“Andolsun ki Biz, bundan önce Âdem’e ahit verdik, ancak o unuttu. Onu azimli bulmadık”
Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
Beşerin kendi Yaradan’ı ile ilişkisinin hikayesi “ahit” hikayesidir. Çünkü O, Adem’i (aleyhisselam) yarattığında onunla bir ahit yaptı. Ahit vasiyet demektir. Çünkü bir baba kendi oğluyla bir ahit yaptığında ya da oğluna kendi vasiyetini bıraktığında, her iki durumda, ahit ve vasiyet babanın mülkü ve işlerinin idaresi ile ilgili isteklerinin yasal beyannamesidir. Allah Adem’i seçerek mahlukata Halife atadı ve onu Aden Cenneti’nin işlerinden sorumlu kıldı. Ve Adem’e bildirdi ki, istediği ağaçtan, bitkiden ya da meyveden yiyebilir, yalnızca ona yasak edilmiş bir ağaç dışında. Böylece, Yaradan’ın Adem’e (aleyhisselam) vasiyeti, Adem’in, O’nun yeryüzündeki Halifesi olmasıydı ve Allah, Adem’e itaati, herkese farz kıldı. Adem’den de ahit aldı ki, O’nun memleketini ihmal etmesin ve Adem’e her şeyi helal kıldı, bir ağaç dışında. Bu ağaç, Kur’an’da “Ölümsüzlük Ağacı”, Tevrat’ta ve İncil’de “Hayır ile Şerri Bilme Ağacı” diye geçiyor. Allah Adem’e (aleyhisselam) bir tane emir verdi, bir tane de yasak koydu. Ona nesil arttırmayı emretti ve ağacı yasak etti.
Adem (aleyhisselam) ise Allah’ın iradesini reddetti ve Yasaklanmış Ağaç’tan yiyerek Ahdi bozdu. İmam Askeri (minhusselam) Kur’an’ın “Bu ağaca yaklaşma!” ayeti ile ilgili şöyle buyurdu: “O, Muhammed ve Al-i Muhammed’in (Onlara Selam Olsun) İlim Ağacıdır.” İmam Rıza (minhusselam) buyurdu: “O, dünya ağaçları gibi (bir ağaç) değildir.”
Peki ya Aden Cenneti neredeydi? Aden Cenneti’nin bulunduğu yer hakkında İmam Sadık (minhusselam) şöyle açıklama yapmıştır: “[Dedik ki: Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin], o, bu dünyanın cennetlerinden biriydi, güneşle ay orada doğardı, eğer o, ahiret cennetlerinden olmuş olsaydı, onlar asla oradan çıkmazlardı, şeytan da asla oraya giremezdi.” Böylece, bu sonuca gelebiliriz ki, Aden Cenneti yeryüzündeydi, fakat oradaki ağaçlar yeryüzündeki ağaçlar gibi değildi. “Ağaç” sözü başka bir şeyi sembolize eder. Öyleyse ağaç neyi sembolize eder?
Ehl-i Beyt’ten (Selam Onlardandır) olan duaların birinde okuyoruz: “Biz nübüvvet ağacı ve vahyin mekanıyız, biz meleklerin döndükleri yeriz…” Kur’an’da da Allah’ın Ağac’a ithafen şöyle buyurduğunu görüyoruz: “Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaç gibidir.” Açıktır ki, “ağaç” sözcüğü sözleri sembolize ediyor ve Allah’ın kamil sözleri Muhammed ve Al-i Muhammed’dir (Selam Onlardandır). Bundan ziyade, Peygamber’in mübarek Ehl-i Beyt’i güzel ağacı Muhammed ve Al’i Muhammed (Selam Onlardandır) olarak tefsir ediyor ve Kur’an’daki lanetli ağacın da yeryüzünde olan ağaçlar gibi olmadığına vurgu yaparak, onu Ümeyye oğulları olarak tefsir ediyor. Bu yüzden tüm bunlardan bu sonuca varabiliriz ki, Adem’in (aleyhisselam) yaklaştığı ve kendisine yasaklanmış ağaç gerçek ağaç değildi, bilakis o, bir kişiye işaret ediyordu.
