İbrâhim sordu: “Ya evlatlarım?” Allah buyurdu: “Benim ahdim zalimleri kapsamaz!”
İmam Sadık (minhusselam) buyurdu: “Kabil, ateşin Habil’in kurbanını kabul ettiğini gördüğünde, İblis ona dedi: ‘Hiç şüphesiz Habil o ateşe tapıyordu’, Kabil dedi: ‘Ben Habil’in taptığı ateşe tapmıyorum. Ben başka bir ateşe tapıyorum ve kurbanlarımı ona sunuyorum, o da kurbanlarımı kabul ediyor.’ Böylece, Kabil ateş tapınağı yaparak ona kurbanlar sundu ve onun Rab Allah hakkında hiçbir ilmi yoktu, evlatları da ondan, ateşe tapmak dışında hiçbir miras almadılar.”Bu kanıtlıyor ki, Adem (aleyhisselam) Kabil’i kendi oğlu saymıyordu ve Adem Kabil’e din konusunda asla hiçbir şey öğretmedi. Ateş, Adem’in hikayesinden ve Kabil ile Habil tarafından sunulan kurbanlardan bu yana, en başından beri ilahi dinlerde önem taşıyordu. Ateş gerçek ilahi dinlerde de, sahte dinlerde de önem taşımaya devam etti ve insanlar bu ikisi arasında hep çelişkide kaldılar. Örneğin, Zerdüştilik dini; İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurmuştur: “Bu din Zerdüşt Peygamber (aleyhisselam) tarafından kuruldu ve ismi, Zerdüşt’ten sonra onun takipçileri tarafından koyuldu.” Onlar ateşe tapanlar değildiler; oysa ondan sonra Kabil’in soyu sandı ki, Zerdüşt ateşe tapıyordu, tıpkı Kabil’in Adem (aleyhisselam) hakkında sandığı gibi. Böylece, dini tahrif ettiler ve insanlar bu konuda çelişkide kaldılar. Şimdiki devirde çoğu zannediyor ki, Zerdüştiler ateşe tapanlardır.
Zerdüşt Peygamber (aleyhisselam) Nuh’un (aleyhisselam) Şeriatı ile giden peygamberlerden biriydi, bu yüzden ateş onlarda önem taşıyordu. Bunun yanı sıra, Nemrud’un (lanetullahi aleyh) dönemindeki insanlar da Kabil’in dininden kalanlarla amel etmeye devam ediyorlardı; ateşin, Nemrud’un dininde de önem taşıdığını, hatta Nemrud’un İbrâhim’i kurbanlık olarak ateşe attığını görüyoruz. Nemrud İbrâhim’i ateşe taptırmaya çalıştı, o da reddettiğinde zorla ateşe atıldı. Oysa Nemrud’un kurbanı kabul edilmedi ve ateş, İbrâhim’i yakmadı, tıpkı Nemrud’un atası Kabil’in (lanetullahi aleyh) kurbanını kabul edip yakmadığı gibi. Yaratılış kitabında bir Yahudi Midraş’ında (rabbi rivayeti) şöyle geçiyor:
“O [İbrâhim], Nemrud’un huzuruna getirildi. Nemrut ona dedi: ‘Ateşe tap!’ İbrâhim: ‘O zaman ateşi söndüren suya mı tapayım?’ Nemrut: ‘Suya tap!’ İbrâhim: ‘O zaman suyu taşıyan buluta mı tapayım?’ Nemrut: ‘Buluta tap!’ İbrâhim: ‘O zaman bulutu uçuran rüzgara mı tapayım?’ Nemrut: ‘Rüzgara tap!’ İbrâhim: ‘Öyleyse, rüzgara dayanan insana mı tapalım?’ Nemrut: ‘Sen kelime oyunu yapıyorsun, ben ateşten başkasına boyun eğmem, seni de onun içine atacağım, boyun eğdiğin Allah gelsin de seni ondan kurtarsın!’ İbrâhim’in kardeşi Harran da oradaydı. O, kendi kendine dedi ki, ‘İbrâhim kazanırsa, diyeceğim ki, ben İbrâhim’in takipçisiyim. Nemrut kazanırsa, diyeceğim ki, Nemrud’un takipçisiyim.’ İbrâhim tandıra atılıp sağ kaldığında, Harran’a sordular ki, ‘kimin tarafındasın?’ O da, ‘İbrâhim’in!’ dedi. Onlar da onu alıp tandıra attılar, onun karnı yarıldı ve o, babası Terak’tan önce öldü.”
Nemrut Kenan’ın oğluydu, Kenan da Kabil’in ve İblis’in (lanetullahi aleyhum) soyundandı. Allah ile İkinci Ahit, Nemrud’un İbrâhim’i (aleyhisselam) öldürme teşebbüsü yüzünden sonlandı. Sonda, Allah İbrâhim ile Üçüncü Ahit’i yaptı. Sonra Allah Nemrut ve kavmine azap indirdi. O döneme kadar yeryüzündeki tüm insanlar tek bir dilde konuşuyorlardı; fakat Babilliler, Allah’a meydan okuyarak kendileri için bir ün salmak istediler ve “göklere erişecek” kocaman bir kule – Babil kulesini dikmeye kalkıştılar. Allah da Babil kulesini dağıtarak onları zelil etti ve küçük bir böcekle Nemrud’u ortadan kaldırdı. Bundan ziyade, Allah insanların dillerini karıştırdı ve onları birbirinden farklı birçok milletlere, kavimlere ve cemaatlere böldü.
