"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nuh ile olan 2. Ahit – Bilgenin Gayesi

Allah Nuh’a ve oğullarına şöyle dedi: “Sizinle ve gelecek kuşaklarınızla ahdimi yapıyorum”

Bu yeni anlayışla ve İmam Ahmed El-Hasan’ın (minhusselam), İblis’in oğlu Kabil’in (lanetullahi aleyh) aslını açıklamasıyla belli oluyor ki, tufanın amacı aslında yeryüzünü lanetli İblis’in soyundan temizlemek, ayrıca ahdi bozmanın cezasıydı. Her defasında bir ahit bozulduğunda yeryüzüne bir azap iner. Sonra Rab insanlarla yeni bir ahit yapar. Adem (aleyhisselam) ağaçtan yediğinde ilk ahdin bozulmasının cezası Adem’in (aleyhisselam) Aden Cenneti’nden kovulmasıydı. Allah onları affetti, ama insanlar, Nuh’a ve Adem’den sonraki peygamberlere (aleyhimusselam) karşı inançsızlık ve düşmanlıklarıyla ahdi yeniden bozduklarında Allah onları tufanla cezalandırdı.

Nuh (aleyhisselam) insanlara öğüt vermek, onları Allah’a çağırmak ve ıslah etmeye çalışmak için yıllarını harcadı. Hepsi Nuh’u (aleyhisselam) reddetti ve onu dinlemek bile istemedi. Kur’an’da deniyor ki, onlar, Nuh’u (aleyhisselam) dinlememek için parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar ve elbiseleriyle yüzlerini kapattılar. O zaman yeryüzü büyük şehirler kurmuş ve çoğu sayıda çocuklara sahip Kabil’in evlatlarıyla doluydu. Allah İblis’e söz vermişti ki, ona sayı itibariyle Adem’e verdiğinden daha fazla evlat verecektir. Bu konuda çok sayıda rivayetler vardır. İmam Sadık (minhusselam) bir hadiste şöyle buyuruyor:

“İlk kıyas yapan ve kibirlenen İblis’ti ve kibir, Allah’a olan ilk itaatsizlik ameliydi. O buyurdu: ‘İblis dedi: ‘Allahım, Adem’e secde etmememi mazur gör ve ben Sana öyle ibadet edeceğim ki, ne bir mukarrep melek ne de bir mürsel nebi Sana öyle ibadet etmiştir.’ Allah buyurdu: ‘Benim, senin ibadetine ihtiyacım yok, fakat Ben Kendi istediğim gibi Bana ibadet olunmasını isterim, senin istediğin gibi değil.’ O, yine ibadet etmeği reddetti ve Allah buyurdu: ‘O yeri terket, sen necissin, gerçekten de Benim lanetim Kıyamet Gününe dek senin üzerinedir.’ İblis dedi: ‘Allahım, Sen nasıl adilsin ve hiç haksızlık yapmazsın ki, şimdi benim iyi amellerimin mükafatını zayi ettin?’ O buyurdu: ‘Hayır, mükafat olarak dünyada istediğin şeyi benden dile, sana onu vereceğim.’ O da Allah’tan ilk olarak Din Gününe kadar mühlet istedi ve Allah buyurdu: ‘Sana bunu bahşettim.’ İblis dedi: ‘Bana izin ver, kanın damarda aktığı gibi onların içinde akayım.’ Allah buyurdu: ‘Onların damarlarında akmana izin verdim.’ İblis dedi: ‘İki tane benden dünyaya gelmediği sürece, onların bir tane bile evlat doğurmalarına izin verme.’”

O, İblis’e Kabil aracılığıyla bu nesilleri verdi. İncil’de, Yuhanna kitabında şöyle geçiyor: “Şeytan’a ait olup kardeşini öldüren Kayin gibi olmayalım. Kayin kardeşini neden öldürdü? Kendi yaptıkları kötü, kardeşinin yaptıkları doğru olduğu için öldürdü.”