İbni Abdus İbni Katibe’den, o da Hamdan bin Süleyman’dan rivayet ediyor ki, El-Haravi şöyle dedi:
Ben İmam Rıza’ya (minhusselam) dedim: “Ey Allah Resulünün oğlu, bana söyler misin, Adem ve Havva’nın yediği ağaç neydi? İnsanlar bu konuda çelişkideler; bazıları diyor ki, o buğdaydı, bazıları diyor ki, üzümdü, bazıları da diyor ki, o, haset ağacıydı.” O (minhusselam) buyurdu: “Onların hepsi doğrudur.” Dedim: “Bu ne anlama geliyor, zikrettiğim bitkiler ve ağaçlar hepsi farklı şeylerdir, onlar nasıl aynı olabilir?” O buyurdu: “Ey Eba Selt, cennetin ağaçlarında çeşitli meyveler oluyor, öyle ki, o buğday ağacıydı ve onun üstünde üzümler vardı ve o, yerdeki ağaçlar gibi değildi. Gerçekten de, Allah Adem’i, meleklere emir vermekle ve cennete girmekle şereflendirdiğinde, Adem kendi kendine dedi ki, ‘Acaba Allah benden üstün bir insan yarattı mı?’ Allah onun kalbine neyin girdiğini biliyordu ve onu çağırarak dedi, ‘Ey Adem, başını kaldır ve Benim Arşımın ayağına bak.’ Adem yukarı baktı ve Allah’ın Arşının ayağında ‘Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın Resulüdür, Ali bin Ebu Talib Müminlerin Emiridir ve onun zevcesi Fatıma Alemlerin Kadınlarının Efendisidir ve Hasan ile Hüseyin (Onlara Selam Olsun) Cennet Gençlerinin Efendileridir’ yazıldığını gördü. Adem dedi: ‘Ey Rabbim, bunlar kim?’ Allah buyurdu: ‘Onlar senden gelecek zürriyetindir, onlar senden ve Benim tüm mahlukatımdan üstündür. Onlar olmasaydı, Ben ne seni, ne cennetle cehennemi, ne de gökleri ve yeri yaratırdım. Onlara asla haset ile bakma, aksi takdirde seni kendi dergahımdan silerim.’ Fakat Adem onlara haset etti ve onların makam ve derecesini arzuladı, şeytan da onun yanına giderek onu tuzağa düşürdü, sonunda o, Yasaklanmış Ağaç’tan yedi. Şeytan Havva’yı da tuzağa düşürdü, zira o, Fatımat’üz Zehra’ya (minhesselam) haset etti. Böylece, Allah onları Kendi cennetinden kovarak yeryüzüne gönderdi.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) açıkladı ki, Havva Fatıma’ya (minhesselam) haset etti, özellikle Fatıma Yasaklanmış Ağaç olduğu için. Adem (aleyhisselam) Allah’ın Havva’dan daha üstün bir kadın yarattığını öğrendiğinde, Fatıma’nın (minhesselam) yanına gitti ve onunla ilişkiye girmeye yeltendi. Bu yüzden de Havva Fatıma’ya haset etti, çünkü Adem ona meyletti. Fakat Adem onunla ilişkiye giremedi. Müminlerin Emiri Ali bin Ebu Talib (minhusselam) geldi ve Adem’i (aleyhisselam) Aden Cenneti’nden kovdu. Nag Hammadi’de bulunan Gnostik İncil’in “Dünyanın Başlangıcı Hakkında” isimli bölümünde hikayenin, İmam’ın (minhusselam) buyurduğu şeyi onaylayan bazı detaylarından bahsediliyor:
“Dinlenme gününden sonra Sofya kendi kızı Zoe’yi Havva diye isimlendirdi ve mürşit olarak gönderdi ki, ruhu olmayan Adem’i diriltsin ve böylece ondan doğacak olanlar nurun taşıyıcıları olsunlar. Havva kendi erkek eşini perişan halde bulduğunda, ona acıdı ve dedi, ‘Adem! Diril! Yeryüzüne gel!’ Onun sözleri anında gerçekleşti. Adem dirilerek bir anda gözlerini açtı. Havva’yı gördüğünde dedi ki, ‘Senin adın “Hayatın Anası” olacaktır, çünkü bana hayat veren sensin.’ Sonra sorumlulara haber verildi ki, onların dizayn ettiği beden dirilerek ortaya çıkmıştır, onlar da aşırı telaş içinde neler olduğunu görmek için yedi başmelek gönderdiler. Başmelekler Adem’in yanına geldiler. Onlar onun Havva ile sohbet ettiğini görünce birbirlerine dediler ki, ‘Bu nurlu kadın nasıl bir şey böyle? O, bize görünen nurun içindeki kopyaya benziyor. Gelin onu yakalayıp kendi menimizi onun içine dökerek onu kirletelim ki, kendi nuruna yükselemesin. Böylece onun taşıdığı kimseler bizim kontrolümüzde olacaktır. Fakat bunu Adem’e söylemeyelim, zira o, bizden biri değildir. Gelin onu derin uykuya daldıralım. Ve o uyuduğunda, ona vahyederek onda öyle bir izlenim yaratalım ki, Havva’nın kendi kaburgasından yaratıldığını zannetsin. Böylece de karısı ona itaat etsin ve o, karısının rabbi olsun.’
Sonra güç sahibi Havva onların bu kararına güldü. Ve onların gözünü dumanlandırarak kendi benzerini gizlice Adem’in yanına bıraktı ve ilim ağacının içine girerek orada kaldı. Onlar onun peşine düştüler, o da onlara, ağacın içine girerek ağaca dönüştüğünü belli etti. Bu zaman canlarına şiddetli korku girmiş o kör mahluklar kaçıp gittiler. Daha sonra düştükleri hayretten çıktıkları zaman Adem’in yanına geldiler ve bu kadının benzerini Adem’in yanında görüp, gerçek Havva’nın o olduğunu zannederek hayretlerini bir kat daha arttırdılar…”
Elbette, Nag Hammadi elyazmasında yazılan her şey tamamen doğru ya da orijinal değildir. Fakat elyazmadan kayda değer ve belli olan şey şu ki:
1. Aden Cenneti’nde bir kadın vardır ki, Hayatın Kaynağı ve Ağaç’tır (bu, Zoe/Zehra/hakiki Havvadır. O kimse ki, Havva’nın benzeri O’nun kopyasıydı).
2. Ağac’a dönüşmüş kadın Adem’in ruhunu yaradanla aynı ruhani makama sahiptir.
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurmuştur ki, Adem (aleyhisselam) Müminlerin Emiri Ali bin Ebu Talib’in (minhusselam) ruhlar aleminde oğludur ve Adem’in (aleyhisselam) ruhunun direkt yaratıcısı Ali’dir (minhusselam). Ruhlar alemi ve onun ilişkileri hakkında gelecek bölümlerden birinde geniş bilgi verilecektir. Muhammed bin Sinan naklediyor ki, İbn Abbas şöyle dedi: “Biz Allah Resulünün (O’na ve Ailesine Selam Olsun) yanındaydık ve Ali bin Ebu Talib (aleyhisselam) geldi. Peygamber ona dedi: ‘Selam olsun o kimseye ki, Allah onu babasından kırk bin yıl önce yarattı.’ Biz dedik: ‘Ey Allah’ın peygamberi, evlat babadan önce mi olmuş?’ O buyurdu: ‘Evet, gerçekten de Allah Adem’in bu zaman diliminde yaratılışından önce beni ve Ali’yi bir nurdan yarattı, sonra Allah o nuru yarıya böldü, sonra her şeyi benim ve Ali’nin (aleyhisselam) nurundan yarattı, sonra bizi Arşının sağında bekletti ve biz O’nu takdis ettik, sonra melekler Onu takdis ettiler, biz O’nu tesbih ettik, melekler de ettiler, biz O’na ibadet ettik, onlar da ettiler. Böylece, O’nu tesbih ederek ibadet edenlerin hepsi bunları yapmayı Ali’den (aleyhisselam) öğrendiler.’”