Zeyd-i Şaham naklediyor ki, Ebi Abdillah (minhusselam) şöyle buyurdu: “Gerçekten de Allah İbrâhim’i Nebi yapmadan önce kul yaptı ve onu Resul yapmadan önce nebi yaptı. Ve onu Kendine Halil (Dost) yapmadan önce elçi yaptı. Ve onu İmam yapmadan önce Kendine Halil yaptı. Böylece, tüm bunlar tamamlandığında, Allah onun elini tutarak dedi: ‘Ey İbrâhim! Ben seni insanlara İmam yapıyorum!’ ve meselenin İbrâhim’in gözündeki büyüklüğünden dolayı, o dedi: ‘Ya evlatlarım?’ Allah buyurdu: ‘Benim ahdim zalimlere yetişmez!’”
Yaratılış kitabında şöyle geçer: “Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.” Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı, “Seninle yaptığım antlaşma şudur” dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın. Artık adın Avram değil, İbrâhim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım. Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım.” Tanrı İbrâhim’e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi, “Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.” Tanrı, “Karın Saray’a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi,
“Bundan böyle onun adı Sara olacak. Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.” İbrâhim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?” Sonra Tanrı’ya, “Keşke İsmail’i mirasçım kabul etseydin!” dedi. Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim. İsmail’e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım. Ancak ahdimi gelecek yıl bu zaman Sara’nın doğuracağı oğlun İshak’la sürdüreceğim.” Tanrı İbrâhim’le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi. İbrâhim evindeki bütün erkekleri –oğlu İsmail’i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini– Tanrı’nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi. İbrâhim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı. Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu. İbrâhim, oğlu İsmail’le aynı gün sünnet edildi. İbrâhim’in evindeki bütün erkekler –evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar– onunla birlikte sünnet oldu.”
Allah Adem (aleyhisselam) ve soyuyla, ayrıca Nuh (aleyhisselam) ve soyuyla ahit yaptığı gibi, İbrâhim ve soyuyla da Üçüncü Ahit’i yaptı. Fakat Allah açıkça buyurdu ki, bu ahit onun soyundan yalnızca salih kimselerle yapılacaktır, İblis’in ve Kabil’in soyundan gelenler bu ahde dahil olmayacaklardır. Allah İbrâhim’e onların ahdi için özel bir alamet verdi ve bu, Sünnet’ti. Sünnet, her zaman alimlerin, Allah’ın İbrâhim ve soyu için neden bu şahsına münhasır alameti seçtiğini açıklamakta aciz kaldıkları garip bir alamet olmuştur. Ademî Ahit’in alameti Ağaç’tı, Nuhaik Ahit’in alameti Gökkuşağı’ydı, İbrâhimî Ahit’in alameti de Sünnet’ti.
Sünnet erkeğin üreme organı kısmında yapılır ve bu uzuv hep elbiseyle kapatılır. Peki, bu kim için bir alametti? Bu alamet İbrâhimî Ahit’in kadınları, Adem’in (aleyhisselam) kızları ve Adem’in (aleyhisselam) soyu içindi ki, onlara sahip olmaya izin vermeden önce kendi kocalarının kim olduğunu bilsinler. Onlar Adem’in (aleyhisselam) oğulları mıdır yoksa Kabil’in maskelenmiş oğulları mıdır? Bu, İblis ve evlatlarının daha önce Havva’yı kandırdıkları gibi onları da kandırmamaları için olan bir alametti.
Yeni ahit ve onun şartı olan sünnet, o dönemin insanları için zordu. Allah sünneti onların soyunun İblis’in evlatlarıyla birleşmemesi için bir temizlenme aracı yaptı. İblis ve soyu sünnetli değildi. İsa (aleyhisselam) Barnabas İncili’nde bu konuyu şöyle açıkladı:
“Ve, işe bakın, İsa’yı bulmak için memleketinden ayrılan Kenanî bir kadın iki oğluyla birlikte gelmiyor mu! İsa’nın havarileriyle birlikte karşıdan geldiğini görünce, bağırdı: ‘İsa, Davud’un oğlu, kızıma merhamet et, cinler kendisine işkence ediyor!’ İsa, bir kelimeyle olsun cevap vermedi: çünkü onlar sünnet olmayan insanlardandı. Havarilerin acıma duyguları harekete geçip, dediler: ‘Ey muallim, onlara acı! Bak, nasıl da ağlayıp çığrışıyorlar!’ İsa cevap verdi: ‘Ben ancak İsrail kavmine gönderildim.’ Bunun üzerine, kadın iki oğluyla birlikte İsa’nın önüne gelip, ağlayarak dedi: ‘Ey Davud’un oğlu, bize merhamet et.’ İsa cevap verdi; ‘Ekmeği çocukların ellerinden alıp, köpeklere vermek doğru değildir.’ Ve, İsa bunu, onların temiz olmaması nedeniyle söyledi. Çünkü onlar, sünnet olmayan insanlardandı. Kadın cevap verdi: ‘Ey Rab, köpekler, sahiplerinin sofralarından düşen kırıntıları yerler.’ İsa, kadının sözüne hayran kalarak, dedi: ‘Ey kadın, senin İmanın çok hoş.’ Ve, ellerini gök yüzüne kaldırıp, Allah’a dua etti ve ardından dedi: ‘Ey kadın, kızın kurtulmuştur, var, huzurla yoluna git.’ Kadın ayrıldı ve eve döndüğünde, kızını Allah’ı tesbih ederken buldu. Bunun üzerine (şöyle) dedi: ‘Bildim ki, İsrail kavminin Tanrı’sından başka Tanrı yoktur.’ Ardından, tüm yakınları, Musa’nın kitabında yazılan kanuna göre (Allah)’ın kanununa teslim oldular. Havariler, o gün İsa’ya şunu sordular: ‘Ey muallim, neden o kadına, onların köpek olduğu şeklinde cevap verdin?’ İsa cevap verdi: ‘Bakın, size diyorum ki, bir köpek, sünnetsiz bir adamdan daha iyidir.’ Buna havariler üzülerek, dediler: ‘Bu sözler ağır, onları kim kabul edebilecek?’ İsa cevap verdi: ‘Eğer siz, ey budalalar, aklı olmayan bir köpeğin sahibi için neler yaptığını düşünürseniz, benim dediklerimin doğru olduğunu göreceksiniz. Söyleyin bana, köpek sahibinin evini koruyup, soyguncuya karşı hayatını ortaya koymaz mı? Kesinlikle, böyle. Fakat, ne görür (karşılığında)? Dayak, incinme, azıcık ekmek ve (yine de) sahibine daima neşeli bir yüz gösterir. Doğru değil mi?’ ‘Evet muallim, doğru’ diye cevap verdi havariler. Ardından İsa dedi: ‘Şimdi düşünün, Allah insana neler veriyor ve Allah’ın, kulu İbrâhim’e verdiği söze itibar etmemekte, onun ne kadar haksız olduğunu görün. Filistinli Calut karşısında İsrail kralı Saul’e Davud’un dediklerini hatırlayın ‘Rabbim! Senin kulun Senin kulunun sürüsüne bakarken, kurt, ayı ve arslanlar gelip, kulunun koyunlarını yakaladı; bunun üzerine, kulun gidip onları öldürerek, koyunları kurtardı.’ Ve işte onlara (ayı, arslan, kurt) benzemekten başka nedir bu sünnetsiz adam? Bu bakımdan kulun, İsrail’in Tanrısı Rabb adına gidecek ve Allah’ın kutsal milletine küfreden bu necisi öldürecek.’ Sonra havariler dediler: ‘Söyle bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet olması gerekir?’