Kabil’in evlatları Allah’a kafir oldular ve Adem’in (aleyhisselam) evlatlarına zulmederek Adem ile Nuh arasında geçen yıllar boyunca büyük cinayetler işlediler. Sonda Allah Nuh’a (aleyhisselam) emretti ki, bir gemi yapsın. Eba Abdillah (minhusselam) buyurdu:

“Nuh peygamber Rabbinden kavmine azap indirmesini istedi, Allah da ona bir hurma çekirdeği ekmesini vahyetti ve (bildirdi ki) o çekirdek büyüyüp meyve verdiğinde ve Nuh da onun meyvesinden yediğinde, onun kavmine azap indirerek onları helak edecektir. Nuh, çekirdeği ekti ve kendi sahabelerini bundan haberdar etti. Hurma büyüyüp meyve verdiğinde, Nuh onun meyvelerini derip yediğinde ve sahabelerine de verdiğinde, sahabeleri ona dediler: ‘Ey Allahın Peygamberi, bize vadettiğin şey ne oldu?’ Nuh Rabbine dua ederek ona verdiği vaadi yerine getirmesini istedi. Allah ona yeniden çekirdek ekmeyi vayhetti ve bildirdi ki, hurma ağaç olup meyve verdiğinde ve Nuh da ondan yediğinde, onlara azap gönderecek. Nuh (aleyhisselam) kendi sahabelerini bundan haberdar etti. Onlar üç fırkaya bölündüler: bir fırka irtidat etti, bir fırka münafık oldu, bir fırka da (Nuh’a imanda) sabit kaldı. Nuh bu ameli yerine getirdi. Hurma ağaç olup meyve verdiğinde, Nuh onun meyvelerini derip yediğinde ve sahabelerine de yedirdiğinde, sahabeleri ona dediler: ‘Ey Allahın Peygamberi, bize verdiğin vaat ne oldu?’ Nuh Rabbine dua etti. Allah ona üçüncü kez çekirdek ekmeyi vahyetti ve bildirdi ki, çekirdek ağaç olup meyve verince kavmini helak edecek. Nuh (aleyhisselam) yeniden sahabelerini bundan haberdar etti. Onlar üç fırkaya bölündüler: bir fırka irtidat etti, bir fırka münafık oldu, bir fırka da Nuh’la birlikte sabit kaldı. Nuh bu işi 10 kez tekrarladı ve her defasında onlar üç fırkaya bölündüler. Öyle ki, onuncu kez olduğunda, onun özel mümin sahabelerinden birkaçı onun yanına gelip dediler: ‘Ey Allahın Peygamberi, bize verdiğin vaadi yerine getirsen de getirmesen de (biliyoruz ki,) sen doğru konuşan mürsel peygambersin ve bize ne yaparsan yap, seninle ilgili şüphe etmeyiz.’ Onların bu sözünden sonra Allah, Nuh’un sözünden dolayı kavmini helak etti. Özel müminleri ise onunla birlikte gemiye bindirdi. Allah onları, arındıktan, saflaştıktan ve temizlendikten sonra kurtardı. Nuh’u da onlarla birlikte kurtardı.”

O günlerde Nuh Kabil’in evlatlarından olan, ismi ateş anlamına gelen Nuriye isimli bir kadın ile evliydi. O, Nuh’a vefasızlık yaptı ve ihanet etti. İlk kez gemi yapıldıktan sonra Nuriye gemiye binmek istedi, fakat onun adaletsizliğinden dolayı Nuh, onun gemiye binmesine izin vermedi, Nuriye de gemiyi yakıp kül etti. Allah’ın vaadinin ve azabının ertelenmesinin nedeni işte buydu. Nag Hammadi derlemesinde “Liderlerin Doğası” başlıklı gnostik metinde şöyle geçiyor:

“Yöneticiler birbirleriyle istişare yaparak dediler, ‘Haydi, kendi amellerimizle bir tufan kaldıralım ve insandan hayvana kadar tüm bedenleri mahvedelim.’ Güçlerin lideri onların kararını öğrendiğinde Nuh’a dedi ki, ‘Kendin için çürümeyen tahtadan bir gemi yap ve sen, evlatların, büyüğünden küçüğüne dek cennet hayvanları ve kuşları – hepiniz onun içinde saklanın ve onu Seir dağının başına koyun.’ Sonra Nuriye onun yanına gelerek gemiye binmek istedi. Nuh ona izin vermeyince, o da gemiye üfleyerek onu ateşledi. Nuh yeniden, ikinci kez gemi yaptı.”

Mısır’daki gnostik mezheple ilgili yazılarda meşhur tarihçi Epifanyus, Nuriye ve geminin hikayesinin ilave detaylarını ortaya koyuyor. O yazıyor ki, Nuriye üç kez gemiye binmeyi talep etti ve üç farklı zamanda onu yakıp kül etti, tüm bunlar onun, tufanın yaklaştığı gerçeğine inandığı içindi. Fakat aynı zamanda o, inanıyordu ki, Nuh’un planı içinde, tufanda ondan kurtulmak da vardı. Gerçek şu ki, o, gemiyi 10 kez yakıp kül etti ve her defasında bunu gizlice yaptı. Her seferinde sahabeler şaşırdı ve içlerine şüphe düştü, zira onlara garip gelen şuydu ki, eğer Nuh gerçekten de bir peygamberse, Allah geminin yanıp kül olmasına neden izin verdi. Geminin yanması nedeniyle vaat 10 kez ertelendi. Ve Allah bu olayları, Nuh’un mümin cemaatini şüphecilerden kurtarmak için bir imtihan ve fırsat olarak kullandı. Nuh Nuriye’ye acıdı ve sonunda onun gemiye binmesine izin verdi. Kutsal Kitap’ta (Yaratılış kitabında) şöyle geçiyor: “Nuh, oğulları Sam, Ham, Yafet, Nuh’un karısıyla üç gelini tam o gün gemiye bindiler.”

