedi: ‘Şunu iyi bil ki, senin soyun yabancı bir ülkede, gurbette yaşayacak. Dört yüz yıl kölelik edip baskı görecek.’
Yakup ve Yusuf (Onlara Selam Olsun) aileleriyle birlikte Mısır’a girdiler ve Yusuf vefat ettikten sonra İsrailoğulları Mısır’da 400 sene köle oldular, ta ki vadedilmiş kurtarıcıları olan Musa (aleyhisselam) zuhur edinceye dek. İsrailoğullarının köle yapılmasının sebebi, onların İbrâhimî Ahit’i bozmalarıydı. Yusuf’un zamanında, tek tanrılı kral Akenaton’un (aleyhisselam) yönetimi döneminde onlar Mısır’da büyük nimet içinde yaşıyorlardı. Fakat Kral Akenaton’un vefatından sonra oğlu Kral Tut dokuz yaşında yönetime geçti. O dönemde onu, karısının akrabaları ve din adamları yönetiyorlardı. Onlar Tut’u, babasının kararlarından çevirerek krallığın dinini bundan önce inandıkları çok tanrılı dine geri döndürmeye zorladılar, sonra da onu öldürdüler.
O devirde İsrailoğulları iman zayıflığı, ölüm korkusu ve dünya sevgisi yüzünden sessiz kalarak hiçbir şeye itiraz etmediler ve Mısır’ın yeniden kurulmuş sahte tanrılarına ve sahte dinlerine kucak açtılar. İsrailoğulları hatta İbrâhim’in (aleyhisselam) dininden cayarak sahte tanrılara ve Mısır tanrılarına tapmaya başladılar, böylece İbrâhimî Ahit’i bozarak kendilerine ilahi ceza ve azap getirdiler. Bu yüzden Allah İsrailoğullarını Mısırlılarla değiştirdi, Mısırlılar da onları köle edindiler. Ademî Ahit’i bozmanın cezası Aden Cenneti’nden kovulmaktı, sonra Adem (aleyhisselam) tevbe etti ve Allah onu affederek ahdi onardı. İnsanlar Ademî Ahit’i yeniden bozduklarında Allah onları tufanla cezalandırdı. Nuh’tan sonraki nesiller ve Nemrut, Nuhaik Ahit’i bozduklarında, Allah onları, dağılma, savrulma ve dillerinin karışmasıyla cezalandırdı. İbrâhim’in (aleyhisselam) evlatları Üçüncü Ahit’i bozduklarında, Allah onları 400 yıl kölelikle cezalandırdı ve Musa (aleyhisselam) ile yeni bir ahit yaptı. Ve Çıkış kitabı, 19-24. bölümlerde Rab yeni ahdin yasa ve kurallarını koydu:
Bölüm 19 Musa Tanrı’nın huzuruna çıktı. RAB dağdan kendisine seslendi: “Yakup soyuna, İsrail halkına şöyle diyeceksin: Mısırlılar’a ne yaptığımı, sizi nasıl kartal kanatları üzerinde taşıyarak yanıma getirdiğimi gördünüz. Şimdi sözümü dikkatle dinler, antlaşmama uyarsanız, bütün uluslar içinde öz halkım olursunuz. Çünkü yeryüzünün tümü benimdir. Siz benim için kâhinler krallığı, kutsal ulus olacaksınız. İsrailliler’e böyle söyleyeceksin.”
Bölüm 20 Tanrı şöyle konuştu: “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim. Benden başka tanrın olmayacak. Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm. Tanrın RAB’bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır. Şabat Günü’nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB’be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim. Annene babana saygı göster. Öyle ki, Tanrın RAB’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun. Adam öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin. Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı. Uzakta durarak. Musa’ya, “Bizimle sen konuş, dinleyelim” dediler, “Ama Tanrı konuşmasın, yoksa ölürüz.” Musa, “Korkmayın!” diye karşılık verdi, “Tanrı sizi denemek için geldi; Tanrı korkusu üzerinizde olsun, günah işlemeyesiniz diye.” Musa Tanrı’nın içinde bulunduğu koyu karanlığa yaklaşırken halk uzakta durdu. RAB Musa’ya şöyle dedi: “İsrailliler’e de ki, ‘Göklerden sizinle konuştuğumu gördünüz. Benim yanımsıra başka ilahlar yapmayacaksınız, altın ya da gümüş ilahlar dökmeyeceksiniz. Benim için toprak bir sunak yapacaksınız. Yakmalık ve esenlik sunularınızı, davarlarınızı, sığırlarınızı onun üzerinde sunacaksınız. Adımı anımsattığım her yere gelip sizi kutsayacağım. Eğer bana taş sunak yaparsanız, yontma taş kullanmayın. Çünkü kullanacağınız alet sunağın kutsallığını bozar. Sunağımın üzerine basamakla çıkmayacaksınız. Çünkü çıplak yeriniz görünebilir.’”