İsa cevap verdi: ‘Allah’ın İbrâhim’e olan şu emri yetsin: ‘İbrâhim, kendinin ve evinde, bulunanların ön derisini al (sünnet et); bu seninle Benim aramda ebedî bir ahittir.’’ Ve bunu dedikten sonra, İsa seyretmekte oldukları dağın yanına oturdu. Ve, havarileri sözlerini dinlemek için yanına geldi. Sonra İsa dedi: ‘îlk insan Adem, şeytanın kandırması ile Allah’ın yasakladığı yemeği cennette yeyince, derisi ruhuna isyan etti; bunun üzerine yemin edip dedi: ‘Vallahi seni keseceğim!’ Ve bir kaya parçası bulup, taşın keskin kenarıyla kesmek için derisini ele aldı; bunun üzerine Cebrail tarafından azarlandı. Ve, cevap verdi: ‘Onu keseceğim diye Allah’a yemin ettim: Asla bir yalancı olmayacağım!’ ‘Ardından, Melek ona derisinin fazla kısmını gösterdi ve o da bunu kesti. İşte, bundan böyle nasıl herkes derisini Adem’in derisinden aldı ise, öyle de Adem’in bir yeminle söz verdiği şeyi yerine getirmekle yükümlüdür. Adem bunu oğullarına uyguladı ve bu sünnet zorunluluğu nesilden nesile süregeldi.’”
Burada belirtmek isterim ki, bu, Adem’in Fatımat’üz Zehra (minhesselam) ile ilişki yapmaya yeltenmesiyle yaptığı ilk günah olduğunun diğer bir delilidir. Bu, bedenin günahıydı, özellikle de cinsel bir günahtı. Bu yüzden, Adem burada kendi erkeklik organından intikam alarak taşın keskin ucuyla onu kesiyor. Zira Allah’a isyan eden o et, onun penisinin etiydi.
Barnabas İncili’nden olan rivayeti okumaya devam edelim: “Fakat İbrâhim’in zamanında yeryüzünde yalnızca birkaç kişi vardı sünnetli. Çünkü, şu putatapıcılık yeryüzünde pek yaygındı. Bunun üzerine, Allah İbrâhim’e sünnetle ilgili gerçeği söyledi ve bu ahdi yaptı. ‘Derisini sünnet ettirmeyecek kişiyi, ebediyyen kullarım arasından atacağım.’
Havariler İsa’nın bu sözleri üzerine konuşmasının ciddiyet ve ateşinden dolayı korkuyla titrediler. Sonra İsa dedi: ‘Korkuyu, ön derisini sünnet ettirmeyene bırakın, çünkü o, cennetten mahrumdur.’ Ve İsa bunu deyip ardından da şöyle konuştu: «Pek çoklarının ruhu Allah’ın hizmetine hazırdır, fakat beden zayıftır. Bu bakımdan Allah’tan korkan insan bedenin ne olduğuna, nereden geldiğine ve neyde yok olacağına bakmalıdır. Yeryüzünün çamurundan Allah bedeni yarattı. Ve ona bir iç üflemeyle hayat nefesini üfledi. Ve bu nedenle, beden Allah’ın hizmetinden geri kaldığı zaman, bu dünyada ruhundan nefret ettiği kadar, sonsuz hayatta onunla birlikte olacağı düşünülerek çamur gibi atmalı ve çiğnenmelidir. ‘Şimdiki halde bedeni, arzuları ortaya koyuyor —bütün iyiliklerin amansız düşmanıdır o—, çünkü tek başına günahı arzulayan odur.’ ‘İnsan, bir düşmanını tatmin etmek uğruna, Allah’ın, Yaratıcı’sının rızasını bir kenara mı atmalıdır? Buna dikkat edin, bütün veliler ve peygamberler, Allah’a hizmet için bedenlerinin düşmanı olmuşlardır. Bu nedenle de, Allah’ın kulu Musa’ya verilen kanuna karşı gelmemek ve gidip sahte ve yalancı tanrılara hizmet etmemek için, tereddüt etmeden ve severek ölüme gitmelidir. Dağların çöllük yerlerine kaçıp, yalnızca ot yiyen ve keçi derisi giyen İlya’yı hatırlayın. Ah, kaç gün ağzına yiyecek, içecek bir şey almadı! Ah, ne kadar da dayandı, sabretti! Ah, ne yağmurlar ıslattı onu ve yedi yıl necis îzabel’in acımasız zulümlerine tahammül etti! Arpa ekmeği yiyen ve kaba giysileri giyen Elisa’yı hatırlayın. İşte size söylüyorum ki, bedeni terketmekten korkmayan bu zatlardan krallar ve prensler şiddetle korkuyorlardı. Bedenin terkedilmesi için bu kadarı yetmelidir size ey insanlar. Taş türbelere bakarsanız, bedenin ne olduğunu bilirsiniz.’”