Kur’an ayetinde de buyurulduğu gibi, Allah Adem’i Kendi eliyle yarattı: “Allah, ‘Ey İblis! Ellerimle yarattığıma secde etmekten seni ne alıkoydu?’ dedi.” Böylece, Ali (minhusselam), Adem’i (aleyhisselam) direkt yaratan, Allah’ın elidir. Ahmed bin Muhammed bin Ebi Nasr Hasan El- Cemal’den, o da Haşim bin Ebu Emmar El-Cenbi’den şöyle dediğini naklediyor: “Ben Müminlerin Emiri’nin şöyle buyurduğunu duydum: ‘Ben Allah’ın Gözüyüm, ben Allah’ın Eliyim, ben Allah’ın Cephesiyim ve ben Allah’ın Kapısıyım.’”
Aden Cenneti’nin bulunduğu yere gelince, o, bugünkü Irak’tadır. Kur’an’da şöyle buyurulur: “O, Adem’e tüm isimleri öğretti” Ve Kutsal Kitap’ta şöyle geçer: “RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bunu açıklayarak buyurdu ki, Allah Adem’e, hayvanlara, bitkilere ve diğer tüm şeylere isim koymasını söyledi. Adem de hangisine hangi adı seçtiyse, onun adı o oldu. Kur’an’ın ‘O, Adem’e tüm isimleri öğretti’ ayetine gelince, bu şu anlama geliyor ki, Allah Adem’e (aleyhisselam) tüm meleklerin enkarnasyonlarını öğretti.
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu konuyla ilgili bana şöyle dedi:
“Ve ‘Bunların isimlerini onlara bildir’, yani o zaman onların enkarnasyonlarını onlara dedi, çünkü melekler kendi enkarnasyonlarını bilmiyorlardı, onlar o zamanda enkarne etmelerinden önce enkarnasyonlarının olduğunu biliyorlardı, ama onlar ondan önceki alemlerde enkarnasyonlarının ne olduğunu bilmiyorlardı. Bu, şimdiki zamana benziyor, nitekim müminler kendi enkarnasyonlarını bilmiyorlar ve sen onlara kendi enkarnasyonlarını söylüyorsun, insanlar kendi enkarnasyonları hakkında soruyorlar, çünkü onlar bundan önce enkarne ettiklerini biliyorlar, fakat kim olduklarını bilmiyorlar.”
Adem ve Havva’nın cennetteki yaşlarına ve görünümlerine gelince, İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) buyurdu:
“Onlar gençtiler, Havva 9 yaşında, Adem de 12 yaşındaydı. Ama o zamanda 9 yaşında bir bayan adet dönemi olan yetişkin biriydi ve bugün 18 yaşında bir bayan gibi görünüyordu. 12 yaşında olan Adem ise bugün 24 yaşında bir erkeğin görünümündeydi. Böylece, onların o zamanki görünümleri bugünkü yıllarla kendi yaşlarının iki katıydı.
Ve onların her ikisi yaratıldığı zaman aniden yeryüzünde peyda oldular.”
İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) ayrıca buyurdu ki, Ağaç’tan yiyen Havva değildi, bilakis Ağaç’tan sadece Adem yemişti. Bundan ziyade, Havva hakkında Ağaç’tan ilk yiyenin o olduğunu ve Adem’in de yemesine neden olduğunu yazan yazılar batıl ve yalandır.
Ahdin bozulması yüzünden gelen ilahi ceza hızlı ve aşırı şiddetli oldu. Sonuç itibariyle, Adem, Havva ve Azazil Aden Cenneti’nden kovuldular ve onlara şöyle dendi: “Birbirinize düşman olarak inin. Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Ve Allah onlara dedi ki, “‘(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını, çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.’ Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.”
Şeytanın, insanların mallarına ve evlatlarına ortak olmasının anlamı uzun zaman alimleri şaşkınlıkta bırakmıştır. İmam Ahmed El-Hasan (minhusselam) bu gizemin üzerinden perdeyi kaldırarak gerçeği açıkladı. O, aynen yazıldığı gibidir. İblis veya Azazil (lanetullahi aleyh) fiziksel biçimde Havva’ya gidip onu kandırarak onunla yeryüzünde cinsel ilişkiye girdi; böylece, Havva Kabil’e (lanetullahi aleyh) gebe kaldı. Kabil İblis’in (lanetullahi aleyh) biyolojik oğludur, Adem’in (aleyhisselam) oğlu değildir. Bu hikaye Yahudi rivayetlerinde geçiyor.