O gün gemiye binenler toplamda 8 kişi veya 4 çift ediyor. Birçok Arap kaynaklarında, Nuh (aleyhisselam) ile birlikte yalnızca 7 sadık müminin kaldığı belirtiliyor: Nuh’un eşi, üç oğlu ve onların eşleri. Hamran naklediyor ki, Ebi Cafer (minhusselam) Allah’ın, [Ona birkaç kişi dışında kimse iman etmedi] kelamı hakkında şöyle buyurdu: “Onlar sekiz kişiydiler.”

Nuriye’nin gemiye binmesine izin verilmesinin üç başlıca nedeni vardı:

1. Nuh’un gemiyi yapmak için ona yardım eden sahabelerinin ve destekçilerinin birçoğu ondan yüz çevirdiler. Eğer Nuriye bu kez de gemiyi yakıp kül etseydi, Nuh (aleyhisselam) ve evlatları bundan önceki tüm o çalışanlar olmadan, onu bir daha yapamazlardı.

2. Nuriye beldenin en meşhur, nüfuzlu ve güçlü kişilerinden biriyle Nuh’a (aleyhisselam) ihanet ettiği için aşırı derecede korkuyordu ve bu sırrı yüzünden Allah’ın, onu affetmeyeceğini düşünüyordu. O, kendi kendine düşündü ki, Nuh (aleyhisselam) bunu kesinlikle biliyor ve onu, suda boğulması için terketmeyi planlıyor, bu yüzden onun gemiye binmesine izin vermiyor. Nuriye gemiye kabul edilinceye dek onu yakmaya devam edecekti.

3. Nuriye insanlara acıyordu ve onların mahvolmasını istemiyordu, oysa İblis, Nuh’un insanlara azap indirilmesi için dua etmesinden son derece memnundu. Bu konu Ehl-i Beyt’in (aleyhimusselam) birçok rivayetlerinde apaçık geçiyor: İmam Ali bin Muhammed (minhusselam) buyurdu: “İblis Nuh’a geldiğinde, ona şöyle dedi: ‘Sen bana büyük bir iyilik yaptın, o yüzden bana danış, seni kandırmayacağım.’ Onun sözleri ve talebi Nuh’un canını yaktı. Allah Nuh’a vahyetti ki, ‘Onunla konuş ve ona sor, bırak senin üzerine hüccet olan belli bir meseleyi sana söylesin.’ Nuh (aleyhisselam) da İblis’e dedi: ‘Konuş’. İblis dedi: ‘Biz Ademoğlunu cimri, kıskanç, zalim veya aceleci gördüğümüzde, topu yakalar gibi onu yakalarız. Böylece, bu tavırlar onda toplandığında biz onu “Şeytan” diye çağırırız.’ Nuh dedi: ‘Peki, ya demin söylediğin büyük iyilik nedir?’ O dedi: ‘Sen Allah’a dua ettin ki, yeryüzündeki insanları mahvetsin, böylece, bir saat içinde onların hepsini cehennem ateşine attırdın, beni de (bu zahmetten) kurtarmış oldun. Onlara azap inmesi için yaptığın dualar olmasaydı, [bunu başarmak] benim ömrümü alırdı.’”

Nuriye gemide olmaya layık olmasa da, Nuh’un (aleyhisselam) hatırı için ve insanların helak olmasını istemediği için Allah ona merhamet etti ve onu gemiye kabul etti. Kutsal Kitap’ta (Yaratılış kitabında) şöyle geçiyor: “RAB Nuh’a, ‘bütün ailenle birlikte gemiye bin’ dedi, ‘Çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.’”