Artık sizlere bir köpeğin bir sünnetsizden daha iyi olduğu anlaşıldı, zira bir köpek Şeytandan ve soyundan daha iyi ve daha paktır. İbrâhimî Ahit, İbrâhim’e ve özellikle de soyuna (Ademoğullarına) has bir ahitti. Allah ona ve ailesine kendi topraklarına sahip Aden Cenneti gibi özel bir memleket irade etti. Ve Allah İbrâhim ve soyuna Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları bahşetti, yani Allah onu İbrâhim’e, İshak’a, İsmail’e, onlardan sonra da İsrail (Yakup) oğullarına bahşetti. Çünkü Allah şöyle buyurdu: “Ancak ahdimi İshak’la sürdüreceğim.”Bu yüzden İsmail ve soyu ahde dahil oldular, fakat Allah’ın bu ahitte seçtiği halk İshak oğullarıdır.
İbrâhim’in hikayesinde belirtmek istediğimiz ilginç noktalar vardır. İlk önce, şunu belirtmek isteriz ki, İbrâhim kendi kız kardeşi Sara ile evlendi, ve gerçekte o, onun üvey kız kardeşiydi. Bu, şunu da kanıtlıyor ki, ilk ahitte yakın akrabalar arasında evlilik caizdi, zira o dönemde verimli olup çoğalmak dışında bir emir, ağaçtan sakınmak dışında da bir yasak yoktu. Ve Nuhaik Ahit’te yakın akrabalar arasında evlilik yasal olarak kalıyordu. İbrâhim ve Sara da bu ahde göre amel ediyordu ve bu, Üçüncü Ahit’te de yasal olarak kaldı. Yaratılış kitabı 20:1-2’de gösteriliyor ki, İbrâhim ve Sara hem kardeş, hem de karı koca idiler: “İbrâhim Mamre’den Negev’e göçerek Kadeş ve Şur kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar’da kaldı. Karısı Sara için, ‘Bu kadın kız kardeşimdir’ dedi. Bunun üzerine Gerar Kralı Avimelek adam gönderip Sara’yı getirtti.” Ayrıca İbrâhim bunu Yaratılış kitabı 20:11-12’de de onaylıyor: “İbrâhim, ‘Çünkü burada hiç Tanrı korkusu yok’ diye yanıtladı, ‘Karım yüzünden beni öldürebilirler diye düşündüm. Üstelik, Sara gerçekten kız kardeşimdir. Babamız bir, annemiz ayrıdır. Onunla evlendim.’”
Sahih-i Buhari’de naklediliyor ki, Resulullah Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şöyle buyurdu: “İbrâhim Sara ile yürürken, tağutlardan birisi ona yaklaşarak şöyle dedi: ‘Gerçekten de bizimle birlikte öyle bir kişi vardır ki, yanında en güzel kadınlardan biri vardır, öyleyse ona birini gönder.’ O İbrâhim’e Sara’yı sordu: ‘Bu kim?’ İbrâhim, ‘Bacım’ dedi.”
İbrâhim’den fazla uzakta olmayan Sodom ve Gomorra şehirlerinde, eşcinsel ilişkiler dahil olmak üzere cinsel ilişkilerin diğer türleri de vardı. Onlara, İbrâhim’in yeğeni Lut Peygamber (aleyhisselam) gönderildi. Yaratılış 18:20-21’de belirtiliyor ki, insanlar Sodom ve Gomorra halkından Allah’a şikayetler ediyordu. Ve Allah oraya, inceleme yapmaları için erkek biçiminde bir çift melek gönderdi: “Sonra İbrâhim’e, ‘Sodom ve Gomora büyük suçlama altında’ dedi, ‘Günahları çok ağır. Onun için inip bakacağım. Duyduğum suçlamalar doğru mu, değil mi göreceğim.’”