Bölüm 21 İsrailliler’e şu ilkeleri bildir: “İbrani bir köle satın alırsan, altı yıl kölelik edecek, ama yedinci yıl karşılık ödemeden özgür olacak. Bekâr geldiyse, yalnız kendisi özgür olacak; evli geldiyse, karısı da özgür olacak. Efendisi kendisine bir kadın verir ve o kadından çocukları olursa, kadın ve çocuklar efendisinde kalacak, yalnız kendisi gidecek. Ama köle açıkça, ‘Ben efendimi, karımla çocuklarımı seviyorum, özgür olmak istemiyorum’ derse, efendisi onu yargıç huzuruna çıkaracak. Kapıya ya da kapı sövesine yaklaştırıp kulağını bizle delecek. Böylece köle yaşam boyu efendisine hizmet edecek. Eğer bir adam kızını cariye olarak satarsa, kız erkek köleler gibi özgür bırakılmayacak. Efendisi kızla nişanlanır, sonra kızdan hoşlanmazsa, kızın geri alınmasına izin vermelidir. Kızı aldattığı için onu yabancılara satamaz, zira o, kızın inancını kırmıştır. Eğer cariyeyi oğluna nişanlarsa, ona kendi kızı gibi davranmalıdır. Eğer ikinci bir kadınla evlenirse, ilk karısını nafakadan, giysiden, karılık haklarından yoksun bırakmamalıdır. Eğer bu üç hakkı ona vermezse, kadın karşılıksız özgür olacaktır. Kim birini vurup öldürürse, kendisi de kesinlikle öldürülecektir. Ama olayda kasıt yoksa ona ben izin vermişsem, size adamın kaçacağı yeri bildireceğim. Eğer bir adam komşusuna düzen kurar, kasıtlı olarak saldırıp onu öldürürse, sunağıma bile kaçmış olsa, onu çıkarıp öldüreceksiniz. Kim annesini ya da babasını döverse, kesinlikle öldürülecektir. Kim adam kaçırırsa, onu ister satmış olsun, ister elinde tutsun, kesinlikle öldürülecektir. Annesine ya da babasına lanet eden kesinlikle öldürülecektir. Kavga çıkar, bir adam komşusuna taşla ya da yumrukla vurur, vurulan adam ölmeyip yatağa düşer, sonra kalkıp değnekle dışarıda gezebilirse, vuran adam suçsuz sayılacaktır. Yalnız yaralının kaybettiği zamanın karşılığını ödeyecek ve tümüyle iyileşmesini sağlayacaktır. Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır. Ama köle hemen ölmez, bir iki gün sonra ölürse, köle sahibi ceza görmeyecektir. Çünkü köle onun malı sayılır. İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir. Bir adam erkek ya da kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer bir boğa bir erkeği ya da kadını boynuzuyla vurup öldürürse, kesinlikle taşlanacak ve eti yenmeyecektir. Boğanın sahibi ise suçsuz sayılacaktır. Ama saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi uyarılmasına karşın boğasına sahip çıkmazsa ve boğası bir erkeği ya da kadını öldürürse, hem boğa taşlanacak, hem de sahibi öldürülecektir. Ancak, boğanın sahibinden para cezası istenirse, istenen miktarı ödeyerek canını kurtarabilir. Boğa ister erkek, ister kız çocuğunu öldürsün, aynı kural uygulanacaktır. Eğer boğa bir erkek ya da kadın köleyi öldürürse, kölenin efendisine otuz şekel gümüş verilecek ve boğa taşlanacaktır. Bir adam bir çukur açar ya da kazdığı çukurun üzerini örtmezse ve çukura bir boğa ya da bir eşek düşerse, çukuru kazan hayvanın bedelini ödeyecektir. Parayı hayvanın sahibine verecek, ölü hayvan kendisinin olacaktır. Bir adamın boğası komşusunun boğasını yaralar, yaralı boğa ölürse, sağ boğayı satıp parasını paylaşacak, ölü hayvanı da bölüşeceklerdir. Eğer boğanın saldırgan olduğu ve sahibinin ona sahip çıkmadığı biliniyorsa, boğaya karşılık boğa verecek ve ölü hayvan kendisine kalacaktır.
Bölüm 22 Bir adam öküz ya da davar çalıp boğazlar ya da satarsa, bir öküze karşılık beş öküz, bir koyuna karşılık dört koyun ödeyecektir. Bir hırsız bir eve girerken yakalanıp öldürülürse, öldüren kişi suçlu sayılmaz. Ancak olay güneş doğduktan sonra olmuşsa, kan dökmekten sorumlu sayılır. Hırsız çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Hiçbir şeyi yoksa, hırsızlık yaptığı için köle olarak satılacaktır. Çaldığı mal –öküz, eşek ya da koyun– sağ olarak elinde yakalanırsa, iki katını ödeyecektir. Tarlada ya da bağda hayvanlarını otlatan bir adam, hayvanlarının başkasının tarlasında otlamasına izin verirse, zararı kendi tarlasının ya da bağının en iyi ürünleriyle ödeyecektir. Birinin yaktığı ateş dikenlere sıçrar, ekin demetleri, tarladaki ekin ya da tarla yanarsa, yangın çıkaran kişi zararı ödeyecektir. Biri komşusuna saklasın diye parasını ya da eşyasını emanet eder ve bunlar komşusunun evinden çalınırsa, hırsız yakalandığında iki katını ödemelidir. Ama hırsız yakalanmazsa, komşusunun eşyasına el uzatıp uzatmadığının anlaşılması için ev sahibi yargıç huzuruna çıkmalıdır. Emanete ihanet edilen konularda, öküz, eşek, koyun, giysi, herhangi bir kayıp eşya için ‘Bu benimdir’ diyen her iki taraf sorunu yargıcın huzuruna getirmelidir. Yargıcın suçlu bulduğu kişi komşusuna iki kat ödeyecektir. Bir adam komşusuna korusun diye eşek, öküz, koyun ya da herhangi bir hayvan emanet ettiğinde, hayvan ölür, sakatlanır ya da kimse görmeden çalınırsa, komşusu adamın malına el uzatmadığına ilişkin RAB’bin huzurunda ant içmelidir. Mal sahibi bunu kabul edecek ve komşusu bir şey ödemeyecektir. Ama mal gerçekten ondan çalınmışsa, karşılığı sahibine ödenmelidir. Emanet hayvan parçalanmışsa, adam parçalarını kanıt olarak göstermelidir. Parçalanan hayvan için bir şey ödemeyecektir. Biri komşusundan bir hayvan ödünç alır, sahibi yokken hayvan sakatlanır ya da ölürse, karşılığını ödemelidir. Ama sahibi hayvanla birlikteyse, ödünç alan karşılığını ödemeyecektir. Hayvan kiralanmışsa, kayıp ödenen kiraya sayılmalıdır. Eğer biri nişanlı olmayan bir kızı aldatıp onunla yatarsa, başlık parasını ödemeli ve onunla evlenmelidir. Babası kızını ona vermeyi reddederse, adam normal başlık parası neyse onu ödemelidir. Büyücü kadını yaşatmayacaksınız. Hayvanlarla cinsel ilişki kuran herkes öldürülecektir. RAB’den başka bir ilaha kurban kesen ölüm cezasına çarptırılacaktır. Yabancıya haksızlık ve baskı yapmayacaksınız. Çünkü siz de Mısır’da yabancıydınız. Dul ve öksüzün hakkını yemeyeceksiniz. Yerseniz, bana feryat ettiklerinde onları kesinlikle işitirim. Öfkem alevlenir, sizi kılıçtan geçirtirim. Kadınlarınız dul, çocuklarınız öksüz kalır. Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz. Komşunuzun abasını rehin alırsanız, gün batmadan geri vereceksiniz. Çünkü tek örtüsü abasıdır, ancak onunla örtünebilir. Onsuz nasıl yatar? Bana feryat ederse işiteceğim, çünkü ben iyilikseverim. Tanrı’ya sövmeyeceksiniz. Halkınızın önderine lanet etmeyeceksiniz. Ürününüzü ve şıranızı sunmakta gecikmeyeceksiniz. İlk doğan oğullarınızı bana vereceksiniz. Öküzlerinize, davarlarınıza da aynı şeyi yapacaksınız. Yedi gün analarıyla kalacaklar, sekizinci gün onları bana vereceksiniz. Benim kutsal halkım olacaksınız. Bunun içindir ki, kırda parçalanmış hayvanların etini yemeyecek, köpeklerin önüne atacaksınız.