Tufan’dan sonraki dönemde gerçekleşmiş, diğer ilginç bir olaya bakalım:

“Nuh peygamber gemiyi yapıp bitirdiğinde ve her şey hazır olduğunda, Allah’a kendi müşrik kavminden şikayet ederek dua etti ki, Allah onların hepsini helak etsin. Ve onlara hüccet tamamlandığı için Allah azap gönderdi. Böylece, tufan gelerek tüm kafirlerin üzerine indi ve onları helak etti. Kafirler helak olduktan, yağmur dindikten ve Nuh’a iman edenler kurtulduktan sonra, gemi son menzile yetişip durdu. Müminler gemiden indikten sonra çeşitli mesleklerde çalışmaya ve ev işleriyle uğraşmaya başladılar. Nuh’un mesleği çanak çömlek yapmaktı. O, onları yapıp insanlara satar ve kendi günlük ihtiyaçlarını bununla karşılardı. Bir gün bir melek insan cildinde ona gelerek birkaç çömlek aldı ve onları kırmaya başladı. Nuh ona baktı. Her defa bir çömlek kırdığında, Nuh hiçbir şey söylemeden acı çekerek hüzünleniyordu. Sonunda Nuh daha yeni yapıp sattığı o çömleklerin kırılmasına dayanamayıp onun (meleğin) üstüne bağırarak dedi: ‘Sen ne yapıyorsun be adam?! Benim kendi ellerimle yaptığım bu çömlekleri neden kırdın?’ O adam (melek) dedi: ‘Ben bunları senden satın aldım ve onlar artık benim malım oldu, bundan böyle senin onlarla bir alakan yok ve onlarla istediğimi yapabilirim.’ Nuh (aleyhisselam) dedi: ‘Doğrudur, onları benden satın aldın ama ben onları binbir zahmetle yaptım ve bunun için emek sarfettim. Hatta sen onları benden satın aldıktan sonra da ben onları sevmeye devam ediyorum ve ben kendi emeğimin meyvesini ve eziyetimin sonucunu senin harap etmeni kabul etmiyorum.’ O adam (melek) dedi: ‘Sen bu çömlekleri yaratmadın, sadece yaptın, buna rağmen onların kırılmasına seyirci kalamıyorsun. Peki, ya Allah’ın yarattıklarını hepten mahvetmesi için O’na nasıl da dua ediyordun?!’ Bu olaydan sonra Nuh o denli ağlayıp feryat etti ki, insanlar onu Nuh (feryat eden) diye çağırdılar.”

Bu yorum apaçık gösteriyor ki, tufan başladığı zamandan gemi duruncaya dek tüm bu yıllar boyunca Allah Nuh’un kendi kavmine azap istemesini nazara aldı ve tüm bu yıllar boyunca onu tembih etmek için bu noktaya getirdi. Tufan sonrası Allah Nuh (aleyhisselam) ile yeni bir ahit yaptı ve bu, ilk ahitten farklı bir ahitti. İkinci Ahit Birinci Ahit’te olmayan yeni emir ve hükümleri kapsıyordu. Kutsal Kitap’ta Nuhaik Ahit’in detayları ve kanunları şöyle geçiyor:

“Allah, Nuh’u ve oğullarını kutsayarak, “Verimli olun, çoğalıp yeryüzünü doldurun” dedi, “Yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümü sizden korkup ürkecek. Yeryüzündeki bütün canlılar, denizdeki bütün balıklar sizin yönetiminize verilmiştir. Bütün canlılar size yiyecek olacak. Yeşil bitkiler gibi, hepsini size veriyorum. Yalnız kanlı et yemeyeceksiniz, çünkü kan canı içerir. Sizin de kanınız dökülürse, hakkınızı kesinlikle arayacağım. Her hayvandan hesabını soracağım. Her insandan, kardeşinin canına kıyan herkesten hakkınızı arayacağım. Kim insan kanı dökerse, kendi kanı da insan tarafından dökülecektir. Çünkü Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Verimli olun, çoğalın. Yeryüzünde üreyin, artın.” Allah Nuh’a ve oğullarına şöyle dedi: “Sizinle ve gelecek kuşaklarınızla ahdimi yapıyorum, sizinle birlikteki bütün canlılarla –kuşlar, evcil ve yabanıl hayvanlar, gemiden çıkan bütün hayvanlarla. Sizinle ahdimi sürdüreceğim: Bir daha tufanla bütün canlılar yok olmayacak. Yeryüzünü yok eden tufan bir daha olmayacak.” Tanrı şöyle sürdürdü konuşmasını: “Sizinle ve bütün canlılarla kuşaklar boyu sonsuza dek sürecek antlaşmamın belirtisi şu olacak: Yayımı bulutlara yerleştireceğim ve bu, yeryüzüyle aramdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Yeryüzüne ne zaman bulut göndersem, yayım bulutların arasında ne zaman görünse, sizinle ve bütün canlı varlıklarla yaptığım ahdi anımsayacağım: Canlıları yok edecek bir tufan bir daha olmayacak. Ne zaman bulutlarda yay görünse, ona bakıp yeryüzünde yaşayan bütün canlılarla yaptığım sonsuza dek geçerli ahdi anımsayacağım.” Tanrı Nuh’a, “Kendimle yeryüzündeki bütün canlılar arasında sürdüreceğim ahdin belirtisi budur” dedi.”