Böylece, burada belirtmemiz gereken önemli bir gerçek açıklanmıştır. Burada görüyoruz ki, Sodom ve Gomorra halkı Rabb’e yükselen feryadın kaynağıydı. Feryat çok büyük bir şikayet ya da itirazdır. Böylece, insanlar Sodom ve Gomorra halkının kurbanı oluyor ve bundan Allah’a şikayet ediyorlardı. Aşağıda, “Yahudilerin Efsaneleri” kitabından olan bir Yahudi rivayetinde Sodom ve Gomorra halkının nasıl bir halk olduğu hakkında bir görüşe sahip oluyoruz:
“Sodom ve Gomorra ve diğer üç ova şehirlerinin sakinleri günaha batmış ve allahsızdılar. Onların ülkelerinde geniş bir dere vardı, onlar her yıl orada kendi karıları, çocukları ve yakınlarıyla birlikte toplanarak en iğrenç seks partilerinden oluşan, birkaç gün süren bayram kutlarlardı. Yabancı bir tacir onların alanından geçseydi, büyüyünden küçüğüne kadar herkes onun çevresini sararak sahip olduğu her şeyi soyarlardı. Sonunda her şeyini elinden alırlardı ve yolcu çırılçıplak kalırdı. Kurban kendi itirazını belirtmek için hangi birine yaklaşsaydı, onunla konuşmak bir yana kalsın, hiç önemsemezlerdi. En sonunda da onu şehirden kovarlardı. Günlerin bir günü Elam şehrinden yolculuğa çıkmış birisi akşamleyin Sodom’a ulaştı. Hiç kimse ona gecelemek için barınak vermedi. Sonunda Hedor isimli kurnaz tilki gibi birisi onu güler yüzle kendi evine davet etti. Bu Sodomlu, yabancının eşeğinin belinde iple bağlı olan olağanüstü güzel ender bir halıya hayran olmuştu ve onu ondan çalmak istiyordu. Hedor’un dostça kanıları, yabancıyı, onunla bir gecelik kalmayı beklerken, iki gün kalmaya ikna etti. Yola koyulma zamanı geldiğinde ev sahibinden halı ile ipi istedi. Hedor dedi: ‘Sen bir rüya gördün ve senin rüyanın tabiri böyledir: ip senin ömrünün bir ip gibi uzun olacağının belirtisi; rengarenk halı da senin bir meyve bağının olacağının ve orada tüm çeşitten meyve ağaçları ekeceğinin belirtisidir.’ Yabancı ısrarla halısının rüya fantezisi değil, gerçek olduğunu belirtti ve onu geri vermesini talep etti. Hedor ise yalnızca misafirden herhangi bir şey aldığını reddetme ile yetinmedi, hatta onun rüyasını tabir ettiği için ödeme yapmasını ısrar etti. Bu tür hizmetlerin fiyatının genelde dört gümüş olduğunu, fakat onun misafir olduğunu göz önünde bulundurarak minnetle üç gümüşe razı olacağını söyledi. Uzun tartışmadan sonra meseleyi Sodom’un hakimlerinden olan Şerek isimli hakime götürdüler. O da davacıya dedi, ‘Hedor bu şehirde güvenilir bir rüya yorumlayan biri olarak biliniyor ve o, sana ne diyorsa, doğrudur.’ Yabancı, fetvaya razı olmadığını belirtti ve kendi hakkını talep etmeye devam etti. Sonra Şerek davacıyı da, davalıyı da yargıç odasından kovdu. Bunu gören sakinler toplanıp yabancıyı şehirden kovdular. Halısını kaybettiği için ağlayan yabancı kendi yoluna devam etmek zorunda kaldı. Sodomun kendine layık bir hakimi vardı, diğer şehirlerin de aynı – Gomorro’daki Şarkar, Adma’da Zabnak, Zeboyim’de Manon.
İbrâhim’in kölesi Elyezer bu hakimlerin isimlerine onların amellerinin doğasına uygun biçimde değişiklikler etti: birinciyi Şakkara, yani yalancı, ikinciyi Şakrura, yani hilekar, üçüncüyü Kezban, yani sahtekar, dördüncüyü de Mazliddin, yani yargı saptırıcı diye çağırdı. Bu hakimlerin teklifiyle bu şehirlerde, toplum içinde yataklar kuruldu. Ne zaman bir yabancı gelseydi, üç kişi onun başından, üç kişi de ayağından yakalayarak zorla yataklardan birine fırlatırlardı. Eğer yatak ona büyük gelseydi, o altı refakatçi onun beden uzuvlarını o kadar çekiştirip burkarlardı ki, nihayet yatağa sığardı; eğer yatak ona çok küçük gelseydi, güç birliğiyle onu sıkıştırmaya çalışırlardı, ta ki kurban ölmek haddine gelirdi. Onun çığlıkları karşılığında şunu derlerdi, ‘Bizim memleketimize giren kim olursa olsun, ona böyle yapılacaktır.’ Bir süre sonra yolcular bu şehirlerden kaçındılar, ama eğer bazı zavallılar ihanete uğrayarak o şehirlere girseydi, onlar ona altın ve gümüş verirlerdi, ama açlıktan ölsün diye bir dilim ekmek bile vermezlerdi. Ve o ölür ölmez şehir sakinleri gelerek ona verdikleri işaretlenmiş altın ve gümüşlerini geri alırlardı. Ve onun elbiselerini paylaşırken kavga yaparlardı, zira onu çıplak bastırırlardı. Bir defasında İbrâhim’in kölesi Elyezer, Lut’un hatırını sormak için Sara’nın emriyle Sodom’a gitti. Şehre girdiğinde, halkın bir yabancının elbiselerini soyduğunu gördü. Elyezer o zavallının hakkını savundu. Sodomlular da ona karşı çıktılar; biri onun alnına taş atarak bir hayli kan kaybetmesine neden oldu. Taşı atan kanın fışkırdığını görür görmüz hacamat yaptım diyerek ücret istedi. Elyezer kendisini yaralayan o kişiye ücret vermeyi reddetti ve hakim Şakkara’nın huzuruna çıkarıldı. Karar onun aleyhinde oldu, zira o memleketin kanunu zarar vericiye ücret isteme hakkı veriyordu. Elyezer hemen bir taş alıp hakimin alnına attı. Bolluca kan aktığını gördüğünde hakime dedi ki, ‘Benim borcumu o adama ver, paranın geri kalanını da bana ver.’