Bölüm 23 Yalan haber taşımayacaksınız. Haksız yere tanıklık ederek kötü kişiye yan çıkmayacaksınız. Kötülük yapan kalabalığı izlemeyeceksiniz. Bir davada çoğunluktan yana konuşarak adaleti saptırmayacaksınız. Duruşmada yoksulu kayırmayacaksınız. Düşmanınızın yolunu şaşırmış öküzüne ya da eşeğine rastlarsanız, onu kendisine geri götüreceksiniz. Sizden nefret eden kişinin eşeğini yük altında çökmüş görürseniz, kendi haline bırakıp gitmeyecek, ona yardımcı olacaksınız. Duruşmada yoksula karşı adaleti saptırmayacaksınız. Yalandan uzak duracak, suçsuz ve doğru kişiyi öldürmeyeceksiniz. Çünkü ben kötü kişiyi aklamam. Rüşvet almayacaksınız. Çünkü rüşvet göreni kör eder, haklıyı haksız çıkarır. Yabancıya baskı yapmayacaksınız. Yabancılığın ne olduğunu bilirsiniz. Çünkü siz de Mısır’da yabancıydınız. Toprağınızı altı yıl ekecek, ürününü toplayacaksınız. Ama yedinci yıl nadasa bırakacaksınız; öyle ki, halkınızın arasındaki yoksullar yiyecek bulabilsin, onlardan artakalanı da yabanıl hayvanlar yesin. Bağınıza ve zeytinliğinize de aynı şeyi yapın. Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Böylece hem öküzünüz, eşeğiniz dinlenir, hem de kadın kölenizin oğulları ve yabancılar rahat eder.
Söylediğim her şeyi yerine getirin. Başka ilahların adını anmayın, ağzınıza almayın. Yılda üç kez bana bayram yapacaksınız. Kimse huzuruma eli boş çıkmasın. Size buyurduğum gibi, Aviv ayının belirli günlerinde yedi gün mayasız ekmek yiyerek Mayasız Ekmek Bayramı’nı kutlayacaksınız. Çünkü Mısır’dan o ay çıktınız. Tarlaya ektiğiniz ürünleri biçtiğinizde ilk ürünlerle Hasat Bayramı’nı kutlayacaksınız. “Yıl sonunda tarladan ürünlerinizi topladığınızda Ürün Devşirme Bayramı’nı kutlayacaksınız. Bütün erkekleriniz yılda üç kez ben Egemen RAB’bin huzuruna çıkacaklar. Evinizde maya bulunduğu sürece bana kurban kesmeyeceksiniz. “Bayramda bana kurban edilen hayvanın yağı sabaha bırakılmamalı. Toprağınızın seçme ilk ürünlerini Tanrınız RAB’bin Tapınağı’na getireceksiniz. “Oğlağı anasının sütünde haşlamayacaksınız.” Yolda sizi koruması, hazırladığım yere götürmesi için önünüzden bir melek gönderiyorum. Ona dikkat edin, sözünü dinleyin, başkaldırmayın. Çünkü beni temsil ettiği için başkaldırınızı bağışlamaz. Ama onun sözünü dikkatle dinler, bütün söylediklerimi yerine getirirseniz, düşmanlarınıza düşman, hasımlarınıza hasım olacağım. Meleğim önünüzden gidecek, sizi Amor, Hitit, Periz, Kenan, Hiv ve Yevus topraklarına götürecek. Onları yok edeceğim. Onların ilahları önünde eğilmeyecek, tapınmayacaksınız; törelerini izlemeyeceksiniz. Tersine, ilahlarını yok edecek, dikili taşlarını büsbütün parçalayacaksınız. Tanrınız RAB’be tapacaksınız. Ekmeğinizi, suyunuzu bereketli kılacak, aranızdaki hastalıkları yok edeceğim. Ülkenizde kısır ve çocuk düşüren kadın olmayacak. Size uzun ömür vereceğim. Dehşetimi önünüzden gönderecek, karşılaşacağınız bütün halkları şaşkına çevireceğim. Düşmanlarınız önünüzden kaçacak. Hivliler’i, Kenanlılar’ı, Hititler’i önünüzden kovmaları için önünüzsıra eşekarısı göndereceğim. Ama onları bir yıl içinde kovmayacağım. Yoksa ülke viran olur, yabanıl hayvanlar çoğaldıkça çoğalır, sayıları sizi aşar. Siz çoğalıncaya, toprağı yurt edininceye dek onları azar azar kovacağım. Sınırlarınızı Kamış Denizi’nden Filist Denizi’ne, çölden Fırat Irmağı’na kadar genişleteceğim. Ülke halkını elinize teslim edeceğim. Onları önünüzden kovacaksınız. Onlarla ya da ilahlarıyla antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olurlar. İlahlarına taparsanız, size tuzak olur.”
Bölüm 24 RAB Musa’ya, “Sen, Harun, Nadav, Avihu ve İsrail ileri gelenlerinden yetmiş kişi bana gelin” dedi, “Bana uzaktan tapın. Yalnız sen bana yaklaşacaksın. Ötekiler yaklaşmamalı. Halk seninle dağa çıkmamalı. Musa gidip RAB’bin bütün buyruklarını, ilkelerini halka anlattı. Herkes bir ağızdan, “RAB’bin her söylediğini yapacağız” diye karşılık verdi. Musa RAB’bin bütün buyruklarını yazdı. Sabah erkenden kalkıp dağın eteğinde bir sunak kurdu, İsrail’in on iki oymağını simgeleyen on iki taş sütun dikti. Sonra İsrailli gençleri gönderdi. Onlar da RAB’be yakmalık sunular sundular, esenlik kurbanları olarak boğalar kestiler. Musa kanın yarısını leğenlere doldurdu, öbür yarısını sunağın üzerine döktü. Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, “RAB’bin her söylediğini yapacağız, O’nu dinleyeceğiz” dedi.
Rab ile yapılan dördüncü ahit önemli şekilde detaylı, çoğu sayıda yasa ve talimatlardan oluşuyordu. Bu, insanların ihtiyaçları değiştiği içindi ve meseleleri yönetmek için daha karmaşık kanunlara ihtiyaç duyuluyordu. İlk Ahit indiğinde sadece Adem ve Havva vardı. İkinci Ahit yapıldığında Nuh (aleyhisselam) ve gemideki ailesi dışında hiç kimse yoktu. Ve Üçüncü Ahit yapıldığında İbrâhim (aleyhisselam) kendisi, ailesi ve onunla birlikte olanlar dışında kimse ahde dahil edilmedi. Fakat bu kez Musa (aleyhisselam) ve 600 bin İsrailli vardı, bu yüzden de elbette daha karmaşık yasa ve fermanlara ihtiyaç vardı. Her ahit bulunduğu yere bağlıydı. Ademî Ahit’te Allah Adem’e (aleyhisselam) Aden Cenneti’ni verdi (bugünkü Irak’ta). İkinci Ahit’te Allah Nuh’a (aleyhisselam) tüm dünyayı verdi. Üçüncü Ahit’te Allah İbrâhim’e (aleyhisselam), Nil’den Fırat’a kadar vadedilmiş toprakları verdi. Bu kez, Dördüncü Ahit’te Allah Musa’ya (aleyhisselam), Kızıl denizden Akdeniz’e ve çölden Fırat nehrine kadar araziyi veriyor. Allah Musa’yı (aleyhisselam), kendi kavmini Şabat (Cumartesi) günü çalışmayı yasaklamak ve bu gibi diğer birçok şeylerle de ilgili bilgilendiriyor. Bu, Allah ile olan Musevi Ahit’in alametiydi, zira bundan önceki tüm kavimler hafta boyunca bir gün bile dinlenmeden çalışırlardı. Önceki ahdin diğer birçok bölümleri Musevi Ahit’te onaylandı. Onlardan biri sünnet olmakdı.