Allah’ın Nuh’a verdiği ilk emir Adem’e (aleyhisselam) verdiği emrin aynısıydı: “Verimli olun ve çoğalıp yeryüzünü doldurun”. Allah Adem’i seçtiği gibi Nuh’u da seçti ve Adem’i bereketlendirdiği gibi Nuh’u da bereketlendirdi. Allah’ın onlara verdiği bu “verimli olun ve çoğalın” emri İlk Ahit’ten İkinci Ahit’e kadar değişmeden kaldı. Ağaca yaklaşmama emri ise İkinci Ahit’te yoktu, zira Ağaç Aden Cenneti’ndeydi. İnsanlar Aden Cenneti’nde olmadıkları için ‘İlim Ağacı’ndan uzak durma emri de artık söz konusu değildi. Rab Nuh’a (aleyhisselam) İlk Ahit’te olmayan ve et yeme gibi daha önce uygulanmamış yeni emirler verdi. Allah Nuh’a (aleyhisselam) hayvanları diri diri yemeği haram etti ve Nuh (aleyhisselam) sadece Rabb’e kurban edilerek kesilen hayvanların etinden yiyebilirdi. İslam’da sadece helal kesilmiş hayvanların etinden yemek sünneti de buradan geliyor: yüzü kıbleye döndürülerek, Allah’ın adı ile kesilenler. Hayvanlar kurban niyetiyle bu şekilde kesiliyordu. Ayrıca Allah İkinci Ahit’te insanların ve herhangi bir canlının başka türlü herhangi bir şekilde öldürülmesini haram kıldı. Bu yüzden Allah, katliam yapmanın hesabını soracağını söyledi ve ceza olarak da idam fermanını verdi.

Ulü’l-Azm (En Azimli Veliler) Kur’an’ın, Ahit Peygamberlerini tanımlamak için kullandığı bir ibaredir. Ahit Peygamberleri insanlık için ilahi yasalar ve şeriat koymakla görevlendirilirler. Allah’ın insanlığa gönderdiği Ahit Peygamberleri sayı itibariyle beş kişidir: Nuh Peygamber, İbrâhim Peygamber, Musa Peygamber, İsa Peygamber ve Muhammed Peygamber (hepsine salat ve selam olsun). Adem’e (aleyhisselam) gelince, o da bir ilahi ahit sahibidir, fakat o, Ulü’l-Azm’den değildir, çünkü ahdi bozdu. Osman bin İsa, Sama’a’dan naklediyor ki, Ebi Abdillah (aleyhisselam) şöyle buyurdu:

Kıyamet gününe dek helal, ‘haramı’ da Kıyamet gününe dek haram olarak kalacaktır. Bunlar elçilerden Ulü’l-Azm olanlardır.”

Bu yüzden de toplam 124,000 kişi olan tüm peygamberlerin mesajları, Adem’in (aleyhisselam) şeriatından Muhammed’in (O’na ve Ailesine Selam Olsun) şeriatına dek yukarıda geçen şeriatlerden birine tabidir. Adem (aleyhisselam) ve Nuh (aleyhisselam) arasında gelmiş Allah’ın peygamberleri olan Habil, Şit, İdris ve diğerleri Ademî Ahit’in şeriatıyla amel ettiler. Nohaik Ahit’i şahsına munhasır kılan şey ise, onun, bugüne dek hâlâ kullanılmasıdır. Ve bizler bu konuyu bir sonraki bablarda örneklerle açıklayacağız. Nuh (aleyhisselam) ile olan İkinci Ahit İbrâhim’in (aleyhisselam) zamanına kadar devam etti.

Yeryüzünün İblis’in soyundan ve Kabil’in evlatlarından temizlenmesi gerekiyordu, yalnızca önceden de buyurulduğu gibi Nuh’un (aleyhisselam) evlendiği, Kabil’in soyundan olan bir kadın dışında. Nuh’un Nuriye’den üç oğlu vardı: Sam, Ham ve Yafet. Nuriye’nin Yam adında dördüncü oğlu da oldu, ama o, Nuh’un biyolojik oğlu değildi. Bu konuda Allah apaçık buyuruyor: “Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin vaadin elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, bilmediğin şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.”13 Allah Tahrim Suresinde de şöyle buyurur: “Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara ihanet ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.”