Onların acımasızlığının nedeni aşırı servet sahibi olmalarıydı. Toprakları altındı, cimrilikleri ve açgözlülükleri yüzünden daha fazla altın istiyor, zengin yabancıları kendi servetlerinden zevk almaktan mahrum etmek istiyorlardı. Bu nedenle, onlar kara yollarını su akınlarıyla dolduruyorlardı ki, böylece şehirlerine götüren yollar kapansın ve hiç kimse oraya yol bulamasın. Onlar insanların yanı sıra, hayvanlara karşı da acımasızdılar. Onlar kuşların yediği şeyleri onlara çok görüyor, bu nedenle de onları mahvediyorlardı. Birbirleriyle de ahlaksızca davranıyor, daha fazla altın sahibi olmak için katliam yapmaktan da geri kalmıyorlardı. Bir kişinin bir sürü servete sahip olduğunu görselerdi, onlardan ikisi ona komplo kuruyordu. Onu kandırarak harabelerin yakınına götürüyorlardı; onlardan biri onu tatlı sohbete tutuyor, diğeri de onun yanında durduğu duvarın altını oyuyordu ki, duvar onun üstüne yıkılsın ve onu öldürsün. Sonra da bu iki komplocu onun servetini kendi aralarında bölüyorlardı. Başkalarının servetiyle kendilerini zengin etmenin diğer yöntemi de onlar arasında yaygındı. Onlar usta hırsızlardı. Ne zaman hırsızlık yapmaya karar verseler, ilk önce kendi kurbanlarına bir miktar para emanet ederlerdi ve öncesinde paraya koyu parfüm sürerlerdi. Bir sonraki gece onun evine girerek parfüm kokusuyla onun gizli yerini bulup sakladığı hazineleri soyarlardı. Kanunları fakirlerin zarar etmesi için tasarlanıyordu. Birisi ne kadar zenginse, kanun da o kadar onun yararına çalışıyordu. İki öküzü olan kimse bir gün çoban hizmeti yapmaya mecburdu, fakat onun bir öküzü olmuş olsaydı, iki gün hizmet etmek zorundaydı. Fakir bir yetim, büyük sürüler verilmiş, kendisine zulmedenden intikamını almak için emanet edilmiş tüm hayvanları öldüren kimseden daha uzun süre sürülere bakmak zorundaydı. Ve deriler soyulurken işin belirlenmesindeki yürürlülük yöntemine uygun biçimde, iki baş hayvan sahibine bir deri, bir baş hayvan sahibine de iki deri vermek gerekiyordu. Vapur kullanmak için yolcu dört zuz vermeliydi, fakat kendisi suyun içinden geçseydi, sekiz zuz vermeliydi. Sodomluların acımasızlığı bunlarla bitmiyordu. Lut’un Paltit isimli bir kızı vardı, bu ismin koyulmasının nedeni İbrâhim’in yardımıyla esirlikten kurtulduktan kısa zaman sonra doğmuş olmasıydı. Paltit Sodom’da evlenmişti ve orada yaşıyordu. Bir seferinde bir dilenci şehre geldi ve yargıç, açlıktan ölmesi için kimsenin ona yiyecek vermemesi gerektiğini belirten bir fetva çıkardı. Fakat Paltit bu zavallıya acıyarak her gün kuyudan su çıkarmaya gittiğinde, su kovasında sakladığı bir dilim ekmeği ona veriyordu. İki gühankar şehir olan Sodom ve Gomorra’nın sakinleri bu dilencinin neden ölmediğini anlayamadılar ve birisinin ona gizlice yiyecek verdiğinden şüphe ettiler. Üç kişi dilenciye yakın yerde saklanarak Paltit’i ona yiyecek verirken yakaladılar. O, insaniyetinin bedelini ölümle ödemek zorundaydı; onlar onu ateşte yaktılar. Adma kavmi de Sodom’dan hiç de geri kalmıyordu. Bir keresinde bir yabancı bir gece geceleyip sabah yoluna devam etmek niyetiyle Adma’ya geldi. Bir zenginin kızı onu karşıladı, onun ricasıyla ona içmesi için su ve yemesi için ekmek verdi. Adma halkı toprak yasasının bozulduğunu duyduğunda, kızı yakalayıp hakimin huzurunda yargıladılar, o da kızı ölüme mahkum etti. Halk onun üzerine başından ayağına dek bal sürerek arıların ilgisini çekecek yere terkettiler. Arılar da onu ölünceye dek vurdular. Ve bu merhametsiz halk onun yürek burkan haykırışlarını hiç önemsemediler. İşte bundan sonra Allah bu günah ehlinin helak edilmesine karar verdi.”
“İki melek akşamleyin Sodom’a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kalktı. Yere kapanarak, “Efendilerim” dedi, “Kulunuzun evine buyurun. Ayaklarınızı yıkayın, geceyi bizde geçirin. Sonra erkenden kalkıp yolunuza devam edersiniz.” Melekler, “Olmaz” dediler, “Geceyi kent meydanında geçireceğiz.” Ama Lut çok diretti. Sonunda onunla birlikte evine gittiler. Lut onlara yemek hazırladı, mayasız ekmek pişirdi. Yediler. Onlar yatmadan, kentin erkekleri – Sodom’un her mahallesinden genç yaşlı bütün erkekler– evi sardı. Lut’a seslenerek, “Bu gece sana gelen adamlar nerede?” diye sordular, “Getir onları da yatalım.” Lut dışarı çıktı, arkasından kapıyı kapadı. Kardeşler, lütfen bu kötülüğü yapmayın” dedi, “Erkek yüzü görmemiş iki kızım var. Size onları getireyim, ne isterseniz yapın. Yeter ki, bu adamlara dokunmayın. Çünkü onlar konuğumdur, çatımın altına geldiler.” Adamlar, “Çekil önümüzden!” diye karşılık verdiler, “Adam buraya dışardan geldi, şimdi yargıçlık taslıyor! Sana daha beterini yaparız.” Lut’u ite kaka kapıyı kırmaya davrandılar. Ama içerdeki adamlar uzanıp Lut’u evin içine, yanlarına aldılar ve kapıyı kapadılar. Kapıya dayanan adamları, büyük küçük hepsini kör ettiler. Öyle ki, adamlar kapıyı bulamaz oldu. İçerdeki iki adam Lut’a, “Senin burada başka kimin var?” diye sordular, “Oğullarını, kızlarını, damatlarını, kentte sana ait kim varsa hepsini dışarı çıkar. Çünkü burayı yok edeceğiz. RAB bu halk hakkında birçok kötü suçlama duydu, kenti yok etmek için bizi gönderdi.” Lut dışarı çıktı ve kızlarıyla evlenecek olan adamlara, “Hemen buradan uzaklaşın!” dedi, “Çünkü RAB bu kenti yok etmek üzere.” Ne var ki damat adayları onun şaka yaptığını sandılar. Tan ağarırken melekler Lut’a, “Karınla iki kızını al, hemen buradan uzaklaş” diye üstelediler, “Yoksa kent cezasını bulurken sen de canından olursun.” Lut