“Kötülük, kadının ilk doğurduğu, Adem’in büyük oğlu Kayin (Kabil) ile doğdu. Allah cennete insanoğlunun ilk çiftini bahşettiğinde, onları özellikle birbirleriyle cinsel ilişkiye girmemeleri konusunda haberdar etti. Fakat Havva’nın düşüşünden sonra Şeytan yılan şekline bürünerek onunla ilişki yaşadı ve onların ilişkisinin meyvesi, Allah’a düşmanlık yaparak baş kaldıran kirli neslin ecdadı olan Kayin oldu. Semail meleği olan Şeytandan türeyen Kayin kendi meleksel görünümünde göründü. Onun doğumunda Havva acı içinde çığlıklar attı ve dedi, ‘Ben Allah’ın meleğinden bir evlat dünyaya getirdim.’ Havva Kayin’e gebe kaldığı vakit Adem onunla birlikte değildi. O, ikinci kez Şeytanın vesveselerine kandığında ve Şeytana, onun tevbesini bozmaya müsaade ettiğinde, kocasını terkederek batıya yollandı, zira kendi varlığının Adem’i zillete düşürmeye devam edebileceğinden korktu. Adem doğuda kaldı. Havva’nın doğum vakti geldiğinde ve sancısı başladığında, Allah’a dua ederek yardım istedi. Fakat Allah onun dualarını dinlemedi. Havva kendi kendine ‘Rabbim, Adem’e haberi kim ulaştıracak?’ dedi. ‘Ey gökyüzünün parlayan cisimleri, size yalvarıyorum, doğuya döndüğünüzde bunu efendim Adem’e söyleyin!’ Aynı saatte Adem, ‘Havva’nın feryadı kulağımı deldi! Belki de Şeytan yine ona saldırmıştır’ diye ağlayarak çabucak karısının yanına gitti. Onu şiddetli ağrı içinde bulduğunda onun için Allah’a yalvardı. On iki melek peyda oldu, yanlarında iki göksel güç vardı. Hepsi onun sağında ve solunda bir şeyler yapmaya başladılar, Mikail de onun sağında dayanarak elini onun yüzünden göğüsüne doğru aşağıya çekti ve ona dedi: ‘Mübareksin ey Havva, Adem’in hatırı için. Onun istek ve dualarından dolayı sana yardım için gönderildim. Çocuğunu doğurmaya hazırlan!’ Çocuk o an parlayan bir bedende doğdu. Çok geçmedi, çocuk ayağa kalkarak kaçtı ve elinde bir saman sapıyla döndü ve onu annesine verdi. Bu yüzden onun adını Kayin koydular, bu da İbranice saman sapı demektir. Adem Havva’yı ve çocuğu doğudaki kendi evine götürdü. Allah Mikail meleğinin eliyle ona çeşitli tohumlar gönderdi. Ona toprağı ekip biçmek, ondan verim ve meyve üretmek, kendisini, ailesini ve neslini geçindirmenin yolları öğretildi. Çok geçmedi, Havva ikinci oğlunu doğurdu ve adını Habil koydu, çünkü ‘o, ölmek için doğmuştur’ dedi.”