Yıllar boyunca İslam alimleri bu ayetleri çeşitli yönlerde tefsir etmeye çalıştılar. Onlar dediler ki, bu kadınların ihaneti evlilik ihaneti değil, iman açısından olan ihanetti, zira bir peygamberin karısının ona ihanet etmesi imkansızdır. Ve dediler ki, Kur’an’da isnat edilen Nuh’un (aleyhisselam) oğlu, “O, asla senin âilenden değildir” diye buyurmasına rağmen onun biyolojik oğluydu. İslam alimleri arasındaki ortak görüş şu ki, sadece Nuh’un oğlunun imanı babasından farklıydı. Oysa Kur’an’ı tarafsız biçimde, karakterlere hiçbir kutsallık veya masumiyet yüklemeden okuduğumuzda, hakikat ayan beyan ortaya çıkıyor. Gerçek şu ki, Nuh’un karısı ona ihanet etti ve gebe kaldı. Ebü’l-Hasan (aleyhisselam) “Ey iman edenler, Allah’a samimi bir tövbe ile tövbe edin” âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kul tövbe eder ve yaptığı şeye bir daha dönmez. Şüphesiz Allah’ın en sevgili kulları Allah’a gerçek tövbe edenlerdir.” Ali bin İbrahim, Allah’ın ‘Allah örnek gösterdi’ sözleri hakkında şöyle dedi: “Sonra Allah onları örnek gösterdi” ve şu ayeti okudu: “Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara ihanet ettiler.” Vallahi, ‘onlara ihanet ettiler’ sözüyle zinadan başka bir şeyi kastetmedi.”

Nuh’un eşi gayrimeşru bir erkek çocuğu taşıdı, Nuh da onu kendi biyolojik oğlu zannediyordu. Oysa o, Nuh’un biyolojik oğlu değildi ve Kur’an’da da aynen buyurulduğu gibi: “senin âilenden değildir”. Al-i Muhammed’in (Selam Onlardandır) rivayetleri bu gerçeği onaylamıştır: Zürare Ebi Cafer’den (minhusselam) naklediyor ki, o, Nuh’un “Oğlum, bizimle birlikte gemiye bin” ibaresiyle ilgili buyurdu: “O, onun oğlu değildi.” Ben dedim: “Ama Nuh “oğlum” dedi?” O buyurdu: “Nuh bunu bilmediği için dedi.”

Şimdi biz bu oğulun Kur’an’da geçen bu cevabını anlıyoruz: “Ben bir dağa sığınırım”17 Bu dağın gerçekte fiziksel bir dağ ile alakası yoktur. Bu onun, Nuriye’nin kendisiyle Nuh’a (aleyhisselam) ihanet ettiği biyolojik babasıydı. O, nüfuzlu bir amelsiz alimdi. Arapça dağ kelimesinin karşılığı olan “Cebel” kelimesinin aslında o dönemde kullanılan bir isim olduğunu belirtmekte fayda vardır. Tevrat’ta da Nuh (aleyhisselam) zamanında yaşamış olan ve “sürü sahibi göçebelerin atası”18 olarak bilinen “Cebel” adında bir adamdan söz edilmektedir.

Henry Corbin kendi “İsveçborg ve Ezoterik İslam” isimli kitabında Gemi ve Nuh’un oğlunun sığındığı dağ hakkında derin sembolizmi açıklayan bir gnostik tefsir zikrediyor:

“[Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu.] (Kur’an 11:42), yani: ezoterik öğretiyle kuşanmış İmam kendi davasında onun çağrısına cevap verenlerle birlikte ilim denizinde mistik bir Gemi gibi yüzüyor; o, herkese yüksek ruhsal marifeti öğretmek için bir mistik sınırdan diğerine yüzüyor; karşılaştığı, dağlar gibi yükselen dalgalar kağıt üzerinde bilge olan, gerçek anlamda ilimden yoksun olmalarına rağmen bilim adamları olarak geçip giden zahir alimleridir; tıpkı dalgaların aldatıcı biçimde yüksek dağlar görüntüsü verdikten sonra çöktükleri gibi, onlar da İmamın önünde çökerler. İlahi dava (mistik gemi) da alim havasında olan bu insanların başları üzerinden yüzüp geçer. O onları, geminin dalgaları yardığı gibi yarar. Onlar, deniz dalgalarının kalkarak birbiriyle çarpıştığı gibi kendilerini şişirerek insanları kendi yüzeysel ilimleriyle korkuttukları halde, o (dava) onların üzerinden yüzüp geçer… Fakat davaya girenler, orada onların saptırmasından korunurlar, bir yolcunun bir gemide dalgalardan korunduğu gibi.”

