3954- İbn Şihâb şöyle demiştir Bana Abdurrahmân ibn Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu’şum’un erkek kardeşidir- haber verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu’şum’dan şöyle derken işittiğini haber vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğulları sınırından geçtiği sırada) Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlüllah ile Ebû Bekr’den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat ta’yîn ediyorlardı,
Surâka dedi ki: Bu günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları’nın toplantılarından birisinde oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamlarından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o ayakta dikildi de:
— Yâ Surâka! Ben biraz önce sahile doğru yollanan birkaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki, bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.
Surâka dedi ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:
— Gördüğün karaltılar Muhammed’le sahâbîleri değildir. Lâkin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyorlar, dedim.
Sonra (hareketimi meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım. Ve kargımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanına geldim, bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasûlüllah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, ondan fal kalemlerini çıkardım Muhammed’le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey (yani zarar veremeyeceğim hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dörtnala kaldırdım. At beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlüllah’ın okuduğunu işittim. Rasûlüllah arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasûlüllah’ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı yere (kum içine) battı. Hattâ bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muhammed’le sahâbîlerine:
— el-Emân! Diye haykırdım
Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardım. Rasûlüllah ve sahâbîlerini taarruzumdan koruyan bunca hârikalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlüllah’ın işi ve peygamberlik da’vâsı yakında zahir olup zafere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O’na:
— Kavmin Kureyş, Sen’in öldürülmen veya esîr alınman hakkında mükâfat ta’yîn etmişlerdir, dedim.
Ve Kureyş’in, kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ’ı arzettim. Fakat benden birşey almadılar ve hiçbirşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlüllah bana:
— ” (Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu gizle!” dedi.
Bunun üzerine ben Rasûlüllah’tan hakkımda bir emânnâme yazmasını istedim. Rasûlüllah da Âmir ibn Fuheyre’ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasûlüllah, maiyyetiyle yoluna devam etti.
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu’bnu’z-Zubeyr haber verdi ki, Rasûlüllah yolda müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr ibnu’l-Avvâm’a kavuştu. Bu kaafile Şam’dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlüllah ile Ebû Bekr’e beyaz maşlahlar giydirdi
Medine’de müslümânlar, Rasûlüllah’ın Mekke’den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlüllah’ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler’den bir kişi, kendisine âid bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasûlüllah ile sahâbîlerini, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahûdî bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle:
— Ey Arab cemâati! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor! diye haykırdı.
Bu sesi işiten bütün müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasûlüllah’ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlüllah’a kavuştular.
Rasûlüllah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine’nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûlüllah, maiyyetiyle beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onların başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm’e) misafir oldu. Küba’ya varış rebîu’l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti
Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve konuşmuştu. Rasûlüllah ise sükût edip bir tarafa oturmuştu. Hattâ Ensâr’dan Rasûlüllah’ı evvelce görmeyerek Küba’ya gelenler, Ebû Bekr’i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona selâm veriyorlardı. Tâ ki, Rasûlüllah’a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr varıp, kendi ridâsıyle Rasûlüllah’ın üzerine gölgelik yapınca, o zaman Rasûlüllah’ı herkes tanıdı.
Rasûlüllah, Amr ibn Avf oğulları’nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescid kuruldu ve Rasûlüllah mescid içinde namaz kıldı
Sonra Rasûlüllah devesine bindi. Muhacirler’den ve Ensâr’ın karşılayıcılarından meydana gelen bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterileri yaparak Medine’ye hareket etti. Nihayet Medine’ye vardığında devesi, Rasûlüllah’ın Medine’deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma yeri edinmişlerdi. Daha evvel de Sa’d ibn Zurâre’nin terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlüllah’ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlüllah:
— “İnşâallah burası bizim menzilimiz ve makaamımızdır” buyurdu.
Bilâhare Rasûlüllah, bu iki genci da’vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan satın almak istedi. Gençler:
— Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız, dediler.
Fakat Rasûlüllah, çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Nihayet ta’yîn edilen bir bedelle satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mescidin inşâsı sırasında Rasûlüllah, sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de şu beyitleri okudu:
“Haza’l -hımâlu lâ hımâle Hayber. Hazâ eberru Rabbena ve athar”.
“Allahümme inne’l-ecre ecru’l-âhıre. Ferhami’l-Ensâra ve’l-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber’in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ Rabb, sen Ensâr’a ve Muhâcirler’e merhamet eyle) diyordu.
Rasûlüllah, müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd etmiştir. İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlüllah’ın bu beyitten başka tam bir şiirin bir beytine misâl olarak getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaşmadı, demiştir.