Adem (aleyhisselam) Aden Cenneti’nden kovulunca, Havva ile birlikte haset ve itaatsizliklerinden dolayı tevbe ettiler. Allah da onları affetti ve birinci ahdi, bozulmasına rağmen onardı. Buraya kadar çeşitli noktaları öğrendik. İlk başta, Adem ile Havva’nın Aden Cenneti’ndeki durumunu öğrendik. Bir şey (Ağac’a yaklaşmak) dışında her şey onlara caizdi. İkincisi, tüm günahların kaynağı hasetti. Üçüncüsü, ilk ahit bir emir ve bir yasaktan ibaretti. Bu, onların zamanı ve durumları için uygun olan yasa ve şeriattı. Bu, Adem ile Havva’ya gereken tek hükümdü, çünkü onlar dışında yaşayan bir insan yoktu. O dönemde yasamayı gerektiren ne bir fesat, ne de bir günah vardı. Sadece Adem, Havva, Al-i Muhammed, Melekler ve Ruhsal Varlıklar (Onlara Selam Olsun) vardı. Şeriat, sonuç itibariyle durumun, koşulların ve ihtiyaçların değişmesiyle tekamül edecekti. Gelin şimdi de Adem’in (aleyhisselam) ve ondan sonraki nesillerin zamanında yaşanmış, yasanın değişimini gerektiren bazı olaylara bakalım.
“Nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti; o da nefsine uyarak onu öldürdü ve ziyana uğrayanlardan oldu.”
Kabil Habil’i öldürmeden önce öldürme ile ilgili ne bir hüküm ne de herhangi bir yasal ceza vardı, çünkü insan ırkında böyle bir şey hiç yaşanmamıştı. Bu yüzden de, Kabil Habil’i öldürdüğünde ne Adem’in (aleyhisselam), ne de Rabbin onu hiçbir şekilde cezalandırmadığını görüyoruz. Çoğu dinlerin şeriatında bilinen şu ki, öldürmenin cezası ölümdür. Oysa Adem’in (aleyhisselam) dini, şeriatı ve hükmü altında Kabil ne cezalandırılıyor, ne de ölüme mahkum ediliyor. Tam tersi, Kabil gidiyor ve evleniyor, şehirler kurarak ve kendi neslini yeryüzünde yayarak normal hayatına devam ediyor. Bu, okuyucuya garip gelebilir. Fakat ortada ihlal edilmiş yasa yokken, nasıl ceza uygulanabilir? Bundan ziyade, hiç işlenmediği ya da hakkında düşünülmediği halde bir cinayet için neden yasa koyulsun?
“Kayin kardeşi Habil’e, ‘Haydi, tarlaya gidelim’ dedi. Tarlada birlikteyken kardeşine saldırıp onu öldürdü. RAB Kayin’e, ‘Kardeşin Habil nerede?’ diye sordu. Kayin, ‘Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?’ diye karşılık verdi. RAB, ‘Ne yaptın?’ dedi, ‘Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor. Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın.’ Kayin, ‘Cezam kaldıramayacağım kadar ağır’ diye karşılık verdi, ‘Bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan uzak kalacak, yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım. Kim bulsa öldürecek beni.’ Bunun üzerine RAB, ‘Hayır! Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak’ dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin’in üzerine bir nişan koydu. Kayin RAB’bin huzurundan ayrıldı. Aden bahçesinin doğusunda, Nod topraklarına yerleşti. Kayin karısıyla yattı. Karısı hamile kaldı ve Hanok’u doğurdu. Kayin o sırada bir kent kurmaktaydı. Kente oğlu Hanok’un adını verdi. Hanok’tan İrat oldu. İrat’tan Mehuyael, Mehuyael’den Metuşael, Metuşael’den Lemek oldu.”