Bu yüzdendir ki, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) Kur’an’ı, hep kıssalarda tanımlanan karakterlerin amellerinden kutsallık varsayımlarını bir kenara koyarak, normal bir kitap gibi okumayı belirtmiştir. Bu, (Kur’an-ı Kerim’e) karakterler ve gerçekleşen olaylar hakkında önyargılı görüşlere dayanan objektif olmayan tefsirler etmek yerine, onu daha objektif, tarihe dayalı biçimde ve daha doğru anlamayı sağlıyor. Bundan ziyade, harfî olmayan sembolik anlamları da hesaba katmak önemlidir.

Yam ve Kenan hakkında bazı Arapça kaynaklar ve rivayetler bir araya toplanmış ve onları bir kişi yapmıştır. Oysa onlar iki isme sahip bir kişi değildir; gerçekte onlar iki farklı kişidir. Yam suda boğulan evlattır. Kenan, Kenanlıların babasıdır ve tufandan sonra doğmuştur. Kenan halkı Kenan’ın nesliydi ve Kutsal Kitap’ta bahsi geçen Samice konuşan bir kavimdi. Eğer bu insanların babası Kenan tufanda boğulmuş olsaydı, onlar bugün varolamazlardı. Doğrusu Yam ve Kenan karakterleri raviler tarafından bir karakter haline getirilmiştir, zira onlardan hiçbirisi Nuh’un biyolojik oğlu değildir. Onlardan biri tufan öncesi, diğeri de tufan sonrası doğmuştur.

Tevrat ve İncil, Kur’an’ın, Nuh’un eşi ve oğlu hakkındaki sözlerini kanıtlıyor. Tevrat’ta (Yaratılış kitabında) şöyle deniyor: “Nuh çiftçilik yapmaya başladı ve bir üzüm bağı dikti. Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı. Kenan’ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı. Sam’la Yafet bir giysi alıp omuzlarına attılar, geri geri yürüyerek çıplak babalarını örttüler. Babalarını çıplak görmemek için yüzlerini öbür yana çevirdiler. Nuh ayılınca küçük oğlunun ne yaptığını anlayarak, şöyle dedi: ‘Kenan’a lanet olsun, köleler kölesi olsun kardeşlerine. Övgüler olsun Sam’ın Tanrısı RAB’be, Kenan Sam’a kul olsun. Allah Yafet’e bolluk versin, Sam’ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yafet’e kul olsun.’”

Kutsal Kitap alimleri bu hikayenin anlamı ve “Kenan’ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce” kelamının tefsiriyle ilgili farklı düşünüyorlar. Bunun gerçekte ne anlama geldiğini anlamak için Levililer kitabına bakmamız gerek: “Babasının karısıyla yatan, babasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de kesinlikle öldürülecektir. Ölümü hak etmişlerdir.”

Şimdi anlaşıldı ki, “babasının çıplaklığını ortaya çıkarmak” veya “babasını çıplak görmek” ibareleri eski çağ insanlarına göre babanın karısı ile ilişkiye girmek anlamına geliyordu, zira insanın çıplaklığı onun karısıdır. Öyle ki, Nuh’un karısı kendi oğlunun çocuğuna gebe kaldı ve Nuh bu çocuğa daha doğmadan lanet etti, adını da Kenan koydu, ve onun anlamı “Kabil’den” demektir, bu da onun haksız amel veya haksız evlat, Kabil’in oğlu veya şeytan olacağını belirtiyordu. Kenan’ın, gerçekten de Nuh’un karısı ile oğlu Ham’ın evladı olduğu konusunda meseleye ek delil olarak Tevrat’ta geçen bu pasajlara bakalım: “Gemiden çıkan Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafet idi. Ham Kenan’ın babasıydı.” Yaratılış kitabında yine buyuruluyor ki, “Kenan’ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı.” Böylece, kanıtlanmış oldu ki, Kenan’ın babası Ham’dır. Gelin şimdi de annesinin kim olduğuna bakalım. Yaratılış kitabında buyuruluyor: “Kenan’a lanet olsun, köleler kölesi olsun kardeşlerine.” Nuh Kenan’a lanet ederek onu kardeşlerine köle yaptı. Peki, ya Kenan’ın kardeşleri kim? Yaratılış kitabında şöyle geçiyor: “Allah Yafet’e bolluk versin, Sam’ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yafet’e kul olsun.”Böylece, Kenan’ın kardeşleri Yafet ve Sam’dı, Ham ise Kenan’ın hem babası, hem kardeşiydi.