ağır davrandı, ama RAB ona acıdı. Adamlar Lut’la karısının ve iki kızının elinden tutup onları kentin dışına çıkardılar. Kent dışına çıkınca, adamlardan biri Lut’a, “Kaç, canını kurtar, arkana bakma” dedi, “Bu ovanın hiçbir yerinde durma. Dağa kaç, yoksa ölür gidersin.” Lut, “Aman, efendim!” diye karşılık verdi, “Ben kulunuzdan hoşnut kaldınız, canımı kurtarmakla bana büyük iyilik yaptınız. Ama dağa kaçamam. Çünkü felaket bana yetişir, ölürüm. İşte, şurada kaçabileceğim yakın bir kent var, küçücük bir kent. İzin verin, oraya kaçıp canımı kurtarayım. Zaten küçücük bir kent.” Adamlardan biri, “Peki, dileğini kabul ediyorum” dedi, “O kenti yıkmayacağım. Çabuk ol, hemen kaç! Çünkü sen oraya varmadan bir şey yapamam.” Bu yüzden o kente Soar adı verildi. Lut Soar’a vardığında güneş doğmuştu. RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı. Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti. Ancak Lut’un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi. İbrâhim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB’bin huzurunda durduğu yere gitti. Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu. Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrâhim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok ederken Lut’u bu felaketin dışına çıkarmıştı. Lut Soar’da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti, onlarla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı. Büyük kızı küçüğüne, “Babamız yaşlı” dedi, “Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok. Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım.” O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Ertesi gün büyük kız küçüğüne, “Dün gece babamla yattım” dedi, “Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat.” O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Böylece Lut’un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar. Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar’ın atasıdır. Küçük kızın da bir oğlu oldu, adını Ben-Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular’ın atasıdır.”
Bundan ziyade, Sodom ve onu çevreleyen şehirlerde sık sık katliamlar ve haksızlıklar yapılıyordu. Meleklerin ziyaretiyle açıkça görüyoruz ki, şehirlerin her yerinden genç ve yaşlı tüm erkekler istisnasız bu meleklere taciz etmek için geldiler. Bu şu anlama geliyor ki, şehrin tümü yeni ziyaretçi sandıkları herhangi bir kimseye taciz etmekle meşguldü. Bu da onların, erkek bedenine girmiş iki meleği kaçırarak taciz etmeleri için Lut’un evine girmeye kalkışmalarıyla apaçık gösteriliyor.
Ayrıca görüyoruz ki, şehirde Lut’un kızlarıyla evleneceklerine söz vermiş ve şehrin sakinlerinden olan iki damadı vardı. Bu şu anlama geliyor ki, bu iki damat Lut’un kendi kızlarını seks yapmaları için halka önermesine itiraz etmedi. Lut nasıl bir peygamber olabilir ki, madem kendi kızlarını grup seksi için öneriyor, üstelik onlar sözlüyken? Nedeni, o zamanda ilk üç ahitte bu tür cinsel ilişkileri (örn. grup seksi) yasaklayan hiçbir yasa yoktu. Peki, öyleyse birisi eşcinselliğin de (o zamanda) henüz yasaklanmadığını iddia edemez miydi? Eşcinsellik Musevi Ahit’te haram ediliyor ve Levililer 18:22’de açıkça belirtiliyor. “Kadınla yatar gibi bir erkekle yatma. Bu iğrençtir.”
Yine Levililer 20:13’te: “Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.” Ve cevap bellidir, bu gerçektir, ne olursa olsun eşcinsellik ameli kendiliğinde bir günahtı, çünkü bu, Allah’ın “verimli olup çoğalın” emrine doğrudan zıttı, çünkü eşcinsel ilişkiden hiçbir evlat doğmaz. İlahi kanunlar açısından, Sodom ve Gomorra halkı ahdin birkaç büyük kanununu bozmakla suçlanıyordu. Sık sık bozdukları o kanunlardan biri katliam, diğeri ise Allah’ın verimli olup çoğalma emriydi ki, Allah tarafından Adem’e (aleyhisselam), sonra da Nuh’a (aleyhisselam) verilmiş ve İbrâhim tarafından Üçüncü Ahit’te de asla kaldırılmamıştı. Ve önceki ahitten olan herhangi bir yasa veya emir yeni ahit tarafından değiştirilmediği ya da kaldırılmadığı sürece yasa olarak kalıyor. Kur’an’da konunun bu olduğu belli oluyor. Araf Suresi, 80-84. ayetlerde şöyle geçiyor: “Lût’u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz? Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz.” Kavminin cevabı ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlardır!” demek oldu. Bunun üzerine biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab içinde kalanlardan oldu. Onların üstüne (taş) yağmuru yağdırdık. Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu.” Ve Kur’an’da Şu’arâ Suresinde 165. ve 166. ayetlerde şöyle geçiyor: “Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz.”
Kur’an’da apaçık belirtiliyor ki, bu şehirlerin halkından bazılarının muhtemelen eşleri varken, çoğu kadınları tamamen bırakıp şehvetlerini erkeklerle öldürüyorlardı. Bu da o anlama geliyor ki, Sodom ve Gomorra halkı Allah’ın ilk “verimli olup çoğalın” emrini çiğniyorlardı. Onlar kadınlarla cinsel ilişkiden tamamen uzak duruyorlardı. Bu da onların azabı haketme nedenlerinden biridir. Bundan ziyade, onlar zaten şehri ziyaret edenleri ve masum insanları katlettikleri için suçluydular. Lut’un hikayesinden çok önemli bazı noktaları da açıklamak isteriz:
1. Dikkat ettik ki, Nuh’un kendi karısını kendisiyle götürmeye izin verildiği, sonra da ihaneti ve kötülüğü yüzünden düştüğü gibi, aynı şekilde, Lut’a da kendi karısını götürmeye izin verildi ve o da şehrin çıkışında arkasına döndü ve helak oldu.