Belirtmek istediğimiz diğer bir ilginç nokta şu ki, Kur’an’da bir surede şöyle geçiyor: “Rabbi İbrâhim’i bir takım kelimelerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, ‘seni insanlara İmam kılacağım’ demişti. O ‘soyumdan da’ deyince, ‘zalimler benim ahdime erişemez’ buyurmuştu.”
Böylece, burada görüyoruz ki, zalimler veya Kabil’in evlatları Allah’ın ahdine erişemiyorlar. Kabil’in veya İblis’in evlatları herhangi bir yolla Allah tarafından korunmuyorlar. Allah hatta onları mahvetmeyi de caiz buluyor. İncil’de Çıkış kitabında şöyle geçiyor:
“Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlı’nın bir İbrani’yi dövdüğünü gördü. Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlı’yı öldürüp kuma gizledi. Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani’nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, “Niçin kardeşini dövüyorsun?” diye sordu. Adam, “Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı?” diye yanıtladı, “Mısırlı’yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?” O zaman Musa korkarak, “Bu iş ortaya çıkmış!” diye düşündü. Firavun olayı duyunca Musa’yı öldürtmek istedi. Ancak Musa ondan kaçıp Midyan yöresine gitti.”
Kur’an’da şöyle buyuruluyor: “Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, ‘Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır’ dedi.”
Amel veya iş kelimesi Kur’an’da birçok yerde kötü birisini tanımlamak için kullanılıyor. Musa’nın öldürdüğü Mısırlının kıssasında bu Mısırlı, şeytanın işi olarak tanımlanıyor. Nuh’un (aleyhisselam) oğlu da kötü bir iş olarak geçiyor. Kötü işler ancak Şeytandan ve onun soyundan kaynaklanır. Bu yüzden, kötü işler veya şeytanın işleri terimlerinin her ikisi Şeytan’ın ve Kabil’in soyundan olan insanları tanımlıyor. Her iki durumda etik ve ahlaki açıdan iyiliğin hüküm sürmesini ve kötülüğün durdurulmasını sağlamak için onları ortadan kaldırmaya hak kazandırılabilir. Allah Nuh’a (aleyhisselam) bir kişiyi tufanda boğulması için yüzüstü bırakmasını söyledi ve Musa’nın (aleyhisselam) yaptığı amele, onun, şeytanın evladı olduğunu söyleyerek hak kazandırdı. Bunun belirtilmesi gerek, çünkü bu ahitlerin ve bir sonrakilerin, kafirleri mahvetmeye, yağmalamaya ve onlara eziyet etmeye neden hak kazandırdığını bu açıklıyor. Bunun nedeni, kendi küfründe kalan kafirlerin ahdin bir parçası olmadığı ve Şeytan’ın işleri/amelleri/soyu/evlatları olmasıdır.
Bu yüzden de Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da İsrailli olmayanları öldürmekle ve mahvetmekle ilgili çoğu sayıda ayetler göreceksiniz, bazen bunun kadınları ve çocukları da içermesine rağmen. Örnek olarak Saul’un hikayesine bakın. Allah buyuruyor: Samuel Saul’a şöyle dedi: “RAB seni kendi halkı İsrail’in Kralı olarak meshetmek için beni gönderdi. Şimdi RAB’bin sözlerine kulak ver, Her şeye Egemen RAB diyor ki, ‘İsrailliler’e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler’i cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsrailliler’e karşı koydular. Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” Çocuklar ve bebekler, kaderlerine kötülüğü, kaosu ve helakı daha fazla yaymak yazılmış Şeytanın soyu olmak dışında hangi günahı ya da cinayeti yapmış olabilirlerdi? Allah buna benzer bir emri Yeşu’ya veriyor:
“Kâhinler yedinci turda borularını çalınca, Yeşu halka, ‘Bağırın! RAB kenti size verdi’ dedi, Kent, içindeki her şeyle birlikte, RAB’be koşulsuz adanmıştır. Yalnız gönderdiğimiz ulakları saklamış olan fahişe Rahav’la evindekiler sağ bırakılacak. Sakın RAB’be adanan herhangi bir şeye el sürmeyin. Adadığınız şeyleri alırsanız İsrail’in ordugahını felakete ve yıkıma sürüklersiniz. Bütün altınla gümüş, tunç ve demir eşya RAB’be ayrılmıştır. Bunlar RAB’bin hazinesine girecek. Halk bağırmaya başladı, kâhinler de borularını çaldılar. Boru sesini işiten halk daha yüksek sesle bağırdı. Kentin surları çöktü. Herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girdi. Böylece kenti ele geçirdiler. Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler.”
Kutsal Kitap’ta bunun örnekleri çok sayıdadır. Kur’an’da Kehf Suresi’nde, aynı şekilde Salih Kul’un Musa (aleyhisselam) ile nasıl birlikte olduğunu ve o zamana kadar yaptığı herhangi bir günah yüzünden değil de, sadece kötü birisi olduğu ve büyüdüğünde kötü birisi veya Şeytanın çocuğu olacağı için bir çocuğu öldürdüğünü görüyoruz. Unutmayınız ki, Salih Kul, Musa’nın henüz göremediği şeyleri görme yeteneğine sahip olan Allah’ın Yeryüzündeki bir Halifesiydi. Kur’an’da buyuruluyor: “Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi. O “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi. Musa: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın” dedi.” Nihayet dedi: “Çocuğa gelince, anası babası mümin insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik.”Apaçık görüyoruz ki, çocuk henüz hiçbir günah yapmamıştı, ama mutlaka yapacaktı, çünkü o, şeytanın işi idi.