Cinayet, bozgunculuk, katliam, hırsızlık ve savaşlar – hepsi Adem’den sonra gelen nesiller arasında arttı. Kabil’in evlatları yeryüzünü adaletsizlik ve zulümle doldurdu, nihayet Adem’in ailesinden olan vadedilmiş Kurtarıcı ve Kaim olan Nuh yetişti. Adem’den Nuh’a kadar yıllar ve nesiller boyunca Adem’in evlatları takiye yaptılar. Dolayısıyla, kendi canlarını Kabil’in evlatlarından korumak için Adem’den, ve Adem ile Nuh arasında gelmiş geçmiş tüm peygamberlerden öğrendikleri her şeyi sakladılar. Hatta hayvanlar bile değişmişlerdi ve insanlardan korkuyorlardı. Eba Abdullah (minhusselam) buyurdu:
“Kabil Şit’e (aleyhisselam) yaklaşarak dedi: ‘Baban sana kendi ilminden verdi, oysa ben senden büyüktüm ve onun ilmine senden daha layıktım. Fakat onun oğlunu öldürdüm diye bana gazap etti ve bu ilim için beni değil, seni tercih etti. Allah’a andolsun, eğer benim karşımda hava atmak ve benden daha iyiymişsin gibi tavır sergilemek için babandan miras aldığın ilimden herhangi bir şey söylersen, kardeşin gibi seni de öldürürüm.’ Bundan sonra Şit, Kabil’in devleti ve hakimiyeti bitinceye kadar kazandığı ilmin hepsini sakladı. Bu yüzdendir ki, bugün biz takiyeyi kullanırız, zira bizde Adem’in oğlundan bir örnek vardır. Şit gizlice kendi oğluna ahit ve vasiyet hakkında bilgi verdi. Ve Şit, vasiyeti kendi oğluna devrettikten bu yana, vallahi vasiyeti bir alimden diğerine devretmek Sünnet oldu. Onlar her yıl özel bir günde vasiyeti açar ve babaları Nuh’un gelişiyle alakalı sohbet ederlerdi.”
Belirtmemiz gereken birkaç önemli nokta vardır: Öncelikle, Adem’in (aleyhisselam) zamanında cinayetleri cezalandırmak ile ilgili hükümlerin ve şeriatın olmaması Kabil ve soyunun hakimiyete geçmesine ve Adem oğullarının yeryüzünde zayıf ve mazlum olmasına yol açtı. Sonuçta, ilahi hükümlerin ve şeriatin güncellenmesi ve duruma göre değişimlere başvurulması kaçınılmaz oldu.
İkincisi, başlangıçta Adem ve Havva yeryüzündeki yegane iki insan oldukları için, onlara her şey izinliydi ve insan ırkının üremesi ensest evlilikler üzerinden gerçekleşti. Birinci dereceden akrabalar arasında evliliği yasaklayan hiçbir hüküm yoktu. Bu konu gelecek ahitlerde yasadışı ilan edilinceye dek devam etti.
Üçüncüsü, hayır ile şer arasındaki savaş aslında Adem’in (aleyhisselam) evlatlarıyla İblis’in (lanetullahi aleyh) evlatları arasındaki savaştır. Tüm müminler Adem’den (aleyhisselam) geldiler, tüm kafirler ve tağutlar da İblis’ten (lanetullahi aleyh) geldiler.
Sonunda, İsa Mesih (aleyhisselam) İncil’de, Yuhanna kitabında (Bölüm 8) onaylıyor ki, kafirler İblis’in (lanetullahi aleyh) soyundandır ve onun evlatlarıdır, müminler ise Adem’in (aleyhisselam) evlatları ve Allah’ın evlatlarıdır:
“Bizim babamız İbrâhim’dir” diye karşılık verdiler. İsa, “İbrâhim’in çocukları olsaydınız, İbrâhim’in yaptıklarını yapardınız” dedi. “Ama şimdi beni –Tanrı’dan işittiği gerçeği sizlere bildireni– öldürmek istiyorsunuz. İbrâhim bunu yapmadı. Siz babanızın yaptıklarını yapıyorsunuz.” “Biz zinadan doğmadık. Bir tek Babamız var, o da Tanrı’dır” dediler. İsa, “Tanrı Babanız olsaydı, beni severdiniz” dedi. “Çünkü ben Tanrı’dan çıkıp geldim. Kendiliğimden gelmedim, beni O gönderdi. Söylediklerimi neden anlamıyorsunuz? Benim sözümü dinlemeye dayanamıyorsunuz da ondan. Siz babanız İblis’tensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O başlangıçtan beri katildi. Gerçeğe bağlı kalmadı. Çünkü onda gerçek yoktur. Yalan söylemesi doğaldır. Çünkü o yalancıdır ve yalanın babasıdır. Ama ben gerçeği söylüyorum. İşte bunun için bana iman etmiyorsunuz. Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir? Gerçeği söylüyorsam, niçin bana iman etmiyorsunuz? Tanrı’dan olan, Tanrı’nın sözlerini dinler. İşte siz Tanrı’dan olmadığınız için dinlemiyorsunuz.”