2. Görüyoruz ki, alkol tüketimi Üçünce Ahit’te hâlâ geçerliydi. Lut ve kızları da alkol tüketiyorlardı.
3. Ayrıca belirtmek isteriz ki, baba ile kızları arasında cinsel ilişkiler de caizdi ve ilk üç ahitte bunu kısıtlayan hiçbir yasa yoktu. Lut kendi kızlarıyla bu izdivacı yapıyor ve ondan iki millet doğuyor. Ayrıca o, kendi kızlarını evinden dışarıda halkla grup seksi için öneriyor ve biz Sodom ve Gomorra halkının grup seksi veya seks partileri yaptıklarını biliyoruz.
4. Sodom ve Gomorra halkı Lut ve ailesi hakkında diyor ki, “Onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlardır”. Bu da doğrudan sünnet etmeye isnat eder, zira Lut da İbrâhimî Ahit’e bağlı olarak bunu yapardu. Ve sünnet sözünün Arapçadan harfi tercümesi “temizlik”tir.
5. Lut kendi kızlarını önerdiğinde Sodom ve Gomorra halkı ona dedi: “Senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.”Bu şu anlama geliyor ki, onların onun kızları üzerinde hiçbir hakları yoktu, çünkü onlar sünnetsizdiler ve İbrâhimî Ahit’e bağlı olan kadınlar sadece sünnetli erkeklerle, yani Adem oğulları ile evleniyorlardı, Kabil’in soyu ile değil.
6. Lut, Sodom ve Gomorra şehirlerini terketmekte tereddüt etti ve melekler tarafından oradan çıkarıldı, daha sonra o, fazla uzağa gitmek istemedi ve ona, yakınında olan bir şehirde sığınak verildi. Bu tereddüt Lut’un peygamber olarak faaliyet yaptığı dönemde olan kusur ve hatalarından biriydi.
Eşcinselliğe gelince, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bana açıklamıştır ki, cinslerin doğal meyledişi şu ki, erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere meylerderler. O (minhusselam) belirtti ki, eşcinsel olan çoğu insanlar iki nedenin birinden dolayı böyle olurlar, ya çocuk istismarının kurbanı olarak ya da böyle doğarak; ebeveynlerinden ya da büyük ebeveynlerinden biri eşcinsel olmuş ya da aynı cinse meyli olmuştur. Bu şu anlama geliyor ki, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) birçok dinlerde, özellikle de İslam dininde olan bu geleneksel bakış açısını inkar ediyor: “eşcinseller basitçe öldürülmesi veya taşlanması gereken sapıklardır.” Tam tersi, İmam (minhusselam) buyuruyor ki, erkeklerde ve bayanlarda doğal cinsel meylediş karşı cinse yönelik olmalı, bu da çoğalma amacı taşır. Aslında eşcinsellerin, aynı cinse meyletme duyguları yüzünden suçlanmamaları gerek, zira çoğu durumlarda bu ya onlara babadan kalmış genetik bir özellik, ya da çocuk istismarının kurbanı oldukları içindir. Bunların hiçbirisi onların suçu değildir.
Irak’ta davanın başlangıcında, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) müminler için ilk ibadet evi açtığında, oraya bir eşcinsel erkek geldi. İmam’ın (minhusselam) takipçileri, onun orayı terketmesini istediklerini belirttiler, zira onlara göre, onun aralarında bulunması kendilerinin ve dinin itibarını gözden düşürecekti, çünkü o, şehirde eşcinsel olarak bilinen biriydi. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bunu duyunca çok sinirlendi ve onlara dedi: “Ben Allah’ın kapılarını onun yüzüne kapatırsam, o zaman o kimin kapısını çalacak?” ve onu geri döndürdü. Bunun gibi, bizim dinimiz ve cemaatlerimiz eşcinsellere ve tüm yaşam biçimlerinden olan insanlara hoşgeldin diyor, zira Allah’ı aramada samimi olan kimse, içten münafıkken sahte dindarlık sergileyen kimseden daha şereflidir.
Sodom ve Gomorra’nın bulunduğu yere gelince; yeryüzünün en düşük rakımı, Ürdün ve Filistin topraklarında, deniz seviyesinin yaklaşık 416 metre altında bulunan Ölü Deniz’dir. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam), Ölü Deniz’in, üç İbrâhimî din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da Allah tarafından mahvedilmiş Sodom ve Gomorra şehirlerinin bulunduğu yer olduğunu onaylamıştır. O (minhusselam) buyurmuştur: “Ölü Deniz şu anda kurumaktadır ve orada insanların görüşlerini değiştirecek eski eserler ortaya çıkacaktır, eğer gizlemezlerse çok şey değişecektir.”
Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçiyor: “Emrimiz geldiğinde onun en yüksek noktasını en düşük noktası yaptık.”Yanlış çevirenler ayeti şöyle çevirmişler: “Emrimiz gelince, [memleketin] en yüksek rakımını en düşük rakımı yaptık.” Ya da şöyle: “Emrimiz gelince, memleketin altını üstüne getirdik.”
Ama işin aslı şu ki, Arapçada şehir veya kasaba kelimesi söylenmiyor, sadece deniyor ki: “Biz onun en yüksek noktasını en alçak yaptık.” Eğer bugün Ölü Deniz yeryüzünün en düşük noktasıysa, o zaman o, (bir zamanlar) yeryüzünün en yüksek noktası olmuş olmalıydı. Yeryüzünün en yüksek rakımı bir zamanlar Everest dağından daha yüksekte bulunan Sodom ve Gomorra şehirleriydi. Allah orayı mahvetti ve en düşük rakım yaptı. Bir gecede dünyanın en yüksek rakımından en düşük rakımına.