Hatırlayınız ki, bir müminin kanını dökmek bundan önceki tüm dinlerde haram kılınmıştı, zira müminin kanı ahit ile korunmaktadır. Basitçe kafir olduğu için kafirlerin kanının dökülmesinin makul olması görüşü ilk başta, Allah’ın Nuh’a (aleyhisselam) kendi oğlunu yüzüstü bırakmasını emrettiğinde ortaya çıkıyor, fakat aslında Musevi Ahit’e kadar bu şey asla uygulanmamıştır. Bu, belki de Musevi Ahit’e dahil edilen en önemli eklemelerden biriydi; her zaman Adem ve evlatlarının kanını dökmekte kararlı olan Şeytan ve evlatlarının kanının helal kılınması. Gelin kesin olarak açık olalım: Biz kafirlerin kanının akıtılmasına göz yummuyoruz. Biz basitçe, İncil ve Kur’an’da geçen hikayeler doğrultusunda geçmiş ahitler kapsamında olanları tanımlıyoruz. Bellidir ki, bu ilahi müdahelelere veya önlemlere dayanan bu mantık, Şeytanın telafi edilemez soyunu ortadan kaldırarak kötülüğün, ahlaksızlığın ve fesadın yayılmasına karşı önlem almak içindi. Tabii ki, sadece Allah ve O’nun Halifesi kötülüğün ve fesadın kökünü kesmek amacıyla önlem alarak hareket etmek için ilme sahip olma kudretindedir.
Allah’ın diğer bir örneği; O’nun doğal olarak kötülük ve günahlar yapmak için büyüyen Şeytan evlatları olmak dışında henüz bir günah yapmamış çocukları önlem alarak ortadan kaldırması, Musa’nın (aleyhisselam) zamanında Mısırlılar için bir azaptı. Bu, özellikle ilk doğan çocukların ölmesi olarak biliniyor. Kutsal Kitap’ta şöyle geçiyor: “Musa firavuna şöyle dedi: “RAB diyor ki, ‘Gece yarısı Mısır’ı boydan boya geçeceğim. Tahtında oturan firavunun ilk çocuğundan, değirmendeki kadın kölenin ilk çocuğuna kadar, hayvanlar dahil Mısır’daki bütün ilk doğanlar ölecek.”
İşte, Allah’ın, çocukların ve bebeklerin öldürülmesine izin verdiği, Kutsal Kitap’tan olan bazı ayetler:
Yeşaya 13:16 – Yavruları gözleri önünde parçalanacak, evleri yağmalanacak, kadınlarının ırzına geçilecek.
Hoşea 13:16 – Samiriye halkı suçunun cezasını çekecek, çünkü Tanrısı’na başkaldırdı. Kılıçla yıkılacaklar, yere çalınıp parçalanacak yavruları, gebe kadınlarının karnı yarılacak.
2 Krallar 15:16 – O sırada Menahem, Tirsa Kenti’nden başlayarak, Tifsah Kenti’ne ve çevresinde yaşayan herkese saldırdı. Çünkü kentin kapısını kendisine açmamışlardı. Herkesi öldürüp gebe kadınların karınlarını bile yardı.
Çölde Sayım 31:17 – Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün.
Birkaç önemli noktanın üzerinde durmak isteriz:
1. Bu bölüme birkaç yeni yasa eklememize rağmen, Tevrat’ta belirtilen çok sayıda yasalar vardır, özellikle de Dördüncü Ahit’te yasaların nasıl karmaşık ve sayıca çok olduğunu belirten Levililer kitabında. Durum bunu gerektiriyordu, zira artık Musa (aleyhisselam) etkili bir şekilde sayısı yarım milyondan fazla olan bir milletin -İsraillilerin- devlet başkanı oldu. Ve bir milletin varlığı, ona bağlı tüm özel problemleri, şikayetleri ve meseleleri, o dönemde toplumun karşılaştığı tüm işleriyle ilgili yasaların yaratılmasını gerektiriyordu. Tevrat’ta bütün yasaları okuyabilirsiniz.
2. Bir milletin var olması ve milli devletin kurulması tehditlerin yükselmesine ve komşu milletlerle savaşlara yol açan bir şeydir. Eğer Allah İsrail milletinin yanındaysa, o zaman İsrailin düşmanları Allah’ın düşmanlarıdır. Ve doğal olarak kendilerini Kabil oğullarına karşı etkili biçimde savunmak için Ademoğullarına izin verilen yasalar konulmalıdır. Bundan ziyade, ilk üç ahitte kötülük iyilikten hep sayıca fazla oldu, hatta iyiliğin hiçbir zaman gerçek anlamda kendini savunma imkanları veya yeteneği olmadı. Bu ahitte Ademoğulları kendilerini Şeytanın ve Kabil’in evlatlarına karşı savunmak için ilk kez ender görünen bir fırsat yakaladı. O yüzden İsrailliler’e Şeytanın ve Kabil’in soyundan olan tüm erkekleri, kadınları ve çocukları mahvetmeye izin bahşedildi.
3. İlk üç ahitte henüz var olmayan birçok yasaklar yürürlüğe girdi. Toplumda özellikle uyum ve birliği korumak için evlilik, zina, eşcinsellikle alakalı yasaların hepsi yürürlüğe girdi. Öyle ki, birisi başkasının karısını alırsa, cezalandırılıyordu, çünkü bu, toplumun uyumunu kötü yönde etkiliyordu. Bundan önce, örneğin, evlilik dışı cinsel ilişkileri yasaklayan hiçbir açık yasanın olmamasına, hatta evlilikle ilgili bir tane bile olsun yasanın olmamasına rağmen, yine de erkekler, kadınlar ve komşular arasında kendilerinin makul gördükleri ve görmedikleri insan yapımı uzlaşmalar ve anlayışlar vardı. Ve İsrailoğulları bir kadının onu alan kişiden (kocasından) başkasıyla yatmasını kabul edilemez görüyorlardı, böylece bu, Musevi şeriatta da (böyle) kabul edildi. İsrailoğulları bir erkeğin, gücü yettiği kadar çok eş almasını da uygun buluyordu, bu da Musa tarafından kabul edilerek yasal edildi. Bunun gibi, diyet kısıtlamaları ve diğer tüm şeyler şunlardır: “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
4. Bu, belki de bu konu ile ilgili en önemli Kur’an ayetlerinden biridir, zira bu gösteriyor ki, Tevrat’tan (4. Ahit’ten) önce İsrailoğullarına her şey helal idi. Ve sonradan Musa (aleyhisselam) tarafından kabul edilen ve ilahi bir yasa olarak atanan haramlar İsrailin kendine haram kıldığı şeylerdi. Ve Allah bu ayette bize diyor ki, bana inanmıyorsanız gidin Tevrat’ı okuyup öğrenin ve 1. Ahit’ten 4. Ahit’e kadar yasaların nasıl geliştiğini kendiniz görün. Musa vefat ettiğinde Yuşa bin Nun kendilerini çevreleyen beldeleri ve milletleri fethederek Kabil oğullarından birçoğunu mahvetti ve büyük krallık – İsrail Krallığı kuruldu. Saul ilk İsrail Kralı oldu ve Samuel Peygamber aracılığıyla Allah tarafından atandı. Böylece, İsrail Krallığı, krallarının Allah tarafından atandığı tek millet oldu. Devlet sistemi Allah’ın hakimiyetiydi, bu yüzden onlar Allah’ın seçilmiş halkıydı. Diğer birçok lider ve kralların, tanrıların soyu olduklarını veya kendi meşruiyetlerini tanrılardan aldıklarını iddia etmelerine rağmen, İsrail, liderlerinin gerçekten de Allah’tan olduğu, Allah tarafından atandığı ve kendi isimlerinin önceki peygamberlerin vasiyetlerinde olduğunu ortaya koyabildiği, ilimlerini gösterebildiği ve Allah’ın hakimiyetine çağırdığı tek krallıktı. Kral Dâvud, İsrail’in ikinci kralı oldu. Şimdi biz ilginç bir şey görüyoruz, çünkü burada apaçık bir çelişki var. Kral Dâvud bir devlet başkanı olarak Musevi yasalardan birini açık bir şekilde bozuyor.