Kenan’ın soyundan Sodom ve Gomorra kavmi (Lut kavmi) geldi, ayrıca Nemrut ve diğer kafirler ve tağutlar geldi. Onun soyundan salih kimseler de çıktı, zira Allah buyurmuştur: “O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeryüzünü ölümünden sonra O canlandırır. Ey insanlar! İşte siz de böylece diriltileceksiniz.”Sam’ın (aleyhisselam) soyundan Sami peygamberler ve Adem oğullarının soyu geldi. Hz. Muhammed (O’na ve Ailesine Selam Olsun) buyurmuştur: “Sam (aleyhisselam) Arapların ve Yahudilerin (tüm samilerin) babası, Yafet Rumluların babası, Ham ise Habeşlilerin babasıdır.” Sam (aleyhisselam) Nuh’un (aleyhisselam) vasisiydi. Manda dinine göre Sam (aleyhisselam) en önemli peygamberler sırasındadır. Onların, ondan bahseden çok sayıda elyazmaları ve kitapları vardır. İsa’nın (aleyhisselam) mucizelerinden biri Sam’ın (aleyhisselam) diriltilerek kabrinden çıkarılması olmuştu.

Allah Kur’an’da buyurdu: “Hani biz meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik. İblis’ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!” Allah ayrıca buyurmuştur: “Benim ahdim zalimleri kapsamaz!”Bu şu demek ki, Allah’ın ahdi sadece Adem (aleyhisselam) ve onun soyu iledir, İblis ve onun soyu ile değil, yani Allah’ın ahdi sadece müminlerledir, kafirlerle değil. Bu, dikkatimizi yöneltmemiz gereken önemli bir noktadır. Bu yüzden görüyoruz ki, Allah’ın gerçek dini asırlar boyu hep gizli şekilde korunup saklanmıştır.

Allah Adem’e ve soyuna sükut etmeyi ve ilahi öğretileri sır olarak saklamayı öğretti. Allah onlara, Kabil ve soyuna karşı takiye etmeyi (gerçeği saklamayı) emretti ki, onlar asla Allah’ın gerçek dinini bilmesinler. Takiye etmek için birçok nedenler vardı. İlk önce, İblis ve soyunun Adem (aleyhisselam) ve soyuna karşı düşmanlığı ve hasediydi. İkincisi, İblis ve soyunun, Allah’ın hakiki dinini uygulama ve taşıma sorumluluğunu kaldırma kapasiteleri yoktu. En sonda görüyoruz ki, insanlara ilahi ilmin yalnızca iki harfi gelmiştir.

Meşhur bir hadiste deniyor ki, Kaim kıyam ettiğinde ilmin geri kalan 25 harfini getirerek insanlar arasında yayacaktır. Bu 25 harf önceki iki harfe eklenerek gerçek tevhid ve Allah’ın gerçek dini hakkında insanların ilmini tamamlayacaktır. Aşağıdakı rivayetler bu gerçeği ortaya koyuyor:

Ebi Abdillah İmam Sadık (minhusselam) buyurdu: “İlim 27 harftir. Elçilerin getirdiği her şey sadece iki harftir. Bu yüzden insanlar bu güne dek o iki harf dışında hiçbir şey bilmiyorlar. Kaim kıyam ederse, geri kalan 25 harfi getirip insanlar arasında yayacak ve önceki iki harfi de onlara ekleyerek 27 harfin hepsini insanlar arasında yayacaktır.” Ehl-i Beyt’ten (Selam Onlardandır) rivayet edilir: “Gerçekten de Adem 10 gün hasta oldu ve oğlu Şit’e bir vasiyet vererek emretti ki, tüm ilmini Kabil ve evlatlarından saklasın, zira Adem tüm ilmini vermek için Habil’i seçti diye Kabil Habil’e haset ederek onu öldürdü. Böylece, Şit ve evlatları ilimden kazandıkları her şeyi gizlediler, Kabil’e de faydalanacak bir ilim kalmadı.” Mufazzal naklediyor: “Ben İmam Sadık’a (aleyhisselam) [Sizinle onların arasına sağlam bir set yapayım] ayetinin tefsirini sordum, O da buyurdu: ‘Bu, takiye’dir, [artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler], zira biz takiye ile iş yaparız, onlar onu ne aşabilirler, ne de açabilirler. O, sağlam bir settir ve şu anda sizinle Allah düşmanları arasında yapılmış, onların dağıtıp geçemediği bir settir.’ Ben ona [Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder] hakkında sordum, O (aleyhisselam) buyurdu: ‘Bu, kıyam zamanı takiyenin kaldırılması hakkındadır ve o, Allah düşmanlarından intikam alacaktır.’”