“Kitâbda Meryem kıssasını da an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onların önünde bir perde edinmişti. Derken biz ona ruhumuzu göndermiştik de, O, kendisine yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü. Meryem ona dedi ki: ‘Doğrusu ben senden Rahman olan Allah’a sığınırım. Eğer sen hakkıyle sakınan isen (çekil yanımdan). Rûh da: ‘Ben ancak sana pak bir oğlan vermeye vesile olmak için Rabb’inin gönderdiği elçiyim’ dedi. O: ‘Benim nasıl bir oğlum olacakmış; evlenmedim, bana bir beşer dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim’ dedi. Rûh: ‘Öyledir. Fakat Rabb’in buyurdu ki: O bana göre pek kolay. Çünkü biz onu insanlara bir âyet ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız. Zâten iş olup bitmiştir’.
Nihayet ona gebe kalıp bununla uzak bir yere çekildi. Derken çocuğun sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya sevketti: ‘Keşki bundan evvel öleydim, unutulup gideydim’ dedi. Aşağısından ona şu nida geldi: ‘Tasalanma, Rabb’in senin alt yanından bir su arkı vücûda getirmiştir. Hurma ağacını kendine doğru silk, üstüne derilmiş taze hurma dökülecektir.
Artık ye, iç. ‘Gözün aydın olsun. Eğer beşerden herhangi birini görürsen: Ben Rahman olan Allah’a oruç adadım. Onun için bu gün hiçbir kimseye kat’iyyen söz söylemeyeceğim, de. Derken onu yüklenerek kavmine getirdi. Dediler: ‘Hey Meryem, and olsun sen acîb birşey yapmışsın. Ey Hârûn’un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi!’ Bunun üzerine Meryem, Îsa’yı işaret etti. ‘Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?’ dediler. (İsâ dile gelip) dedi ki: ‘Ben hakikat Allah’ın kuluyum. O bana kitâb verdi. Beni peygamber yaptı. Beni her nerede bulunursam mübarek kıldı. Bana, ben hayâtta oldukça namazı, zekâtı emretti. Beni anneme hürmetkâr kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı. Dünyâya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimedir’. İşte hakkında şekk ve ihtilâf etmekte oldukları Meryem oğlu İsâ, Hakk kavlince budur” (Meryem: 16-34).
“Gerçek, Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim Hanedanını, İmrân ailesini hepsi de birbirinden gelme tek bir zürriyet olarak âlemlerin üzerine seçilmiş kıldı. Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir. Hani İmrân’ın karısı (Hanne): ‘Rabb’im, karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sana adadım. Benden olan bu adağı kabul et. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sensin Sen’ demişti.
Fakat onu kız doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken: ‘Rabb’im, hakikat ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem koydum. Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytândan sana sığındırırım’ dedi. Bunun üzerine Rabb’i onu iyi bir rızâ ile kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi büyüttü. Zekeriyyâ’yı da ona bakmaya me’mûr etti. Zekeriyyâ ne zaman (kızın bulunduğu) mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. ‘Meryem, bu sana nereden (geliyor)?’ dedi. O da: ‘Bu, Allah tarafından. Şübhe yoktur ki, Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir’ derdi” (âlu Îmrân: 33-37).
“Hani melekler: ‘Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı’ demişti. ‘Ey Meryem, huşu ile Rabb’inin divânına dur, secdeye kapan, rükû’ edenlerle beraber eğil (cemâatle namaz kıl)’. Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem’i onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun. Melekler: Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor… ” (âlu Îmrân: 42-45).
İbn Abbâs şöyle demiştir: “Alu İmrân”, bütün mü’minlerdir. “Alu İbrahim”, “Âlu İmrân”, “Alû Yasin” ve “Âlu Muhammed” ta’bîrlerinden kasdedilen de hep mü’minlerdir. Çünkü Allah: “Hakîkat İbrahim ‘e insanların en yakını, herhalde zamanında ona tâbi’ olanlardır… ” (âlu Îmrân: 68) buyuruyor; onlar da ancak mü’minlerdir. (Binâenaleyh ona muhalefet edenler, orun âl’inden değildirler.) “Âlu Ya’kûb” deniliyor; bunun aslı “Ehlu Ya’kûb”dur. He, hemzeyle kalbedilmiştir. “Âl” kelimesini küçültme ismi yaptıkları zaman, sonra o hemzeyi aslına döndürürler de “Uheylun” derler.
3468 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu’l-Müseyyeb tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle dedi: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’tan işittim, şöyle buyuruyordu: “Âdem çocuklarından doğurulan hiçbir çocuk yoktur ki, doyurulurken şeytân ona dokunmuş olmasın. İşte şeytânın dokunmasından dolayıdır ki, çocuk anasından doğduğu anda feryâd ederek ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Meryem oğlu ile annesi müstesnadır”.
Sonra Ebû Hureyre: “Ben onu ve zürriyetini o taşlanmış şeytândan Sana sığındırırım” (Âlu -Îmrân: 36) âyetini söylerdi.