İlkbaharda, kralların savaşa gittiği dönemde, Dâvud kendi subaylarıyla birlikte Yoav’ı ve bütün İsrail ordusunu savaşa gönderdi. Onlar Ammonlular’ı yenilgiye uğratıp Rabba Kenti’ni kuşatırken, Dâvud Yeruşalim’de kalıyordu. Bir akşamüstü Dâvud yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. Dâvud onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdi. Adam, “Kadın Eliam’ın kızı Hititli Uriya’nın karısı Bat-Şeva’dır” dedi. Dâvud kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Dâvud’un yanına geldi. Dâvud aybaşı kirliliğinden yeni arınmış olan kadınla yattı. Sonra kadın evine döndü. Gebe kalan kadın Dâvud’a, “Gebe kaldım” diye haber gönderdi. Bunun üzerine Dâvud Hititli Uriya’yı kendisine göndermesi için Yoav’a haber yolladı. Yoav da Uriya’yı Dâvud’a gönderdi. Uriya yanına varınca, Dâvud Yoav’ın, ordunun ve savaşın durumunu sordu. Sonra Uriya’ya, “Evine git, rahatına bak” dedi. Uriya saraydan çıkınca, kral ardından bir armağan gönderdi. Ne var ki, Uriya evine gitmedi, efendisinin bütün adamlarıyla birlikte sarayın kapısında uyudu. Dâvud Uriya’nın evine gitmediğini öğrenince, ona, “Yolculuktan geldin. Neden evine gitmedin?” diye sordu. Uriya, “Sandık da, İsrailliler’le Yahudalılar da çardaklarda kalıyor” diye karşılık verdi, “Komutanım Yoav’la efendimin adamları kırlarda konaklıyor. Bu durumda nasıl olur da ben yiyip içmek, karımla yatmak için evime giderim? Yaşamın hakkı için, böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağım.” Bunun üzerine Dâvud, “Bugün de burada kal, yarın seni göndereceğim” dedi. Uriya o gün de, ertesi gün de Yeruşalim’de kaldı. Dâvud Uriya’yı çağırdı. Onu sarhoş edene dek yedirip içirdi. Akşam olunca Uriya efendisinin adamlarıyla birlikte uyumak üzere yattığı yere gitti. Yine evine gitmedi. Sabahleyin Dâvud Yoav’a bir mektup yazıp Uriya aracılığıyla gönderdi. Mektupta şöyle yazdı: “Uriya’yı savaşın en şiddetli olduğu cepheye yerleştir ve yanından çekil ki, vurulup ölsün.” Böylece Yoav kenti kuşatırken Uriya’yı yiğit adamların bulunduğunu bildiği yere yerleştirdi. Kent halkı çıkıp Yoav’ın askerleriyle savaştı. Dâvud’un askerlerinden ölenler oldu. Hititli Uriya da ölenler arasındaydı. Yoav savaşla ilgili ayrıntılı haberleri Dâvud’a iletmek üzere bir ulak gönderdi. Ulağı şöyle uyardı: “Sen savaşla ilgili ayrıntılı haberleri krala iletmeyi bitirdikten sonra, kral öfkelenip sana şunu sorabilir: ‘Onlarla savaşmak için kente neden o kadar çok yaklaştınız? Surdan ok atacaklarını bilmiyor muydunuz?
Yerubbeşet oğlu Avimelek’i kim öldürdü? Teves’te surun üstünden bir kadın üzerine bir değirmen üst taşını atıp onu öldürmedi mi? Öyleyse niçin sura o kadar çok yaklaştınız?’ O zaman, ‘Kulun Hititli Uriya da öldü’ dersin.” Ulak yola koyuldu. Dâvud’un yanına varınca, Yoav’ın kendisine söylediklerinin tümünü ona iletti. “Adamlar bizden üstün çıktılar” dedi, “Kentten çıkıp bizimle kırda savaştılar. Ama onları kent kapısına kadar geri püskürttük. Bunun üzerine okçular adamlarına surdan ok attılar. Kralın adamlarından bazıları öldü; kulun Hititli Uriya da öldü.” Dâvud ulağa şöyle dedi: “Yoav’a de ki, ‘Bu olay seni üzmesin! Savaşta kimin öleceği belli olmaz. Kente karşı saldırınızı güçlendirin ve kenti yerle bir edin!’ Bu sözlerle onu yüreklendir.” Uriya’nın karısı, kocasının öldüğünü duyunca, onun için yas tuttu. Yas süresi geçince, Dâvud onu sarayına getirtti. Kadın Dâvud’un karısı oldu ve ona bir oğul doğurdu. Ancak, Dâvud’un bu yaptığı RAB’bin hoşuna gitmedi. Natan Dâvud’u azarlıyor: RAB Natan’ı Dâvud’a gönderdi. Natan Dâvud’un yanına gelince ona, “Bir kentte biri zengin, öbürü yoksul iki adam vardı” dedi, “Zengin adamın birçok koyunu, sığırı vardı. Ama yoksul adamın satın alıp beslediği küçük bir dişi kuzudan başka bir hayvanı yoktu. Kuzu adamın yanında, çocuklarıyla birlikte büyüdü. Adamın yemeğinden yer, tasından içer, koynunda uyurdu. Yoksulun kızı gibiydi. Derken, zengin adama bir yolcu uğradı. Adam gelen konuğa yemek hazırlamak için kendi koyunlarından, sığırlarından birini almaya kıyamadığından yoksulun kuzusunu alıp yolcuya yemek hazırladı. Zengin adama çok öfkelenen Dâvud Natan’a, “Yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bunu yapan ölümü hak etmiştir!” dedi, “Bunu yaptığı ve acımadığı için kuzuya karşılık dört katını ödemeli.” Bunun üzerine Natan Dâvud’a, “O adam sensin!” dedi, “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Ben seni İsrail’e kral olarak meshettim ve Saul’un elinden kurtardım. Sana efendinin evini verdim, karılarını da koynuna verdim. İsrail ve Yahuda halkını da sana verdim. Bu az gelseydi, sana daha neler neler verirdim! Öyleyse neden RAB’bin gözünde kötü olanı yaparak, O’nun sözünü küçümsedin? Hititli Uriya’yı kılıçla öldürdün, Ammonlular’ın kılıcıyla canına kıydın. Karısını da kendine eş olarak aldın. Bundan böyle, kılıç senin soyundan sonsuza dek eksik olmayacak. Çünkü beni küçümsedin ve Hititli Uriya’nın karısını kendine eş olarak aldın.’ “RAB şöyle diyor: ‘Sana kendi soyundan kötülük getireceğim. Senin gözünün önünde karılarını alıp bir yakınına vereceğim; güpegündüz karılarının koynuna girecek. Evet, sen o işi gizlice yaptın, ama ben bunu bütün İsrail halkının gözü önünde güpegündüz yapacağım!’ Dâvud, “RAB’be karşı günah işledim” dedi. Natan, “RAB günahını bağışladı, ölmeyeceksin” diye karşılık verdi, “Ama sen bunu yapmakla, RAB’bin düşmanlarının O’nu küçümsemesine neden oldun. Bu yüzden doğan çocuğun kesinlikle ölecek.”
Bu yapılan Rabbin hoşuna gitmediği için ve Uriya’yı bu şekilde öldürdüğü için Dâvud’a kızmasına rağmen, Allah yine de onu affetti ve Bat-Şevayı bir kez bile olsun suçlamadı. Dâvud’u Bat-Şevadan olan oğlunun ölümüyle cezalandırdıktan sonra Allah onları kutsadı ve onlara yeni bir erkek çocuk verdi, onlar da onun ismini Süleyman koydular. Bu hikayeyi anlamak için birkaç şeyi dikkate almalıyız. Öncelikle, genellikle Müslümanların iddia ettiği, bunun uyduruk bir hikaye olduğu ve gerçek olmadığı anlayışını Kur’an yalanlıyor. Allah Kur’an’da buyuruyor:
Hani Dâvud’un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler. “Bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu, benim de bir tek dişi koyunum vardı; O’nu da bana ver dedi ve tartışmada beni yendi.” Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlanma diledi, eğilerek secdeye kapandı ve tevbe etti. Biz de onu bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır. “Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.”
Böylece, Dâvud, Natan, fakir kimse ve çok sayıda koyunu olan zengin kimsenin kıssası Kur’an’da bir kez daha tekrarlanıyor ki, Dâvud’la Bat- Şeva’nın yaşadıklarının hikayesini hiç kimse inkar edemesin. Allah’ın Dâvud ile meselesi şu ki, Dâvud, kendisinin çok sayıda karısı ve kulunun da yalnızca bir karısı olmasına rağmen, kendi samimi kullarından birini öldürerek karısını aldı. Son olarak da Dâvud adil değil, zira o, başkalarını (iki kişinin kıssasındaki yargısı), kendini yargıladığı gibi yargılamıyor. Allah Dâvud’u şu şekilde affetti:
1. Kendi kulunu öldürmesine gelince, İslami rivayetlerde geçiyor ki, Uriya’nın ölümünden sonra Allah ona, Dâvud’tan intikam alma ya da Dâvud’un makamına ulaşma seçimi verdi. Uriya ikinciyi seçti ve Dâvud’u affetti. Fakat Allah Dâvud’un ilk oğlunu hasta ederek öldürdü ve bu çocuk Uriya’nın ölümü içindi (kısas), göze karşılık göz, dişe karşılık diş. Bu yüzden Dâvud, ölümden dolayı affedildi.
2. Dâvud’un, onun karısını almasına gelince, Dâvud’un oğlu Avşalom tüm İsrail’in gözü önünde babasının tüm cariyeleriyle yattı. 2 Samuel kitabında şöyle geçiyor: “Sarayın damında Avşalom için bir çadır kurdular. Avşalom bütün İsrailliler’in gözü önünde babasının cariyelerinin yanına girdi.”
3. Başkalarını, kendini yargıladığından farklı yargılamasına gelince, Allah onu kendi hükmüyle yargıladı ve kendi terazisi ile cezalandırdı. Fakat birçok problemli konular hâlâ kalıyor. Ve bunlar, şu felsefi ve teolojik sorulardır: Peki, ya Dâvud farklı bir hüküm verseydi ve fakirin koyununu alan zengine karşı kabalık yapmasaydı, bu, Allah’ın hükmünü değiştirir miydi? Önceki üç ahitte zinayı yasadışı yapan hiçbir hüküm olmadığı halde, neden Allah aniden bu zina olayı yüzünden aşırı derecede hüzünlenerek öfkelendi? Nasıl olur, Süleyman gibi bir çocuk böyle bir nikah sonucu doğmuş olsun? Allah neden Bat-Şeva’ya öfkelenmedi?
Bu soruların cevabına gelince, görünen şu ki, Allah’ın temel sorunu Dâvud’un hüküm vermesiydi. Zira Allah adildir ve tüm dinlerde altın kural bu olmuştur: “İnsanların sizinle nasıl davranmalarını istiyorsanız, siz de onlarla öyle davranın”Bu yüzden, senin kendin için kabul ettiğin herhangi bir şeyi ve her şeyi Allah da kabul ediyor. Yalnız münafık olma, kendine gelince bir değerler ve kurallar toplusu, diğerlerine gelince ise başka bir toplu ile hükmetme. Ve eğer insanlar bir tek bu kuralın peşinden giderlerse, başka bir kurala gerek kalmaz. Gerçek şu ki, Karma’nın kendisi, bu bir kuralı sürdürmek için var edilmiştir, insanların sizinle nasıl davranmalarını istiyorsanız, siz de onlarla öyle davranın, böyle yapmazsanız, başkalarına yaptığınız şeyi kendiniz yaşayacaksınız. Öyleyse cevap bellidir, Allah’ın bu olay hakkındaki hükmü tamamen Dâvud’un kendi hükmüne dayanıyordu. Başkalarını neyle yargılarsa, kendini de öyle yargılaması gerekiyordu. Başkalarını affediyorsa, kendini de affedebilir. Başkalarını yargılıyorsa, kendini de yargılamalıdır. Başkaları için kullandığı teraziyi kendisi için de kullanmalıdır. Göründüğü gibi, bundan önce de ahitlerde gösterildiği gibi, Allah’ın bu kadar çok kültürel ve ahlaki normları kabul etmesinin nedeni de budur, onlar toplumda adalet ve uyumu negatif şekilde etkilemedikleri sürece. Çünkü Allah’ın sonuçta istediği şey barış ve uyumdur. Ve adalet, kendimizle davrandığımız gibi, başkalarıyla da davranarak tesis edilir. Örneğin, zikrettiğim hususu biraz daha açıklamak için derim ki, Dâvud çocukluğundan bir kadının birkaç erkekle evlenmesinin makul olduğunu düşünmek üzere inandırılıp programlanarak büyütülmüş olsaydı, sonra da Uriya’nın karısıyla yaptığı şeyi yapsaydı ve Natan o konuyu ona yeniden sunsaydı, onun hükmü doğal olarak farklı olurdu, bu yüzden ona kendi hükmü, kendi anlayışı ve kendisi için makul gördüğü şey ile hüküm verilmiş olurdu.
Belirtmek istediğim diğer bir nokta da şu ki, Dâvud, Musevi Ahit’i sürdüren Halife ve Allah’ın atadığı bir kraldı. Buna rağmen 10 emirden birini – “Komşunun karısına göz dikmeyeceksin” – çiğnedi ve gerçekte Adem’in yaptığı günahı yaptı. Onların her ikisi affedildi ve ilahi yasayı bozmaları yüzünden değiştirilmedi. Bu yalnızca bir şekilde açıklanabilir, bu da Allah’ın Halifesinin yasanın üstünde olmasıdır. Bu o anlama geliyor ki, çoğu ülkelerde devlet başkanının kendi makamında olduğu zaman suçlardan yargılanmayı yasaklayan (dokunulmazlık) yasaların olduğu gibi, Allah’ın Halifesi de ahdin yasalarını bozmakla suçlanmaktan münezzehtir. Örneğin ABD’de oturan bir cumhur başkanı suç duyurusundan veya soruşturmadan muaftır. Birleşik Krallık’ta Kraliçenin egemen dokunulmazlığı vardır, yani devlet başkanı olarak Kraliçe Elizabeth “yasal bir yalnış işleyemez ve hukuk davasından veya cezai kovuşturmadan muaftır”. Bunun gibi, Allah’ın Halifesi de makamındayken yasal bir yalnış işleyemez ve devlete ihanet dışında, makamından atılmaktan muaftır.
Böylece belli oluyor ki, Allahın Halifesi yasanın üstündedir ve şeriatın üstündedir. Artık anlıyoruz ki, Allah Bat-Şeva’yı neden suçlamadı ve ona neden gazap etmedi. Çünkü Bat-Şeva o zamanda Allahın Halifesi olan Kral Dâvud’a itaat etti. Ve Dâvud’u yargılamak ona düşmez. Allah sadece onu suçlamamakla kalmadı, bir de itaatinden dolayı mükafat olarak onu Kraliçe yaptı ve aynı zamanda Allah’ın Halifelerinden biri olan Kral Süleyman’ın annesi yaptı. Daha önce açıkladık ki, Allah’ın Halifeleri hata yapabilirler ve yapıyorlar da, fakat onları yargılamak insanlara düşmez.
Çünkü sadece Allah Kendi Halifesini yargılar. İnsanlara gelince, ilahi elçinin hakkaniyeti kendilerine kanıtlanmışsa, o zaman onların üzerine düşen ona itaat etmektir.
Süleyman Peygamber Dâvud’tan sonra atandı ve ona kendinden önce hiç kimseye verilmemiş bir saltanat verildi. Ona, sadece kendisinden öncekilere verilmemiş ilim, hikmet, anlayış ve yetki verilmekle kalmadı, bunun yanı sıra başkalarına verilmeyen zenginlik verildi. Süleyman hayvanların ve kuşların dilini anlıyor, rüzgar gibi doğa unsurlarına emredebiliyordu, ayrıca şeytanlar ve cinler üzerinde yetki sahibiydi. Onun 700 karısı ve 300 cariyesi vardı. 1 Krallar’da Süleyman hakkında şöyle deniyor: “Süleyman’ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı.”Bu şu anlama geliyor ki, 700 prensesle evliydi. Aşırı zengindi ve savurgan yaşam tarzı sürüyordu.
Süleyman’ın zenginliği: “Süleyman’a bir yılda gelen altının miktarı 666 talantı buluyordu. Tüccarların ve alım satımla uğraşanların getirdiği altın bunun dışındaydı. Arabistan’ın bütün krallarıyla İsrail valileri de Süleyman’a altın, gümüş getiriyorlardı. Kral Süleyman dövme altından her biri altı yüz şekel ağırlığında iki yüz büyük kalkan yaptırdı. Ayrıca her biri üç yüz şekel ağırlığında dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptırdı. Kral bu kalkanları Lübnan Ormanı adındaki saraya koydu. Kral fildişinden büyük bir taht yaptırıp saf altınla kaplattı. Tahtın altı basamağı, bir de altın ayak taburesi vardı. Bunlar tahta bağlıydı. Oturulan yerin iki yanında kollar, her kolun yanında birer aslan heykeli bulunuyordu. Altı basamağın iki yanında on iki aslan heykeli vardı. Hiçbir krallıkta böylesi yapılmamıştı. Kral Süleyman’ın kadehleriyle Lübnan Ormanı adındaki sarayın bütün eşyaları saf altından yapılmış, hiç gümüş kullanılmamıştı. Çünkü Süleyman’ın döneminde gümüşün değeri yoktu. Kralın gemileri Hiram’ın adamlarının yönetiminde Tarşiş’e giderdi. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve türlü maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi. Kral Süleyman dünyanın bütün krallarından daha zengin, daha bilgeydi. Tanrı’nın Süleyman’a verdiği bilgeliği dinlemek için dünyanın bütün kralları onu görmek isterlerdi. Onu görmeye gelenler her yıl armağan olarak altın ve gümüş eşya, giysi, silah, baharat, at, katır getirirlerdi. Süleyman’ın atlarla savaş arabaları için dört bin ahırı, on iki bin atlısı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim’e yerleştirdi. Fırat Irmağı’ndan Filist bölgesine, oradan da Mısır sınırına dek uzanan bölgedeki bütün krallara egemendi. Onun krallığı döneminde Yeruşalim’de gümüş taş değerine düştü. Sedir ağaçları Şefela’daki yabanıl incir ağaçları kadar bollaştı. Süleyman’ın atları Mısır’dan ve bütün öbür ülkelerden getirilirdi.”
Burada belirtmek isterdim ki, apaçık gördüğünüz gibi Allah’ın atadığı Halifenin zengin hayat sürmesi birinin kalkıpta onu inkar etmesi için sebep değildir, çünkü o zaman bizim Süleyman’ı da inkar etmemiz gerek. Süleyman’ın aşırı derecede çok karısı onun nihai düşüşüne, İsrail Krallığı’nda kaosa ve Allah’ın Krallığında sahte tanrıların ortaya çıkmasına, bunun sonucunda Süleyman’ın oğullarının İsrail’de güç kaybetmelerine yol açtı. Bu da bir sonraki ahit olan İsevi Ahit’te yasanın değiştirilmesine neden oldu, öyle ki, çok eşlilik yasadışı edilerek yalnızca tek eşli evlilikler uygulandı.